12.9 C
İstanbul
Cuma, Nisan 19, 2024

Kuzuların Sessizliği

Şimdi söndü ışık, yüreğimde sen çalan ıslık, bahçemde beslediğim göz bebeklerimle aydınlanmış durumda. Neden bahsettiğimi kendim bile anlamamış olabilirim. Çünkü öyle sevimliler ki en son ne konuştuğumu bile hatırlamıyorum. Bakakaldım kuzuların sessizliğine… Dalgın, çaresiz, adım ne benim deyişlerine… Ben koşmayı, yürümeyi kısacası hayata tutunmayı onlarla koşarken öğrendim. Daha neler anlatacağım bu kuzulara bilmiyorum. Dağlar bana bakar ben kuzulara bakarım. Soğudu ellerim. Uzamaya başlamış çimenlerin gölgesinde el uzatıyorum bu defa… Dikkatim dağınık, kuzular sevimliler. Güneş tam tepede bizi seyrediyor. Ne bir deniz ne de bir ağaç var burada. Mesafeler daralıyor. Lüzum olmazdı sanki dalgalarla konuşmaya…

Düşüncelerim derinliklere şapka çıkartıyor!

Derinlerden bir karaltı görüyorum. Yitik hayatların kırıklarına kırılıyorum. Çağırıyor beni yalnızlığım. Ney sesiyle karışmış bir kaval sesi duyuyorum. Kuzuların melemesi de ahenk oluşturuyor bu hâle. Derdimi dökersem bu dereye, anlar mı beni bu düz ovada? Konuşur mu benimle? Lâl gibi yaramın noksanlığını kapatır mı? Cemre olup düşer mi toprağa? Yoksa karışıp gider mi derdimi dinlemeden? Benim gözüm ateşe bakar… Dilimin söylediğini sanıyorum. Rüzgârın dilinde savruldum bu ovada. Ben diline hayran, sencileyin davranıyorum. Bu nasıl olur deme? Söyleyen söylemiştir bu dilin bestesini… Dost göründüm yaban ellere. Kattım bilgime dağların savruk bakışlarını, ince hesaplarını… Şu fani dağların telaşına bak! Gidenlerden haber yok, dönenler nerede?

Her gün geçerim bu diyardan bir kere de “yine ben” diye söylenmedi.

Ankara çayı değilim belki ama Rize’den de geçerim. Bağlamayı aldım elime ustamın sözüne karşılık verdim. Dost benden ayrı gezeli… Dostun cahiline laf edenler, garipliğini bilir mi? Yetimliğini bilir mi? Hayır… Merhametsiz dünyanın mavisinde boğuldum. Adını sormadım. Fesleğenin kokusuna dünyayı dolaştım. Evlerinin önünde tokmaklarını çaldım. Gelen olmadı. Ayrılığına yoktur mısralarım…

READ  Paramparça Ağzımdaki

Her yaşanmışlığın bir seveni var.

Taşın ortasında büyüyen bir çiçek gibi seyrederim âlemi. Yeryüzüne selam ederim. Yorgun bir ruh, hissiyatını kaybetmiş bir kuzu ve şairin kalbinden geçmiş sözlerle yeni bir yolculuğa çıkıyorum. Umulmadık hayallerle hem de. Ancak buralarda dalıp gidilen hayaller kurulur. Otur toprağın üstüne “benim olan güzeldir” diye haykır. Toprağın üstünü çeşitleriyle ben olmuş çiçeklerle süslüyorum. Bahane arıyorum. Dolaşmaya, kuzuların peşinden koşmaya, bir nehrin kenarında ayaklarımı uzatmaya bahanelerimi çağırıyorum.

Bugün meşhur köprünün üstünde düşünüyorum. Kalbinden yanık kokusu gelen insanların sarılabileceği bir dost, kitap var mıydı? Uzunca bir yolda yürüyüp konuyu konuştum lakin ne yaşarsa yaşasın insanın minnet duyacağı veya inanacağı şeyleri aradığına karar verdim. Kaç kelimenin yanından geçerse geçsin, yapmak istedikleri için bahaneler üretsin. Benim gibi… Mesela, mutluluk deyince yazı yazmayı seviyorum. Deneme, öykü gibi türleriyle değil, harfleri kullanmayı seviyorum aslında… Hayatım boyunca büyük sözler konuşmaktan sakındım. İnsandık, ne olacağımız belli değildi ve insanları yaşadıkları için kınamayacaksın bu dünyada… Biliyorsundur “insan kınadığını yaşamadan ölmez” diye bir sözümüz var bizim.

Related Articles

CEVAP VER

Bir yorum girin
Adınız

- Advertisement -spot_img

Latest Articles