Bu resimde gördüğünüz objeler sizin ruh halinizden birtakım izler taşıyor olabilir. Hadi testimizi çözün ve sonuçlarını bizlerle paylaşmayı unutmayın. 🙂
[zombify_post]Hepimiz Özeliz
“Siz biriciksiniz, siz özelsiniz, bir eşiniz daha yok…”
“Hepimiz aynıyız, kardeşiz, biriz ve benzeriz.”
Bu cümlelerden birini veya benzerini hiç duydunuz mu?
Duyduysanız sizce hangisi doğru?
Hepimiz bu ve benzeri cümleleri duyduk veya okuduk diye düşünüyorum.
Herhangi bir motivasyon konuşması dinlediyseniz, bu alanda yazan birilerini okuduysanız bu tarz cümlelerle karşılaşmış olabilirsiniz.
Ya da psikolojik bir şeyler karıştırdıysanız şöyle bir cümleye denk gelmiş olabilirsiniz: “Siz biriciksiniz, siz özelsiniz, sizin bir eşiniz daha yok…”
Bu ve benzeri cümleler aslında doğru, sonuçta genetik olarak bir eşimiz yok, ikizimiz olsa bile birimiz bir dakika önce, sonra olmak üzere farklı dakikalarda doğmuş olacağız, yani evet bir tane daha bizden yok. Hepimiz farklıyız.
Ama nedense beni rahatsız eden bir şey var bu cümlede, bir şeyler eksik sanki.
Fazla mı şişirilmiş acaba, diye düşündüm. “Ben özelim, eşsizim” diyerek egomuzu çok kolay bir biçimde besleyebiliriz. Zor zamanlarda “Ama benim durumum farklı, kimse beni anlamıyor, ben yalnızım.” moduna girip melankolik davranabiliriz. Kısaca bu cümleyi benimseyip, evirip çevirip her şeye kılıf olarak kullanabiliriz.
Her şey zıddıyla bilinir derler ya bir de bu cümlenin zıttı var:
“Hepimiz aynıyız, kardeşiz, biriz ve benzeriz. Aynı kaynaktan geliyoruz.”
Özellikle ruhsal şifacıların, doğu öğretilerini referans alan insanların meşhur cümlesi bu.
Şimdi bakarsak bu cümle de doğru, hepimiz insanız, etten kemikteniz, duygularımız benzer, acılarımız korkularımız benzer. Aynı atomlardan, kainattaki eş elementlerden meydana geliyoruz.
Ama bu cümle de gerçeği anlatmada yetersiz kalıyor. Bu cümle doğruysa, neden kimimiz için acı olan bir olay, kimimizin umurunda bile olmuyor? Neden kimimiz kalabalığı severken, kimimiz kendiyle kalmayı seviyor?
Ve şöyle bir soru geliyor aklımıza:
Bu cümlelerden biri doğru olmak zorunda mı?
İki cümle de doğru olamaz mı?
Olabilir.
Neden olmasın?
İki zıtlığın mükemmel uyumu ve birbirini tamamlaması gibi görüyorum bu durumu.
Ve bu, insanı çok özel bir konuma getiriyor.
Hem olabildiğine farklıyız hem de olabildiğine aynıyız. Hem kendimize özeliz, hem bütüne aitiz.
Farklı olmak da suç değil, aynı olmak da.
Aynı anda hem farklı hem aynı olabiliyoruz.
Müthiş bir şey değil mi bu? Ne kadar muazzam!
Ah bunu bir anlasak… Farklı olmak için çabalayıp durmaktan veya bir yere ait olmak için kendimizden taviz vermekten vazgeçeriz belki.
Kendimiz olmaktan utanmaz, dışlanmaktan korkmazdık. Ya da bizden farklı diye birini ötekileştirmezdik.
“Sen, ben, onlar” diye ayrılmaz “biz” bilincine ulaşırdık.
“Ben buradayım ve özelim, tekim” derken, aynı anda “Ben buradayım, buradan bir parçayım, buraya aitim” diyebilirdik.
Bu hem aidiyet, hem özgürlük demek.
Hem birlik demek hem teklik demek.
Özetle; Şu koskoca okyanusta hepimiz farklı birer damlayız, aynı zamanda hepimiz o okyanusun bir parçasıyız…
Kadın Dalında Güzeldir

Hayatın durduğu,
ömrün kesintiye uğradığı anlar
Saçlarının özlem,
gözlerinin ahenk,
seslerinin huzur…
Gülüşünün cenneti hatırlatır,
telaşının sevgiyi anımsatır olduğu zamanlar
Bazen çaresizce sızlayan
Bazen yetinmeyi bilen
Bazen herkesten çok düşünen
Bütün bir ömrünü feda eden…
Beli bükülen, saçları ağaran
Evladının ismini duyunca gözleri dolan…
Sevgilisinin hasretinden sayfalarca mektup yazan
Evini güzelleştiren, derleyen, toplayan
Değer veren ama çoğu kez değer görmeyen
Canını sevdiklerine yeğleyen ama canına kıyılan
Küçükken büyüdüğünde, evlendiğinde
Dokuz ay karnında taşıdığında
Yavrusu olduğunda, evinde…
Acıyı bal eyleyip sabreden
Bazen ganimet sayan; kadın
Anne, sevgili, kardeş
Çocuk, bacı, eş
Yoldaş, hâldaş, sırdaş…
İyi bakalım onlara
Onlar bizim ekmeğimiz, suyumuz
Onlarsız dünya; çekilmez bir gezegen
Onlar dünyamızın çiçekleri
Biz de onlar sayesinde yeşerebilen fidanlarız
Bahar mevsiminde
Kadın; dalında güzeldir
İyi bakalım kadınlarımıza…
Kadının hakkı bir gün değil her gündür. Onlara her gün değerini hissettirelim. Değeri hisseden kadın mutludur. Ve mutlu kadının bizim için yapamayacağı şey yoktur. Sevgisi, samimiyeti, sıcaklığıyla bizi kucaklayan,
hakkı ödenemeyen, tüm kadınlarımıza
selam olsun…
?
Size Huriye Civan’ın sesinden çok güzel, bir o kadar da anlamlı bir çalışma bırakıyorum…
“Hiç vazgeçmedim yaşamaktan
ben savaşmaya değil; kendim gibi, yaratılışım gibi yaşamaya geldim.”
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Anısına…

İlkbahar ile güneş gibi içimizi ısıtan
Sevgi ile yorgan gibi sarıp sarmalayan
Güzelliği ile gökkuşağı gibi gözlerimizi kamaştıran
Tabii ki sizsiniz değerli kadınlar
Bir yağmur gibi düşersiniz gönüllere
Bir bahar gibi gelirsiniz ömürlere
Aşk-ı muhabbetle doğarsınız kalplere
Her zaman yanınızdayız kadınlar
Dertlere deva sizde bulunur
Hastaya şifa sizde bulunur
Bir bilginiz var mı diye ilk size sorulur
Hayatın anlamı sizsiniz kadınlar
Milli mücadelede ön safta cenk edip
Şanlı bayrağımız için evlattan vazgeçip
Candan geçerek devletin bekasını seçip
Birlik ruhunu yüreklere nakşedersiniz kadınlar
Değeriniz bir gün değil her gündür
Her kadın ayrı ayrı güldür
Teninizin kokusu doğal sümbüldür
Kıymetinizi bilemezsek affedin kadınlar
Siz bize Allah’tan emanetsiniz
Dünyadaki en güzel saadetsiniz
Maşallah çok da maharetlisiniz
Her daim arkanızdayız kadınlar
Elbette yuvayı dişi kuş yapar
Maalesef ev işleri sizi çok yorar
Eşleri eve geldiğinde sofrayı kurar
Sofranın huzuru sizsiniz kadınlar
Çocukla uğraşmak kolay değildir
Hanımlar her işe ehildir
Mehmed’im unutma kadınlar köle değildir
Evin neşesi sizsiniz kadınlar
8 Mart Dünya Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun…
Bir Kıpırtının Kokusu

Yoldayım, yürüyorum. Elimde bir baston sağa sola doğru sallıyorum. Aniden yanıma bir köpek gelip sırtını bacağıma sürtmeye başlıyor. Benimle yürümeye başlayınca şaşırıyorum. Arada bir onu sevmemden memnun olduğunu hissediyorum. Bu köpeğin “Ben yanındayım, merak etme!” der gibi bir hali var. Garipsiyorum.
Bunu düşünürken bir koku duymaya başlıyorum. Bu koku daha önce karşılaştıklarıma çok da benzemiyor. İçimi kıpırdatan, heyecanımın ağır bastığı bu kokuya dayanamıyorum. Aniden yanıma gelen bu köpeğin sağ ayağıma dolanmasıyla karşımdaki apartmandan geldiğini tahmin ediyorum. Ancak kokunun ne olduğunu bir türlü kestiremiyorum. Bu koku bir şehit evinden gelen feryatların kokusu mu yoksa dünyayı pisleştiren insanların kokusu mu? Bilememenin yanında gittikçe artan bir heyecan ve bir ateş kaplıyor içimi. Yanıyorum adeta.
Şimdiyse içeri girip girmemenin girdabına takılıp düşmemek için apartmanın mis kokulu çiçek bahçesinin içinde soluklanıyorum. İçeriye girmeme hiçbir neden yokken ayaklarım beni oraya doğru sürüklüyor. Kapıları çalıp sorma isteğim var. İlk kattaki daireden hiç ses çıkmıyor. İkinci katta ise ayağıma çarpan ayakkabı topluluğunu hissedip bir çekiniyorum. Ancak içimde böylesine bir arzu varken parmak uçlarımın zil anahtarıyla birlikte bir aşağı bir yukarı çıktığını hissediyorum. Duymuyor olmalılar. Belki içeride süregelen bir altın günü veya acı bir cenaze var, bilemiyorum. Hiçbir şeyi bilememek, cevap bulamamak beni delirtiyor. Duyduğum koku bu aşamada daha da bir yoğunlaşıyor. İki katlı apartmandan çıkarken kalbimdeki o küçük hüznü soru işaretleriyle geriye bırakıyorum.
Eve doğru yola koyuluyorum ki akşam olduğunu anlayan köpek de benden ayrılıyor. O da yanımdan ayrılınca duyduğum koku zayıflıyor, zayıflıyor. Sonradan anlıyorum beni pençesine düşüren apartmanı, aniden yanıma gelen bir köpekle duymaya başladığım kokuyu. Bu bir merak kokusu.
Aldığım bu koku -merak kokusu- köpeğin neden benim yanıma geldiğiyle başlamıştı. Ben de onu apartmanda aramıştım halbuki. Sonra körüklenen merakım ikinci kattaki insan topluluğunun neden bu kadar kalabalık oluşuydu. Soruların cevaplarını bulamamıştım. Demek ki cevabını bulsam ‘bilme’ arzusunun kokusunu hissedecektim. Yazık, artık her merak ettiğimde farklı bir koku duyacak, o arzu kokusunun tadını duyamayacaktım.
Hayatın Kesitlerini Sinemada İşleyebilmek: Nuri Bilge Ceylan
Hayatın Ve İnsanın Anlamını İzlettirebilmektir Sinema!
Yaşanılanları, hayatın olağan akışı içindeki esleri, inişleri ve çıkışları sahne sahne işlemek. Ve ayrıca tüm bunlar meydana gelirken üzerimize sinen, zihnimizde ve ruhumuzda yaşanan fikir ve düşüncelerimizi bir sinema filminde seyretmek yönetmenin kabiliyetinden meydana gelir.
Filmler, senaristin hayal dünyasının yarattığı senaryodan, yapımcının film için gerekli olan maddi imkanı ortaya koymasından ve yönetmenin filmin nasıl işlenmesi gerektiğine kılavuzluk etmesinden oluşur.
Hayatta da rol yapıyoruz, hepimiz oyuncuyuz.
Aktristin ve artistin insanın bütün gerçekçi duygu, fikir ve davranışlarını senaryoda can vermesi yönetmenin gözlem ve teknik süzgecinden geçirilerek aktarılması sinemadır.
Yaşamın içinde hepimizin rolleri olduğunu söyleyen Nuri Bilge Ceylan, bu konuda hayatın anlarını yorumlayarak ve adeta yaşamın her noktasına can vererek sahneyi oynatır ve eserleri meydana getirir. Mesela oyuncunun nefes alışı ve verişine farklı tatlar ve renkler katar. Sosyoekonomik durumun, çevrenin ve o anlık duygu değişiminin etkisi altında olduğu nefes alıp verme eylemini bizlere zihinsel imgeleriyle yansıtmaya çalışır.
Bakmayı bilirsek hayat çok renklidir.
Kendi kadrajında hayatın tüm renklerine yer veriyorken , gözlemlediği ve hissettiği renkleri video kameralarda da kaydetmeyi çok iyi biliyor. Günlük yaşamımızda bir insan nasıl hissediyor, nasıl davranıyor ve düşüncelerini nasıl aktarıyorsa herhangi bir oyuncuda da bunları canlandırmayı eksiksiz uygulatıyor. Bakmanın başka görmenin başka hisler doğurduğunu da düşünenlerden.
Yalnızlık Duygusu ,Benim Sinema Yapmak Konusunda En Büyük Motivasyonumdur.
Yalnızlık, yanımızda kimsenin olmayışı değil, istediğimiz kişilerin olmayışıdır. Derin bir sessizliktir ve sessizlikte kendimizi, fikirlerimizi dinlediğimiz andır. Herkesin hayatında dönem dönem yaşadığı bu duyguyu Nuri Bilge Ceylan’da yaşamıştır. Kasvetli ve kapalı havalarda bu duygusu daha da yoğunlaşmış, bu duygudan kaçtığı anlarda kendini sinemayla ifade etmiştir.

Hayatın gerçeklerini tüm duygularıyla izleyicilere yansıtabilmek.
Biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur.
NBC

Üstünü örttüğünüz birinin cenazesine katılmadan hayatı tam anlamıyla kavrayamazsınız.
NBC

Sanatkar ve zanaatkar her ne kadar hayal dünyasında doruklara ulaşsa da hayatın gerçeklerini de yaşar ve yansıtabilir. Acılar yaşamıştır, hayal kırıklıkları, başarılar ve sevinçler onun hayatında da yer etmiştir. Biz bu sanatın matematiğini perdelerden izleyip hissederken arka plandaki yönetmenin yaratıcılığını, duygusunu ve fikirlerini de tatma şansını da elde ederiz.
Nuri Bilge Ceylan'ın kendisi de, insan ve hayat gözlemlerinden ortaya çıkan filmler de son derece
gerçektir.
Yolcunun Sıra Dışılığı

Şehrin kirli, kıpırtısız yüzü
Vapurda bir yolcunun suratında
Maviliklerin ışıltılarıyla parlıyor
Donuk bir gülüş var simasının bir köşesinde
Hayat, kıyılarında hırçın dalgalanıyor
Bunca yıl kükreyedurmuş bir ruh
Bıraksak yerden yükselip arşa değecek
Dinmez, susmaz bir sevdanın yolunda
Ötesi berisi, aşağısı yukarısı sırlarla dolu
Kalbinin ıssız, kimsesiz derinliklerinde
Sabaha doğru karanlığın hükmü son buluyor
Tozlu raflara bakarken aklı şaşırmış
Ne adı ne sanı kalmış, tüm bu hikayesinin
İradesinin kayıtsız kaldığı anlarda
Nefesinin tükenişi benliğinin yazgısı
Fakat alnında umut güneşi doğuyor
Günün sis çöken erken ve huzurlu saatlerinde
Motor sesleriyle karışık martı sesleri
Kıyıdaki evler uzakta, bulanıklaşmakta
Yolcunun kalbi özlemle ısınıyor
Kıpır kıpır yeni doğmuş bi yavru gibi
Sevdiklerine el atmak üzere
Üstadım
Hadi gönlüm koy heybene hüznünü
Birkaç yalnızlık birkaç kitap
Sonra birkaç üstatların resmi
Mesela biri “Cemal Süreyya” /biri “Özdemir Asaf
Unutma.
Bu insanlar niye bize hep gülüyor üstadım.
Hem sanki böyle olmak tek bizim suçumuz mu?
Böyle gördük kitaplardan,
Böyle gördük sizden,
Böyle yaşamaktayız.
Ya da daha doğrusu -ne dersiniz üstadım.
Ezberlenmiş şiirleri de unutmamışım
Eski insanları mahmur
Ve bütün martıları şair
Şimdi insanlar neden biraz böyle biraz garip üstadım.
Yalnız hayalleri hep muzdarip.
Yarım kalmış kitabım,
İsyana bağlanmış şiirlerim,
Huzura hasret benliğim,
Acılara gebe insanlar var heybemde üstadım.
Haydutlar
Bilmezdim üstadım şimdikileri
Şâirim güyâ.
Beni Bulsun
Boğazım düğüm düğüm.
Adım adım bilerek bu sonu yaşıyorum.
Dağ başında kalmışım suyum tükenmiş, kupkuru boğazım. İçecek son suya derdimi anlatmışım da buhar olup içime dolmuş. Yürüyecek dermanım kalmadı, zirveye çıkmışım. İzliyorum Bursa’yı. Yaşadığım yerden yeller esiyor, kırık dökük harabe mahallemde köşelere sinmiş çocuklar, umut bekliyor. Ben onlardan daha fakirim.
Planlanmış intiharı ecelimmiş gibi oynuyorum. Gelecek gözümün önünde. Geçer, bunlarda geçer biliyorum. İnsan alışır da, iyileştiren zaman söküp alıyor insanlığımı. Hissizleştim. Bir çift göze dalıp gitmişim. Kendimden verdiklerimi fark edemedim.
Gri gökyüzü bana hak veriyor sanki. Benden fakiri varsa o da başımın üstünde, bereketini yitirmiş hızla geçip giden bulutlardır. Mesihi bekleyen çaresiz alimler gibi bekliyorum.
Yaşamaya hevesim yok. Nefes alıp vermek olan bu hayata tutunmak delilik. Nerde benim biriktirdiklerim? Tecrübe denen bilgi yığını yaramıyor işime. Anılar var mesela, taş yığının altında. Düğüm düğüm olmuş boğazım için bir kaç gözyaşım var. Bohçamda bulamıyorum defterlerimi. Yazmıştım hayallerimi, basamakları çıkarken çamura batmışım. Sayfalar eriyip karışmış toprağa.
Neyse ne oturuyorum, hala ölmemişim, geçer gider ve yarın güneş yeniden doğar. Bulur beni gecenin soğuğunda büzüşmüş uyur halde. Rüyalar peşimde dinlendirmiyor yorgun uyanırım yine. Kalkmak değil de yuvarlanmak geliyor içimden. Taşlara çarpa çarpa parçalanırım. Ve yokuşun sonunda pirincin içinden taşları ayıklar gibi ayıklarım ağırlıklarımı. Yeniden doğmuş gibi olmak vardır ya öylece yeniden başlarım.
Denizi olan şehirde yaşıyorum denize giderim. Deniz ki suyu çekilmiş. Güneşe doğru yürürüm. O her gün yeniden ve yeniden değişmeden doğuyor. Öğrenecek bir şeyler varsa ondadır. Ben aramayı bıraktım.
Bulsun beni bir kıyıda bankta. Dalgalar çarpıyor duvara ve sırılsıklam eteklerim. Rüzgar nereden esiyor da uçuşuyor düşüncelerim? Un ufak olmayı yaşıyorum. Bir bütün olarak sokak fotoğrafçısının kamerasında. Arkadan çekmiş, güneş başkalarının penceresinden süzülmeye giderken müthiş bir manzarayla selamlıyor. Veda değil de bir mecburiyet. Sessizce, konuşmadan. Kelimeler damla damla dökülüyor eteğimden. Yüzüm çıkmamış fotoğrafta, bilinmezlikle hep oradayım. Fotoğrafa bakan ne görürse oyum işte. Ben ne olacağımı bilemeyecek kadar kaybolmuşum.
Beni bulsun, arayan bilir yerimi. Halimi benim gibilerden başkası ne bilsin? Bilen bulsun.
Bir Exxen Dizisi: Öğrenci Evi
Çoğumuz Türk gençlik dizilerine karşı ön yargıyla yaklaşmışızdır. Exxen platformunda yayınlanan “Öğrenci Evi” isimli dizi de benim ön yargı ile yaklaştığım gençlik dizilerinden bir tanesiydi. Fakat diziyi izlemeye başladığım ilk bölümden itibaren tüm ön yargılarım yerle bir oldu ve diziyi sevmeye başladığımı fark ettim. Bugün de sizlere bu diziden biraz bahsetmek istiyorum. Belki aramızda bu tarz dizilere karşı ön yargısı olanların ön yargılarını bir nebze de olsa kırmış oluruz. Ne dersiniz? 😉
Öğrenci Evi İsimli Dizinin Konusu Nedir?
Bu dizi, dört farklı öğrencinin hayat hikâyelerini ele alıyor. Birbirlerinden çok farklı kültürlerde yetişmiş ve çok farklı karakterlere sahip bu dört kişinin yolları bir yerde kesişiyor. O günden itibaren de birbirlerine sımsıkı sarılıyorlar. Bizler de onların gözünden aile çatışmalarına, aşklarına, umutsuzluklarına, heyecanlarına ve kimlik arayışlarına tanık oluyoruz. Belki de içerisinde kendimizden parçalar buluyor bile olabiliriz.
Dizinin ilk bölümü bu dört öğrenciden biri olan Arda’nın Tıp Fakültesi’ni bırakıp tiyatroya yönelme kararı vermesiyle başlıyor. Seçmelerde söylemiş olduğu sözler aslında bu hayattaki tüm gerçekleri yüzümüze bir tokat gibi vuruyor. Bu sahne beni çok fazla etkiledi. Belki de tüm ön yargılarımı bu sahne sayesinde kırmışımdır kim bilir…
Elbette ki dizide yer alan tüm o eğlenceli ve komik olayların yanı sıra kötü olaylarında olduğunu görüyoruz. Ben her bir karakteri çok sevsem de yaptıkları bazı hatalar yüzünden (Burada spoiler vermek istemiyorum. İzleyin ve görün. 😀 ) onlara çok fazla kızdığım zamanlar ve şaşkınlıkla izlediğim zamanlar da oldu. Fakat bu hataların nedenine bakıldığında hep bir aile sevgisinin eksikliğini gördüm. İnsanların karakterlerinin oluşumunda ailenin ne kadar önemli bir faktör olduğunu da bu sayede bir kez daha anlamış oldum. Çok konuştum değil mi? Bazen tutamıyorum işte böyle kendimi. İsterseniz dizide yer alan çok sevgili karakterlerimizi de bir tanıyalım.
Öğrenci Evi Dizisinde Yer Alan Karakterler
Latif (Baran Bölükbaşı)
Latif, Urfalı bir aşiret çocuğu olarak karşımıza çıkıyor. Aşiret çocuğu deyince hepimizin aklına sert ve zorba bir karakter canlandı değil mi? Aksine, Latif oldukça iyi niyetli, yardımsever ve bir o kadar da komik bir karakter. Bu iyi niyeti ve saflığı yüzünden pek çok olumsuz duruma maruz kalıyor ama en sonunda bu iyi niyetinin karşılığında onu çok mutlu eden olayların da olduğunu görüyoruz.
Eren (Bertan Asllani)
Eren, zengin bir aileden gelen biraz şımarık, biraz çapkın, biraz eğlence düşkünü bir kişi. Babasının adıyla itibar görse de araları pek de iyi değildir. En sonunda da zaten büyük bir patlak verir ve öğrenci evine gelir. Öğrenci evine ayak bastığı zamandan itibaren hayatı bambaşka bir şekle girer. İçindeki gerçek kimliği ortaya çıkar.
Metin (Ozan Güçlü)
Metin, tam bir oyun canavarı. Üniversiteye gelene kadar daha önce hiçbir sorumluluk almamış bir kişi. Bu zamana kadar herhangi bir sorumluluk almadığı için üniversiteye tek başına geldiği o gün oldukça zorlanır. Neyse ki diğerleri onun imdadına yetişirler. Çok sessiz ve içe dönük bir yapıya sahiptir. Hayali bir kitap yazmaktır. Üniversiteye başlamasıyla beraber daha önce hiç yaşamadığı maceralara atılır. Bu sayede de artık yetişkin bir birey olarak sorumluluk almayı öğrenir.
Arda (Samet Kaan Kuyucu)
Arda, klasik bir karakter. Babası istediği için derece yaparak Tıp Fakültesi’ni kazanmıştır ama daha sonrasında bölüm değiştirerek en büyük hayali olan oyunculuğa yönelmiştir. Latif’in deyimiyle grubun “Mantığı”dır. Hayatla sürekli bir kavga içerisindedir ve asla doğru bildiğinden şaşmaz.
Esra (Sude Zülal Güler)
Esra, çok başına buyruk bir genç kızdır. Ailesini kaybedince iyice asileşmiş bir karakterdir. Arda ile 6 yıllık bir ilişkileri vardır ama ne yazık ki bu ilişkileri sürekli bir sallantı halindedir. Esra sürekli bir kimlik arayışı halindedir ve edindiği aşklar, arkadaşları ona gerçek kimliğini bulması konusunda yol gösterecektir.
Simge (Ceren Balcı)
Simge, çok gizemli bir kızdır. Kimseyle arkadaş kurmayan ve neredeyse hiç gülmeyen bir yapıya sahiptir. İlerleyen bölümlerde neden bu şekilde olduğunu ve bir amacının olduğunu görüyoruz. Fakat bu amacına ilerlerken beklenmedik bir sürprizle karşılaşması onun da hislerinin değişmesine sebep olmaktadır.
Ceyda (Serra Pirinç)
Ceyda, hiç göründüğü gibi olmayan kızlardan birisisidir. Hırslı, tutkulu ve çok da sempatik. Ama ne yazık ki bir zaman sonra bu hırsının onun gözünü kör ettiğini ve hırsı yüzünden ne kadar yanlış şeyler yapabildiğini görmekteyiz.
Ayşe (Dilara Güldemiral)
Ayşe, giyimine çok özen gösteren ve biraz da popüler bir kızdır. Biz onunla ilk karşılaştığımızda ne kadar kibirli bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Ama Latif ile tanışması onun dönüm noktası oluyor diyebiliriz. Artık karşımızda bambaşka bir Ayşe’yi görüyoruz.
Deniz (Merve Nur Bengi)
Deniz, çok duygusal ve duygularını ifade etmekte epey zorlanan bir genç kızdır. Yıllarca uzaktan sevmiş ve sevdiği kişinin en yakın arkadaşı konumunda kalmıştır. Ama artık kendisi için de yaşamayı öğrenmeye başlayacaktır.
Bir Psikoterapiden Doğan Yıldızın Adı: DİBS / Benliğini Arayan Çocuk

Virginia M. Axline’ın kaleme aldığı Dibs: Kişiliğini Arayan Çocuk, derin bir psikoterapi sürecini ve bir çocuğun içsel yolculuğunu anlatan büyüleyici bir hikâyedir. Beş yaşındaki Dibs’in, kendisini keşfetme süreci, her okurda farklı duygular uyandıracak kadar etkileyicidir. Axline, çocukların iç dünyasına dair yazdığı bu eserde, hem onların hem de yetişkinlerin anlaması gereken birçok mesajı bir araya getiriyor.
Dibs’in Hikayesi: Bir Çocuğun Kişilik Arayışı
Dibs, başlarda içe kapanık ve kendisini ifade etmekte zorlanan bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadığı zorluklar, çevresiyle olan ilişkilerinde güçlükler yaratmış; ancak zamanla bu engelleri aşmak için bir yolculuğa çıkmaya başlar. Kitap, Dibs’in psikoterapi sürecini takip ederken, onun sadece bir çocuğun yaşadığı zorluklarla değil, tüm insanlık adına evrensel bir yolculuğa çıktığını görmemize olanak tanır.
Axline, Dibs’in dünyasında gezinirken okuyucuya, çocuğun yaşadığı travmalarla nasıl baş ettiğini, onu anlamanın, kabul etmenin ve ona değer vermenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Kitap boyunca Dibs’in içsel gücünü bulma çabası, her okurun ruhunda derin bir yankı uyandıracaktır.
Düşünceler ve Duyguların Yansıması: Şefkat ve Anlayış
Kitabın arka kapağında yer alan şu ifadeler, kitabın ruhunu mükemmel bir şekilde özetler:
“Bence tüm çocukların tırmanmak için kendi tepeleri olmalı. Ve bence tüm çocukların gökyüzünde sadece kendilerine ait bir yıldızları olmalı. Ve bence tüm çocukların kendilerine ait bir ağaçları olmalı. Bence böyle olmalı…”
Dibs, beş yaşındaki bir çocuk olarak, tıpkı tüm çocuklar gibi, kendine ait bir dünya kurma arzusunu taşır. Çocukların hayal dünyasına sahip çıkmaları gerektiği görüşünü savunan Axline, bu mesajı ile okuyucuyu derinden düşündürür. Çocuklara yönelik bakış açımızı sorgulamamıza neden olur. Onlara sunduğumuz dünyada ne kadar özgürlük tanıyoruz? Kendilerine ait bir alan kurmalarına ne kadar fırsat veriyoruz? Bu sorular, kitabı okuduktan sonra insanın aklından çıkmaz.
Kendine Saygı ve Değerli Olma İhtiyacı
Kitapta geçen bir diğer önemli vurgu ise özsaygının, sevgi ve saygının önemi üzerinedir:
“Bir insanın sahip olduğu tüm özellikleriyle sevgi ve saygı görmeyi, her şeyden daha fazla istemesi olabilir miydi?”
Dibs’in yaşadığı içsel zorluklar, onun kendine olan güvenini ve özsaygısını geliştirmesini gerektiriyor. Çocukların, önce kendilerini kabul etmeyi ve sevmeyi öğrenmeleri gerektiği vurgulanıyor. Bu, sadece çocukların değil, tüm insanların yaşamlarında önemli bir yer tutması gereken bir mesajdır. Kitap, başkalarına saygı ve sevgi göstermenin önce kendine saygı duymaktan geçtiğini de hatırlatır.
Söylenemeyenler ve Yükler: İçsel Çatışmalar
Birçok yerinde çocukların yaşadıkları duygusal çatışmaları ve içsel sancılarını derinlemesine işlerken, kitap aynı zamanda, bazen söylenmeyen şeylerin nasıl bir yük haline geldiğini de ortaya koyar.
“Söyleyecek çok şey var. Ve söylenmeyecek de! Bazı şeylerin söylenmemesi daha iyidir. Ancak söylenmemiş şeyler bazen yük haline gelir.”
Çocukların ve yetişkinlerin iç dünyasında birikmiş, ifade edilmeyen duygular zamanla bir yük haline gelir. Dibs’in yaşadığı psikoterapi süreci, onun bu yüklerden kurtulmaya çalıştığı bir yolculuktur. Söylenmeyen sözlerin, gizli duyguların ve bastırılmış acıların insanın ruhunu nasıl etkilediği anlatılır.
Sanatın ve Hayal Dünyasının Gücü: Boya ve İfade Özgürlüğü
Kitabın on üçüncü bölümünde geçen şu dizeler, Dibs’in hayal gücünün ve yaratıcılığının gücünü temsil eder:
“Ah boya! Ah masmavi boya!
Ne, ah ne yapabilirsin?
Bir gökyüzünü boyayabilirsin.
Bir nehri boyayabilirsin.
Bir çiçeği boyayabilirsin.
Bir kuşu boyayabilirsin.”
Boya, Dibs’in dünyasında sadece bir araç değil, aynı zamanda duygusal bir özgürleşme alanıdır. Onun için boya, içsel dünyasını ifade etmenin, duygusal birikimlerini dışa vurmanın bir yoludur. Çocuklar için hayal dünyasının gücü, büyüleyici bir ifade biçimi ve bu ifade biçimi çocukların psikolojik iyileşme süreçlerinde önemli bir rol oynar. Dibs, boyayı bir araç olarak kullanarak kendi dünyasında huzura ulaşır.
Kapanış: İyileşme Süreci ve Kendi Kendini Anlama
Kitabın son sözlerinde Axline, Dibs’in kişilik gelişimini tamamlayıp bir insan olarak değerini fark etmeye başlaması sürecine dair son bir ders verir:
“Hepimiz deneyimlerimiz, ilişkilerimiz, düşüncelerimiz ve duygularımızın sonucunda büyüyen ve gelişen kişilikleriz. Bizler bir hayatı oluşturmaya yarayan parçaların toplamıyız.”
Dibs’in yaşadığı psikoterapi süreci, sadece bir iyileşme süreci değil, aynı zamanda bir kişinin içsel yolculuğunu anlaması, kendini tanıması ve potansiyelini keşfetmesidir. Bu kitap, her çocuğun içindeki cevheri açığa çıkarmanın, onları anlamanın ve doğru bir şekilde onlara yaklaşmanın önemini anlatır. Bu sürece dahil olduğunuzda, siz de Dibs ile birlikte iyileşir, onun yolculuğunda kendinizi bulursunuz.
Sonuç: Çocukları Anlamak İçin Bir Başlangıç
Dibs:Benliğini Arayan Çocuk, sadece bir çocuk hikâyesi değil, aynı zamanda çocukların içsel dünyasını anlamaya yönelik derin bir bakış açısı sunuyor. Kitap, okuyucuya çocukların duygusal ve psikolojik gelişimini nasıl desteklemesi gerektiği konusunda önemli mesajlar veriyor. Çocukları anlamak, onları keşfetmek ve onlara değerli bir insan olduklarını hissettirmek, tüm bireylerin hayatındaki en değerli görevlerden biridir. Bu kitabı okurken Dibs’in iyileşme sürecine tanık olmak, bir insanın büyüme yolculuğunu izlemek kadar anlamlıdır.
Her yaştan okurun derinlemesine faydalanabileceği bu eser, kendini sorgulamak ve içsel yolculuğa çıkmak isteyenler için harika bir fırsat sunuyor.
Sevmek
Sevmek
Bir his var en içeride,
Her gün katlanarak artan bir his.
Sevmek neden bu kadar yüce?
Neden bu kadar keskin?
Bu neyin yansıması?
Neyin mutluluğu bu?
Yüzümde istemsiz gülümsemeler,
Niye bu kadar belli saflığım?
Aşkın insanı sınadığı yerdeyim.
Ya çıkar kalbime giderim
Ya da bir hiçlikte kaybolur yüreğim.