26.7 C
İstanbul
Perşembe, Ağustos 14, 2025

Kuzuların Sessizliği

Şimdi söndü ışık, yüreğimde sen çalan ıslık, bahçemde beslediğim göz bebeklerimle aydınlanmış durumda. Neden bahsettiğimi kendim bile anlamamış olabilirim. Çünkü öyle sevimliler ki en son ne konuştuğumu bile hatırlamıyorum. Bakakaldım kuzuların sessizliğine… Dalgın, çaresiz, adım ne benim deyişlerine… Ben koşmayı, yürümeyi kısacası hayata tutunmayı onlarla koşarken öğrendim. Daha neler anlatacağım bu kuzulara bilmiyorum. Dağlar bana bakar ben kuzulara bakarım. Soğudu ellerim. Uzamaya başlamış çimenlerin gölgesinde el uzatıyorum bu defa… Dikkatim dağınık, kuzular sevimliler. Güneş tam tepede bizi seyrediyor. Ne bir deniz ne de bir ağaç var burada. Mesafeler daralıyor. Lüzum olmazdı sanki dalgalarla konuşmaya…

Düşüncelerim derinliklere şapka çıkartıyor!

Derinlerden bir karaltı görüyorum. Yitik hayatların kırıklarına kırılıyorum. Çağırıyor beni yalnızlığım. Ney sesiyle karışmış bir kaval sesi duyuyorum. Kuzuların melemesi de ahenk oluşturuyor bu hâle. Derdimi dökersem bu dereye, anlar mı beni bu düz ovada? Konuşur mu benimle? Lâl gibi yaramın noksanlığını kapatır mı? Cemre olup düşer mi toprağa? Yoksa karışıp gider mi derdimi dinlemeden? Benim gözüm ateşe bakar… Dilimin söylediğini sanıyorum. Rüzgârın dilinde savruldum bu ovada. Ben diline hayran, sencileyin davranıyorum. Bu nasıl olur deme? Söyleyen söylemiştir bu dilin bestesini… Dost göründüm yaban ellere. Kattım bilgime dağların savruk bakışlarını, ince hesaplarını… Şu fani dağların telaşına bak! Gidenlerden haber yok, dönenler nerede?

Her gün geçerim bu diyardan bir kere de “yine ben” diye söylenmedi.

Ankara çayı değilim belki ama Rize’den de geçerim. Bağlamayı aldım elime ustamın sözüne karşılık verdim. Dost benden ayrı gezeli… Dostun cahiline laf edenler, garipliğini bilir mi? Yetimliğini bilir mi? Hayır… Merhametsiz dünyanın mavisinde boğuldum. Adını sormadım. Fesleğenin kokusuna dünyayı dolaştım. Evlerinin önünde tokmaklarını çaldım. Gelen olmadı. Ayrılığına yoktur mısralarım…

Her yaşanmışlığın bir seveni var.

Taşın ortasında büyüyen bir çiçek gibi seyrederim âlemi. Yeryüzüne selam ederim. Yorgun bir ruh, hissiyatını kaybetmiş bir kuzu ve şairin kalbinden geçmiş sözlerle yeni bir yolculuğa çıkıyorum. Umulmadık hayallerle hem de. Ancak buralarda dalıp gidilen hayaller kurulur. Otur toprağın üstüne “benim olan güzeldir” diye haykır. Toprağın üstünü çeşitleriyle ben olmuş çiçeklerle süslüyorum. Bahane arıyorum. Dolaşmaya, kuzuların peşinden koşmaya, bir nehrin kenarında ayaklarımı uzatmaya bahanelerimi çağırıyorum.

Bugün meşhur köprünün üstünde düşünüyorum. Kalbinden yanık kokusu gelen insanların sarılabileceği bir dost, kitap var mıydı? Uzunca bir yolda yürüyüp konuyu konuştum lakin ne yaşarsa yaşasın insanın minnet duyacağı veya inanacağı şeyleri aradığına karar verdim. Kaç kelimenin yanından geçerse geçsin, yapmak istedikleri için bahaneler üretsin. Benim gibi… Mesela, mutluluk deyince yazı yazmayı seviyorum. Deneme, öykü gibi türleriyle değil, harfleri kullanmayı seviyorum aslında… Hayatım boyunca büyük sözler konuşmaktan sakındım. İnsandık, ne olacağımız belli değildi ve insanları yaşadıkları için kınamayacaksın bu dünyada… Biliyorsundur “insan kınadığını yaşamadan ölmez” diye bir sözümüz var bizim.

2021 ‘İstiklal Marşı’ Yılı Olarak Kabul Edildi

Beş ana partinin imzaladığı ortak teklifle 2021, ‘İstiklal Marşı’ yılı olarak kabul edildi.

TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un ilk imza sahibi olduğu ve AKP, CHP, MHP, İYİ Parti ve HDP’nin imzasının yer aldığı önerge ile 2021 yılının ‘İstiklal Marşı‘ yılı olmasını içeren düzenleme kabul edildi.

Türkiye Çevre Ajansının Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin görüşmeleri sırasında, Meclis Başkanı Şentop ile AK Parti, CHP, HDP, MHP ve İYİ Parti ortak önerge verdi. Yapılan oylamada önerge kabul edildi. Bu kapsamda İstiklal Marşı‘nın Kabul Edildiği Günü ve Mehmet Akif Ersoy‘u Anma Günü Hakkında Kanun’a geçici madde eklenmesini içeren düzenleme kanun teklifine eklendi.

Dünyaya Meydan Okuyan Bir Bir Direnişin Destanı

Önergenin gerekçesinde, “İstiklal Marşı‘nın, büyük şair ve dava adamı Mehmet Akif Ersoy‘un, Anadolu’nun dört bir yanında devam eden Milli Mücadele’nin ruhunu ve kararlılığını yansıtan ve aynı zamanda o büyük mücadeleye coşku ve heyecan kazandıran abidevi eseri olduğu” belirtildi.

İstiklal Marşı’nın zalime, işgalciye ve sömürgeciye boyun eğmeyen ve dünyaya meydan okuyan bir direnişin destanı olduğu vurgulanan gerekçede, Mehmet Akif Ersoy’un mısralarının, Milli Mücadele’nin ruhunu temsil eden, sadece lafzıyla değil manası ve hakikatiyle her an yaşayan bir coşku ve heyecanı yansıttığını ifade edildi.

Gerekçede şu ifadelere de yer verildi: “Kanuna eklenmesi öngörülen geçici maddeyle Milli Mücadele’nin başlangıcının ve TBMM’nin açılışının 100. yılının akabinde, İstiklal Marşı‘nın kabul edilmesinin 100. yılına denk gelen 2021 boyunca düzenlenecek özel etkinliklerle İstiklal Marşı’nın anlam ve öneminin hatırlanması, ayrıca İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy’un ve kurtuluş mücadelemizde görev alarak Türkiye’yi bize vatan kılan şehit ve gazilerimizin yad edilmesi amaçlanmaktadır.”

Bu önergeye göre, 2021 yılı tüm kamu ve kuruluşları tarafından İstiklal Marşı’nın kabulü, ve Mehmet Akif Ersoy’u anma etkinlikleri düzenlenecek.

(Fotoğraf: yenicaggazetesi.com)

Aykırı Çocuk

Aykırı bir çocuksun aslında, keyfine diyecek yok. Sokakları yalayıp yutmuşsun, tükürmüşsün hissiz kaldırımlara, ayakkabınla yaymışsın her tarafa tükürüğü. Bir nevi pisliksin aslında, yıllardır pisliği tatmaktan içine işlemiş artık bu. Üstün körü yaşamışsın şu vakte kadar. 21 yıllık bir hayat, her anına şahit olup nihayetinde bugünlere sağ çıkabilmişsin. Ağlamışsın yeri geldiğinde, nasıl bir sihirbazsan herkesten de saklamışsın bunu. Anlatamadıkların birikmiş içinde, Adapazarı gibi olmuş için; adım atacak, birkaç saniye soluklanacak vakit yokmuşçasına, pislik içinde sağı solu. Ustaca sıyrılmışsın insanoğlundan, yeri geldiğinde gökyüzünü izlemişsin, kimi zamanlar ise gökyüzünde belirivermişsin. Kapı gıcırdamalarına tahammül edemeyen bir bedenin içerisinde sürdürmüşsün yaşamını; sesleri mahalleyi inletecek kapıları aralamış, onların ardında da sesin aksine sessiz mutluluklar aramışsın. Ne kadar umutlu olsan da o eski günlerde istediğine asla ulaşamamışsın. Kırılmışsın kimi zaman kırmak yerine, sesin ağaç yapraklarını dahi oynatmaz iken ağaç dalında seni gözleyen baykuşun kalbinde hissedilmiş acın; dayanamamış, her gece uğradığı ağaçtan uçup gitmiş uzaklara; tıpkı senin zihnine artık uğramayan, şekillenmekte güçlük çeken, pozitiflik ile bağını çoktan koparmış o düşüncelerin gibi. Aykırı bir çocuksun sen, kimsenin ayak basmadığı parklara uğrar salıncak sallarsın, uçurum kenarlarında gezinir asla da aşağıya bakmazsın. Herkes yaşadığına emindir, sen aslında bu histen de çok uzaktasın.

 

Gökyüzünün Tomurcukları

Gökyüzünde ve yeryüzünde güneş doğduğunda her yeri ümit kaplar. Canın yürekte olduğu bu vakitlerde, kuşların dansına hayran olurdum. Her yudumda “yalnız kalmak” sancı sanırdım. Bir ses duyarak içimi ısıtırdım. Yeniden bükülmüş boyunları, dalları gökyüzüne doğru kaldırırdım. Ufukta bir yıldız, öyle güzel ki hayal kurası gelir insanın.  Dik dur ey gönül! İçim soğumasın bu dünyadan… Karanlık ve üzeri desenli, üç beş parça giysim vardı, üzerime yakışan. Giydim onları, çıktım sokağa… İzledim tüm hikâyeleri… Birinin üzerinde sarı bir kazak, diğerinin üzerinde de renkli bir kazak vardı. Kazak dediğime bakmayın! Aslında onlar bir kuş tüyü… Severim kuşları, kalbime bir tutam “sadaka” bırakıp giderler.  Gönlümdekileri yalnızca onlar bilirler.  Hissettim tüm yaşadıklarımı ve benden giden çok şey vardı.

Çok veya az hepimiz biriz!

Milyonlarca insanın beraber yaşadığı bu dünyada, kimisi doğru insanı beklerken kimisi de yanlış insana katlanırken yoldan geçen bir tanıdık gibi “merhaba” diyor yaşadıklarına… Sözün kaynağını pek bilmiyorum çünkü insan zulmü ile karşılaşan her kişi demiştir bu sözü.“ Az insan çok huzur” biçiminde. Bal şifadır, bal huzurdur, bal mucizedir. Aslı bende saklı tatlı besin kaynağıdır. Ama fazlası insanın ağzında olunca zehirli bir yan etki gösterebiliyor. Hâl böyleyken insan yalnız kalabiliyor ve bu yalnızlık anılarını süpürebilmekte, özlem dolu anıların kırıntıları ile yaşamaya mahkûm olmakta gizlidir.

Benim adımı küçükken “çiçek” koymuşlar, insanlara “özlemek” selam verdiğinde buluşmak için…

Özlem kapıya dayandığı vakit, insan her şeyi yapar. Nasıl mı?  Mektup yazar, video çeker, sürpriz yapar, hayal kurar… Böyle işte. Önce sabret yaşadıklarına, sonra şükret ve en son aşamada ise seyret kalp gözünle… Anlayacaksın! Gün gelir; acıya sabredersin ardından mutluluğa tebessüm edersin de “anlamak” sorun olunca kapını çalan karnını doyurduğun kuşlardan başkası olmaz. Bazı insanlar yaşadığını sanırken bazıları da bir uçurumun kenarında kendini düşünür. Yaşadıkları ağır gelir o anda. Gündüzü puslu, gecesi zifiri karanlıktır böyle insanların. Erken anlar bir an “kendi olmayı”, geç anlar “ kendi olmamayı” ama pes etmekten korkarlar.

Her yaşanmışlığın bir değeri vardır!

Şaşırdım kaldım. Penceremin önünde bir ney ve keman ikilisi! Önünde nergis gibi boynu süzülmüş bir at tuvali. Bu şehir duru sözleri çok sever. Çünkü el değmemiş bir anıdır onun için. Sen yokken! Umudum mavi sulara gömüldü. Gökyüzünde ve yeryüzünde her an seninle “el ele” dolaşmak hatta dondurma üstüne kaymak yemek güzel olurdu. Ama anlaşılmaz bir dünyanın sularının içinde yüzüyorum. Sözlükte yazıyor mudur, bilmiyorum. Sabretmek denince akla ilk gelen bir gerçeğin ürünüydüm. Garip bir gençlikti, usulca yazardı ne yazacaksa…

Ne güzel bir gençlik!

Ne güzel bir gençlik biçimidir. Seninle anlamak.  Vav durağına rastladım dün gece. Ay dolanır vaziyetteydi ve yine kendimle kaldım. Gökyüzünde üç beş tane yıldızla sabahı bulurum sanıyordum. Fırtınalı bir gecenin ilk akşamı ve gölgeli bir mırıltısı var sanki. Ben bu gençlikte kendimi unuttum galiba. Her hâline bir dize yazdığım bu dünyada yine bir ney sesine kurban oldum. Aşkı aldı beni koydu kitap arasına… Kuş tüyünden yaptığı kalemini de Türkçesi “Kuşdili” olan yeryüzünün içinde bir sandığın içine sarıp sarmalayıp kilit vurdu. Veda edercesine tebessüm ediyordu bahçede dertleştiğim güller…

Sarfınazar

Sözcükler delip geçiyor kalemimi
Dört bir yanı kan bürüdü
Acı üryan, ortada lakin olduk âmâ
Sarfınazar aldı başını yürüdü…

Bir titreme sarıyor bedenimi ufaktan
Bir belahet ki parlıyor(!) uzaktan
Bir dünya koşuşturması, indirdi gözlere perde
Hakikati bir olup yayacağız belde belde

2021 Yılı Burs ve Kredi Miktarı Açıklandı!

2021 yılı burs ve kredi miktarı ile ilgili açıklama Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Partisinin grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, üniversite öğrencilerine verilecek kredi ve burs miktarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Lisansta 650 TL, Yüksek Lisansta 1300 TL, Doktorada 1950 TL 

Erdoğan konuşmasında,  “Üniversite öğrencilerine müjde vermek istiyorum. Gençlik ve Spor Bakanlığımız vasıtasıyla 2021 yılında öğrencilerimize vereceğimiz kredi ve burs miktarını belirledik. 2020 yılında lisans öğrencilerine 550 TL, yüksek lisansa 1100 TL, doktorada 1650 TL olarak uyguladığımız kredi ve burs ödemelerinin toplam ödemelerini 9 milyar 670 milyon TL’yi buldu. Önümüzdeki yıl ise lisansta bu rakamı 550’den 650 TL’ye çıkarmış bulunuyoruz. 1100 TL olan yüksek lisansı 1300 TL’ye, doktorada ise 1650 TL olan ödemeyi 1950 TL’ye çıkarmış oluyoruz.” ifadelerini kullandı. 

Sağlıkla, Mutlulukla Harcayın

Gençlik Ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu, Twitter hesabından, 2021 yılı burs ve kredi miktarını “sağlıkla, mutlulukla harcayın” notuyla paylaştı.

Ölümlü Dünya, Ölümlü İnsan

Ölümlü Dünya, Ölümlü İnsan

Dünyaya esir olan azad olmaz. 

     Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki; yaradılış hamurunda bir gâye olmasın. O halde şu kusursuz kainatın en ercümend varlığı olan insan da perdenin arkasında bir emanetin taşıyıcısıdır. Cahil olarak dünyaya tulû’ eden ademoğlu, kaynağı olan toprağa girene kadar her nevi bilgiyi öğrenmek için çabalar. Bu çaba da onun bu cihana sadece dünyevi lezzetlerle iştigal etmek için değil, aynı zamanda ilimle meşgul olarak ubudiyet yolunda tekemmül etmeye geldiğinin de bir ispatıdır. Ancak bunca ispata, bunca delile, gözler önünde cereyan eden bunca burhâna rağmen insanlık çizgimizi terk eyledik. Dünya sevdası girdi her zerremize. Mihman olduğumuzun idrakıyla aramıza nefis, hevesât girdi. Adına para denilen bir kağıt parçasında bıraktık abdiyetimizi. Oysa ki ilahî aşkta rüsvalıkla tutmalıydı alemde şöhretimiz. Bilemedik sebeb-i varlığımızı. Huzur-u can isteyen düşkün olmaz bu cihana bilemedik. 
      Bitmez tükenmez elemlerle doldurduk kalplerimizi. Müteessir çehrelerle dolu yeryüzü. Aydınlık gecelerimiz muğlak karanlıklara iltica eder oldu. Unuttuk hayat-ı dünyevîyenin faniliğini, bâki sandık yürüdüğümüz yolları. Oysa heybesini yüklenmiş bir garip yolcudan farksızdı ahvalimiz. Hancı gibi hesap yapar olduk. Aldandık dağdasına cihanın, kendimizi hanlar, hamamlar yaparken bulduk. Abidler içinden bir damlaydık, dertlerin içinde deryalar gibi çağlayıp durduk. Oysa ubudiyet yolunda benna-guşu küpeli bir gedâ olmak vardı gâyede. Heyhat! Olamadık kapıda bir dilenci bile.
     Hırsla vuruyoruz ayaklarımızı yere bir yalan dünya için de, ebedî ukbâ için kıpırdamıyor parmaklarımız. Bir yamalı hırka götüremeyeceğimiz yer için neler de biriktirmişiz? Mevt-ül hak denen gerçeği hep başkasına meyilli sanmışız. Oysa şu fani dünyada yok olmak için varolmuşuz.

“Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin Canın da, O kitabın baş yazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla! ”               (Hz. Mevlana) 

Kendim’e

Kendim’e
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey; çocukluğunu, anılarını kaybetmektir.
İşte insan annesini kaybedince bu kötü şey geliyormuş başına hele de genç yaşta isen.
Ama böyle hafıza kaybı gibi değil. Görseller var ama bulanık.
Onun elinden yediğin yemekleri yersin ama bu sefer bir farklı.
Aynı denize bakarsın ama artık orası mavi bir boşluk.
Olmadık bir yerde gelir aklına, mesela
otobüsün en arka koltuğunda ya da köşeyi dönerken, belki ekmek alırken, en çok da aynaya bakarken.
Merak etme orada bitmeyecek hayat, otobüs durağa varacak, köşeyi döneceksin ve o ekmeği alacaksın.
Öyle kolay atlatmayı da bekleme ama için için söneceksin.
Bu unutmak değil, bir yükün var ve onu taşımayı öğreniyorsun işte bu.
Büyümek de diyorlar buna.
Sormuyorlar da “büyümek ister misin?” diye.
Hiç istemeyeceksin de zaten.
Sonra kendine şaşacaksın. Bunca acıya rağmen “nasıl?” yaşadığına hayret edeceksin.
Gurur duy kendinle. Çünkü öyle bir çakıldın ki yere ve kalktın işte ayağa.

Annem’e
A nlatamam seni, sensizliği.
N ereye dönsem sen.
N eden? Desem cevap yok.
E vren yerle gök olmuş da sanki ben kalmışım arada.
M erkezi kaydı dünyamın.
L eyl-i artık bu kış bende.
E bedi istirahattesin sen de.
Y âr oldu bu can bu bedende
L eyl-i artık bu kış bende
A rtık bize vuslat ebette

Sen

Gece indi yine şehre
Gönlüm daldı eski defterlere
Baktım ömürden bunca gelip geçene
Hiçbiri bir sen etmiyor

Bilirdim vardı dünyanın düzeni
Sevmezlerdi gönülden seveni
Bin defa yoklasam da bu alemi
Bulduklarım bir sen etmiyor

Bilsem beni azda olsa sevdiğini
Görsem düşümde gönlüne girdiğimi
Neyleyim gayrı tanrının cennetini
Cennet-i alâ’yı verseler bir sen etmiyor

Çıkarıp verebilseydim kalbimi ellerine
Sonra dalabilseydim uykunun en derinine
Ağlar mıydın seni canından çok sevenine
Kim var ise ağlayanım bir sen etmiyor

Yürüyebilseydik el ele maviliklere
Ulaşabilseydik çiçekli bahçelere
Toplasaydık papatyaları ellerimizle
Diyebilseydim bunca çiçek bir sen etmiyor

Unutamadım

Ve birden aşkın gerçek yüzünü
Defalarca yalanladığım sevdanın içyüzünü
Her şeyden sakladığım ay tutkusu vechini
Upuzun bir gecede yazdığım şiirin mısrasını unutamadım
Neydi bu gözlerimden dökülen hicran yaşlar
Seni bana veren hayatı yeşertmek için miydi bunca yaşanılanlar,
Suç benim, acı çekmek bana müstehaktır sevgilim,
Yaşadıklarım seninle birdi
Ve bir el omuzuma dokunulup çekildi
Sensiz her günüme bir kurşun verildi
Biriktiremediğim her anı için bu kurşun bana bir hediyeydi.
Bu hediyeyi unutamadım

Bilinmeyene Mektuplar IV

Sevgili Lusin;

Seni iki duvar arasında yalnız başına gördüm. Tekrardan yuvana dönmüş gibisin. Seni böyle görmek istemiyordum. Güzel Lusin, lütfen huzurunu bulmayı dene. Ne olursa olsun, yaşayacağımıza dair söz vermiştik birbirimize. Sen bu sözü tutmazsan, ben ne yaparım? Yolun sonu çiçekli demiştim. Neden, biliyor musun? Ne olursa olsun, öleceksin çünkü. Sen ne kadar savaşırsan savaş, ne kadar bakarsan bak o aynaya, bir gün o ayna solacak ve senin de savaşın bitecek. Böyle düşününce bir değeri kalmıyor, değil mi? Düşündüğün tüm o geçici şeylere karşı, gözlerin perdesini çekiyor.

Bitiyor.

Geçiyor.

Bir rüzgar vurur gibi, tozlu raflarda duran düşüncelerine. Yaşların sanki bir okyanus tanesi. Sana bakıyorum güzel Lusin ve böylesine üzerine çiçek dökülen başka birini göremiyorum. Sanırım, insanlara dokunan birisin. Çünkü kalbinin parladığını gördüm. Yoksa bunun için mi yaşıyorsun sen?

Çok daha fazlasını gördüm, gözlerinde.

Sonra orada durup da boğulmak istedim.

Saatlerce.

Bana dedin ki, ”Bir gülüşe muhtaç kaldım da gidemedim bir yere. Sonra kendimde buldum tüm o aradığım cevheri. Yok artık tutmasına bir elin. Bu yüzden ağzımı kapattım.”

Ellerini tutup ağlamak istedim Lusin. Mümkün olsaydı bunu yapardım. Fakat titriyor o ellerin. Sanki kaçmak istercesine. Seni böyle kim korkuttu? Ben bu hayattan bir şey beklemiyorum Lusin. Senin mektupların hariç. Zaman geçiyor ve mektup beklemek hiç bu kadar acıtmamıştı ruhumu. Sahi kaç gün geçti sen olmayalı? Kaleme küstüğünü söylemiştin. Kalem sen olmadan nasıl yaşar? Bunu hiç düşündün mü? Bana demiştin ya, ”Kalem benim.” diye.

Bu sefer de ölen sen olmaz mısın? Lütfen kalemini terk etme. Sen oraya aitsin. Biraz karanlık ama yıldızlarını görüyorum. Sürekli onlara bir şeyler fısıldıyorsun, yaşama dair. Öyle güzel ki, seni dinlemek… Tabii sen bunların hepsinden habersiz bir şekilde bakıyorsun yıldızına doğru. Çok güzelsin ve yıldızlar sana doğru çevrilmiş seni dinlemek istercesine. Sorgulayan bir beyin, mutlu olamaz. Fakat bu durum senin için bir eğlence olmuş artık. Bunu nasıl başardın? Her geçen gün hayran oluyorum sanki. Merak etme, bitmeyecek yıldızı o güzel odalarının. Kalbin böyle doğmuş senin ve sen bunlardan habersizsin. Dünyaya kırgınsın. Biliyorum. Yine de kaldır başını göğe doğru. Çünkü sen fırtınaları aşıp gelmiştin buraya kadar. Şimdi bir köşeye çekilip de kapatma kalbini. Seni anlıyorum Lusin. Bu zamana kadar kalemim mürekkebini akıttı defterlere. Fakat, mürekkebin siyahlığı her tarafımı kaplamıştı. Vurdum kalemimi, değmeyen o kağıtlara. Sonra seni buldum, gidemedim. Belki de sana yazmak ölümdür. Yine de bu kadar güzel ölmemiştim hiç. Sen nasıl birisin? Bilmiyorum. Fakat sürekli baktığım bir ruh olacaksın Lusin. Öyle ki bu mektuplar dillere kazınacak ve bu senin için. Bir ilk bu, sadece senin anlayacağın.

Bilmiyorum sen kimsin,

Ve ne içinsin?

Rüzgarla dans eden bir şair misin?

Yıldızlara konuşan bir aciz mi?

Ne istersin bu dünyadan?

Küçük bir tebessüm mü?

Yoksa ellere sığamayacak kadar hazine mi?

Bilmiyorum ki sen kimsin?

Sadece,

Tut ellerimi Lusin.

Seni yaşatacağım.

Vefaya Yer Kaldı Mı?

Kaybedecek neyin vardır ki geride
Büyüklüğünden başka…
Gururunu kaybedersin
Sevgini kaybedersin
Huzurunu kaybedersin…
Yine olan en son kendine olur ve
Kendini de kaybedersin…

Yüreğinin parçacıkları dolar kanına
Kendi cephene sinersin sebepsizce
Ruhun kımıldar ama bedenin donmuştur
İçin konuşur ama diline kilit vurulmuştur
Coşturur içindeki gökyüzü seni
Kuş olup uçmak isterken
Sağ olan kanadını da vururlar
Ava giderken avlanırsın
Çıkarsız umutlar düşünürken
Kurbanı olursun tek bir elvedanın
Aşılamaz dedikleri dağı aşarken

Yenilirsin içinin saf duruşuna

Yürek yürek diyoruz ya hani azizim
Yürek, adam olmasını bilenlerde var
Yürek vefada var, onu da taşıyan bilir
Vefalı olmak çok zordur
Aynı zamanda yürekli olmak da…
Yüreğimde erim var dedin durdun da
Gösterdin mi açıp da yüreğini?
Hissettirdin mi yüreğinin yangınını?
Çıkıp bağırdın mı amansızca bir dağın tepesinden?
Yoksa seninki buzdan bir kafdağı mıydı
Isıtmak için attın o ateşleri
Isınmak için çaldın o yaşları…

Rabbi’m var benim gam yemem!
Şiirim var, yüreğim var, vefam var
Yok demeyecek kadar çoğum var
Unutmaz bu kalp katilini
Unutmaz Rahman zanlısını
Unutturmaz hayat gerçeklerini…

Kaybedecek bir de vefan vardır
Bazen de vefan yetmeyip,
Vedan yeter…

Susunca Yıldırımlar

Çarpışırdı gökyüzünde bulutlar
Selamlaşırlar sanırdık
Dökülünce gözlerinden yaş
Evlere kaçışırdık
Her taraf sessiz, kimsesiz
Yalnızca bir konuşan var
Gök konuşuyor, yer susuyor
Yer sustukça gök suluyor
Yer sustukça susuyor
Yer susadıkça yıldırımları
Yiyor susadıkça yıldırımları
Yıldırmıyor yedikleri dindirmiyor
Susuzluğunu…

Yaşamaya Dair

Ölüyorum çılgınlığını her gün yaşıyorum. Her gün bu sesleri suyun içinde duymak çoraklaşmış bir topraktan bile daha acı. Her gün bu acıyı, bu masumluğu damarlarımda akan kanda hissetmeli miyim? Hâlbuki bugünlerde suyu çok içiyorum.  İnadına yaşamalıyım, bu yalancı dünyada çoraklaşmadan, demirden heykel gibi karda izimi belli etmeden…

Günlerim sıralı olmamalı, elma şekeri gibi insan yüzünü gülümsetmeliyim. Negatif günlerin yaşanmışlığını üzerimde bırakmadan elif misali durarak. Yeter ki yağan yağmurda ıslanmaktan korkmayalım. Elma şekerini yere düşürmeden büyük bir özgüvenle yiyelim ki gülen gözler limon yiyen gözlere dönmesin.

Biliyor musun? Çok yakınında bir ajan var tüm sakladıklarını, söylemekte. Kim mi? Uzaktan ay gibi parlayan, ağlayınca kocaman şişen gözlerin. Fotoğraf makinesi gibi her şeyi çeker sonra beynine kaydeder. Kötü bir anın varsa kalbine acıyı bırakıp saklanır bilinçaltına. Bilinçaltı da beyninin içinde kalbini üzmekle dalga geçer bir kenarda. İçindeki düşman negatifliğindedir. Sürekli başarılı olamamaktan korkarsan başarılı olamazsın tabii ki ama başarılı olacağım diye yola çıkarsan rüyalarında tıp fakültesini birincilikle bitirdiğini bile görürsün iste ve başar!

Rüyalarını, yaşamını “ciddiyetle” süsle, hayat senin hayatın izin verme sensiz dünyaya!

Kelimelerin mumun önünde, gözyaşların gibi akıp gitmesin. Müzik yerine koy hayatının olumsuz yanlarını biraz da kendin için yaşamaya dair bir şeyler yapmalıyım diye düşün! Yaşamaya dair, yalnız başına yapmayı çok sevdiğin bir romantiklik yap! Atan kalbin kimse için atmasın, aynaya baktığında üzüldüklerin içinde kaybolma! Sen benim hiç tanımadığım kadar güzel ve akıllısın sana güveniyorum… Mutsuzluğunu gölgede bırak ve faydalı olmak için uğraş böylesi daha iyi olacaktır. Bir işi başarmak istiyorsan onun ruhundan sıyrıl ve çalışmaya başla!

Hızlı koş, soluğun kesilene kadar hızlı koş sonra nefesini diyaframdan al ve ver!

Kabullenmek aktif bir düşünme eylemidir. İlk olarak kendi yapabileceğin aktiviteye yönelmelisin. Çünkü sana biçilen rolleri kendine aitmiş gibi davranırken bir süre sonra toplumun verdiği bu şeyler tarafından zorlanacaksın. Uyan ey gözlerim! Sana ve hayatına katılan her durumdan başarılı çıkamayabilir ve aitlik duygusunu da halının altına süpürmemelidir.  Yorulmak yok dostum! Onu değiştirmeye çalışma! Karşı tarafın kapasitesi budur belki. Kabullenme bu şekilde gelişecek. Üç yerde delik var. O zaman hayatın sana sunduğu fırsatlardan hediyelerden yararlanmalı, bilmeli ve hayata küsmeyi yok saymalıdır güzel insanlar.

Bizim dinlediğimiz masalların hepsi mutlu biterdi. Mutsuz bitenler diğerlerinin uydurmasıdır. Kendine güvenin yerine gelsin! Tut elimi, haydi gidiyoruz! Neden gidiyoruz? Çünkü “seni seviyorum” demek için geç kalmak istemiyoruz tüm sevenlerin olarak. Bir bilgi ne kadar kıymetli ise insanın ruhu da o kadar değerlidir. Dinle kendini.

Doğduğumdan beri sanki ait olmadığım bir yerdeyim. O, üç deniz ile kaçacağım. Acılar içinde tükenmeye gidiyorum. Sonra bir söz geliyor aklıma.

Sabır diyorum, sabır…

Özlem Penceresi

Bu yaşlı evrenin yalnızca
Altı senesini kaplıyordu o çaresiz varoluşum
Aylar olmuştu yüzünü görmeyeli
Özlem ne kadar sahte olabiliyorsa büyüyünce
O kadar gerçekti ben küçükken

Senin her dönüşün pencereler önünde bir bekleyiş
Bacaklarını sarkıtırsın ya demirler arasından
Hatta o tanıdık arabayı görünce
Çıplak ayaklarınla atarsın kendini sokağa
Neyse, bunları biliyorsun zaten

Özledim demezdim de mektup yazardım sana
Çiçekli koltuğumuzun arkasındaki duvarda
İçimdeki umutla solup giden mektuplarım
Ben özlediğimi söylemeyi o duvarda öğrendim
Fakat ne yazık, bunu duvara söyledim

Kışın ortasındasın o kahverengi kazağınla
Etrafı kırışmış gözlerinle aynı tonda kazağın
En sevdiğim renkti bu bir zamanlar
Sana yine yazacağım söz veriyorum
Umuyorum baharda görüşürüz