24.7 C
İstanbul
Çarşamba, Ağustos 13, 2025

Annesinin Kucağında Bebeği Kundağında: Ünzile

Nerede hikâyesi olan bir şarkı görsem ona kayar yüreğim, hikâyesi şarkıda saklı olduğu için anlatmayacağım ayrıca hikâyesini fakat yine de üzerine biraz konuşmak isterim. Yadsınamaz gerçeklerimiz var ne yazık ki, inkar edemeyeceğimiz acılarımız, görmek, duymak istemesek de bir yerlerde sürekli yaşanan olaylarımız var. Doğu’nun mesela çocuk gelin gerçeği, akıllara sığmayan başlık parası ananesi, evlere sığmayacak kadar çocuk, yoksulluk… Sadece Türkiye’nin de değil İran’ın, Hindistan’ın, Nijerya’nın… Kanayan yarası, dünyamızın kanayan yarası…

Yüreğime öyle dokunan bir konu ki ne kelimelere sığdırabilirim ne kelimeler kabul eder onları, anlatmak için sıraya dizilmeyi. Henüz çocuk olmaya adapte olamamış, çocukluğunu yaşayamamış bir insanın anne olma fikri bile ne kadar korkunç değil mi?.. Bu konuya “23 Nisan” isimli şiirimde şöyle bir kıta ayırmıştım:
Annesinin kucağında, bebeği kundağında
9’unda Hindistan, 10 yaşında İran’da
Oyun nedir hiç bilmez, pencerede düşünür
Bir çocuk, sabahleyin sessizce gömülür
Bir çocuk öldüğünde, toprak göğe öykünür…

Victor Hugo’nun “Taze bir gonca iken gül dalında solmaz mı?” dizesi gelir aklıma bu konuyu her düşündüğümde. Sonra Adil Erdem Bayazıt konuya “Bazen ölüm vardır/Ölümden önce gelir” diye giriş yapar. Üzerine ne benim söz söylemeye dilim varır ne okumaya sizin gönlünüz varır.

Biliyorum biraz içinizi kararttım keyfinizi kaçırdım bugün ama oturduğumuz yerler bizi rahatsız etmedikçe düzelmeyecek düzeltemeyeceğiz… Size şarkı önerisiyle geldim ama asıl niyetim sizi huzursuz etmek, gönüllerinizin, vicdanlarınızın kısılmış seslerini açmaktı. Huzursuz dinlemeler diliyorum bugün size, uykusuz geceler…

Bir gül gibi al ve narin
Bir su gibi saydam ve sakin
Susar kadın
Ünzile…

 

 

 

 

https://www.youtube.com/watch?v=DmvfQOJtiOE

Narsisizm: Kendine Kara Sevda

Mitolojide Narsisizm

Narsisizm sözcüğünün köken aldığı Narkissos‘un mitolojik öyküsünü bilmekte yarar var. Kendine aşık olanlara aldırmayıp onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek kara sevda ile içine kapanarak ölür . Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür.

Olimpos Dağı’nda oturan tanrılar bu duruma çok kızarlar ve Narkissosu cezalandırmaya karar verirler. Gene günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne su içebilir ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.

Giriş Mahiyetinde

Narsistik yapı eskiden de böyleydi ama eskiden mi çok şimdi mi çok dersek şimdi çok çünkü aile yapısı değişti, ilişkiler değişti, ekonomik yapı değişti. İnsanların çocuklarıyla ilişki kurma biçimi değişti. 21.yy insanı çok egosantrik oldu, benmerkezci oldu. Benmerkezci olunca ötekilerine karşı duyarlılığı, acı çeken, canı yanan insanlara karşı ya da diğerlerine karşı sevgi bağı azaldı. Narsist şunu diyor: Beni izle, beni takip et. Twitter, takip edeni takip ederiz, diyor. 21.yy bizi öyle bir noktaya getirdi ki değer sistemleri altüst oldu. Akrabalık bağları, ilişkiler…  21.yy.da bireyi tamamen benmerkezci hale getiren sistem bunu pohpohladı, bunu teşvik etti. Ötekinden uzaklaşmak, ötekiyle empati kuramamak, ötekiyle ilişki kuraramak ben’i yok eder. Böyle olunca insanlar, çocuklarını da böyle yetiştirmeye çalışıyor. Narsist; bir izleyici arar, yalnız narsistin girdiği çıkmaz şudur: Seyircisi olmayan bir tiyatro sahnesi olmasıdır. Dolayısıyla 21.yy.da hepimiz seyirci arıyoruz ama seyirci kalmadı. Narsistin en önemli özelliği seyirci olamaz, ötekini takip edemez, ötekine kıymet veremez dolayısıyla kendine seyirci arar. Ancak öyle var olabilir yoksa depresyona girer. Şimdi gelin, narsisistik kişilik bozukluğu tanı ölçütlerine bakalım.

DSM-V Narsisistik Kişilik Bozukluğu Tanı Ölçütleri

Aşağıdakilerden en az beşinin bulunduğu, erken ergenlik döneminde başlayıp değişik koşullar altında ortaya çıkan büyüklenme (fantezi ya da davranışta), övülme gereksinimi, empati yoksunluğu ile seyreden kişilik tarzı:

1. Kendi önemini abartma ve büyüklenme (örneğin, başarı ve yeteneklerini abartır, başarılarından daha fazla dozda üstün görülmek, beğenilmek ister)

2. Sonsuz başarı, güç, güzellik ve ideal aşk ile ilgili fantezilerle uğraşma

3. Özel ve biricik olduğuna ve sadece özel, yüksek mevkideki kişi ya da kurumlarca  anlaşılabileceğine, sadece onlarla ilişkiye geçmesi gerektiğine inanma

4. Aşırı övgü gereksinimi

5. Hak iddia etme: örneğin nedensiz şekilde kendisine özel tedavi yapılacağı inancı ya da onun beklentilerine otomatik olarak uyum sağlanacağı beklentisi

6. İstismarcılık: Kendi amaçları için başkalarını kullanma

7. Empati yoksunluğu: Başkalarının duygu ve gereksinimlerini fark etmeye isteksizlik

8. Genellikle başkalarına haset etme ve onların kendisini kıskandığına inanma.

Narsisistik Kişi Kime Denir, Özellikleri Nedir?

Kendilik saygısının kazanmaya ve sürdürmeye yönelik etkinlikleri narsisistik olarak niteleriz. Bu tür etkinliklere duyulan ihtiyacın zorunluluğu ve sıklığı oranında da narsisitik patolojinin ağırlığından söz edebiliriz. Bir kişinin yaşamı kendilik saygısını kazanmaya yönelik etkinlikler tarafından ne oranda dolduruyorsa o oranda narsisistik olduğu söylenebilir. Narsisitik kişi hayatının önemli bir bölümünü kendisine saygı  duymak ve bunu korumak için çırpınarak geçiren biridir. Narsisizm her sağlıklı kişinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak sağlıklı narsisizmde kişi kendine saygı duymak için sürekli dışarıdan beslenmeye ihtiyaç duymaz ya da başkalarının olası olumsuz düşüncelerinden hemen etkilenmez. Kendisine değerli ve saygın hissetmesi için sürekli başkalarından onay ve takdir görmesi gerekmediği gibi eleştiriler karşısında da güveni kolayca zedelenmez.

Narisistiklerin genellikle kendilerini fazla seven ve kendilerine fazla güvenen kişiler olduğu zannedilir. Oysa gerçek durum bunun tam tersidir. Narsisistik, bir şey yapmaksızın kendini sevemediği ve kendisine saygı duyamadığı için kendisini sevebilmek ve saygı duyabilmek için durmadan bir şeyler yapma ihtiyacı duyar. Mesela kendini övmeleri ya da çok özel ve büyük başarılar kazanmış biri olarak çeşitli hayaller kurmaları, kendisine ve etrafına değersiz biri olmadığını gösterme ihtiyacından kaynaklanır.Yeteneklerini, başarılarını sürekli abartma ihtiyacı hissederler. Sıradan olayları, çok önemli başarılar olarak algılarlar ve çoğunlukla da buna inanırlar. Başkalarını etkileyerek kendilerini değerli hissetme çabaları insanların yokluğunda yerini fantezilere bırakır. Dışarıdan gelecek olumlu yansımalar yoksa bunun yerini hayaller alır. Bütün insanları etkileyecek, herkesin hayranlığını kazanacak ve çok tanınmış tapılan bir insan olmalarını sağlayacak şeyler yaptıkları çeşitli hayaller kurarlar. Kendilerini Nobel ödülü almış, konuşma yaparken, dünyanın en zeki, en yakışıklı insanı seçilmiş,   bütün dünyayı kurtaracak bir kahramanlığı gerçekleştirmiş olarak hayal ederler. Bu hayallere gerçekmiş gibi inanır ve kendilerini değersiz hissetmekten kurtulurlar. Narsisistikler,  narsisistik doyum alabilecekleri ortamlara katılmak için çaba sarf ederken, zedelenebileceği ortamlardan kaçınırlar. Sadece iyi olduklarını düşündükleri şeyleri yapar, başkaları tarafından da beğenileceğini düşündükleri etkinliklere katılırlar. Bir grup içinde iyi olduklarını düşündükleri oyunların oynanmasını ister, çok iyi olamayacaklarını düşündükleri oyunların oynanmasını istemez, oynanırsa da katılmazlar. Katılacakları bir ortamda kendilerinden daha fazla ilgi çekecek insanların bulunmasını istemezler eğer böyle bir durum olacaksa da oraya gitmezler. Narsisistiklerin ancak iyi olduklarını düşündükleri alanlarda etkinlik gösterebilmeleri onların bir çok şeyle ilgilenmesini ve öğrenmelerini engeller. Özellikle bulundukları yaşta zaten öğrenilmiş olması beklenen etkinlikleri öğrenmemişlerse bir dönem acemilik göstermeyi göze alamazlar. Kibir, uzaklık, soğukluk narsisistik yaralanmalara karşı bir savunma olarak sık görülen bir durumdur. Başkalarından gelecek eleştirilere karşı bir defans olarak başkalarının fikirlerini önemsemediklerini baştan belli ederler. Eleştirilebilecekleri durumlarda kibirli ve uzak davranırlar. Öte yandan bazı narsisistikler herkesten önce kendilerini eleştirir ya da alay ederler. Böylelikle bir yandan başkalarına kendileri eleştirecek fırsat vermemiş olurlarken bir yandan da bakın ben ne kadar olgun ve alçakgönüllüyüm ki kendimle alay edebiliyorum ve hatalarımın da farkındayım, demiş olurlar. Boşluk, anlamsızlık duyguları dikkati çeker. Boşluk ve anlamsız duyguları bir yandan kendiliğin bütünlüğünün olmamasının ego tarafından hissedilmesine karşılık gelirken öte yandan kendisine doyum vermeyen dünyayı değersizleştirme çabasına karşılık gelir. Narsisistik yaralanmaları takiben ciddi öfke krizleri gösterebilirler. Özellikle kendilerini değersiz ya da önemsiz hissettiren kimselere karşı son derece öfkeli davranabilirler. Kendisini inciten insanlara zarar vermek, onları değersizleştirmek ya da kötülük yapabilmek hissettikleri değersizlik ve güçsüzlük duygularını telafi etmeye yöneliktir. Kendisini değersiz hissettiren kimseyi değersizleştirerek onun değersizleştirmesini önemsiz yapmaya çalışırlar. Narsisistiklerde bilinçli ya da bilinçsiz haset dikkati çekecek kadar ön plandadır. Başka birinin iyi ve başarılı olması kendi yetersizlik duygularını tetiklediği için rahatsızlık yaratır. Narsisistik birinin yanında başka biri hakkında iyi bir şey söylendiğinde kendisini huzursuz hisseder. Bizim kültürümüzde biri hakkında iyi bir şey söyleneceği zaman “Sizden iyi olmasın.” diye bir giriş yapılması belki de çeşitli zamanlarda narsisistik kişilerin duyduğu rahatsızlığın fark edilmesinden kaynaklanmıştır. Narsisistikler başkalarının durumunu ve duygularını önemsemeksizin, onlardan  ilgi ve hayranlık almak konusunda doymak bilmez bir açgözlülük sergilerler. Sürekli onay ve hayranlık beklentisi içinde olurlar. Başkalarının zamanını, meşguliyetlerini dikkate almazlar. Olaylardaki kendi paylarını abartmak yanında başkalarını başarıları ve fikirlerini de sahiplenirler. Bu bazen çok bilinen bir olayı kendi başlarından geçmiş gibi anlatmalarına neden olur.  Hatta kendilerini bir fıkranın kahramanı dahi yapabilirler. Başkalarının ilgisini ve zamanını sömürme  onların çeşitli olanaklarından yararlanma eğilimleri vardır. Bu tutumları başkalarının da kendisini önemsediği ve hak tanıdığı hissini verdiği için kendilerini daha değerli hissetmelerine hizmet eder. Temel ego durumları: kronik boşluk duygusu, öğrenme kapasitesi yoksunluğu, izolasyon hissi, uyaran açlığı ve hayatın anlamsızlığı ile ilgili yaygın duygulardır.

Değer sistemleri yetişkinden ziyade çocuğunki gibidir. Fiziksel güzelliğe, güce, paraya ve diğerlerinin takdirine yetenek, başarı, sorumluluk ve ideallere duyulan ilgiden daha çok önem verirler. Kaliteli ve özgün giyinmeye dikkat ederler. Giyimlerinde ve tavırlarında farklılıklarını gösteren çeşitli özellikler bulunur. Histrioniklerin renkli ve abartılı dikkat çekici giyim tarzlarından farklı olarak genellikle daha sade ve kaliteli giyinmeye özen gösterirler. Sözgelimi küçük bir aksesuar, az bulunan bir kravat, fular ya da egzotik bir takı gibi, farklılıklarını gösteren çeşitli özellikler bulunur. Yaygın ve çok bilinen markalar giymezler. Paraları varsa özel terzilere diktirirler ya da iyi ama yaygın olarak tercih edilmeyen şeyleri seçerler. Özgün ve farklı olma, sıradan ve basit olandan uzak hissetmeye çabalama bir çok alanda kendini gösterir. Mümkünse çok özel ve herkesin anlamadığını düşündükleri entelektüel uğraşları olur. Herkesin beğendiği çok satan kitapları okumaz, ödül almış filmlere gitmezler. Kibirlidirler. Karşısındakileri genellikle küçümseyen ve büyüklenen bir biçimde konuşurlar.Görünürde büyüklük duygusu taşır, kendine yeterli görünür ve başarı ile ilgili fantezilerle uğraşır; gizli düzlemde ise  kendinden kuşku duyar, değersizlik hisseder, kırılgandır, eleştirilere aşırı duyarlıdır. Bach, narsisistiğin bir yanda kırılganlık ve güçsüzlük öte yanda büyüklük şeklindeki kendilik bölünmesi olduğunu belirtir. Yüzeyde,  dünyada sanki herkesten üstünmüş gibi davranırlar. Buna karşılık altta değersiz, horlanan bir kendilik bulunur. Özellikle üzüntü, kızgınlık ve utançla ilgili toleranslarının düşüklüğü nedeniyle kendiliğin küçümsenme temaları bastırılırken yüceltici  anıları veya gelecek fantezileri desteklenir. Olumsuz duyguların ortadan kalkması uzun zaman alır. Daha sonra hedonik bir evreye dönmek için aşırı talepkar olur ve ne pahasına olursa olsun bunu hakettiğini düşünürler.

Nikolay Vasilyeviç Gogol’dan Palto ve Kitabın Baş Kahramanı Akakiy Akakiyeviç

Öncelikle biraz anlatmak isterim yazarı. Bilmeyen ve okumayanlar için, kesinlikle okunulması gereken bir kitap, ben ilk okuduğumda, çok etkilemiştim sizin de beğenerek okuyacağınızdan eminim. Kitabı elime aldığımda Palto’dan ne çıkacak düşüncesiyle başladım okumaya. Palto, Rus yazar Nikolay Vasilyeviç Gogol’un ilk olarak 1842 yılında yayımlanmış olan uzun öyküsüdür. Kitap yazıldığı dönemde Rusya’da yazarın kendi milletini aşağıladığı gerekçesiyle büyük tepkiler görmüştür. Fakat günümüzde Rus edebiyatının temelini oluşturan eserlerden biri olarak kabul edilir. Fyodor  Dostoyevski de eserini “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.” diyerek yüceltmiştir.

Zavallı genç adam yüzünü elleriyle kapar, yaşamı boyunca, insanoğlunda haddinden fazla var olduğunu gördüğü bu insaniyetsizlikten, inceltilmiş, eğitilmiş, sosyalleştirilmiş gibi gözüken ve tüm dünyanın erdemli ve onurlu olduğunu sandığı insanlarda bile ne çok canavarca bir kalabalık gizlendiğini görmekten ve bu durum karşısında irkilmekten kendini alamazdı…

Akakiy Akakiyeviç zaten kıt kanaat geçinen bir adam olduğundan eski püskü, boyun kısmından başka yerlere yama yapmak üzere parça alına alına yakası daracık kalmış bir paltosu -palto denebilirse tabii- vardır. Akakiyeviç’i tanıyanlar onu paltosu ile beraber tanımışlardır.

En iyisi olmasa da iyi bir kumaş, tilki derisi olmasa da en iyi kedi kürkünden de bir yakalık alırlar yeni palto için. Artık yeni palto için gereken her şey hazırdır. Fakat Akakiy Akakiyeviç, bu hayalini kurduğu yeni paltonun başına neler geleceğinden habersizdir.

insan denilen varlığın ne kadar acımasız olabildiği gerçeğini gördükçe, derinden sarsıldı.

Neler mi geldi başına dersiniz, bir davetten eve gelirken? Yeni aldığı paltosu çalınır, ve Akakiy Akakiyeviç bu olanları düşünmeye başlar, konduramaz olanları. Yeni aldığı ve zar zor parasını biriktirdiği, hâlâ da ödeme yapamadığı paltosundan olur. O kadar düşünür ki hasta olur, bu hastalık onu fazla hayatta tutamaz.

Hikâyesi çok acıydı, okuduğumda gerçekten gözlerim doldu. Kitapta dikkat çekilen yer kitabın sonlarıydı… Çünkü ölen Akakiy Akakiyeviç soyulduğu sokakta görülen ve duyulana göre, oradan geçenlerin paltolarını alır ve her gece orada görünür durur.

Ne Dersin Bilemedim

 

Seni, kirli bir kalbe misafir ettim.

O kirlilik üstüne başına değmesin diye, nevresimlere sardım kalbimi.

Etrafındaki camları kırdım, gözüm dışarıya ilişmesin diye.

Yerlerine aynalar dizdim, senden başkasını görmesin diye.

Konu komşuya haber saldım, bir daha kapımın önünden kimse geçmesin diye.

Çatıma baca diktim, leyleklere yuva olsun diye.

Kanatlarına tutulursun, belki gelirken yorulursun diye.

Seni rüzgarla birlikte gelen bahara müjdeledim.

Evimin kapısından, penceresinden girersin diye

Yalın ayak dolaştım bahçemde, sırf ayak ucumdan saç telime temas edesin diye.

Giyisilerimi yıkamadım hiç, kokun üzerlerine sinsin diye.

Seni kendime istedim, istetecek kimsem olmadı diye.

Bu Hengâme Durmuyor…

Belki de yaşanmıştı yaşatılan
Belki de hiç yaşanılmamış!
Ya ‘da efsun olup gitmiş yaşanılan,
İşte yine en baştayım…

Bir gün biter mi bu hengâme?
Ya’ da bu hengâme den nasıl çıkarım.
Yine ağlayış,
Ya’da bir aldanış, ve gelen pişmanlık…

Kim bilir bu kaçıncı hengâme
Ve kim bilir bu kaçıncı hezeyanım,
Hayat garip bir hengâme.
İçinden çıkılmıyor.

Tam çıktım diyorum bu hengâme’de
Bir bakmışım, ellerime sonra ayaklarıma
Ve yavaş yavaş bütün bedenime dolanmış,
Düşmemek için mücadele vermiştim oysa!

Bu hengâmede eriyor ömür,
Olur olmaz hayatlara,
Bu kalabalık da yok oluyor.
Verilen ömür.

Huzur’a bir ömür talibim!

Sezen Aksu’dan Eskidendi, Çok Eskiden: Güzel Şeylerin Eskilerde Kaldığı Gibi

Bazı şarkılar insana içinden geçeni, olanı, hissiyatı gösterir gibi. Kendimizi bazen içinde bulmuyor değiliz. Ağladığımızda olmuş, güldüğümüzde o hissi veren şarkılar var. Ve Sezen Aksu’nun bütün şarkıları güzel. Bizi güzel duygular içerisinde bırakabiliyor.  O hissiyatı veren şarkıları var.

Hani erken inerdi karanlık, Hani yağmur yağardı inceden. Hani okuldan, işten dönerken Işıklar yanardı evlerde. Hani ay herkese gülümserken Mevsimler kimseyi dinlemezken. Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken

İşte tam da o zaman güzeldi her şey, herkes, her duygu, her sevgi bilinmiyor. Şimdi sevgiler, sevmeler, kalmalar yok artık her şey sıradanlaştı. Sezen Aksu ‘nun da dediği gibi; Eskidendi, çok eskiden o güzel şeyler… Eskiden bir şarkı duyulduğunda, oradaki o heyecan verici haller aklımızda, o dans hareketleri, o güzel kıvrımları, aklımızın bir köşesinde… Şimdikiler gibi mükemmel olmak, kusursuz olmak zorunda değildi eskiden ondan seviliyordu, beğeniliyordu. Ve ondandır Eskiler’e Özlem, dilimizden düşmeyen o eskilere

Şimdi ay usul, yıldızlar eski, Hatıralar gökyüzü gibi… Gitmiyor üzerimizden. Geçen geçti, Geçen geçti, Hadi geceyi söndür kalbim. Şimdi uykusuzluk vakti. Gençlik de geceler gibi eskidendi

Ne güzel söylemiş Sezen Aksu, gençlik de geceler gibi eskidendi. Gençlik de geceler gibi eskidi. Şimdiki gençliğe sorsan eskiyi, eskileri bilmezler belki, belki yine eskilerden öğrenirler… Çünkü biz de yaşamadık, yaşayanlar anlattı biz de dinledik; bıkmadan usanmadan hem de,  bazen gidip tekrar anlatmalarını isterdik. Bize hikâye, masal gibi gelirdi. O kadar güzeldi çünkü tekrar tekrar dinlememize rağmen bıkmayanlarımız çoktur.

Hani herkes arkadaş, Hani oyunlar sürerken. Hani çerçeveler boş, Hani körkütük sarhoş gençliğimize. Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmeden. Eskidendi, eskidendi, çok eskiden…

Hani diyor Sezen Aksu: hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezdi. Eskidendi, Çok Eskiden. Bizi anlatan ya da anlayanlar olmasa da bizi anlatan ve anlayan şarkılar var.

Eskidendi, eskidendi, çok eskiden…

 

 

Bir Film Önerisi: Mutluluk

  1. FİLMİN KÜNYESİ:

FİLMİN KONUSU:

Filmde, Cemal ile Meryem’in Sosyoloji Profesörü İrfan Kurudal ile kesişen hayatları konu edilir. Köyde yaşayan Meryem göl kenarında tecavüze uğrar. Aile namusunun temizlenmesi için öldürülmesine karar verilir. Bu görev amcasının oğlu Cemal’e verilir. Ancak Meryem’e gizlice âşık olan Cemal, Meryem’i bir türlü öldüremez. Bu arada yolları İrfan Kurudal ile kesişir. İrfan yaşadığı kimlik bunalımı sonucu her şeyi arkada bırakarak uzun bir deniz yolculuğuna çıkmıştır. Bu karşılaşma hem Cemal ile Meryem’in hem de İrfan’ın dünyasında önemli değişiklere sebep olur.

 

Bir Şehir Kaç Kız Çocuğu Alır?

How to build a skyscraper

Gördüğüm en güzel kız çocuğusun sen,                                                                                                                  Ana rahminden dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin ağlaması var sesinde                                                                Yaşlı bir kadının yetişemeyişini de taşıyorsun ayaklarında                                                                               Gözlerin hangi şehrin yok oluşuna şahit oldu bilmiyorum                                                                                        Kim gözlerinin önünde öldü.                                                                                                                                     Kim doğdu                                                                                                                                                             Annen nefes alıyor mu hala                                                                                                                              Baban akşam evinin kapısını çalıyor mu, bilmiyorum

Her yokluktan ve varlıktan bağımsız senin güzelliğin                                                                                    Ayaklarımla basıp geçtiğim merdivenlerde oturuşun güzel                                                                                      Her şeyi boş vermiş gibi saçlarını savuruşun, güzel                                                                                        Sızısını yüreğinde hissettiğin o bakışlara karşılık                                                                                                 Alaycı gülümsemen ile takındığın o tavır, güzel                                                                                           Gördüğüm en güzel kız çocuğusun sen                                                                                                                İsmini telaffuz edemem                                                                                                                                     Vatanını haritada gösteremem                                                                                                                                Hiç sohbet etmedim seninle                                                                                                                                    Eğik başımı taşımaya çalışırken görebildiğimsin sen                                                                             Görebildiğimden güzelsin

Tozun toprağın esamesi yok sende                                                                                                                  Gözlerin misler gibi uyku çekmiş gibi,                                                                                                  Uykusuzluklarını ve kirini bu toprağın                                                                                                           Saklayacak kadar güzelsin

Aynı şehrin farklı iki kızıyız seninle                                                                                                                    Papatya özlü şampuanla yıkadığım saçlarım                                                                                                         En rahatı değil mi hassasiyeti ile alınan yatağımdaki 8 saatlik uykum ile                                                             Senin yanında yüzünü güneşe dönmeyen bir günebakanım ben                                                                     Gördüğüm en güzel kız,                                                                                                                                        Sen dünyanın hala dönüyor oluşunun sebebisin                                                                                                   Yüreğimi titreten sazın bir teli de sensin.                                                                                                        Gördüğüm en güzel kız,                                                                                                                                     İsterdim senin tarafından görünebilecek kadar                                                                                                        Var olmasını yüreğimi

 

 

 

 

 

Bir Düzene Karşı Altıncı Koğuş

Anton Çehov

kitap Büyük Rus tiyatro yazarı ve modern öykünün en önemli ustalarından olan Çehov ‘un1892 yılında yayımlanan “Altıncı Koğuş” kitabı, bize o dönemin Rusyası üzerinden sınıf farkını, duyarsızlığı, bireyselliği, eşitsizliği, yabancılaşmayı ve daha birçok detayı olağan gerçekliğiyle anlattığı bir başyapıt oluyor. Altıncı Koğuş  adından anlaşılacağı üzere bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesini yani halkın tabiriyle ”akıl hastanesini” konu alıyor. Bu hastanede İvan Dimitriç adında oldukça bilgili, felsefeye düşkün üst kesimden bir hasta yatıyor. Geri kalan hastalar ise orta ve alt kesime ait. Hastane çalışanları ve hastanenin durumu içler acısı. Hiyerarşi durumu mevcut ve günün birinde Andrey Yefimıç adında bir doktor buraya çalışmaya geliyor. İvan Dimitriç maruz kaldıkları adaletsizliğe karşı çıkarken Andrey Yefimıç bunları görmezden gelmekte ısrar eder ve durumu değiştirmek için kılını kıpırdatmaz. Doktor sonradan felsefi yanılgının farkına varıdığında iş işten geçmiştir. Altıncı Koğuş Rusya’nın ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmek yerine onları uzaktan izlemeyi tercih eden Rus aydınının simgesidir.

“Acı ve sevinç geçicidir…”

İnsanın huzuru dışarıda değil, içindedir.

Nasıl yani?

Sıradan bir insan iyiyi, kötüyü dışarıdan bekler. Düşünen bir insan ise kendinde bulur.

“Hayatı idrak etmeye çabalayan özgür ve derin düşünce, saçma dünyaevi kaygıları tamamıyla hor görme; işte bu iki şey, insanın daha yükseğini göremeyeceği iki lütuftur.”

Epic Games BEDAVA OYUN Furyası Başladı! İşte İlk Ücretsiz Oyun

EPIC GAMES Bedava oyunları ile yüzleri güldürmeye başladı!

Oyun dağıtıcıları arasında başlayan devasa indirim, ücretsiz oyun savaşı bu yılda epeyi heyecanlı geçiyor. Önceki gün 15 gün ücretsiz oyun dağıtacağının haberlerini sizlere duyurduğumuz Epic Games ilk ücretsiz oyununu duyurdu!

17 Aralık Epic Games Yılbaşına Özel ücretsiz oyunu: Cities Skylines

GTA 5’i bedelsiz dağıttığı günden bugüne popülaritesini çok ciddi bir şekilde arttıran  Epic Games geçtiğimiz günlerde de 15 günde 15 oyunu ücretsiz vereceğini duyurmuştu. Sızdırılan oyun listelerini dikkate aldığımızda bizleri şaşırtan Epic Games,  Cities: Skylines oyununu ücretsiz olarak dağıtıma sundu.


İNDİRİMLER DEVAM EDİYOR!

Ayrıca oyunun ücretsiz olmasıyla birlikte DLC‘leri de oldukça uygun fiyatlara indirildi. Cities Skylines‘ı DLC’ler ile birlikte oynamak istediğinide aldığınız keyif kesinlikle artırıyor. Cities Skylines‘ı oyun kütüphanenize eklediğinizde Epic Games Store size 60 TL indirim kuponu veriyor. Ayrıca bu kuponu da 80 TL ve üzeri oyun satın alımlarında kullanabilirsiniz.

Epic Gamessitesindeki Cities Skylines oyun sayfasına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Cities Skylines Sistem Gereksinimleri

 

Minimum Sistem Gereksinimleri:

İşletim Sistemi: Microsoft Windows XP/Vista/7/8/8.1 (64-bit)
İşlemci: Intel Core 2 Duo, 3.0GHz or AMD Athlon 64 X2 6400+, 3.2GHz
Bellek: 4 GB RAM
Ekran Kartı: nVIDIA GeForce GTX 260, 512 MB vRAM ya da ATI Radeon HD 5670, 512 MB vRAM

Tavsiye Edilen Sistem Gereksinimleri:

İşletim Sistemi: Microsoft Windows 7/8 (64-bit
İşlemci: Intel Core i5-3470, 3.20GHz or AMD FX-6300, 3.5Ghz
Bellek: 6 GB RAM
Ekran Kartı: nVIDIA GeForce GTX 660, 2 GB vRAM ya da AMD Radeon HD 7870, 2 GB vRAM

Bir Dizi Önerisi: Peaky Blinders

Peaky Blinders Dizisinin Künyesi:

Tür: Suç draması

Senarist: Steven Knigt

Yönetmen: Otto Bathurts, Tommy Harper

Başrol: Cillian Murphy, Paul Anderson, Helen McCrory

Tema müziği bestecisi: Martin Phipps

Ülke: Birleşik Krallık

Dili: İngilizce

Sezon sayısı: 5

Bölüm sayısı: 30 (bölümleri listesi)

Gösterim süresi: 57 dakika

Yayın tarihi: 30 Eylül 2014 – günümüz

 

İngiltere 1. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmıştır. Halk savaşın kendisinde açtığı maddi ve manevi yaraları sarıp, hayatın normal akışına devam etmek zorundadır. Hikâyenin geçtiği 1919 yılının Birmingham’ında yasa dışı faaliyet gösteren diziye de adını veren acımasız Peaky Blinders çetesi ve savaştan sonra yeni yeni grupların çıktığı dönemin karanlık ve puslu atmosferini iliklerimize kadar hissedebileceğimiz diziye gelin yakından bakalım. Hikâyenin merkezinde yer alan Peaky Blinders çetesi, şehirde gerek halkın gerekse polislerin bile şapkalarını çıkartıp selam durmak zorunda kaldıkları, at yarışı bahis işleriyle ilgilenen ve soygunculuk da yapan zamanın acımasız gangster çetelerindendir. Üyelerinin çoğunluğu Shelby ailesine aittir. Tahmin edebileceğiniz gibi zamanın rüşvetle dönen ortamında, onlar da kirli işlerini yapabilmek için polislere rüşvet yedirirler. Onlar için her şey yolunda giderken, yanlış bir soygun şehre, onların başına bela olacak yeni bir müfettiş gelmesine neden olur. Dizinin konusu sadece Peaky Blinders çetesiyle sınırlı değil dönemin savaş sonrası karmaşık atmosferi de tüm hatlarıyla hikâyeye yansıtılmış. Şehirde savaştan dönen askerler, çeşitli fabrikalarda düşük ücretle karın tokluğuna çalışmaktadır. Ülkelerine verdikleri hizmetin karşılığını alamadıklarını düşünen bu eski askerler, komünizm kışkırtıcılarının da emellerine ulaşabilecekleri kolay bir hedef haline gelmişlerdir. Bu askerleri kışkırtarak genel greve çağırırlar. Ülkeyi olası komünizm devrimi endişesi kaplar. Bir diğer yandan da Fenianlar (İrlanda Bağımsız Milliyetçiliği) şehirde aktif olarak yer edinen bir diğer örgüttür. İrlanda sorunları da ülkede tıpkı komünistler gibi hiyeranarşik grupların türemesine neden olur.

Çok Sevdiği Adama Mektup: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Bu kitapta, bir kadının ne kadar çok sevdiğine, her ne olursa olsun ona karşı olan aşkın bitmemesine, onunla birlikte olduğu adamın onu hiç tanımamasına rağmen onu hâlâ sevebilen bir kadına şahit olacaksınız…

Zira kimdim ben senin gözünde? Yüzlercesi arasından sadece birisi, sonrası sürüp giden bir zincirde tek bir serüven halkası.

Kitabın içeriği çokça duygu yoğunluğu barındırıyor. Kavuşamamak ve bunun neticesinde en acısı da adamın kadını hiç tanıyamaması, o kadar birliktelikler yaşadığı halde… Belki de o kadar kadınla oldu ki sadece o kadar sevildiğini anlamamış, hissetmemiş, görmemiş olabilir. Bir insan bu kadar tanır sevdiğini, onun kendisini tanımadığı kadar.

Seni tanıyorum; belki kendi kendini tanımadığını kadar iyi tanıyorum.

Sen beni, beni asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine, yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?

Bu mektubu ne zaman mı adamın eline geçti? Kadının çocuğu öldüğünde bu mektubu yazdı. Senden olan yok artık, öldü dedi ve yazmaya başladı onunla geçen her saatini, her anını, bütün yaşanmışlıkları. Adam hiç bilemedi, bilemedi kadını olanları, sevgisini, çocuğun olduğunu mektuptan öğrendi. Belki şimdi eskiyi göz önüne getiriyor kadını hatırlamak için, ama zor. Kadından geriye kalan mektup sadece şimdi…Ve koskoca bilmemezlik adama kalan… Bu kitabı okuyanlar şahit olmuştur. Oradaki sevgiyi, onun için verdiği mücadeleyi, ona adadığı hayatını…

Artık benim için dünyada yalnız sen varsın, yalnız sen, benim kim olduğumu bilmeyen, şu anda her şeyden habersiz gönül eğlendiren, bir şeylerle ya da birileriyle hoşça vakit geçiren sen. Yalnız sen, beni hiç tanımamış olan ve daima sevdiğim sen.

Bir Dizi Önerisi: Şahsiyet

Table of Contents

Dizinin Künyesi

Dizi: Şahsiyet

Bölüm Sayısı: 12

Yönetmen: Onur Saylak

Oyuncular: Haluk Bilginer, Cansu Dere, Şebnem Bozoklu, Necip Memili, İbrahim Selim

Ortalama Süre: 60 dk.

Yapım Yılı: 2018

Konu

Şahsiyet dizisi, Onur Saylak tarafından yönetilen ve Mart – Haziran 2018 tarihleri arasında internet platformu üzerinden yayınlanan dram/polisiye türünde, 12 bölümden oluşan bir dizidir. Dizinin senaryosu Kinyas ve Kayra, Piç ve Az gibi romanların yazarı Hakan Günday tarafından kaleme alınmıştır.

Ana karakter olan Agâh Beyoğlu, ülkemizin usta tiyatrocularından Haluk Bilginer tarafından canlandırılmıştır. Agâh Bey, İstanbul Beyoğlu’nda bulunan ve eşinin ismini taşıyan apartmanın bir dairesinde yaşamaktadır. Altmış beş yaşında olan Agâh Bey, emekli adli kâtip memurudur. Eşi Mebrure Hanım vefat ettiğinden beri Agâh Bey yalnız yaşamaktadır. Agâh Bey ’in Şebnem Bozoklu tarafından canlandırılan, Avustralya’da yaşayan Zuhal adında bir kızı ve Deha adında bir torunu vardır. İlerleyen bölümlerde Zuhal ’in alkol problemi olduğu, evliliğinde sıkıntılar yaşadığı bilgisi verilir ve Zuhal eşinden ayrılıp İstanbul’a babasının yanına döner. Dizinin ilk bölümünde Agâh Bey, yalnız yaşadığı evin içerisinde kedisi Münir Bey’i göremeyince onu aramaya çıkar ancak aklına son zamanlarda kedisiyle ilgilenmediği gelmez. Bu dramatik unutma sonucunda, kedisini bir koltuğun arka tarafında yatar vaziyette gördüğünde ona ne olduğuna anlam veremez. Öyle ki kedisinin ölüm nedenini anlamak için onu veterinere götürür. Bu sayede ölüm nedeninin açlık ve susuzluk olduğunu öğrenir. Bu haber neticesinde Agâh Bey’in yaşadığı şaşkınlık ve hüzün, yalnızca kedisini kaybettiği için değil, aynı zamanda bu durumun zihninde bir sorun olduğunu işaret ettiği içindir. Eski bir adliye memuru olarak belleği onun her şeyidir. Kedisinin açlık ve susuzluk nedeniyle ölümüyle birlikte, Agâh Bey ’in Alzheimer hastası olduğunun ortaya çıkmasının, karakter gelişimiyle ilgili seyirciye kısa zamanda ve başarılı bir biçimde bilgi verilmektedir.

Agâh Bey Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrenir ve izleyen bölümlerde Agâh Bey ’in bir seri katile neden ve nasıl dönüştüğü anlatılmaktadır. Agâh Bey, Alzheimer hastalığı tanısı aldıktan sonra, seri cinayetlerine planlı olarak başlamıştır ve ilk öldürdüğü kişi, bir tecavüz davasında herkese beraat verip olayı örtbas eden emekli hâkim olmuştur. Dizinin bir başka önemli karakteri olan Nevra Elmas, Cansu Dere ’nin canlandırdığı genç bir polistir. Esasen kamu yönetimi okumuş ve bir süre yöneticilik yapmış olan Nevra, polis olan babasının izinden gitmeye karar vermiş, parlak kariyerini bırakarak cinayet büroya atanmıştır. Agâh Bey dizi boyunca işlediği cinayetler sonrasında öldürdüğü kişilerin bedenlerinin üzerine Nevra ’ya hitaben notlar bırakmaktadır. Dizinin sonunda Agâh Bey ’in bir zamanlar kâtip memuru olduğu Kambura adlı ilçede, Nevra ’nın arkadaşı olan 14 yaşında bir kız çocuğuna (Reyhan) 53 kişinin tecavüz ettiği çocuğun hamile kaldığı ve sonrasında kendisini öldürdüğü ortaya çıkmaktadır. Aylarca tecavüze uğrayan bu kız çocuğunun günlüğü Agâh Bey ’in eline geçmiştir. Günlükte aynı zamanda Nevra ’nın, Cemil adlı kişi tarafından istismara uğradığı bilgisi yer almaktadır. Dizinin son bölümünde ise Cemil ve Nevra, Agâh Bey’in oyunlarıyla karşı karşıya gelmektedir ve geçmişin hesaplaşması yapılmaktadır.

Hayatını adalete adamak şahsi bir mesele değil, şahsiyet meselesidir.

Onur Saylak, Şahsiyet dizisi.

Dokuz yaşındayım, yıl 1961…Annem benim doğum günüm için pasta yapmış. İlk defa o zaman mum üfleyip bir dilek tuttum. Dileğim de şu; o sıralar Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan olacak. Ben de dedim ki, ne olur beni de yanına alsın…O kadar inandım ki dileğimin gerçekleşeceğine, bir çanta yapıp beklemeye başladım. Güya Sovyet elçiliğinden gelip alacaklar beni. Ama sağdan soldan duyuyorum onlar komünist diye. Diyorlar ki aman komünist onlar. Olsun diyorum, ben de komünist olurum. O sıralarda, bizim giriş katında üniversite öğrencileri oturuyor. Annem onlara da komünist diyor. Biliyorum onlar bizim kömürlükte kitap saklıyor. Ben gittim, yürüttüm bir tane. Nazım Hikmet’in şiirleri. En kısasını buldum ezberledim. Dedim ki şimdi Ruslar gelirse, ben bu şiiri okurum onlara. Onlar da der ki tamam bu da bizden, götürürler beni. Neyse… Tarih 12 Nisan. Uzak mekiği fırlatılacak, Vostok 1 ama hâlâ gelen giden yok. Ben diyorum unuttular herhalde beni. Mekik fırlatıldı, herkes dua ediyor, mekik atmosferi geçsin, uzaya çıksın diye. Bir ben diyorum ki yarı yolda dursun dönsün beni alsın. Belki bir de Amerikalılar, Vostok’un uzaya çıkmaması için dua ediyordu. Neyse… Bütün gün radyonun başında içimden o şiiri okudum: 

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, 

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda, 

Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. 

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. 

Ne zaman bu şiiri okusam uzaya gitmiş kadar olurum. 65 yaşıma geldim.  Geçen doğum günümde yine bir dilek tuttum, çocuk gibi. Yine imkansız bir dilek tabii. Ne diledim biliyor musunuz? İyi bir insan olmayı.

Şahsiyet, Agâh Beyoğlu .

Dizi Fragmanı

Şunu Unutma ki Ben Sana Hiçbir Zaman İhanet Etmedim: Uyan Sunam

Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur.
Çünkü kötü insanların türküleri yoktur!…

Türküler, türkülerimiz… Her biri ne derin anlamlara yazılmış ne derin sızılarla bestelenmiş, ne acı olaylar
sonucu gönülden dile dökülmüştür… Size derin, derin olduğu kadar da acı bir hikâyeyle geldim bugün. Uyan Sunam türküsüyle geldim. Uzun yol türkülerindendir Uyan Sunam, uzaklara seyre dalmalık. Dinlemenin anlamaya, anlaşmaya yetmediğinin türküsüdür. İffet adı verilen o kelimeye bulaşan çamurun sonuçlarının türküsüdür. Eşine kendini aklayamamış Suna’nın çıkmazlar içinde kaybolup bulduğu acı çözümün türküsüdür… Sizi hikâyeyle baş başa bırakıp önce keyifli okumalar sonra da keyifli dinlemeler diliyorum. Bu öykünün üzerine söz söylemek haddime değildir, o yüzden cümlelerimi burada sona erdiriyorum… Görüşmek üzere.

Öykünün Suna’sı, Fahri Kayhan’ın eşidir. Fahri Bey, eşi Suna’yı çok sevmektedir. Sevmelerin dile getirilmesinin ayıplandığı dönemlerde Fahri Bey daima eşine olan sevdasını dile getirir. Suna da, büyük bir aşkla bağlıdır Fahri Bey’e. Hamam sefaları, o dönemlerde kadınların en büyük eğlencesidir. Kadınlar kararlaştırdıkları bir günde toplanıp hep beraber hamama giderler. Kadınların arasındaki Suna Hanım’ın yakın arkadaşı Neriman Hanım, Suna’nın kimselerin bilmediği sırtındaki beni fark eder. Kıyafetlerinden varlığı anlaşılmamaktadır bu benin. Neriman Hanım eve döndüğünde Suna’nın sırtındaki beni kocası Mustafa Bey’e anlatır. Aradan günler geçer. Fahri Bey bir gün, evlerinin civarındaki kahvehanede Mustafa Bey’e denk gelir. Bir dizi diyalogdan sonra aralarında münakaşa başlar, karşılıklı küfürleşmeye gider mesele. Fahri Bey’in tehdidine karşı Mustafa Bey:
“Sen benimle kavga edeceğine, karına sahip çık. Ben senin karının sırtındaki beni dahi bilirim” diye çıkışıverir. Fahri Bey, duyduklarına inanamaz. Tek sevdiceği Suna’sının kendisine ihanet ettiği fikrine kapılır. Yabancı bir adam, eşinin sırtındaki beni nereden bilecektir! Eve vardığında, Suna’sı anlatır kendini Fahri Bey’e. Gözünün ondan başka kimseyi görmediğine ikna olur Fahri Bey. İkna olmuştur olmasına ama kafasındaki şüphe hiç gitmez. Suna’sına kötü davranmaya başlar o meseleden sonra. Bir akşam yemek esnasında sudan bir sebeple başlayan münakaşa sonrasında Fahri Bey alır ceketini, atar kendini sokaklara. Sabaha karşı eve gelir. Eve girdiğinde gördükleri karşısında donakalır. Tek sevdiceği Suna’sı kendini asmıştır. Başucunda bir mektup bırakmıştır.Son dizeleri şunlar olmuştur:

“Kusura bakma beyim. Uzun zamandır kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim. Kendi adımı temize çıkarmak için başka yol bulamadım. Şunu unutma ki, ben sana hiç ihanet etmedim.”

Fahri Bey, sevgilisinin cansız bedenini ipten ayırır, yere yatırır. İçi yangın yeridir artık. Sözün tükendiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır:

Şafak söktü gine sunam uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım sunam sesim duyulmaz
Uyan sunam uyan derin uykudan

Çektiğim gönül elinden
Usandım gurbet elinden
Hiç kimse bilmez halinden
Uyan sunam uyan derin uykudan

Bunca diyar gezdim gözlerin için
Niye küstün bana el sözü için
Dilerim Allah’tan sızlasın için
Uyan sunam uyan derin uykudan

Çektiğim gönül elinden
Usandım gurbet elinden
Hiç kimse bilmez halinden
Uyan sunam uyan derin uykudan


Bir Film Önerisi Olarak Umudunu Kaybetme

Türkçede Umudunu Kaybetme orijinal ismi ise The Pursuit of Happyness olan filmin yönetmenliğini Gabriele Muccino yapmıştır. Chris Gardner adlı kişinin biyografik yaşamı dram tarzında ele alınmıştır. Chris Gardner (Will Smith) evli ve ufak bir oğlu olan, geçimini kemik yoğunluğunu ölçen bir tıbbi cihaz satarak kazanmaya çalışan ama işleri çok da iyi gitmeyen bir adam olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında kafası çalışan, azimli ve dürüst birisidir lakin, işleri ters gitmektedir. Bu yüzden de evinde karısıyla sorunlar yaşayan Chris’in hayatı daha da zorlaşmaktadır. Film, baba ve oğul konulu ve içerisinde bolca dram içeren bir film olma niteliği taşıyor. Filmin özeti şeklinde verilmiş isimden anlaşılacağı gibi, hayallerinin peşinden koşması gerektiğini ve bu uğurda her türlü fedakarlığa ve zorluğa katlanılması gerektiğini ortaya koyuyor. Umudumu kaybetme, başımıza gelen her türlü şanssızlığa rağmen hayallerimizden vazgeçmememiz gerektiğini öğütleyen sıradan bir başarı öyküsü aslında. Çoğunlukla gerçek hayattan esinlenilerek çekilen bu tarz öykülere günümüzde sık sık rastlıyoruz ve izledikçe bizlere azim gücü aşılayarak üzerimizde garip bir anti-depresan etkisi yarattıklarının farkına varıyoruz.

Bir daha kimsenin sana bir şeyi yapamayacağını söylemesine izin verme, benim bile.
Bir hayalin varsa peşini bırakmamalısın. İnsanlar kendilerinin yapamadıkları şeyleri senin de yapamayacağını söyler. Bir şeyi istiyorsan peşini bırakma! Git ve al! O kadar!..