Evet ola bilir. Benim çok hayvan dostum oldu en son sarı isminde bir kedim vardı. Üç gün önce kayboldu. Onu anlatacam size çünkü gittiğinden beri kendime gelemedim birazda olsa iyi olmamı sağlar belki bu yazı…
Sarıyı 2019’un Eylül ayında sahiplendim. 2 aylıktı aldığımda çok küçüktü hatta aldığım zaman çok ses çıkarıyor diye taşıma kabından çıkarıp çeketimin içine koydum o derece küçüktü dostum. Sarının ismini ben koydum eski sahibiyle birebir muhatap olmadım vetirener sayesinde sahiplendim.
12 Eylül 2019
Eve getirdiğimde küçük olduğu için hemen alışmıştı bana. Benim yatağımda hep yatardı. Ben evde olmayınca dış kapıda beni beklerdi kapıyı açar açmaz miyavlardı çok mutlu olurdu benim geldiğime. Sarıyı sadece ben sevmedim arkadaşlarım da çok seviyordu hatta hayatında hiç kedi sevmeyenler bile sarıyı kucağına almak için can atıyorlardı. Önce çok korkuyorlardı ama korkularını yendikten sonra bırakmak istemiyorlardı.
Gün geçtikçe aliśiyordum geceleri yatmadan onunla oyun oynayıp öyle beraber uyurduk sabahları o beni uyandırırdı çok güzel vakit geçiriyorduk bana iyi dost oluyordu.
Küçüklüğümden beri kedi besliyorum ama ilk defa sarı gibi bir kedi besledim. Niye diye soracak olursanız. Evden çıkmama izin vermiyordu dış kapıyı açar açmaz hemen kapıdan çıkıyordu elime alınca da sarılıp bırakmıyordu beni. Eve gelene kadar da kapıdan ayrılmıyordu bazen de pencereye çıkıp dışarı bakıyordu beni görür görmez hemen dış kapıda mi yavlamaya başlıyordu.
Sarıyla yaklaşık 7 ay beraber zaman geçirdik çok güzel zamanlarımız oldu. Ama şimdi dışarıda ve nasıl olduğunu hiç bilmiyorum. Hani bir anne çocuğunu kaybeder ya bende kızımı kaybettim ve çokok üzgünüm ama yapa bileceğim bir şey yok elimden geleni yaptım.
Bu yazıyı okuyana belki çok saçma gelir üzülmem hatta bu yazı bile saçma gelir ama öyle değil saçma gelene zaten içinde hayvan sevgisi yoktur çünkü onlarda can taşıyor.
24okur.com okurların dan biriydi.
Siz siz olun hayvanlara merhametli olun çünkü onlarda bir can taşıyor ve kendinize bir dost edinin. Çünkü insana en iyi gelen bir dostu olup vakit geçirmesi sizde bir dost edinmeniz dileğiyle görüşmek üzere….
Eski, kırık bir radyo… Ne ara düştün avlunun penceresinin bir kenarına konacak kadar? Oysa daha dün gibi seni ellerime aldığımda çocuklar gibi şen olduğum o gün. Havalara sıçradığım o gün, her saniyesiyle gözlerimin önünde hiç gerçek olmayacak bir hayal gibi. İlk hafta jelatinini bile sökmemiştim bir çizik bile uğramasın diye semtine. Her gece özenle kutuna koymuştum, pahalı bir kol düğmesi gibi. Şimdiyse özgürlüklerin katledildiği bir avlunun en hatırlanmaz köşesinde çalıyorsun kendi kendine. Dikdörtgen, dikenli, 13’e 6 adımlık bir hasret avlusunda… Bu avluda gözyaşları kahkahalardan daha samimi, daha gerçek. O kadar büyük ki; uçsuz bucaksız denilen gökyüzü sığıyor buraya. Sahi dünya yuvarlak değil miydi? Neden gökyüzü dikdörtgen o zaman? Turgut Uyar’ın ‘’İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım.’’ dediği gök bu mu sahiden? Üzgünüm Turgut abi ben bu gökyüzüne bakınca sevinemiyorum. Yaprak da sevinemiyor. Bak yine köşesinde duvara dönmüş, düşünüyor. Sevinseydi o da bakardı gökyüzüne değil mi? Raskol de sevinmiyor. Dönüp duruyor yere bakarak. Sakallının dilinde yine sevda türküleri, onun da pek umurunda değil belli ki. Yine de ben bakayım senin hatırına biraz. Değişen bişey yok. Dikenli telli bizim gökyüzü yine. Parçalı bulutlu değil, dikenli telli… Yine de o bizim. O dikdörtgen şey bizim. Bakabiliyoruz akşam güneşi gurûba kayana kadar. Gece yasak. Gece, pencere kadar. En fazla ne kadar küçülebilir gökyüzü? Bardak altı geçmeyen bir delik kadar. Bir gün daha bitiyor. Yine kapandı kapı ve gecenin karanlığı gökyüzünden yüreğimize doğru inmeye başladı. Değişen tek şey eski, kırık radyodaki melodi:
Şiirsiz olmaz umutsuz hiç olmaz; hasret ise her zaman baş ucumuzda… Güzel ve güneşli günlere hasretliğimiz varsa şiirlerin üstatlardan kahven senden, ev hallerinize eşlik edecek umut dolu şiirleri sana sunmak ise benden sevgili okur. Evinde kal ve kahve kokusuyla şiirlerin dörtlüklerine eşlik et seviliyorsun…
ANADOLU
Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip… Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne – üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının… Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun?
Ali Lidar
O GELSİN ÜSTÜMÜ ÖRTSÜN
Eski bir Magirus bulsam girip içine ağlarım Ne yana dönsem karanlık Bu ne biçim cumartesi İçimde bir gölge Bilmiyorum neyin lekesi
Soğuk Ve yorgunum Gitmeliyim Ama yorgunum Susmalıyım artık -ki dinleyen de kalmadı!- Çok yorgunum
Boş bir vagon bulsam girip içine ağlarım Tersiz ve telaşlıyım Yolun sonuna doğru Kopup dört yana dağılan Tesbih parçaları gibiyim
Ama işte Umut bu Bitsin deyince bitmiyor Ömür gibi Bitsin demek Günah gibi
Kırık bir sandal bulsam girip içine ağlarım Bütün unutulmuşluklarımı Tek bir gecede unutup Kabul eder mi beni Tahta Su Ve karanlık
Uygunsuzum Ve uykusuz Kesilsin artık sesim O, gelsin Üstümü örtsün.
GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ…
Güzel günler göreceğiz çocuklar Motorları maviliklere süreceğiz Çocuklar inanın inanın çocuklar Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Hani şimdi bize Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır, Yalnız cumaları,yalnız pazarları
Hani şimdi biz Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz Işıklı caddelerde mağazaları, Hani bunlar 77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız Cevap: Açılır kara kaplı kitap:Zindan
Kayış kapar kolumuzu Kırılan kemik, kan
Hani şimdi bizim soframıza Haftada bir et gelir Ve Çocuklarımız işten eve Sapsarı iskelet gelir
Hani şimdi biz İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar Güneşli günler göreceğiz Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar Işıklı maviliklere süreceğiz
UMUTTUR
sev beni, alış bana kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi zorlayarak her bir yanı çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar
aslında bir alıştırmadır umut öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı -baharı beklemeye benzer- hain ve olmayanadır çünkü umutsuzluğu taşır yanında oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih önüne durulmaz mantığıyla doğanın yeşilden olma birim sudan gelme itmeyle
umut yoktur kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek çünkü umut kaçınılmaz gelecektir bütün gümbürtüsüyle umut kaçınılmaz gerçektir çünkü biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar
2016 Yılında kendi adını verdiği kalben albümüyle müzik dünyasına giriş yapan kalben, üçüncü stüdyo albümü olan “Kalp Hanım” ile sahnede.
Yeni albüm 11 şarkıdan oluşuyor. Sözü müziği Mete Özgencil’e ait olan “Bende Kal” şarkısı hariç tüm şarkılar kalbene ait. Bugüne kadar sesinde ve şarkılarındaki farklı yorumuyla karşımıza çıkan kalben, yine bizleri bambaşka dünyalara itmeyi başarıyor. Albümde yer alan şarkıları ise;
Yankılar
Avrupa Var, Amerika Var
Son Bir Gece
Leyla’nın İzleri
Kasımpatılar
Bende Kal
Seni Özlerim
Gezegen
Son Adalar
Çiçekçi
Kalp Hanım
Albümün adını aldığı kalp hanım şarkısını aşağıya bırakmadan önce naçizane en beğendiğim parçayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Kıyamadım uyandırmaya öpücük öpücük”
“Henüz yıldızlardan önce bu aşk ”
“Uyandırsana beni sevgilim,
Yürüyelim, yürüyelim denizin üstünde.
Bak, kız kulesi gülümsüyor, neşesi üstünde.
Kaçasım geldi seninle, son bir gece”
“Kalp Hanımlara, Kalp Beylere, kendini hanım ya da bey olarak tanımlamak istemeyenlere, hepimize, kalbimle…”
Evet bu hafta başlıktan da anlaşılacağı üzere yalnızlık konumuz. İnsancıkların şiirler, romanlar, şarkılar yazdığı, adı geçince uzaklara dalındığı… Neydi yalnızlık ? Çok sevdiğin günlerden uzakta olmak mı, içinde yaşadıklarını kimseye anlatamamak mı veya kimsenin içindekileri görememesi mi? Yoksa sevgiliden, eşinden, sözlünden, nişanlından, dostundan, arkadaşından, komşundan, annenden, babandan, ablandan, abinden, kardeşinden, ikizinden uzak kalmak mı? Yoksa özgürlüğünden mi…? Nedir? Nedir bu kadar kalabalık arasında yalnız hissetmemizin sebebi? Canımın içi Sezenim şöyle dile getirdi yıllar evvel yalnızlığı;
“Anladım, sonu yok yalnızlığın,
Her gün çoğalacak”
Evet yalnızlığın sonu yok hakikatte. Her an dımdızlak kalabiliriz! Tamam tamam dımdızlak değil lakin kendi kendimize kalırız. Hatta aynaya bakakalırız, kendi gözlerimizin içine baka baka konuşuruz kendimizle. Dalarız sonra uzaklara özlem duyulan günlere zira sonu yoktur yalnızlığın ve her gün biraz daha çoğalacaktır avuçlarımızda.. Amma velakin şöyle bir şey de var. Avuçlarımıza bakınca yalnız olduğumuzu göremeyiz zira anılar vardır bir tek avuçlarımızda. Ne hoş değil mi gülümsetirken bir yandan gözyaşı döktüren anılar…
Peki yalnızlık sevgili Cem Adrian’ın şu dizelerinde geçtiği gibi mi?
“Yalnızlık, Öldürüyor seni öldürüyor beni
Yalandan ninnileriyle büyütüyor bizi…”
Evet koca bir yalan yalnızlık. Yok öyle bir şey. Hiç bir şeyin yoksa bile “Allah’ın ya da Tanrın, davan, sevdan, umudun, heyecanın, hasretin, özlemin, vefan, duan, niyetin, gözlerin, vardır. Şimdi yok mok deme illaki vardır arkadaşım yoksa zaten ölmüşsün sen hatta oksijen israfı yapıyorsun! Tamam tamam bu itham ağır oldu biraz. Ama hiçbir şeyin yoksa bile bu satırları okuyan gözlerin var değil mi? Ve o gözler her zaman izler, seyreder, inceler, okur, dalar uzaklara…
Yalnız değilsin demeyeceğim zira hislerini, içinden geçenleri, yaşadıklarını bilemem. Belki çok yalnızsın belki değil o senin dünyan. Fakat bu yazı benim dünyamı yansıttığı için müsaadeni isteyerek kendimden biraz bahsedeceğim. Benim yalnızlığım davam. Çok özlüyorum davamı, dava arkadaşlarımı bir de beraber içtiğimiz çayı, gitar çalıp şarkı söylediğimiz anları, gezmelerimizi, hayallerimiz… Ahh diyorum ne olur geri gelse, tutsa avuçlarımdan dinlediğin ninni sona erdi kalk gidiyoruz dese… Demez değil mi? Peki ya derse o zaman ne yaparım ya da ne yaparsınız…?
Ayrıca bu hafta hangi konu hakkında yazıyım diye soru sorduğum dostum tek bir kelime ile cevap verdi. Ne olduğunu söylemiycem bütün yazıda bahsettik zaten. Ona buradan sesleniyorum ve diyorum ki:
Şu zor günlerde hepimiz evlerimizde karantina altındayız. Psikolojimiz haberlerden, sosyal medyada yayılan asılsız şeylerden dolayı çökmek üzere. Bu zor zamanlarda hem psikolojik yönden bir nebze de olsa rahatlamak için hem de eğlenceli vakit geçirmek için evde yapabileceğiniz aktivitelerden bahsetmek istiyorum. Bakalım evde neler yapabiliyoruz.
1.Dolabınızdaki Fazlalıklardan Kurtulun.
O hiç giymediğiniz ama atmaya da kıyamadığınız kıyafetlerden sizcede artık kurtulma zamanı gelmedi mi? Hadi bir kutu alın ve fazlalıklardan kurtulun. Bu şekilde hem daha düzenli bir dolaba sahip olacağınıza hem de rahatlayacağınıza eminim.
2. Spor Yapın!
Hayat koşuşturmacasının içerisinde bir türlü spora vakit ayıramayanlara ve “O pahalı spor salonlarına para veremem.” diyenlere bir tavsiye bu da. Evde spor yapmak gibisi var mı? Bence yok. Sizi spor konusunda yönlendirebilecek birçok uygulama var. Bunlardan birisini indirerek evde rahatça sporunuzu yapabilirsiniz.
3. Örgü Örün!
Eskiden annelerimiz, anneannelerimiz evdeyken neler yapıyorlardı? Tabii ki de güzel güzel örgüler örüyorlardı. Bu sayede hem yeni kazaklarınız, yeni şapkalarınız ve yeni atkılarınız olur, fena mı? ?
4. Evin İçine İpuçları Gizleyin!
Aile bireyleriyle beraber oyun oynamanın tam zamanı! Evdeki eşyaların altına, içine üstüne ipuçları ve bilmeceler saklayarak harika bir oyun üretebilirsiniz.
5. Puzzle Yapın!
En büyük parçalı puzzlelardan alıp dev bir puzzleye sahip olmanın tam zamanı. Belki çerçeveletip duvara bile asabilirsiniz. Ne dersiniz?
6. Günlük Tutmaya Başlayın!
Bu zor günlerde rahatlamanın en güzel yolu bence yazmaktır. Düşüncelerinizi, anılarınızı, nefretinizi, mutluluğunuzu yani kısaca aklınıza gelen her şeyi yazmayı deneyin. İçinizi dökmek sizi rahatlatacaktır.
Dünyayı saran Koronavirüs (Covid-19) salgını sebebiyle okullar tatil edildi, peki dışarı çıkmak isteyen evde canı sıkılan, canı sıkıldıkça tablete telefona sarılan çocuklara tableti telefonu unutturup onlarla birlikte keyifli zaman geçirmenizi sağlayacak etkinlikler ile geldim. Bu etkinlikler için malzemeler evinizde bulabileceğiniz, yüksek maliyet gerektirmeyen tamamen sizin yaratıcılığınıza da kalmış etkinlik malzemelerinden oluşuyor.
İlk fotoğrafta olduğu gibi plastik bardaklar ve lastik ile kule yapmaya tüm aile fertleri katılabilir ve keyifli kaliteli bir zaman geçirebilirsiniz. Oyunun kuralları basit bardağı hep beraber tutup en tepeye yerleştirmek. İkinci fotoğrafta gazeteden farklı boyutlarda delikler açıp, yine kağıttan veya gazeteden yaptığınız uçak ile o deliklerden geçirmek, isterseniz deliklere puan verebilirsiniz.
Üçüncü fotoğrafta oyuncak bebekle yapılacak bir etkinlik tavsiyesi var, oyuncak bebeklerimizi boyamak hep küçükken sevdiğim şeydi. Burada da oyuncak bebeğin ayaklarını boyaya batırıp yürütüp izlerini çıkartıyor, buna kesin bayılacaklar.
Boyama yapmak demişken, ayak ile resim yapmayı denediniz mi? Yine çocukların yaparken çok eğleneceğinden şüphe yok. Peki ya yere çizdiğim yamuk bir çizgide düz yürüyebilir misin? Dediğinizde, Eveeett! diye bağırdıklarını duyuyor gibiyim.
Evinizde bulunan plastik kutuya bir fener yerleştirip üzerine kum döktüğünüzde hem ilgilerini çekecek hemde onları uzun süre resim yapmalarını sağladığı gibi parmakları ile yaptıkları bu işlem küçük kaslarını geliştirmeye olanak sağlayacaktır. Kulak pamuklarını bir lastik ile tutturup baskı tekniği ile bir ağaç yapmasını isteyebilir yada istediğin her hangi bir resmi .
Peki evde ki çocuklar henüz çok minik ise, onlar için de gelişimlerini destekleyecek etkinlikler ile geldim. Kalorifer peteğine yapıştırdığınız renkli bantları sökmek o yaştakilerin ilgisini çektiği gibi yine hem küçük kaslarını hemde büyük kaslarını geliştirecektir. Evde çırpa telinize ponponlar yerleştirip önüne koyduğunuzda küçük kaslarının geliştiğini anlamadan hepsini çıkarmak için uğraş verecektir. Çok tatlı değil mi 🙂
Henüz kalem tutmayı tam yapamayan çocuklarınız ile oyuncak arabalarına kalemleri bantlayıp bu şekilde resim yapmayı sağlayabilir hem de masa da oturma süresini uzatabilirsiniz.
Bir tepsi veya kartonun üzerine renkli pipetler ile fotoğraftaki gibi yapıştırıp, pinpon topu ile yarış yaptırabilirsiniz. Oyuncakların gölgesini çizmeye ne dersin. Evde güneş vuran bir oda da yada balkonunuzda veya bahçenizde hiç yoksa bir fener tutarak yapabilirsiniz.
Evde dinazor gibi yürümeye ne dersiniz, genellikle çocukların dinazorlara bayıldığını bildiğim için bu etkinlik hoşlarına gideceğini düşünüyorum. Peki sulu boyayı üfleyip saç yapalım mı, yine buda çocukların çok sevdiği bir etkinlik olmuştur hep.
Kahvaltıda yediğiniz yumurta kabuklarına çimlendirme yapmak ve çimlenmesini görmesi çok hoşlarına gidiyor. Yumurtaları bu şekilde boyaya da bilirsiniz. Tuvalet kağıdı rulosunu uzun uzun şeritler halinde kesip yine baskı tekniği ile resim yapmasına olanak tanıyabilirsiniz.
Bu paylaştıklarım umarım sizlerin işine yarar, evde yapabileceğiniz gibi olanları özel olarak seçtim çünkü bir okul öncesi öğretmeni olarak söylüyorum ki bu etkinlikleri okulda denedim ve çok keyif aldılar, etkinlikler çoğaltılabilir hepsi sizin yaratıcılığınıza kalmış.
Günümüzde aforizma adını da veriyorlardı sanırım. Gerçi aforizmalar denilince benim aklıma ilk olarak Franz Kafka geliyor.
Konuşmayı çok seven ve tercih eden insanlar adına, bir kenara oturup, sessizce, havada uçuşan bu sözcükleri düşünmekten alamıyorum çoğu zaman kendimi.
Cevap verir misiniz bilmiyorum ama açıkçası sizleri derinden etkilemiş olan sözleri sormak da geliyor içimden…
“Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı…”
Acaba kaç ‘savaşı’ durduracak bir söz edebildim?
İnsanlarla konuşmaya ihtiyacım var. Ama ben incitmeyecek sözcükleri bulmaya çalışırken insanlar sıkılıp uzaklaşıyorlar. Onlara da kızamıyorum. Haklılar. Paha biçilemez bir hazineleri, zamanları geçip gidiyor. Onu daha iyi bir şekilde değerlendirmek istiyorlar.
Sanırım sözü daha da uzatmadan bir nokta koymam lazım.
Sizleri seviyorum. Sesinize hasretim. O her şeyi anlatan bakışlarınıza, gözlerinize…
Evde geçirdiğimiz sürede yapacak bir şey bulamadığımız anlarda, gece uykuya geçmekte zorlandığımızda.. Size güzel bir önerim var. Radyo Tiyatrosu.
Peki nedir bu radyo tiyatrosu? Büyüklerimize sorduğumuzda “çocukluğum..” cevabını alıyoruz. Kökeni çok eskilere dayanıyor. Televizyon olmayan zamanlara.. Herhangi bir görüntü olmadan, oyuncuların tiyatroyu anlatması diye tanımlayabiliriz aslında.. Evinizde otururken ya da bir şeylerle uğraşırken hayatınıza eşlik eden güzel bir arkadaş, güzel bir etkinlik.
Eskiden sadece radyolarda yayınlanıyordu fakat artan imkanlar ve gelişen teknolojiyle birlikte Youtube, spotify gibi bir çok platformdan ulaşabilmek mümkün.
Severek dinlediğim birkaç tiyatroyu sizler için linkleyeceğim. Umarım sizin de hoşunuza gider.. Keyifli dinlemeler 🙂
Mart ayını yarıladığımız yeni bir haftaya başlamış bulunmaktayız. Zamanın hızla akıp gitmesi bir yana, sürekli değişen gündemimizle de, yeniliklere ayak uydurmaya çalışıyoruz. Yeni virüsler, yeni yaptırımlar, yeni uygulamalar, yeni bilgiler ve bu bilgileri öğrenme yolları denerken vücudumuzdaki kaygı ve stres oranı da doğal olarak artıyor.
Korku, hiç şüphesiz hepimizin içinde mevcut. Türlü konularla alakalı kaygılar yaşıyoruz. Yaşadığımız dünyanın gündeminden kopmamak, çağın getirdikleri ve götürdüklerini bilerek yol almak elbette çok önemli. Fakat içsel huzurumuzu ve olumlu düşünmemizi de her ne koşulda olursak olalım yanımızda taşımamız gerektiğini düşünüyorum.
Zihnimiz sandığımızdan çok daha güçlü. Yapılan araştırmalar açıkça gösteriyor ki, zihninde pozitif imgelemler kuran kanser hastalarının, kaybedeceğine inan hastalara göre çok daha hızlı bir şekilde iyileştiği. Ya da daha maraton başlamadan kendisini bitiş çizgisinde hayal eden koşucuların açık ara farkla yarışı önde bitirdikleri.
Planlı yaşayın arkadaşlar. Yeni haftanın ilk günü kendinize bir haftalık yol haritası çizin. Evden oldukça az çıkmamız gereken bu zamanda okunacak kitaplar, izlenilecek filmler ya da belgeseller iyi birer arkadaş olabilir. Ya da evde spor yapmaya bir türlü başlamayanlar için harika bir dönem. Haftalık bir hedef koyun ve gerçekleştirin. Her yeni hafta başardığınız yeni bir hedef, kendinize olan inancınızı arttıracaktır.
Güzel günlerin geleceğine inanın. Zihninizde ve ruhunuzdaki kandilleri söndürmek isteyenler her zaman olacaktır. Ama bilmelisiniz ki, siz içinizden üflemediğiniz sürece yanan mumlarınızı, hiçbir fırtına söndüremeyecektir içinizde ki aydınlığı. Sizin yetenekleriniz, sizin hayalleriniz, ve başlı başına siz, daha doğduğunuz andan itibaren görünmez bir zırhla çerçevelediniz içindeki gücü. Sarsılabilir, ama siz istemezseniz yok edilemez. İnanın, kendinize ve güzel günlerin geleceğine inanın.
İnsanların çoğunda kabullenilmiş bir çaresizlik olduğunu gözlemliyorum. Herkes rahatsız olduğu mevcut hayatında kalmakta ısrarcı. Çünkü daha iyi bir hayatın ona geleceğine inanmıyor. İyi bir hikaye dinlediklerinde ‘ Aman beni bulmaz ki böylesi ‘ gibi cümleler size de tanıdık geldi mi? Yoksa sizde hayatınızın hep aynı durağanlıkta gideceğini düşünenlerden misiniz? Öyleyseniz hemen bu düşüncelerden arının. Bazı şeyler sadece filmlerde olmaz arkadaşlar. Evrenin milyonlarca mucizesi vardır. Ve biri gelip sizin başınıza konabilir. Siz çok kıymetlisiniz. Bir anne babanın biriciği, birinin dostu, birinin yol arkadaşısınız. Mucizeler gelecektir. Yeter ki daha güzel bir hayatı, daha başarılı bir kariyeri, daha mutlu bir seni hak ettiğinize inanın.
Ve günde 3 defa geçin aynanın karşısına ve yüzünüze bakıp gülümseyin. Gözlerinizin içine bakıp bakıp gülümseyin. Sevin kendinizi. Evet hafta yenilendi. Şimdi sıra bizde. Kendinize inandığınız ve yüreğinizin derinliklerindeki yaşama sevincine virüslerin erişemediği bir hafta yaşamak için harekete geçin.
Beklemek nefes
almaya bile hükmedemeyen biz aciz beşerler için yapabildiğimiz en büyük işlerin
başında gelir. İnsan hayatının büyük bir kısmı beklemekle geçer. Bunun her
durumda ve herkesin hayatında farklı şekillerde tezahür ettiğini görebiliriz. Kimi
zaman Necip Fazıl’ın ‘’ Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, ne de
şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar.’’ dediği sitem dolu mısralarında,
kimi zaman Cemal Süreya’ nın ‘’Yarından bir şeyler beklemekle geçiyor ömrümüz’’
dediği dizesinde, kimi zaman Abdurrahim Karakoç’un ‘’ Büyür içimde bir dert,
beklemek’’ dediği huzursuz dudaklarında, kimi zaman da ‘’ O gemi bir gün
gelecek’’ diyen İsmail Abinin pullu ceketinde görebiliriz beklemenin türlü
türlü hallerini. Yani herkes hayatta birilerini veya bir şeyleri bekler. Ancak
beklemenin güzelliği bekleyene ve beklenene göre güzeldir. Örneğin bir anne için beklemek gurbetteki
evladının yolunu gözlediği zaman güzeldir. Bir asker için beklemek ecdadının
kanıyla sulanmış olan şanlı sancağının başında olduğu zaman güzeldir. Bir şair
için beklemek elinde kalem, önünde kağıt, kalbinin taşmasını beklediği zaman
güzeldir. Bir âşık için mâşukunun kapısında olduğu zaman güzeldir
beklemek.
Bunlar gerçekten güzeldir, tarifsizdir. Ancak şüphesiz beklemenin en güzel hâli O’nun kapısındadır. Nasıl beklediğin önemli değil, nerde durduğun da… Yeter ki bekle o kapıda. Ne bir şey istenir senden, ne de itilirsin elinin tersiyle. Öyle bir kapıdır ki o, tokmağına dokunmayagör ne ruh kalır ne beden. Eşiğine varmayagör, ne sen kalırsın ne de ben. Çaresizsen çare olur yüreğine, dertliysen derman. Üfleyip ruhundan tattırmadı mı sana sonsuzluğun ilk celsesini? Kalem O’nun, kitap O’nun, gönül O’nun iken neden bu acele, neden? Bekle o kapıda, sadece bekle. Derdim var diye üzülme. Geceye bakıp gündüzü, dikene bakıp gülü gör. Gökteki hilâlin dolunay olması için, güzün geçip bahar olması için zaman gerekir unutma. Bekle. Sadece bekle.
Aldım ele kara yüzümü kapına geldim
İsyân ile memlû teni sen câna yetirdim
(Günah ve kusur kirleriyle kararan yüzümü ellerimin içine alıp, yani utanarak sıkılarak senin kapına geldim. İsyanlarımın bedenimi ve iç dünyamı etkilemiş haliyle sana arz ettim.)
Tut destimi şâhım beni reddetme kapından
Ser-mâyem olan cânımı dîvâna yetirdim1
(Ey sevgili sultanım, beni ulu kapından geri çevirme, en değerli varlığım olan canımı senin yolunda vermek için buradayım, huzuruna kabul eyle tek canımı teslim al.)
Soğuk bir ilkbahar sabahına uyandım. Sanki bu ben değildim, hareket ettim. Aynaya baktım, değişmiştim. Kafam yapmam gerekenlerle doluydu hep daha iyi hissederim sanmıştım. Neden yaptığımı bilmeden harekete geçtim. Kapıyı çekip çıktım. Kitlemem gerekiyor muydu?
Ezbere hareket ediyordum. 2-3 dakika içinde bir otobüs geçmeli burdan ve ona binmeliyim.
Gökyüzüne baktım uzun zamandır görmemiş olmam içimde bir burukluk oluşturdu. Özlemiştim. Soğuğa rağmen masmavi ve öyle canlıydı ki..
Otobüse bindim hep olmak istediğim bedendeydim. Böyle mi geçiyordu günleri? Ezbere…Hiç böyle hayal etmemiştim. Etrafımdaki insanları izlemeye başladım. Ne düşündüklerini bilmek istiyordum. Herkes benim gibi miydi? Sadece yapması gerektiği için bilmeden mi hareket ediyorlardı?
Birkaç durak geçti nerede ineceğimi bilmiyordum. Ama inmem gerektiğinde inerdim. Yumuşacık, enerji dolu bir ses “Günaydın” dedi.
-Günaydın.
Afallamıştım nereye gittiğimi sordu. Bilmiyorum, dedim. Şaşkınlığını gidermek için “Benim için sıradan bir gün değil, uzun hikaye…”
Sessizliği bozmak için devam ettim. İçimde yapmam gerekenleri söyleyen biri var. Onu dinlemek zorundayım, dedim.
Kulağıma eğildi. İçimdekiyle konuşur gibiydi.
-“Ama bugün hafta sonu yani tatil.”
Hemen sonra ilk durakta indi. Peşinden indim.
Yürürken etrafındaki canlı cansız her şeye bir göz atıyor. Arada gökyüzüne bakmayı ihmal etmiyordu.
Bugün gökyüzü çok güzel, dedim.
Çoğunlukla öyle olduğunu sadece çok sık bakmadığımızı söyledi. Ve konuşmaya devam etti.
-“Etrafımda sırf yapmış olmak için yapılmış bir sürü iş ve neden yaptığını bilmeden yapan bir dolu insan var.”
Karşı çıkıp ben onlardan değilim farklı bir durumdayım diyecektim. Vazgeçtim.
-“Ben de öyleyim, öyleydim. Ama geçirdiğim zamanı anlamlandırmaya çalışıyorum artık. Etrafımda her gün bir sürü olay oluyor. Gece yattığımda kafamda yerlerine koyamadığım sürü düşünce. Doğru gitmeyen bir şeyler olduğunun farkındaydım uzun zamandır. Yok saymak hep daha kolay gelir bilirsin. Hep başka bir şeyle uğraştım bunu yok sayabilmek için.
Uyu, uyan, sorumluluklarını yerine getir, zaman öldür ve uyu.Eksik olan bir şey vardı.
Kendim…
Zaman gelip geçiyordu. Ve hep aynıydım kendimi yok sayarak ilerliyordum. Bir şeylerin değişmesini bekleyerek…
Ama bilmelisin ki bir şeyi istemen yetmiyor, gidip alman gerekiyor.
Artık en ufak bir işi bile özenle ve bilinçli bir şekilde yapıyorum. Ve ne yaparsam yapayım ‘o anda kalmaya’ çalışıyorum.
Zihnimin başka yerlere, başka insanların yanına kaçmasına izin vermiyorum.
Eskisi kadar yakınmıyorum. O durumu en iyi hale getirmeye çalışıyorum.”
Sustu daha fazla konuşmak istemediğini fark ettim. Devam etmesini istiyordum.
Sert bir rüzgar esti. Gece aralık bırakılan pencere çarptı.
Uyandım ben bir kırık vazoyum hala kırık parçam orda duruyor uzanamıyorum. Her şey bir rüya mıydı? Daha anlatacak çok şeyi vardı. Tekrar uyusam onu görür müyüm?
1965 yapımı olan Sevmek Zamanı filmi Metin Erksan’ın ve Türk sinemasının başyapıtlarından birisidir. Şiirsel bir anlatıya sahip olan Sevmek Zamanı kısa diyalogları, geniş açıları ve estetik kareler ile benzersiz bir seyir keyfi sunuyor. Halil evlerin iç süslemelerini yapan kendi halinde içine kapanık orta sınıfa mensup bir delikanlıdır. Büyükada’da iç süslemelerini yaptığı bir evin duvarında asılı olan bir resme aşık olan Halil her gün düzenli olarak resme bakmaya gider. Bu resmin sahibi Meral ise zengin bir ailenin kızıdır. Meral bir sonbahar günü Büyükada’da ki evlerine geldiğinde Halil’in, resmine büyük bir aşkla baktığını görür ve Meral bu delikanlıya aşık olur. “Ben senin resmine aşığım. Benimle resminin arasında girme” Halil aylar boyunca resmine baktığı Meral’i karşısında görünce korkuya kapılır. Meral’in fiziksel varlığının onun dünyasında ki, sevdiği Meral’i öldürmesinden korkar. Fars edebiyatında sıkça gördüğümüz surete aşık olma Sevmek Zamanında Türk sinemasında bolca yer verilen zengin kız fakir oğlan hikayesine oldukça başarılı bir şekilde uyarlanmıştır. Peki Halil’in aşık olduğu Meral’in resmi midir? Yoksa tasavvufi bir duygu mudur? Bu derin bir tutku mudur? Yoksa yalnızlığın bir sonucu mudur? Halil kendi dünyasında yarattığı gerçeklikle yaşamak istiyor bunun birincil nedeni gerçek dünyanın hiçbir zaman kendisini mutlu edemeyişidir. “Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resminle ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. İnanamadım… İkinci kez zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. Nihayet değişmezi bulmuştum. Resmin benim içime bakıyordu. Benim kendimi görüyordu… Bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı.” Filmin görüntü yönetmenine de değinmeden geçmek istemiyorum. Görüntü karesinde oluşturmuş olduğu şiirsel görüntüler ile bizi melenkoliğin içine çeken yönetmen o günün İstanbul’unu ve sonbaharın kasvetli havasını çok iyi yansıtmıştır. Türk sinemasının en önemli rejisörlerinden birisi olan Metin Erksan’ın bu başyapıtı Türk sinemasına kazandırmasından dolayı şükranlarımı sunuyorum
Biraz daha soğusa hava Dragor nehri donacaktı. Babadağ’dan
esen her rüzgâr insanın içine işliyordu. İşte, böyle herkesin evine kapandığı
bir havada, ellerinde bavulları, sırtlarında umutlarıyla onlarca delikanlı
belirdi Manastır sokaklarında. İdadinin ana kapısından çıktıklarında,
mezuniyetin heyecanıyla, belki de dönüp hiç bakmadılar hasretini duyacakları
mekteplerine, yuvalarına.
Manastır Askerî İdadisi
1898 yılı Aralık ayının ortasında mezun oldu Mustafa Kemal,
Manastır Askeri İdadisi’nden. O seneki mezuniyette, iki Selanikli, Mustafa
Kemal ve Ahmet Tevfik birinciliği paylaşmışlar ve ortak gururla Selanik yolunu
tutmuşlardı.
O güne dek gittiği her okulda öğretmenlerinin takdirini
toplayan Mustafa Kemal, çalışma azminden ödün vermeden Harbiye’ye başarılı bir
şekilde geçmeye hak kazanmıştı. Harbiye’ye katılış yapacağı tarihe kadar
Selanik’te ailesi ve arkadaşlarıyla tatilini geçiren Mustafa Kemal, 1899 yılı
Şubat ayı sonunda Selanik rıhtımında bir vedaya daha hazırlandı. Doğup büyüdüğü
topraklardan ilk defa ayrılacak, ilk defa bu kadar uzağa gidecek olan Mustafa
Kemal kararlı bir şekilde vapura bindi ve İstanbul’un yolunu tuttu.
Ege sularında yol alan Selanik vapuru, yıllar sonra o
toprakların kahramanını taşıdığını bilmeden önce Çanakkale boğazından geçti ve
sonrasında İstanbul’a, payitahta ulaştı. Karaköy iskelesinden ilk defa boğazı
seyreden Mustafa Kemal, Sarayburnu’nu, kız kulesini, Üsküdar’ı gördüğünde kim
bilir neler düşünmüştü? Modern Beyoğlu apartmanları, hanları, okullar, camiler,
kiliseler, sinagoglar arasından Pangaltı’na giderken neler hissetmişti?
Mustafa Kemal’in ilkleri yaşadığı ve Harbiye mektebinin
kapısına vardığı o gün takvimler 1 Mart 1315’i yani 13 Mart 1899’u
gösteriyordu. Mustafa Kemal buradaki 1315 Duhullülere Mahsus Künye Defteri’ne
“Selanik’te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza
Efendi’nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96”
olarak kaydolundu. Atatürk kayıt sırasına göre günümüzde başka kimseye
verilmeyen “1283” apolet numarasını, idadiden arkadaşı Selanikli Ahmet Tevfik
Efendi (96) 1282, Manastırlı Recep Fahri Efendi (95) 1284 numaralı apoletleri
aldılar.
Harbiyeli üniforması ile Mustafa Kemal
HARBİYE YILLARI
Harbiye, kurumsal hafızası ve kendine verilen önem ile
birçok farklı alandaki eğitimi, kaliteli hocalardan, disiplinli bir şekilde
alınabilecek bir mekteptir. Mustafa Kemal de çalışma disiplinine sahip,
başarılı olmaya her daim hevesli ve kararlı bir öğrencidir. Bu özellikleri ile
Harbiye katılışından iki ay sonra arkadaşları arasında sivrilerek sınıf çavuşu
olmuştur.
Her insan girdiği yeni ortamlarda önce tanıdık simalar arar,
onlara yakınlık duyar. Mustafa Kemal’in ilk arkadaşları da idadiden beraber
geldikleri olmuştur. Birinciliği paylaştığı Ahmet Tevfik, çocukluk arkadaşı
Mustafa Nuri (Conker), Lütfi Müfit (Özdeş), Ali Fuat (Cebesoy), Kazım
(Karabekir), Ömer Naci, Kazım (İnanç), Kazım (Özalp), Ali Fethi (Okyar) ilk
arkadaşlarındandı. Mustafa Kemal sadece kendi devresiyle değil alt ve üst
devreleriyle de sıkı münasebet içerisinde bulunduğu için hemen her devreden
arkadaş edinmiştir.
Harbiyeli Mustafa Kemal ve arkadaşları
Kendi söylemine göre Harbiye birinci sınıfta dersleri geçse de istediği başarıyı elde edemeyen Mustafa Kemal, ilk yıl 635 mevcutlu piyade sınıfında bütün derslerden 484 not alıp 9’uncu oldu. İkinci yıl notlarını artırıp 522 not alıp 420 Harbiyeli arasında 11’inci oldu. Harbiye’yi müteakip Harp akademisini bitirip kurmay olmak isteyen Mustafa Kemal bu yüzden derslerine önem vermiş ve üçüncü, son yılda üç yıllık notları toplamıyla devresini 8’inci olarak tamamlamıştır.
Mezuniyetinde dereceye giren Harbiyeli 1283 Mustafa Kemal kurmay olmaya hak kazandı. Artık meçini çıkarıp kılıcını kuşanma vakti gelmişti. Teğmen olarak mezun olduğunda sicili 1317 P.8 (1901-P.8) olarak işlendi.
HARBİYE TERBİYEDİR
Mekteb-i Şahane-i Harbiye 1834 yılında kurulmuş olsa da
Dünya’da düzenli ordu sistemini kuran Mete Han’dan gelen bir kurumsal hafıza ve
geleneğe sahiptir. Modern anlamda disipline edilmiş bir eğitimle subay
yetiştirmek adına kurulan Harbiye, kurulduğu günden günümüze kadar başta
Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tarihimizin köşe taşlarını oluşturan komutan
ve devlet adamı yetiştirmiştir.
Dönemin eğitimi incelendiğinde Harbiye’de verilen eğitimin
sivil eğitimin çok çok üstünde olduğunu görürüz. Yabancı dil, adabı muaşeret,
Türkçe telaffuz (diksiyon), güzel konuşma, bir konuyu takdim gibi dersler
yetişen subayları donanımlı ve engin bilgi birikimine sahip döneminin
entelektüelleri olarak yetiştiriyordu.
Atatürk’ün bu dönemdeki şanslarından biri de Harbiye
kadrosunun çok nitelikli insanlardan oluşmasıdır. Dönemin okul komutanı Mustafa
Zeki Paşa tam 24 yıl (1884-1908) bu kutsal yuvaya komutanlık yapmış ve
tarihimizi parlatan nice insanlar yetiştirmiştir. Aynı zamanda o dönemde
öğretim başkanı olan Esat Paşa idi. Esat Paşa da tarihimize katkısı olan
subaylarımızdandır. Çanakkale muharebelerinde 3’üncü kolordu komutanı olarak
Atatürk’ün de komutanlığını yapmıştı. Atatürk bu dönemde diğer derslerine giren
hocalarından da çeşitli zamanlarda hep övgüyle bahsedip, kendine katkılarını
anlatmıştır.
Esat Paşa Çanakkale’de
Mustafa Kemal, körü körüne ders çalışan sadece not almak için çabalayan bir öğrenci olmamıştır hiçbir zaman. Bu özelliklerini sınıf arkadaşı Hayri Tırnovacık ‘‘Mustafa Kemal sınıfın en zeki talebesiydi. Hallerinden, yaşlarından umulmayan bir olgunluk vardı. Çok kuvvetli bir ikna kabiliyetine sahipti. Herhangi bir kavgaya karıştığını hatırlamıyorum. Sınıfta intikal ve zekâ kabiliyeti kıt, bedbaht talebeler vardı. Bu zorlamalardan müstağni vaziyette kitaplar üzerinde mütemadiyen kafa patlatan ezberciler gibi çalıştığını görmedim. Bilhassa merak ettiği derslerle ziyadesiyle meşgul olurdu. Riyaziye (matematik) ve edebiyata fazla düşkünlüğü vardı. Tevfik Fikret’in sis manzumesini beğenirdi. Namık Kemal’i ve Abdülhak Hamit’i okumaktan zevk duyardı. En fazla meşgul olduğu şeylerden biri de zamanın felsefesi ve fikri cereyanları idi. Sürekli olarak kafasını toplumun henüz halledemediği meselelerle meşgul ederdi.’’ şeklinde anlatmıştır.
Yeni tanıştığı insanları dahi karakteriyle etkileyen Atatürk, yakın arkadaşı Ali Fuat’ın evinde misafir olduğu bir gün Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl Paşa’nın arkadaşı dönemin önemli paşalarından Osman Nizami Paşa ile tanıştırılır. Bir süre sohbet ettikten sonra etkilenen Osman Nizami Paşa, Ali Fuat Cebesoy’un aktardığına göre; ‘‘Mustafa Kemal Efendi oğlum, görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni takdir etmek hususunda yanılmamış. Şimdi ben de onunla aynı fikirdeyim. Sen bizler gibi yalnız Erkân-ı Harp Zabiti (Kurmay Subay) olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Sende memleketin başına geçen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde çok müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma.’’ diyerek onda gördüğü istidadı dile getirir.
FİKİR İNSANI MUSTAFA KEMAL
Mustafa Kemal durmadan okuyan, kendini geliştirmeyi seven ve
edindiği birikimleri ile her daim daha iyi yarınlar için düşünen, çabalayan bir
fikir insanıdır. Harbiye yıllarında da dönemin yanlış gidişatını eleştirmekten
geri durmamış, fikirlerini yaymak ve arkadaşlarını, insanları etkilemek için
sık sık kaleme başvurmuştur.
En yakın arkadaşlarından Lütfi Müfit Özdeş o günleri şöyle
anlatır; “Daha o zaman mektepte iken şuursuz, düşüncesiz kötü bir idareye karşı
vicdan ve ruhundan fışkıran inkılapçı düşünceleri bilhassa kayda şayandır. Her
okuduğu ders, her mütalaa ettiği ilim ve fenni dikkatle tahlil ederek neticeyi
alırdı. Bütün talebe arkadaşlarının ders müşküllerini makul ve mukni cevaplarla
izah ederdi. Erkânıharbiyede mesleğe ait ihtisas derslerinde en iyi notu Büyük
Şef almıştır.”
Sözlerini ulaştıramadıklarına fikirlerini ulaştırmak için
her şeyi göze alan Atatürk o dönemde gazete çıkarmıştır. Lütfi Müfit Bey;
“Büyük Şef, şuursuz idareden o derece ıstırap duymuştu ki daha mektepte iken o
zamanki idareye karşı arkadaşları ile hasbıhâller, tenkitlere başlamış ve hatta
büyük tehlikelere rağmen haftada bir iki defa gizli olarak gazete bile
çıkarmışlardır.
Daha o zaman evlâdı bulunduğu asil Türk milletine ileride ne
büyük hizmetler yapmaya namzet olduğunu pek güzel anlatıyordu. Onun her hâline
olduğu gibi dürüst düşüncelerine meftun olan ve candan inanan arkadaşları o
büyük adamın etrafına toplanmışlardı.” şeklinde o günleri anlatır.
Harbiye’de bir üst sınıf, harp akademisinde sınıf arkadaşı
olan Asım Gündüz ise şöyle anlatır onu; “Gerek Harbiye’de, gerek Harp
Akademisi’nde bir şey dikkatimi çekmişti. Doğu illerinden ve Anadolu’dan gelen
arkadaşlar, İstanbullular gibi, yalnız dersleriyle meşguldüler. Sadece Manastır
İdadisi’nden gelen arkadaşlarımız daha çok uyanık, daha çok Batı’ya dönüktüler.
Onlar derslerinin dışında memleketin meselelerini de tartışıyorlar, bu
konularda fikirler ileri sürüyorlardı. Mustafa Kemal de bunlardandı.”
“Beni, Mustafa Kemal’le ilk tanıştıran eski arkadaşım Fethi Bey (Okyar) olmuştu. Mustafa Kemal, çok güzel giyinir, çok güzel konuşur, kimseyi kırmaz, terbiyeli bir çocuktu. Doğup büyüdüğü Selanik’in Batı’yla daha çok bağlantılı bulunması sebebiyle olacak, dikkati çeken fikirleri vardı. Etrafına topladığı arkadaşlarla cesaretle konuşuyor, onları güzel konuşmasıyla kısa zamanda tesiri altına alıyordu. Bizlerin okumadığımız birçok vatan şiirlerini sık sık tekrarlıyordu. Namık Kemal’in bütün şiirlerini bir defterde toplamıştı. Bu şiirleri kısa zamanda bütün arkadaşlar defterlerimize yazmış ve ezberlemiştik. Mustafa Kemal “Milletleri uyandıracak olan fikir adamları, devlet adamlarıdır.” diyordu. Yabancı lisana karşı büyük bir hevesi vardı. Bu maksatla, Beyoğlu’nda bir Fransız madamına pansiyoner olmuştu. Bu Fransız kadın, Fransız Sefareti kuryeleriyle, İttihatçıların Paris’te yayınladıkları gazeteleri getirtiyor ve Mustafa Kemal’e veriyordu. Fransız kadın aynı zamanda Mustafa Kemal’e Fransızca dersi veriyordu. Bizler, vatan, millet ve Türklük fikirlerini ilk defa, Harp Akademisi sıralarında ondan duymuştuk. Bizim sınıfta en iyi Fransızca bilen Ali Fuat’tı (Cebesoy). Çünkü Ali Fuat Fransız okulundan Harbiye’ye gelmişti. Onu takiben de Mustafa Kemal iyi Fransızca bilirdi. Mustafa Kemal, Harbiye’de iken her tatilde Selanik’te bir Fransız okulunun tatil kurslarına devam ederek lisanını ilerlettiğini söylerdi.”
Atatürk, Harbiye yıllarında kendi fikirlerini destekleyici çok kaynak ve yazar okumuştu. Edebiyatın her türünü okumaya gayret eden Mustafa Kemal en çok, Mehmet Emin Yurdakul, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Jean Jacques Rousseau, Montesquieu, Voltaire’den etkilenmiştir.
1283 İÇİMİZDE
Bu güne kadar Atatürk’ün yaşamının her dönemi birçok yazar
tarafından kalemi alınmış farklı açılardan anlatılmıştır. Ancak, Harbiye
yılları onu yaşamının sonuna kadar taşıyan temeldir, fikirlerinin yıkılmaz
duvarlarına karılan harçtır. Atatürk’ün vatan ve millet fikirleri Harbiye’de
olgunlaşmış, devrim fikirleri burada somutlaşmıştır.
1283 Mustafa Kemal Anıtı – Kara Harp Okulu
Büyüklüğü tüm Dünya’da kabul gören Başkomutanımız, Türk
milletinin kalbinde, her Harbiyelinin ise ruhunda yer edinmiştir. Onun okuduğu
sıralarda okumak anlatılmaz bir gurur verir insana. Giydiğin üniformadaki
asalet, ruhundaki ulviyet, fikirlerindeki selamet, mesleğindeki keramet,
bedenindeki riyazet seni asker yapar ve Harbiyeli feraseti kazandırır.
Harbiyeli Mustafa Kemal dün olduğu gibi bugün de meçini
kuşanmış hazır bekliyor Mekteb-i Şahane’de.
Harbiye bir yuva, Harbiyeli olmak ise hiç kaybolmayacak bir ruhtur.
Nerede, nasıl olursa olsun ilelebet “1283 İÇİMİZDE!”