Kalbin
Taştan yapılmış bir mabedin, en buruşuk hali,
Sevgin
Kıldan yapılmış bir ipin, kırılan gururu gibi,
Özlemin
Bir ağacın, suyuna kavuşması gibi,
Ve ben
En buruşuk halin sahipsizliğiyim,
Ve sen
Kırılan gururların başkenti,
Ve biz
Ahmed ’in, Leylaya kavuşması gibi,
Buruşuk, sahipsiz, gurursuz,
Elbet bir sabah kavuşuruz.
Bir Kasım sofrasına oturmuşum
Güneşi tutmuş gecenin, olası bir sabahından geldim bu sofraya
Önümdekiler, ömrümdekilerden arta kalan
Bir hayli doldu bu sofra
Bir Kasım sofrasına oturmuşum
Üzerimde soğuk kış akşamlarını ısıtan Paslı sobanın kokusu
Cebimde meteliğe kurşun atan bir boşluk
Kursağıma kadar doluyum
Bir Kasım sofrasına oturmuşum
Ellerimde buza kesmiş bir soğuk
Sokaklarım alabildiğine yalnızlık dolu
Kat’i bir yalnızlık bu kurtulamıyorum.
Bir Kasım sofrasına oturmuşum
Aslında tok olan Görgüsüz bir yolcu iştahıyla
Bilmem ki Tanrı ne için bahşetmişti bunları
Sahi haketmişmiydik biz bu sofrayı?
Yokluğunu muhtemelen hissederim,
Fakat varlığını hala kabullenemedim.
Renklerim silindi ve maviyi az görür oldum.
Bu kaçıncısı sayamadım,
Yazmaktan kaçtığım zamanların.
Hatta yazamadım çoğu zaman.
Sen yine de
Bana hiç şiir yazılmadı demezsin.
Ya bir şey eksik
Olanlar çok fazla ya da
Kaybettiğim çok oyun kaybolduğum tüm zaman
İçime karıştı ve aralarında bir düğüm oluştu
Ben karanlığa çekiliyorum, şehirler birbirine.
Sana yetebileyim diye bazı yapraklarımı döktüm.
Birkaç cümlemi sildim, yeni bir kelime yarattım.
İçimden bir şeyler koptu gitti
Ve sonunda anladım
İnsanlardan uzak bir şiire sığınmak istiyorum Verâ! Ellerimi insanların söylediği soğuk sözlerle değil de, yazdığım şiirlerle ısıtmak istiyorum.. Aldığım acılarla yıkanıp silkelenmenin zamanı geldi belki de ama içecek suyum kalmadı gözlerimden akan gözyaşlarımdan başka… Şefkati ve sığınmayı istediğim için geldi bunlar başıma Verâ! Yalnızlığın tutsaklığıydı bu belki de. En çok da sarılmayı istediğim için…
Ama bir babanın, bir abinin veyahut sevdiği kişinin kollarında şefkati istemek değil miydi dünyanın en masum beklentisi? Biliyor musun Verâ, canıma sarıldıkça canım daha çok yanıyor, sırf yaram yarama değiyor diye. İnsanlar o kadar bencil ki Verâ, yaşattığı acıyı bile unutuyor acıyı yaşatan yarası hâlâ kabuk tutmamışken. Gözyaşlarının dolmasıyla o acıyı gırtlağında hissetmen aslında yetiyor kendini kendine anlatmaya, ama başkalarına kendini harap etsen de yetmez, eksik kalırsın Verâ!
Oysaki acıyla yaşamak ayrı bir güzeldi. Ağlayınca acım dinerdi, ağlamak istemezdim. Bazen bir çikolatanın kokusuyla, bazen de kendime iltifatlar ederek avuturdum, iyi gelirdi. Saçlarımın üstünde bir eli hissetme hayaliyle uyurdum geceleri ve ben en çok âh çeke çeke büyüdüm… En çok da neyi sevdim biliyor musun? Ayaklarımı kendime doğru çekip uzaklara dalmayı… Dedim ya sana, bizi bir biz anlarız, bir de şiir anlatır. Gel ne olur! Seninle şiirle yıkanalım…
Elon Musk Twitter üzerinden coin piyasasını yönlendirmeye devam ediyor. Dogecoin,Tesla ve SpaceXCEO’suElonMusk‘ın yılbaşından itibaren yaptığı olumlu açıklamalarla yüzde 1000’in üzerinde yükseliş gerçekleştirmişti. Bu yükselişin ne kadar süreceği merak edilirken ElonMusk‘In dün gece twitter’dan Dogecoin’e yönelik yaptığı olumsuz açıklama sonrası Dogecoin‘de sert bir düşüş gerçekleşti.
Dogecoin yılbaşından itibaren yüzde 1000’lik bir artış gerçekleştirerek tarihi zirvesini hafta başında gördü. 0,08 seviyelerinden işlem gören Dogecoin ElonMusk‘ın dün gece Twitter’dan paylaştığı mesajda “Büyük Dogecoin yatırımcıları coinlerinin büyük bölümünü satarsa tam desteğimi alır. Bana göre Dogecoin’de gerçek sorun çok fazla yığılma olması.” ifadelerini kullanması sonrasında yüzde 20’nin üzerinde değer kaybederek 0,04 seviyelerine geriledi.
Elon Musk’ın dogecoin ilgili attığı twit tüm coin borsasını etkiledi. Ethereum, Cardano, Tether vs. diğer kriptopara birimlerinde de yüzde 10’un üzerinde düşüş var.
Bir yanım ağlamaklı bir yanım durgun Dağılır mı hüznü gecenin , ben kaybolunca? Gitmek mi ardından ? Koşmak mı peşinden ? Kaldırımlarda hep gidenlerin izleri… Yayını kavramış kemânî , Mızrabı susturmuş ûdî , Nefesini tutmuş neyzen , Bekler notalar boğazında … Güftelerde hep gidenlerin izleri… Kelebek dokunuşlu eller , Ömrü kozasında kalmış. Gönül çelen bütün sözler , hepsibilerek seçilmiş… Ve o efsunlu bakışlar… Buğusunda hep gidenlerin izleri… Kabuk ardında kalan bir ince deri , Cam kesiğinin bıraktığı derin bir çizgi , Her kalp kırığı sonrası Yarım yamalak bir gülüş… Yaralarda hep gidenlerin izleri…
Her kadının kendine has güzelliği vardır. Ancak normların belirlediği güzellik algısı vardır ki bu kaçınılmazdır. Yani gerçekten bazı kadınlar hakkında konuşulduğunda, o kadınların güzel olduğu dile getirilir. Gerçi bu her iki cinsiyete ait bir durumdur. İşte görünümü güzel olan insanlar “toksik” ilişki yaşadığında ve bunu bitirmeye çalıştığında ona “çok güzelsin, elini sallasan ellisi, bu güzellikle yalnız kalmazsın korkma” tarzında cümleler destek amaçlı söylense de aslında o kadar korkunç ve rahatsız edici cümlelerdir ki… Sanki bir insanın değer görmesi buna bağlıymış gibi. Yani, bu olmazsa kaderinle barış zaten kaybetmişsin anlamına geliyor. Ben mi öyle anlıyorum, çok mu agresifçe? Hayır.
Gerçek şu ki bazen çok çok normal gelen davranışlar aslında içten içe ya bizi ya da karşımızdakini çürüten mesajlar, tavırlar olabiliyor. Elbette güzel görünme isteği genel olarak insanların doğasında vardır. Ancak şart değil, değer görebilmek için sebep değildir. Belki görünüş, çok güzel bir ilişkinin başlangıç kıvılcımı olabilir ama asla sadece bununla yoldaşlık sürdürülemez. Değerli olmak ve hissetmek için güzel olmak gerekmez. “Kendini değerli hisset” şablonunu da söylemeye gerek yok. Bu asla kolay bir şey olmadı, olmayacak. Kabullenilmesi gereken bir gerçek bu. Değerli hissetmek bencillikle, obsesiflikle karıştırılırsa hayat bir yolunu bulur ve bunu çok acıtarak yüzüne çarpar.
Bazen değersiz hissedebilir insan. Etmeli de. Çünkü böyle acı veren duygular biterse insan öğrenemez. Yanlışlarını analiz edemez, o duygular geldiğinde nasıl dayanacağını bilemez, “neden böyle hissediyorum, neleri çözmem gerekiyor” sorusunu veremez. Bunlar olmayınca insan mutluluğun, sevginin, nefes alırken “şükür” hakkında düşünmenin renklerini göremez. Değersiz hissetmek bazen geçmişteki bir şeyleri çözmek için gelen alarm gibi olur. Bazen ise bu günün alarmına dönüşebilir. Sadece sabırlı olmak gerekir. Araştırıp öğrenmek gerekir. Kişi, bir psikoloğa, psikiyatriste gidemiyorsa bile teknikleri araştırabilmek için kaynaklar arayabilir. İşte, yaşamaya karar verdiği andan itibaren insan zaten en değerlidir, bunun için aynaya bakıp ya da kendin hakkında düşünüp zevk almaya gerek yoktur. Nitekim, kendine güvenmediği zaman bile çok önemli bir varlıktır insan. Sadece sabra ihtiyacı vardır ve bunu bulabilecek güçtedir.
İyileşmek, iyi hissetmek zorunluluk hâline gelmemelidir. Geçmiş çok korkunç yaralar bıraktığında hele bu yaralar görünmez bir şekilde bilinçaltında yattığında çok kolay görünen bazı şeyler insana çok zor gelir. Mutluluk, gülebilmek, kendine güvenmek, kendine değer vermek ve daha neler neler. Bunlar kolay değil ve bunları yapamamak veya başaramamak insanın suçu değildir. Ama bunları kazanacağına karar vermen hayatın yönünü oraya doğru değiştirir. Ne güzel paradoks bu.
3-4 gündür kesik kesik uykularla ve yarım yamalak yemeklerle ayakta kalıyordum. Önceki gece, ofiste kalmıştım. Bugün de sabaha karşı 4’te bitmişti işim ve 4 saat sonra tekrar iş başı yapmam gerekiyordu. Alarmla beraber attım kendimi dışarı. Çok yorgundum, havanın nasıl olduğuna bakmadan dışarı çıktım. Zaten dışarıdaki havayı gösterecek bir pencerem de yoktu. Pencerem olsa bile; bakacak zamanım, dikkatim ve mecalim yoktu. Fileli ayakkabılarla attım kendimi dışarı. Şaşkındım. Beyaz bürünmüştü etrafa. Kar taneleri birbirleri ile çarpışıp da büyümüş gibiydiler. Oysa 2 gün önce hırka ile çıkmıştım dışarı. Çok değil 10 adım geri gitsem, montumu da giyebilirdim, botumu da. İlerledim. İlerledikçe terler gibi oldu saçlarım; ve ben o sırada kendimi havanın soğuk olmadığına ikna etmeye çalıştım. Hem ne var yani, 5 dakika sonra metrodaydım. Çok acelem varmış gibi yürüyordum koşar adım. Hiç acelem yoktu, koşmuyordum. Islanmıştı ayaklarım ve sırılsıklamdı saçlarım. Son metroya yetişmek için koşmak isteyen ama koşamayan yaşlı bir adam gibi yürümeseydim belki ıslanmazdı ayaklarım.
Ben o sırada, evime 5 dakika mesafede olan metro istasyonunun, metroya da 5 dakika mesafede olmasına söyleniyordum. Benden önce asansöre iki kişi bindi yetişemedim. Bense iki durak mesafesi kadar uzun olan yolu yürüyen merdivenlerden indim. Koşmadan, koşar adım. Sanki asansörden hızlı olduğumu ispatlamaya çalışıyordum kendime. Dua ediyordum insanların yürüyen merdivenlerin sol tarafında durmamış olması için. İşte o an dikkatimi çekti boştu merdivenler, bugün günlerden pazardı. Sadece yıkık bir ekonomiyi ayakta tutmak zorunda olanlar yani işçi sınıfı ve risk taşımayan turistler dışarıdaydı. Metroda hiç turiste rastlamadım, bir avuç işçi ile aynı vagondaydım. Rahatsız mavi metro koltukları ilk defa bu kadar boştu. Tüm yüzler şikayetçiydi ve tüm bedenler yorgun. Hiçbiri tebessüm etmiyordu, hiçbiri hareket etmiyordu, uyku ile uyanıklık arasındaydılar. Gözleri kapalı, bilinçleri açıktı. Sırası gelen, durumu metrodaki sessizlikte, fazla sesli gelen anons sesi ile anlıyordu. Çok hızlı gidiyormuş hissi veren ses, giderek azalıyor, bitiyor ve yerini kapının gürültülü ve ihtişamlı açılış sesine bırakıyordu. Kapı açılıyordu ama inmek istemiyordu hiçbiri. Kapının birkaç saniye daha açık kalacağını hesaplıyor ve kapanmasına en yakın zamanda iniyorlardı. Böylelikle birkaç saniye daha fazla oturmuş oluyorlardı. Hepsi mahpusta, kürek cezasına çarptırılmış ve gün daha aymadan, kürek çekmeye giden mahkumlar gibiydiler. Ağır ağır ilerliyor ama bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı.
Onların neden bu kadar yorgun, neden bu kadar şikayetçi olduklarını bilmiyordum. Ama benim şikayetçi olduğum şey belliydi. Ne çok yorgun oluşum, ne ekonomik sıkıntılarım, ne işimden ve evimden uzak oluşum ne de sevgisel faktörlerdi. Benim şikayetçi olduğum şey; iki gün önce gündem olmasına rağmen şu an unutulan evsizlerdi. Hala aynı yerde metro girişindeydiler. Üstelerinde hırkamdan da ince bir battaniye. Altlarında taştan da sert bir mermer ve mermerle aralarında, tüketmedikleri bir ürünün tek katlı kartonu. 2 yastıkları vardı biri sağ, biri sol ayaklarına giydikleri ayakkabıları. Belki ıslak belki kuru. Bu unutulmuş kimselerin yaşadığı, ağızlarından çıkan ve soğuk havaya karışan buharlardan belli oluyordu. Ama ben nefes aldıklarını bildiğim halde yaşadıklarından şüpheliydim. Bunlar benim ömrüm boyunca en çok empati yaptığım kimselerdi. Ve öyle kalacaktı sanırım.
Bu benim en büyük yükümdü. Kimse görmezdi onları, kimseye dert olmazlardı. Saray ve Hünkar onlardan habersizdi. Bazı insanlar acırlardı, bazıları yok sayardı, bazıları ise korkardı onlardan. Ve herkes unuturdu onları, diğer şeyleri unuttukları gibi. Düşünüyordum, henüz 1 ay önce Kadıköy’de yani ülkenin en çok gezilen yerlerinin birinde biri soğukta donarak ölmüştü. Yine Fatih’te bir binanın girişinde paçavra bir battaniye altında ölmüştü biri donarak. Bunların hepsi devlet tekelinde gerçekleşmişti. Krallığımız yok saymıştı onları, insanlarımız da krallığımızı var edenlerden ibaretti zaten. Haber kanalları, muhabirler, radyolar, televizyonlar yazmıyordu onları. Hem reklam getirecek projeler değildiler, hem de haber edilirlerse kralı sinirlendireceklerdi. Öylece doğdular, öylece yaşadılar, öylece öldüler. Bizden önce ve vicdanımızdan sonra.
Hasarlı bir geçmişe sahipsin, ne yazık ki onarılamayacak kadar büyük acılara sahip vücudun. Zihnin ise bir tabutu andırmakta; içi asla boş kalmayan, her gün diğerine göre daha da dolup taşan bir tabut. Kimselere bahsetmiyorsun kendinden; acıları gizlemekte hünerlerin olduğundan, ağlamak için mendile değil de battaniye altına ihtiyacın olduğundan, bir de ne kadar su alırsan al diğer çiçeklerin aksine git gide solduğundan. İnsan da istemiyorsun artık hayatında sen çünkü önceden var olanlar nihayetinde seni terk edip sırra kadem basmışlar, ne vaatler ile sana gelip pes bayrağını en zirveye asmışlar. Senin de asasın gelmiş kendini evinin çatısına, yapamamışsın, becerememişsin işte. Sen ne insanları kırabilirsin ne de kendi canına kıyabilirsin. Sen sadece içten içe acıya kucak açıp hiçbir şey olmamışçasına hayatına devam edebilirsin. Senin zararın bir kendine, o da zamanında sana çok zarar verdiler diye. Herkes için çabalayan sen sıra sana geldiğinde maalesef kılını kıpırdatmaz, dikenli çiçekleri hep sular da kendisine bir damlasını bile ayırmaz.
Yarınlar ne getirir bilmiyorum, yarınları bekliyor muyum o bile muamma. Dışarıdaki herkes gibi zamanımı geçiriyorum sadece. Beni onlardan ayıran tek fark içimi meşgul eden, bitmek bilmeyen, günden güne de artan varoluş sancıları. Ağlamak geliyor içimden, bir insan değil de bir müzik sayesinde ağlamak, tek başıma kalıp duvarlara kusmak istiyorum içimdekileri gece boyunca. Artık kimselere dahi ifade edemiyorum kendimi, herkesten soyutlandım. Ağıt yakılacak halim var, ben de bu halime bir sigara yaktım, varsın ciğerlerim kararsın, belki zihnim kadar karanlığa bürünürler günün birinde, belki işlevlerini kaybedip bana da kıyak geçerler, hüzünden usanmış yüzümü son kez güldürürler.
Sevgili benliğim, boşvermişlik hissini en çok sen hissettin. Sevgisizlik ile yıkandın, umutsuzluk ile kurulandın. Acıdan beslendin, yalnızlığa aşık oldun. Sen hangi sokağa, hangi caddeye girdiysen senin peşinden geldi yalnızlık. Gökyüzü sana küstü, hiçbir yağmurunda ıslatmadı seni, şemsiyeler ile de hiç aran olmadı bu yüzden. Keman düşman belledi seni, tek başına oturduğun yemek sofrana hiç uğramadı, hiç kulaklarının pasını silmedi. Ellerin birisine hasret kaldı, ona ulaşamayınca da duvarlara çattı. Sevgili benliğim boş ver bunları, sen en iyisi boş ver, çünkü boş vermez isen idare edemezsin; mahveder bu caddeler, bu basamaklar, bu kaldırımlar, bu insanlar seni.
altın dolar euro borsa bu hafta ne kadar kazandırdı
Piyasalar haftayı nasıl geçirdi? Dolar ve Euro yatırımcısına kazanç sağladı mı?Altının gram fiyatı ne kadar oldu? Borsa da işlem görsen şirketler yatırımcısına kazanç sağladı mı? Piyasaların haftalık performansı nasıl?
Bu hafta, altın,borsa ve euro yatırımcısına kazanç sağlarken dolar haftalık bazda değer kaybetmeye devam etti. Gram altının satış fiyatı %1,40, Euro/TL %0,35, borsada işlem gören şirketler ise ortalama %0,74 değer kazanarak yatırımcısının yüzünü güldürdü. Dolar ise haftalık bazda %0,30’luk değer kaybı yaşadı.
Haftaya 7,06 seviyelerinde başlayan dolar haftayı 7,04 seviyesinden kapattı. Euro ise haftaya 8,51 seviyelerinden başlarken haftayı 8,53 seviyelerinde kapattı.
Kapalıçarşı’da Cumhuriyet Altını satış fiyatı %1,37 artışla 2.731 Liraya yükseldi. Çeyrek Altının satış fiyatı ise 667,000 Liraya yükseldi.
BIST 100 endeksi haftayı 1.519,00-1.558,08 seviyeleri arasında geçirirken haftayı önceki kapanışa göre %0,74 artışla 1.538,44 puandan tamamladı.
Yatırım fonları ise haftayı %0,42’lik artışla kapattı.
Şeker hayatımızın büyük bir çoğunluğunda bizlerle. İçtiğimiz kahvelerde, atışırmalıklarımızda, her birinin ayrı güzel göründüğü tatlılarda.. Peki bu tatlı arkadaşın vücudumuza etkileri de kendisi kadar mutluluk verici mi?
Şeker insanlar için olmazsa olmaz bir besindir aslına bakarsanız. Enerji için, fiziksel aktiviteler için ve vücutta salgılanan mutluluk hormonu için. Fakat burada bahsettiğimiz ‘şeker’ sebze ve meyvelerin içerdiği doğal şeker. Meyve ve sebzelerden doğal olarak aldığımız şekerin bizler için doğru miktarda tüketildiği sürece bir zararı yoktur. Beyazlatılmış şeker yani işlenmiş şekerlerin çoğunda gdo vardır. Vücut çok fazla işlenmiş şekeri tolere edemez. Ve işlenmiş şekerin hiçbir besin değeri yoktur. Sadece kalori kaynağıdır. Kokusu ve tadı harikulade olan o tatlılar, rengarenk iştah kabartan görünüşüyle bizi kendine çeken şeker ve çikolatalar aslında o kadar da masum ve tatlı değiller.. Son yıllarda artan obezite, depresyon ve başka birçok hastalığın temelini tatlı ve bir o kadar sinsi arkadaşımız şeker kazıyor desem ileri gitmiş olmam.. Her şeyin fazlası zarar. Şekerin ise bıraktığı hasarı sadece zarar deyip geçemeyeceğimiz kadar büyük.
Şeker kullanmıyorum ben, şeker diyetindeyim gibi cümleleri son dönemlerde sıklıkla duyuyoruz. Yavaş yavaş bilinçlenmeye başlayan toplum şekerin zararlarından uzaklaşmanın yollarını arıyor. Çayda ve kahvede şeker tüketimini bırakmak atılacak ilk adım oluyor genelde. Küçük bir adım olsa da başlamak her zaman avantajlı olmaktır. Burada bilmeniz gereken bir ayrıntı daha var. 1 haftalık, 1 aylık bir şeker molası hayatınızda mucizeler yaratmayacak. Vücudunuzda ve yaşam kalitenizde değişimleri gözleyebilmeniz için şekersiz bir hayatı, en azından şekeri azaltılmış bir hayatı yaşam tarzı hale getirmeniz gerekiyor. Bununla birlikte hafif tempolu egzersizler, meditasyon ve nefes egzersizleriyle hayatınızda kattığınız küçük alışkanlıklarla büyük değişiklikler yapabilirsiniz.
Peki işlenmiş şeker vücudumuza neler yapıyor?
Yüksek fruktoz içeren mısır şurubu (tatlandırıcı olarak sıklıkla kullanılır) tüketiminde tokluk hissini kontrol eden leptin hormonu duyarsızlaşıyor ve doyumsuzluk artıyor.
Yapılan 88 araştırmada bulunduğu üzere şekerli içecek tüketimi ile kilo artışının doğrudan ilişkili olduğu görüldü.
Fazla şeker tüketimi vücutta ve kalpte yağ birikimine sebep oluyor. Kolestrol problemlerini tetikleyebiliyor ve ilerleyen seviyelerde kalp krizine kadar gidebiliyor.
Bağışıklık sistemini zayıflamasında da oldukça etkili olan tatlı ve sinsi arkadaşımız şekerler vücudumuzda pek çok hasara yol açıyor.
Bu ve daha birçok zararı yapılan deneylerle desteklenen kanıtlara araştırmalar yaparak ulaşabilirsiniz. Bir anda tamamen şekeri hayatımızdan çıkarmak o kadar kolay bir durum değil. Aniden bırakınca yan etkileri de yaşamamız mümkündür. Azı karar çoğu zarar diyerek kontrollü ve nispeten azaltılmış şeker tüketerek ve düzenli egzersizler yaparak yaşamımıza devam edebiliriz. Sağlıklı günlere..
Ne zaman seni düşünsem kıyametler kopuyor
Etlerim, kemiklerimden ayrılıyor
Kalbimi, elime alıp eziyorum
Bir rüzgar, kuşun yuvasını talan ediyor
Kuş, yağmurda acı acı bağırıyor
Duyan o sese sadece aşık oluyor.
Ne zaman seni düşünsem kıyametler kopuyor
Bir avcı avını boynundan yakalıyor
Avın gözlerinde şaşkınlık
Son bir çırpınış,
Ve sonrası karanlık…
Ne zaman seni düşünsem kıyametler kopuyor
Bir çocuk öksüz kalıyor.
Sokaklarda sevgi dileniyor
Ayakları nasır bağlamış
Gözyaşları hep kendine akıyor
Hep eksik kalıyor bir yanı.
Ne zaman seni düşünsem kıyametler kopuyor
Yağmur toprağa değmiyor
Toprak yarılmış
Bitkiler yeşermiyor
Güneş yaktıkça yakıyor tenini
Güller dallarında kuruyor
Su toprağa küs, toprak suya hasret
Ne zaman seni düşünsem kıyametler kopuyor
Bir şehir işgal ediliyor
Kadınlar, çocuklar çıplak ayaklarıyla sokaklara dökülüyor
Telaşlı kalabalık içinde çocukların bakışları
Bir adam, sırtından vuruluyor
Gökten bomba yağıyor
Bir anne çocuğuna bağırıyor
Bir ev yıkılıyor, içinde bir baba
Göklerden yerlere kan fışkırıyor
Bir kıyametin içinde buluyorum kendimi Ne zaman seni düşünsem kıyametler kopuyor