24.5 C
İstanbul
Salı, Haziran 17, 2025

‘Tuğkan’ 24Okur’a Özel Röportaj

Kaleme aldığı şarkıları ve kendine has sesiyle gönlümüzde taht kuran Tuğkan, küçük yaşta müziğe olan yeteneğini keşfettikten sonra hayatını müziğe adadı. Dinleyiciyi kendine hayran bırakan şarkılar kaleme alıyor ve yaptığı sanatın hakkını ziyadesiyle karşıladığını düşünüyoruz. 24Okur ailesine konuk olup, bizlere zaman ayırdığı için kendisine teşekkür ederek sorularımıza geçiyoruz.

Table of Contents

Öncelikle bu yolculuğun başını ve şu an bulunduğun noktayı, bu süreçte verdiğin mücadeleleri merak ediyoruz sevgili Tuğkan?

Aslında tesadüfen başladı bu yolculuk. Şiirler, besteler, düz yazılar… Bunlar ünlü olmak, büyük kitlelere hitap etmek isteyen bir gencin eserleri değildi. Kendime yazıyordum. Utanırdım da zaten duygularımı göz önüne sermekten. Beni o hayallere sığdıran bir arkadaşımın işgüzarlığı sayesinde şu an bu yazıyı yazıyorum, uzun hikaye

Şu an aslında o kadar da korkmamak utanmamak gerektiğini anladım. Çünkü sizden bir şey götürmüyormuş, aksine çoğu zaman afallatsa da harikulade bir hayat sunuyormuş bu iş. İş demek de istemiyorum aslında. Müzik her yerde, her yerimde ve her şeyim olmuş halde.

Mücadeleden ziyade tecrübe demek gerek. Bu konuda diğerlerine göre şanslı olduğumu düşünüyorum. Çoğu kazayı sıyrıksız atlattım. Bu süreçte hayatıma girip çıkan kimseye dargın veya kızgın değilim. Nefret bir yerden sonra minnete dönüşüyor bunu iyi biliyorum.

Tuğkan konser fotoğrafları
Tuğkan

“Boş kafayla geveze, dolu kafayla yazar olursunuz ama bu yeteneği illa yaşanmışlıklar kafesine hapsetmemek gerek.”

“Düşlerine dokundum, yokluğunda soğuk
Kalbin bende kaldıysa eğer
Aşkım sen, kırmızı” Şu sıralar hep dilimizde. Nedir bu Kırmızının hikayesi?

Kırmızı evrensel olarak aşkın, ateşin rengidir. Bu yüzden de yokluğunda soğuktur. Ayrıyeten benim kendimle gurur duyma sebebimdir bu şarkı.

Şarkılarının sözü ve müziği sana ait. Dinleyiciyi mest eden bu şarkıların ilham perisini sormadan edemeyeceğiz. Kalemi eline almana sebep olan, yaşanmışlıklar mı?

Boş kafayla geveze, dolu kafayla yazar olursunuz ama bu yeteneği illa yaşanmışlıklar kafesine hapsetmemek gerek. Kendinizi istemeden bitmek bilmeyen bir kaosa sürükleyebilirsiniz.
Bazen yaşadığım, bazen gördüğüm, bazen düşlediğim, bazen de hissettiklerimi yazıyorum.

Kendi şarkı sözlerini yazmanın avantajları var mı?

Sanatçı olabilmenin, o adı taşıyabilmenin ilk şartı zaten kendi eserini yaratabilmek. Yaratılmış eserlerin üzerinden geçenler benim gözümde taklitçi ve fırsatçıdan başka bir şey değil.
Avantajı şu;
“Biri” oluyorsunuz. Toplum sizi “biri” yapıyor. Bir yere koyuyor, değer veriyor ve merak ediyor.
Bir de kapı kapı dolaşıp indirimli beste aramıyorsunuz.

Tuğkan konser fotoğrafları
Tuğkan

Son dönemlerde listelerin başında rap şarkıcıları yer alıyor. Rap hakkındaki düşüncelerini sormak istiyoruz. Sence müzik sektörü nereye gidiyor?

Rap’ten ziyade, hip-hop kültürü diyelim ve bunu çocukluğumdan beri iyi biliyorum, takip ediyorum. 90’lar, 00 lerde izlediğimiz dinlediğimiz o amerikan gettosundan çıkma adamların protest yaşamları, sivri dilleri, hatunları, tabancaları… Bunların hepsi gerçekti. İnsanlar ölüyordu. Şakaları yoktu. Şu an burda çıkarılan şarkılar %99 hayal ürünü olduğu için ben müzikten ziyade “eğlence sektörü”ne hizmet ettiklerini düşünüyorum.

Gençlerin de etkisi büyük tabi. Bir ülkede sanatı da, sporu da, siyaseti de değiştiren tek gerçek gençler. Gençlerin talebi buysa, arzın da böyle olması kaçınılmaz. Saygı duymak gerek. O sebeple gidişat iyi veya kötü demek bana değil, talebi yaratanlara, arzın oluşmasının arka planında, aynaya bakmayanlara düşer.

“İlerde bu şiirleri bir proje altında derlemeyi düşünüyorum. Bu bir kitap olabilir…”

Sosyal medya üzerinden çıkış yakalayıp, popülarite kazanan insanlar hakkında ne düşünüyorsun? Sence yaptıkları müziğin hakkını veriyorlar mı?

Baktığınız zaman ben de o insanlardan biriyim. Youtube üzerinden bestelerimi yayınladım ve kitlelere ulaştım. Artık çağ bunu gerektiriyor. Bu fırsatı kullanmamak aptallık. Müziğin hakkını verip vermediğini söylemek yine bana düşmez. Herkes kendi çöplüğünden sorumludur sosyal medyada.

Tuğkan röportaj görselleri
Tuğkan

Sence Türkiye’de müzik özgür mü?

Özgürlükten kastınıza göre değişir. Bence özgür. Şarkılarında seksinden ve uyuşturucusundan bahsedemeyince morali bozulan tiplerden değilim. Herkes kendinde eksik olanı dışarı döker. Ben dolu dolu aşktan bahsediyorum ve bundan memnunum.

Yazdıktan sonra bestelemekten vazgeçtiğin şarkıların oluyor mu?

Evet onlar şiir olarak kalıyor. Bazen aklımdakiler kafiyelere sığmıyor. İlerde bu şiirleri bir proje altında derlemeyi düşünüyorum. Bu bir kitap olabilir…

Durgun ve umursamaz bir duruşun var. Sahne arkasında da böyle misin?

Hareketi ve sıcakkanlı günlerim de oldu.

Ardına baktığında “Evet, şu an istediğim yerdeyim” diyebiliyor musun?

Bunu dediğim an ilerisini kaybetmiş olurum. Her ne kadar soyuttan beslenen bir işim olsa da hayatın gerçekleri, sorumluluklar somut. Bir şiirle elektrikle faturası ödeyemezsiniz. İyi bir yaşam istiyorsanız hep daha ileriyi düşünmek gerekir.

Biraz klişe olacak fakat Tuğkan’ın başucu kitabını merak ediyoruz?

Çizgi romanlarım meşhurdur. Hikayeler kısa ve eğlenceli olduğundan uyku öncesi onları tercih ediyorum.

Bu sektörde yer almak isteyen ve henüz yolun başında olan gençlere tavsiyelerin nelerdir?

Geçenlerde “beste yapma dersi” diye bir ilan gördüm. Çok uyuz oldum bu ilana. Kendileri gibi olsunlar taklitçi olmasınlar yeter.
İdol almak ve taklit etmek arasında ince bir çizgi var bunu iyi idrak etmelerini tavsiye ederim.

Sıradaki projelerin neler?

2020 Eylül’de albüm çıkarmayı düşünüyorum. 2021 yılında da olabilir. Ülke ve dünyadaki gelişmelere göre hareket edeceğiz.  O tarihe kadar dahil olacağım benim için çok çok önemli iki proje daha var, sürpriz olsun…

Son olarak eklemek istediğin, 24okur okurlarına söylemek istediğin bir şey var mı?

Teşekkürü sona sakladım.
Öncelikle sağ olun var olun, ilginiz için teşekkür ederim. Böyle kültür-sanat ile uğraşan didinen gençleri gördükçe ben de bir genç olarak ülkemiz adına gurur duyuyorum. Hep birlikte büyüyeceğiz.
Kendinize iyi bakın, sanatla kalın.

Çalan değil, katan sanatla!

Rock Müziğin Koyu Sesi: Jim Morrison

Akıllara kazınan ünlü rock grubu The Doors’un lideri Jim Morrison tarihte bugün yani 3 Temmuz 1971’de hayatını kaybetti. Geçen onca yıla rağmen sanatçı, rock severler tarafından hâlâ unutulmadı.

Bir Rock Efsanesi Olarak Jim Morrison

Gerçek adı James Douglas Morrison olan ünlü rock sanatçısı Jim Morrison, 8 Aralık 1943’te Amerika’nın Florida eyaletinde dünyaya geldi.  William Blake ve Friedrich Nietzsche’ye olan hayranlığı ile bilinen Jim Morrison sürdürdüğü üniversite eğitimine kendi şiirlerini yazmak isteği ve yaşadığı uyuşturucu madde deneyimi ile ara verdi. 1965 yılında bir lokal blues grubunda keyboard çalan arkadaşı Ray Manzarek’ten etkilenen şarkıcı, Ray Manzarek ile bir grup kurmaya karar verdi ve ünlü The Doors grubunun diğer üyelerinin de katılımıyla grup resmen kurulmuş oldu. İlk zamanlarda çekingen tavırlara sahip olan Morrison, zamanla bu tabularını yıktı ve sahip olduğu yırtıcı tavırlarını ortaya koymaya başladı. Bununla beraber ünlü müzisyende gözlemlenen bir diğer şey ise; fazlasıyla hırçın ve taşkın tavırlara sahip olmasıydı çünkü bu tavırlar, grubun bazen âni polis baskınlarına maruz kalmasına sebep oluyordu. Sergilediği bu sert tavırlarındaki önemli etkenin Amerikan Deniz Kuvvetlerinde tuğgeneral olan babası olduğu rahatça belirtilebilir. Bununla beraber diğer şarkıcıların şarkılarında yer verdikleri olumlu ve güzel şeylerin aksine Morrison daha çok seks, şehvet, alkol, uyuşturucu gibi konulara yer verdi.

Grup, 1967 yılında çıkardıkları albüm ile büyük ses getirdi. 1969 yılında ise verdikleri bir konserde Morrison’un seyircileri müstehcen hareketlerle tahrik etmesi nedeni ile ünlü şarkıcı sahneden apar topar indirilip götürüldü. Süren davada sanatçının suçlu bulunması ve bunun yanında sergilediği önceki yırtıcı tavırları da grubun neredeyse dağılmasına sebep oldu. Tüm bunlara rağmen grup, 1970 yılında tekrardan toparlanıp iki yeni albüm çıkardı. Bitmek bilmeyen polis baskınları ünlü rock sanatçısının depresyona girmesine ve eşi ile beraber ülkeyi terk edip Paris’e yerleşmesine sebep oldu. Aslında bir nevi hayatının başlangıcına dönen Morrison, burada tekrardan şiirlerine devam etti ve ansızın geçirdiği kalp krizi ile 3 Temmuz 1971 yılında henüz 27 yaşında iken aramızdan ayrıldı.
Ruhu şad olsun…

Zihin Gelişiminde En Önemli Unsur: “İlgi”

Yetişkinler üst üste gelen problemler , ağır sorumluluklar , mükemmeliyetçilik gibi durumlar sebebiyle genellikle orta yaş dönemlerinde kendilerini çıkmazda hissederler. Bu dönemde kişi erişkinliğe ulaşmanın gerçekliği ile (!) karşı karşıya kalır. Öncelerde kendine vakit ayıran , kendine bakan , sevdiği iş ve durumlara öncelik veren birey gider , yerine kendini düşünmenin dışında her şeyi / herkesi düşünen , sürekli bir şeylere yetişmeye çalışan ve bu esnada kendine bir o kadar geç kalan bir birey gelir. Bu durumun kişilerde devam etmesi ise zamanla depresyon, mutsuzluk, umutsuzluk veya huzursuzluk gibi negatif süreçlerin yaşanmasına sebep olur.

Peki nedir yetişkin bir bireyi bu hale getiren?  Onlarca yıllık tecrübeye rağmen neden birey bir türlü gerçek mutluluğu yakalayamaz?

Çocukluğunuzu ya da gençliğinizi düşünün, aklınıza gelenler neler? Sahip olduğunuz kıyafet, oyuncak, cebinizdeki para miktarı, derslerdeki başarınız  mı, yoksa o devamlı olarak ilgisini arzuladığınız ailenizin sizde bıraktığı duygular mı ? Hepimiz çocuk  olduk ve hepimiz o dönemlere ait bir şeyler elbet hatırlıyoruz. Hepimiz o dönemlerde ailemizden bize destek olmalarını , bizimle vakit geçirmelerini , bize sevgi göstermelerini ve bizi biz olarak kabul etmelerini istedik, nitekim belki de hala istiyoruz. Fakat çoğumuzun ebeveynleri bizi doya doya öpüp, “canım evladım” diyemeden ya da bizi karşısına alıp uzun soluklu keyifli sohbetler yapamadan , zamanlı zamansız bu dünyadan göçüp gitti. O zamanlar bunların farkında değildik belki , çocuk iç güdüsüyle günübirlik yaşıyorduk. Ancak şimdi yetişkinlik dönemi içinde sorunlarla debelenirken hep bir yanımızı eksik hissediyoruz. Neden mi ? Çoğumuz bu eksikliğin farkındayken çoğumuz yüzleşmemek adına kendine dürüst davranmıyor. Ancak dürüst olmakta fayda var. Çünkü hiçbir şey için geç değil.

Şimdi kendimize gelmenin, kendi evlatlarımızda da bu eksikliği bırakmamak için çalışmanın tam zamanı. Çocukları bir kalıba sokmamak, onları oldukları gibi kabullenmek, duygusal anları ertelememek için ihtiyacımız olan en temel duygu “SEVGİ”. Çoğumuz ‘O benim evladım neden sevmeyeyim?’ diyoruz, buna eminim. Peki ya çocuklarımız neden böyle düşünmüyor? Kimi zaman ağızlarından ‘Sen beni sevmiyorsun!’ sitemleri neden dökülüyor? Ya da bizler anne babalarımızın bize olan sevgisinden eminken, neden bu duyguyu tam anlamıyla hissedemiyoruz? İşte burada sevgiyi en iyi ifade etme yollarından biri devreye giriyor “İLGİ”. Peki ilgi neden bu kadar önemli?

ÇOCUKLARDA BEYİN GELİŞİMİ İLE İLGİLİ YAPILAN ARAŞTIRMALARIN SONUÇLARI ŞAŞIRTICI

İlginin insan beyni gelişimi üzerindeki etkileri, Amerika’nın Teksas eyaletinde Prof. Dr. Bruce Perry tarafından incelenmiş ve sonuçlar herkesi oldukça şaşırtmıştır. Araştırmalar sırasında 670 çocuk üzerinde çalışmalar yapılıyor ve bu süre boyunca çeşitli MR görüntüleri alınıyor. Ve sonucunda ilgi gören çocukların beyninin normal gelişiminin aksine daha büyük ve kıvrımlı olduğu, ihmale uğrayan ve ilgisiz kalan çocukların beyinlerinin ise normalden çok daha ufak olduğu gözler önüne seriliyor.

Elimizde bulunan veriler bu denli ciddiyete sahipken sevgimizi ya da ilgimizi göstermenin tam zamanı değil mi sizce de? Nasıl mı yapacağız ?

  • Kendinizi ve çocuğunuzu kalıplara sokmayın :  Yaş ilerledikçe insan duygularını ya da davranışlarını sergilerken önceliğine genellikle “çevre”sini koyuyor. Herhangi bir konuda karar aşamasındayken karşımızdaki seçenekleri iç güdülerimize ya da isteklerimize göre değil de, karşımızdakilerin düşüncelerine göre belirliyor ve maalesef çocuklarımızın da yaşantısını bu sınırlara hapsediyoruz. Çocuklar acemi beyni ile hareket ettikleri için hiçbir şeyi filtrelemeden son derece objektif seçimler yapar. Bu nedenle onların konuşmaları, hareketleri ya da seçimleri tamamen içgüdüseldir. Bir rengi seçerken o rengin altında yatan anlamları, bir davranışı sergilerden etraftakilerin ne diyeceğini ya da bir konu konuşurken onun mantıklı-saçma olup olmadığını düşünmezler. Çünkü tüm bu filtreler yaş ilerledikçe deneyimlerle elde edilir ve kişi toplumun dayattığı bu unsurlar sayesinde bir kalıba sıkışıp kalır. Bizler bugün onlara neyi öğretir ve nasıl davranırsak bundan yıllar sonra aynı davranışları bize karşı sergileyecekler, bunu asla unutmamak gerekiyor. Eğer biz, onlar fikirlerini ifade ederken onları filtrelerimizden dolayı ‘saçma’ bulursak onlar da ileride bize ‘saçmalama!’ diyecek. Bizler onların tercihlerini beğenmez ve yargılarsak onlar ileride bizim fikirlerimize ‘ne alakası var?’ diyecek. Bizler onları şu an çocukluklarını yaşayacakları anda ‘ yeter artık sus’lar ile büyütürsek onlar da bize ileride ‘sus artık!’larla cevap verecek. Şu an ne davranış sergilersek onlar da ileride bize karşı öğrendiği, gözlemlediği gibi davranacak. Şimdi sizde kendinizde belki de ailenizin öğrettiği bu tür sınırlardan kurtulmak için çocuğunuza odaklanın. Çünkü asıl önemli olan çevrenizin ne diyeceği değil, çocuklarınızın sizleri nasıl bireyler olarak gördüğü .
  • Çocuklarınızı dinleyin ve onlarında iyi bir dinleyici olmasını sağlayın : Dinlenmek ve anlaşılmak şu an çağımızın en büyük ihtiyacı. Çünkü kimse birbirini gerçekten, tam anlamıyla, hakkını vererek dinlemiyor. Hatta çocuklarımız bile çoğu zaman bizlere ‘beni anlamıyorsun’ siteminde bulunuyor. Veya biz, başkalarına ‘beni yanlış anladın’, ‘beni hiç anlamıyorsun’ gibi kalıp cümleler kuruyoruz. Peki nedir bunun sebebi? Bizler gerçekten çocuklarımız ya da bir başkası karşımızda bir şeyler anlatırken onu anlamak için dinliyor muyuz, yoksa sıra biran önce bize geçse de içimizden geçenleri döksek diye mi bekliyoruz? Bu iki davranış arasında inanın farklar saymakla bitmez. Etkin bir dinleyici olabilmek iletişim problemlerini en aza indirir. Dinleme yaparken basit empati uygulamalarının dışına çıkın. Kendinizi karşınızdaki bireyin yerine koyun: onun gibi nefes alıp verin, onu dinlerken iki kaşının ortasına bakın, onun gibi oturun, onun gibi hissetmeye çalışın ve konuşma esnasında karşınızdaki çocuğunuz dahi olsa aynı göz hizasına gelin. Bu uygulamalar karşınızdaki kişinin ve sizin bilinçaltınıza aktif dinleme mesajı gönderecek ve iletişiminiz hiç olmadığı kadar verimli hale gelecektir. Yeter ki sıra bana gelsin algısından vazgeçelim ve gerçekten dinleyelim.
  • Verimli zaman geçirmek : çocuklar yaratılış itibariyle ebeveynleri ile zaman geçirmekten hoşlanırlar. Bu vakit geçirme biçimi kişiden kişiye değişebilirken çoğunlukla etkili bir iletişime dayanır. Çocuklar anne ve babalarının onunla birlikte çocuk olduğu zamanları görmekten son derece keyif alırlar. Çocuklarımız ile vakit geçirmek ya da onların vakit geçirmesini sağlamak oyuncaklar, oyunlar aracılığıyla olabileceği gibi aynı zamanda yalnızca bununla da sınırlı değildir. Çocuklar bir birey olduğunu hissettikleri 7-13 yaş arasında konuşmak, fikirlerini ifade etmek istedikleri için bir içecek eşliğinde baş başa karşılıklı yapılacak sakin konuşmalarda çocukları rahatlatacak zaman geçirme unsurlarındandır. Bu çocuğa hem özel olduğunu hemde sizin ona zaman ayırdığınızın somut bir ispatıdır. Eğer bir çocuk ebeveyninin ona zaman ayırmadığını düşünüyorsa ne yapar? Sürekli sizden ona bir şeyler almanızı ister; bu bir yerde çocuğunuzun kendini maddi olarak önceliğe koyulduğunu hissetme şeklidir. Ödevlerini tek başına yapmaz ve sizi yanında ister; eğer yalnızca çocuğunuz ile ödev, ders konularında uzun konuşmalar yapıyor, onunla sadece ödev yaparken bir masa etrafında oturuyor, yalnızca sınav zamanları işbirliği içinde oluyor ve onu sadece okul-ders konusunda ödüllendiriyorsanız çocuğunuz sizinle vakit geçirebilme aracı olarak okulu belirler ve daima sorumluluklarını sizinle beraber yürütmeye başlar. Sizinle uyumak ister; çocukların en kolay bahane sunarak (karanlık korkusu) ebeveynlerinden ilgi alma yöntemidir. İlginin dağıldığını ya da bölündüğünü hisseden çocuklar geceleri anne -babasını yanında ister ve gece boyu uzunca bir süre kendini onunla vakit geçirmiş sayar.
  • Kararlara saygı duyun: Karar vermek insan beynini en fazla yoran ve bir o kadarda beyni aktifleştiren bir eylemdir. Temelinde zaten zor olan bu eylem, 21.yy ’da şartların gelişmesi ve her konuda seçeneklerin fazlalaşmasıyla çok daha zor bir hal almış, bireyler artık kendi başlarına ne yiyecekleri, ne içecekleri, ne giyeceklerine bile karar veremez bir hal almıştır. Bizler bir tişört seçerken bile bunu 3-4 dakikadan az bir sürede yapıyor ya da menüde ne yiyeceğimizi 3-4 dakikadan erken seçemiyoruz. Neden? Çünkü bir tişört seçerken bile pek çok kritere takılıyoruz ve bu kriterleri da yaşadıkça- tecrübelendikçe ediniyoruz. Biz yetişkinlerde durum buyken, çocuklar neyi istediğine ya da ne yapacağına bir anda karar verir. Örneğin iki tişört sunduğunuzda hemen hangisini giyeceğini söyler ve ardından hiç düşünmeden alır giyer. Çünkü onlar için beğenilme, kabul görme, üstün olma, estetik görünüm, uygunluk gibi kıstaslar yoktur, bu sayede kısacık bir zamanda seçim yaparlar. Seçimleri ya da davranışları kimi zaman bizlere saçma gelebilir. Ki bizlerde onlara bu davranışları gördüğümüzde ‘üstündeki hiç olmuş mu ?’ ‘yatak öyle mi toplanır?’ ‘o öyle mi yazılır?’ gibi kendi değer yargılarımızı içeren eleştirilerde bulunuruz. Bu söylem sonucunda kimi zaman kavga eder kimi zamanda koşulsuz bir itaat bekleriz. Oysa bu tip eleştiriler çocukların karar mekanizmalarının gelişmesini engeller. Ve ileride bize bağlı, kendi başına karar veremeyen bireyler yetiştirmiş oluruz. Karar vermek bu yüzyılda bu kadar önemliyken çocukların verdiği kararları yargılamadan dinlememiz ve uygulayışını izlememiz gerekiyor. Evet belki çocuğunuz hatalı bir seçim yapacak. Zaten en önemli nokta da burada devreye giriyor. Çünkü hayatta kararsız kalmadan doğru seçimler yapabilen bireyler, bolca tecrübe yaşamış ve sonucunda kendi doğrusunu bulmuş kişiler arasından çıkıyor. Tıpkı  bizlerin yaşadığımız deneyimler ışığında çocuklarımızın kararlarını doğru-yanlış bulabildiğimiz gibi. Bu nedenle çocuğumuzun aldığı kararları değiştirmek için üstlerinde otorite olmamalıyız. Ancak onlara karar vermeleri için seçenek sunarken de tamamen özgür bırakmamalıyız. Seçenekleri çeşitlendirerek biz sunmalı ve onların sunduğumuz seçeneklerde özgür olmasına izin vermeliyiz. Seçeneklerden en kötüsünü, en mantıksızını seçse bile inanın bir gün bu seçimi sayesinde çok daha doğru kararlar vermeyi öğrenecektir.

 Tüm bu maddeler gündelik hayatta aslında hepimizin uyguladığı, uygulamaya çalıştığı süreçler. Önemsiz gibi görünseler de yıllar geçtikçe çocukların bilinçaltına, karakterine kodlanan bu süreçler aslında çocukken ailelerimiz tarafından bizlere sunulan ve şu anda bir yerlerde canımızı acıtan yaşanmışlıklardan farksız. Bu nedenle en önemlisi çocuklarımızın şimdi geçireceği süreçlerin geleceğin yetişkinlerini belirleyecek olması. Bizler onlara ne kadar verimli, dürüst ,naif ve sevgi dolu rol modeller olabilirsek onlar hayatı o kadar rahat anlayacak ve anlamlandıracak.

Atom Bombası Ülkemize Atılsaydı Ne Olurdu?

6 Ağustos tarihin en ölümcül saldırılarından birisinin yapıldığı karanlık bir gündür. Japonya’nın doğal kaynaklarını kullanmak istediği İngilizlere ait Malay yarımadası ve Hollanda’ya ait Güney Endonezya bölgesine yayılmasını kolaylaştırmak üzere ABD’nin Pasifik Okyanusu’ndaki donanmasını etkisiz bırakmak amacıyla 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor (İnci Limanı) kamikaze ve bombalı saldırısını gerçekleştirmesi, cehennemi başlatacak olay oldu. Bunu fırsat bilen ve elindeki yeni teknolojiyi kullanmakta sabırsızlık duyan ABD, aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nda kendisini tehdit edebilecek ülkelere de gözdağı vermek umuduyla Japonya’nın Hiroşima kentine 6 Ağustos 1945’te bir misilleme saldırısında bulundu. Ancak saldırıda kullanılan atom bombası, onu üretenler ve kullananlar tarafından beklendik; Dünya’nın geri kalanı tarafından ise akıl almaz bir yıkım yarattı.


Bombanın düştüğü andan itibaren 3.5 kilometrelik çaptaki her canlı, 34500 Pascal ve üzerinde basınca maruz kalarak hayatını anında yitirdi. Sonrasındaysa patlama, 6000 santigrat dereceyi aşan sıcaklıktaki ateş ve 1.3 kilometrelik yarıçapta hızlı ölümlere neden olacak miktardaki radyasyon yüz binlercesinin daha canına kıydı.


Peki bu akıl almaz saldırı, sizin kentinizde yaşansaydı neler olurdu? Bunu anlamak önemli, çünkü günümüzde var olan atom bombaları, Hiroşima’ya atılandan yüzlerce ve binlerce kat daha güçlü. Nükleer bir savaşın bize neler getireceğini görmek için, Hiroşima’da yaşananları sadece kitaplardan, filmlerden ve benzeri araçlardan görmek yetmez. Ne kadar büyük bir alanın anında haritadan silinebileceğini idrak etmek de gerekir.

  • Görsellerdeki yeşil alan, radyasyondan direkt 500 rem düzeyinde etkilenen alanı gösteriyor. Bu alandaki insanların %50-90 arası tıbbi müdahale olmazsa birkaç saat ila birkaç hafta içinde ölecekler.
  • Yeşil halkanın hemen etrafını saran koyu gri alan, 34.5 kPa basıncın hissedileceği alanı gösteriyor. Buradaki binaların çoğu yıkılacak, herkes öyle veya böyle yaralanacak, birçoğu ise basınç nedeniyle ölecek. Bu, “ortalama” hasarın alınacağı alanı görmekte kullanılıyor.
  • Gri halkanın etrafını saran sarı halka, nükleer bombadan yayılan alev topunun etkileyeceği alanı gösteriyor. Bunun etkisi, patlamanın yüksekliğine göre değişiyor.
  • En dıştaki silik gri halka ise yaklaşık 7 kPa basınçtan etkilenecek olan bölgeyi gösteriyor. Buralarda camlar kırılacak, yaralanmalar görülecek.
  • Tabii burada dikkate alınması gereken birçok faktör var. Örneğin Little Boy ismi verilen ve Hiroşima’ya atılan bomba sadece 15 kiloton enerjiye sahipti. ABD tarafından üretilen en büyük atom bombalarından biri olan W-53, 9000 kiloton enerjiye sahip! Bugüne kadar üretilen en güçlü atom bombası olan Tsar Bombası ise 50.000 ila 100.000 kiloton enerjiye sahip! Görsellerden bu bombalarında İstanbul’a atılması durumundaki etki alanları gösterilmişti.
  • Görebileceğiniz gibi bombanın enerjisi arttıkça, etki alanı da dikkate değer miktarda artıyor.
  • Sadece bu da değil! Bunlar, doğrudan bombanın patlaması nedeniyle yaşanan fiziksel yıkımı gösteriyor. Bir de, rüzgarın yönü ve şiddetine bağlı olarak yayılması beklenen nükleer serpinti var. Bu, bombadan saçılan radyoaktif materyalin zaman içinde yayılması beklenen etkisidir. Bunu da Türkiye haritasında, Tsar Bombası için, 300 derece yönünde saatte 24 kilometrelik bir hızla esen rüzgar ile model lenmiştir.

Okullara İkili Eğitim Geliyor !

Bakan Selçuk açıklama yaptı : 2020-2021 eğitim-öğretim yılında okullarda ikili eğitime geçilecek !

Bakan Selçuk 2020-2021 eğitim öğretim yılı ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Geçtiğimiz aylarda Koronavirüs tedbirleri kapsamında yüz yüze eğitime ara verilerek ,online eğitime geçilmişti. MEB tarafından yürürlüğe koyulan online eğitimler 19 Haziran’da sona erdi ve gözler yeni eğitim öğretim yılında alınacak tedbirlere çevrildi.

Tam gün eğitim veren okullar ikili eğitime geçebilir !

Bakan Selçuk yeni dönem tedbirleri hakkında 24TV’de önemli açıklamalar yaptı. Yeni dönemde alınacak tedbirler ile ilgili olarak tam gün ve yarım gün eğitim veren kurumlara dikkat çekti. Selçuk yeni eğitim-öğretim yılı ile ilgili “Tam gün eğitim veren okullarımız duruma göre ikili eğitime geçebilir.” ifadesini kullandı.

İkili öğretim nedir ? Nasıl uygulanacak ?

Bakan Selçuk “Her durum için senaryomuz hazır. Liselerin %1’inde, ilkokul ve ortaokulların %12’sinde ikili öğretim uygulanıyor. Çok büyük bir kısmında ikili öğretim yok. Tam gün eğitim yapan okullar duruma göre ikili sisteme geçebilir. Sabahçılar – öğlenciler olur. Sınıfın yarısı sabah , yarısı öğle gelebilir. Ama bu böyle olacak anlamına gelmiyor.” açıklamalarında bulundu.

Okullar ne zaman açılacak ?

Covid-19 için alınan tedbirler kapsamında yüz yüze eğitime ara verilerek online eğitime geçilmişti. Yeniden yüz yüze eğitime geçiş tarihi öğrenci ve veliler için merak konusu olmuştu. Bunun üzerine Ziya Selçuk 31 Ağustos’ta okulların zorunlu eğitime başlayacağını duyurdu. Özel okulların açılış tarihi 31 Ağustos’tan önce olmak koşuluyla kurumların kararına bırakıldı.

Tanrı’nın Çıplak Hediyesi: Lady Godiva

Lady Godiva 17 yaşındayken kendisinden bir hayli büyük Mercia Kontu Leofric ile evlenir. Evliliğin ilk zamanları iyi giderken Kontun, Coventry halkından istediği yüklü vergiler sebebiyle çiftin arası açılır. Halk 11. yüzyılda İngiltere Coventry’de uygulanan ağır vergilerden isyan halindedir. Vergileri arttıran Lord Leofric’in eşi Lady Godiva halktan yana tutum alır ve eşini vergileri indirmesi yönünde ikna etmeye çalışır ancak bir sonuç elde edemez ve ikna etmeyi başaramaz.

Kont eşinin bu konuşmalarından sıkılmaya başlar ve eşine asla kabul edemeyeceğini düşündüğü bir teklif yapar. Lady Godiva’nın at sırtında, kızıl saçlarına sarınarak, Coventry sokaklarını boydan boya geçmesi şartıyla vergi yükünü azaltacağını söyler. Lady Godiva’nın buna cesaret edemeyeceğine inanan Lord, eşinin baskılarından bu şekilde kurtulacağını düşünür. “Çırılçıplak yürü de Tanrı’nın hediyesini herkese göster” diyen Kont’un böyle bir teklifi karısının dindar ve muhafazakâr olup kabul etmeyeceğini düşündüğü için söylediği düşünülür.

Kont’un düşüncesinin aksine Godiva bu teklifi kabul eder ve tüm insanlığı şaşırtacak o kaideyi yerine getirir.

Atının üzerinde vakur ve kendinden emin olarak geçişini yapar. Bu durumu öğrenen halk, dükkanlarının kepenklerini indirip evlerine girer. Lady’nin onuruna kimse sokağa adımını atmaz, hiçbir pencerenin perdesi aralanmaz. Lady’nin bu cesur davranışı karşısında, ona duydukları derin saygıyı sokakları boş bırakarak gösterirler.

Atın üstünde upuzun kızıl saçlarını salarak bütün şehri dolaşır. Ancak içlerinden biri (Terzi Tom) merakına yenik düşüp kepenginin aralığından Godiva’ya bakar ve kör olur. Son göreceği güzelliğin Lady Godiva olacağını bile bile kör olmaya razı gelir. İngilizlerin “Peeping Tom” (Röntgenci Tom) deyimi de böyle ortaya çıkmış olur. Lady Godiva kocasına karşı direnişte galip gelir Kont ise sözünde durup vergileri kaldırır.

Lady Godiva 11. yüzyıl İngiltere’sinde bir efsaneye dönüşmüştür. Cesareti, kararlılığı, saflığı, tutkusu ve güzelliği pek çok ressama, şaire, heykeltıraşa hatta Freud’a bile ilham kaynağı olmuştur.

Günümüzde “Femen“ adlı bir grup Lady Godiva’dan ilham alarak dünyanın dört bir yanında soyunarak direnmeye devam etmekte.

Twitter’da BLACKPINK Rüzgarları Esiyor

Twitter’da BLACKPINK rüzgarları esiyor, 19 milyon tweet atıldı

2,2 Milyon Kişi, BLACKPINK ile #TwitterBlueroom’a giriş yaparak yeni izlenme rekoru kırdı

K-pop kültürü Twitter’da her daim gündemde olmayı sürdürüyor. Twitter hesabını açan BLACKPINK, #TwitterBlueroom Live Q&A aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki fanlarıyla iletişim kurdu ve Twitter’da dünya çapındaki trendlerde birinci oldu. Fanlar, Twitter’daki resmi hesabın açılışını izleyen 7 gün içinde toplam 19,1 milyon tweet paylaştı.

30 Haziran’da Twitter üzerinde dünyaca ünlü Koreli K-Pop BLACKPINK (@BLACKPINK) ile gerçekleştirilen #TwitterBlueroom Canlı Soru&Cevap oturumu, toplam 2.2 milyon izleyiciye ulaştı ve canlı yayın sırasında Twitter’ın dünya trendlerinde 1 numaraya ulaştı.

Yakın zamanda ‘How You Like That’ adlı yeni albümünü çıkaran BLACKPINK, 26 Haziran’da @BLACKPINK adlı resmi Twitter hesabını açtı ve 711.000 Beğeni ve 276.000 Retweet’e ulaşan ilk tweetini yayınladı.

#TwitterBlueroom’daki oturum fanların ve BLACKPINK üyelerinin iletişim kurmasına imkan verdi. Oturum günü, BLACKPINK, fanlarının beklentilerini artırmak için “Yakında Görüşürüz @BLACKPINK” şeklinde bir Sesli Tweet gönderdi. Canlı oturum sırasında BLACKPINK üyeleri, yeni şarkıları ve müzik videolarının sahne arkası detayları hakkında konuştu ve hayranların Twitter’daki sorularını cevapladı.

BLACKPINK ayrıca, BLACKPINK’in geri dönüşünü kutlamak için tasarlanan özel emojileri tanıttı. BLACKPINK üyeleri tarafından çizilen resimlerle oluşturulan bu emojilerde, hayranlar her BLACKPINK üyesinin Korece veya İngilizce adları için hashtag kullandığında otomatik olarak etkinleştiriliyor : #JENNIE, #제니, #JISOO, #지수, #LISA, #리사, #ROSÉ #로제.

#TwitterBlueroom canlı oturumunun bir parçası olarak BLACKPINK, BLACKPINK hayranları Blinks’e hediye olarak vermek için albüm kapakları da yaptı. BLACKPINK üyeleri albüm kapaklarını kendi kişiliklerini ekleyerek çeşitli çıkartmalarla süsledi. Bu albümler Twitter üzerinden soru gönderen hayranlara çizim yoluyla ödül olarak verilecek

BLACKPINK, Twitter’in yeni özelliğini de denedi

#TwitterBlueroom canlı oturumunun olduğu günde BLACKPINK ayrıca Twitter’ın yeni ‘Fleets’ özelliğini de denedi. “Fleets”, içeriğin yayınlandıktan 24 saat sonra otomatik olarak kaybolduğu bir Twitter özelliği. Beğeniler, Retweet’ler ve yorumların sayısı Fleet’te görünmüyor, bu da bu özelliği düşünceleri paylaşmak için mükemmel bir yer haline getiriyor.

Twitter Global K-Pop & K-Contents Ortaklıkları Başkanı Kim Yeon Jeong, “Dünyanın dört bir yanındaki K-Pop hayranları, Twitter tarafından sağlanan özelleştirilmiş içerikle K-Pop ile ilgili gerçek zamanlı sohbetlere katılabilirler. Hayranların, K-Pop sahnesindeki çeşitli şekillerde ve #TwitterBlueroom gibi farklı içeriklerle gerçek zamanlı olarak gerçekleşen olayların parçası olmalarını sağlamak için BLACKPINK gibi küresel K-Pop sanatçılarını desteklemeye devam edeceğiz” dedi.

Canlı Soru & Cevap Tweet Linki : https://twitter.com/BLACKPINK/status/1277799491609849858

Yeni Normalde Sanat

yeni normalde sanat
netflıx

Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını hayatımızda zorunlu değişiklikler yapmamıza neden oldu. Bu dönemle birlikte bireyselleşen hayatımız, dijitalle bağımızı arttırdı. Pandemi ve dijitalin en çok etkilediği alanlardan birisi de hiç kuşkusuz Sanat oldu. Sinema, tiyatro ve konserler ertelenmek zorunda kaldı.

Güçlü ekonomilerin sarsıldığı bu dönemde sanat camiası da zor günler geçiriyor. Salonların kapanması, gösterim sırası bekleyen film ve oyunların maliyetlerini karşılayamaması ekonomik yönden yapımcıları ve sanatçıları etkiledi.

Pandemi döneminde özellikle sinema için dijital mecraların önem kazandığını söyleyebiliriz. Netflıx’in abone sayısındaki önemli artış ve diğer platformların geleceğe dair attıkları önemli adımlar sinemanın geleceğine dair meraklarımızı arttırmakta. Pandemi sürecinde Blutv- Başka Sinema işbirliği gelecek hakkında bizlere ipucu olabilir. Dijital izlenimin bizlere sağladığı zamansal ve mekansal özgürlük sinema salonlarının geleceğini tehdit etmekte. 1 Temmuz’da tekrar faaliyetlerine başlayan sinema salonları, yarı kapasite ile hizmet verebilecek. Bu da ister istemez ekonomik kayba neden olacaktır. Yeni normalde sinema salonları eski hareketliliğini arayacak gibi.
Fakat açık hava sinemaları veya arabalı sinemalar, sinema salonlarının ve yapımcıların kayıplarına bir nebzede olsa merhem olabilir.

Tiyatro salonları da 1 Temmuz itibariyle faaliyetlerine başladı. Sinema salonları gibi, tiyatro salonları da yarı kapasite ile hizmet verebilecek. Ve bu da ekonomik kayba neden olacaktır.Sürekli olarak ekonomik sıkıntılardan bahseden tiyatro camiası bu dönemi nasıl atlatacak hep birlikte göreceğiz.

Müzik camiası ise pandemi sürecini evlerinden yaptıkları dijital konserlerle biraz aktif geçirdi. Yeni normalde ise arabalı konserler başladı bile. Önümüzün yaz olması açık hava konserleri ve arabalı konserler için büyük bir avantaj.

Pandemi sürecinde internet üzerinden ziyaret ederek gezdiğimiz müzeler ve sanat galerileri de bir süre daha internet üzerinden hizmet vermeye devam edecek. Gerçi müze ve sanat galerisi gezen kaç kişi var ki… Bu durum onları çok fazla olumsuz etkilemeyecektir.

Şunu bilmeliyiz ki uzun bir süre eskisi gibi olamayız. Sosyal mesafe ve maskelerimiz ile evlerimizden, dijital platformlardan sanat ihtiyacımızı karşılayacağız gibi duruyor. Sanat camiası da bu yeni düzene ayak uydurmalı eğer ki ayakta durmak istiyorlarsa.

İyi Ki Doğdun “Yalnız” Adam: Franz Kafka

Franz Kafka 137 yıl önce bugün, yani 3 Temmuz 1883’te Prag’da dünyaya gelmiştir. Hayatının hemen hemen her dönemini ne yazık ki “yalnız” olarak geçirmiştir.

Franz Kafka üniversite eğitimini hukuk üzerine tamamlamıştır. Yaklaşık bir yıl bir sigorta şirketinde çalışmış, fakat sigorta şirketinin çalışma saatleri 08.00-18.00 arasında olduğu için Kafka yazı yazmaya vakit bulamamış ve bu durum onu epey mutsuz etmiştir. Bu yüzden bu işten ayrılıp “İş Kazası Sigortacılığı Enstitüsüne” katılmış ve burada yazmaya daha fazla vaktinin olduğu kanısına varmıştır. Yani aslında bir yandan çalışıp bir yandan da bizleri o güzel eserlerinden mahrum bırakmamıştır.

Kafka bildiğiniz gibi hiç evlenmedi. Belkide bunun nedeni insanların onu zihinsel ve fiziksel olarak itici bulacağı düşüncesine kapılmasıdır. Fakat evlenmemesine rağmen çocuklara çok fazla değer vermiştir. Hukuk fakültesinde tanıştığı yakın arkadaşı olan Max Brod ise onun hakkında çok güzel düşüncelere sahiptir. Brod, Kafka’nın tanıştığı en eğlenceli insanlardan olduğunu düşünmüştür. Kafka ona göre tutkulu bir okurdu. Konuşması ona bir müzik gibi gelirdi. Kafka’nın ona göre en ayırt edici iki özelliği vardı. Bunlar: “mutlak doğruluk” ve “kesin dürüstlük”tü.

Yukarıda “yalnız” adam olarak nitelendirmiştik Kafka’yı. Babası ile aralarının da çok iyi olduğu söylenemez. Belki de en büyük yalnızlığı buydu. Ona gözünde babası, yalnızca toplumun takdirini kazanmaya çalışan “kötülüklerle dolu dış dünyanın içerideki temsilcisi” olmuştur. Şu sözü belkide içinde bulunduğu durumu bizlere çok net bir şekilde hissettiriyor:

Dünyadan kaçmak istiyordum. Çünkü babam bırakmıyordu beni orada, kendi dünyasında yaşayayım istiyordu. İşte o günden sonra ben de bu başka dünyanın yurttaşı oldum.

Kafka varlıklı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen hiçbir zaman varlıklı bir şekilde yaşamamıştır. O zenginliğin düpedüz bir şey olduğunu, insana doyum sağlamadığını ve maddeye dönüşmüş bir güvensizlik olduğunu düşünür.

Kafka yazmanın yanı sıra geç de olsa sporla da ilgilenmiştir. Zamanla iyi bir binici, yüzücü ve kürekçi olmuştur. Hafta sonları arkadaşlarıyla beraber uzun yürüyüşler de yapmıştır.

Ne yazık ki bizlere güzel eserler bırakan insanlarda bir gün bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Kafka, larinjeal tüberküloza yakalanmış, durumu da gün geçtikçe kötüleşmeye başlamıştır. Artık bu hastalığa daha fazla dayanamayarak 3 Haziran 1924 yılında hayata gözlerini yummuştur.

İyi ki doğdun güzel adam. Senin artık kocaman bir ailen var.

Okumak isteyenler için Franz Kafka’nın kitaplarından öneriler de bırakıyorum buraya.

Dönüşüm

Milena’ya Mektuplar

Babaya Mektup

Şato

Kemal Sunal’ın 20. Ölüm Yıl Dönümü

kemal sunal

Bugün usta sanatçı Kemal Sunal’ın ölüm yıl dönümü. 3 Temmuz 2000’de aramızdan ayrılan büyük usta, ölümünün 20. yıl dönümünde hala milyonların kalbinde, bıraktığı yerde.

Kemal Sunal’ın Hayatı

10 Kasım 1944’te İstanbul’da dünyaya gelen Kemal Sunal, ailesinin ilk çocuğudur. İlk öğrenimini Mimar Sinan İlkokulu’nda bitiren Kemal Sunal, liseyi ise Vefa Lisesi’nde okudu.. Fakat lise eğitimini 11 yılda tamamlayabidi.



Usta oyuncu sanat hayatına tiyatro sahnesinde başlar. Lise yıllarında oynadığı bir oyundan sonra Akşam Gazetesi tarafından verilen “En İyi Karakter Oyuncusu Ödülünü” kazanır. Lise tiyatrosunda aldığı rollerden sonra öğretmenlerinin de baskısı ve desteği ile profesyonel tiyatroculuğa adım atar. Kenter Tiyatrosunda rol almaya başlayan Kemal Sunal, orada da kendini parlatıp öne çıkarmayı başarır. Dönemin önemli yönetmenlerinden Ertem Eğilmez’in Kemal Sunal’ı fark etmesi belki de Türk Sinemasının kaderini değiştirir.

kemal sunal

Kemal Sunal 1968’de Marmara Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünü kazanır. Fakat tiyatro turnelerinin yoğunluğundan dolayı okulu ikinci yılında bırakmak zorunda kalır. Kader o ki Kemal Sunal 1992 yılında çıkan “Öğrenci Affı” ile üniversite hayatına devam eder. Kemal Sunal, 27 yıl sonra 1995’de mezun olur.

kemal sunal ölüm yıl dönümü

Kemal Sunal “Tatlı Dillim” filmi ile 1972 yılında sinemaya adım atar. “Güzel Gülen Adam” o günden beri hayatımıza neşe katmaya devam ediyor.
O günden beri; İnek Şaban, Kapıcı Seyit, Çöpçü Abdi, Kibar Feyzo, Şabanoğlu Şaban, Salo, Zübükzade, Tosun Paşa, Şaban Ballıses gibi nice karakterlere can veren Kemal Sunal, milyonların gönlünde taht kurmayı başardı. Onunla güldük, onunla ağladık ve onunla sorguladık.
Zamana meydan okuyan karakterleri ile Kemal Sunal bizim dünümüz, bugünümüz ve yarınımız. Ölüm yıl dönümünde usta oyuncuyu sevgi ve rahmetle anıyoruz.




Kimsenin Bilmediği

Ölüm talep etmekle gelir mi?
Yahut sıram öne gelir mi?
Ya da Azrail beni öne alabilir mi?
Ya da ben kendimi öne alabilir miyim?

Ölüm gel ama erkenden
Seher vakti mesela
Ya da akşam serinliğinde

Çukur kazsam mesela
Kefenim hazırsa
Beni de geçerken alır mısın Azrail?
Uzaklara hani kimsenin bilmediği

Ama tek temenni hissetmesem
Kafesim acıtmasa içindeki kuşu
Güzel bir uykuya dalar gibi
Hani rüyada güler gibi

Sessizliğe götür beni
Sulha götür
Birazcık da karanlık olsun
Altımdan ırmaklar geçsin
Hani balta girmemiş orman gibi.
Kuşlar tavaf etsin,
Gök kubbeyi delen minarelerde.

Ölüm gel ama erkenden
Seher vakti mesela
Ya da akşam serinliğinde.

Unutmanın Sınırında “Kaygı”

Ceylan Özgün Özçelik’in prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan ve SXSW’dan  Gamechanger Ödülü ile dönen ilk uzun metrajlı filmi Kaygı, 2 Temmuz anısına 24 saatliğine izlemeye açıldı.
Peki Kaygı’da neye değiniliyor, izleyiciye verilmek istenen mesaj ne?

Başrolde yer alan Hasret’in (Algı Eke)  hafızasından yola çıkarak toplumsal hafızaya uzanan ve unutmak fiili üzerine çekilen psikolojik bir film olan Kaygı; unutmanın sınırı ve gerçekleşen katliamların unutulmasının mümkün olup olmadığına eğiliyor. Sivas Katliamı’nı baz alarak hızlıca bir şekilde belleklerimizden göçüp giden toplumsal olaylara ve bunlara sahip çıkmamızın gerekliliği üzerine eğilen film bugünün anısına 24 saatliğine erişime açıldı.

Görüntü yönetmenliğini koltuğunda Radek Ładczuk’un oturduğu filmin müzikleri Ekin Fil’e ait ve Algı Eke, Özgür Çevik, Selen Uçer, Kadir Çermik gibi isimlerin yer aldığı filmin senaryosu da yine aynı şekilde yönetmene ait.

Bazıları ve Biz

Bazıları her fırsatta hayatın güzelliğini vurgularken ;
Biz hayatın acımasızlığına tepki gösterdik her zaman.
Annesinin elini tutarak yürüyen çocuğa,
Terazisi önünde olan çocuğun “abi tartayım mı ?” diye sormasına neden olan kısmına kırıldık hayatın.
Sokak arasında top oynayan çocuğun önünden
Gül gibi çocuğun çöp arabasıyla geçmesine neden olan kısmına kırıldık.
Kış günü yeni montuyla dolaşan çocuğa
Umut dolu gözlerle bakan mendil satıcısının gözlerindeki ışığı söndüren kısmına kırıldık.
Biz güzelliği, iyiliği herkes için isterken
Yoksula vermeyen hayata kırıldık.
Güneş altında terlemiş bir şekilde arabanın camına yaklaşıp “abi su ister misin?”diyen çocuğun susuzluktan terlemesine kırıldık.
Kırıldıkça güçlendik.
Ama;
Ne montu olabildik çocuğun ne de susuzluğuna engel…

İzole Tatil Nasıl Yapılır?

Bu yıl dünyanın yaşadığı pandemi sürecinde herkes kendi izole tatilini yapmaya başladı. Kamp yapmak, tekne ile açılmak veya karavan ile tatil yapmanın peşine düştü. Peki göründüğü kadar kolay mı kamp yapmak, tekne ile açılmak veya karavan ile tatil yapmak?

Kamp yapmak için öncelikle önceden kamp yapan birilerinden tavsiye almanız size fayda sağlar. Kamp alanını iyi araştırmak, kamp alanının olanaklarına bağlı olarak yanınıza alacağınız eşyalarınızı ona göre belirlemeniz gerekmektedir.

Öncelikle alışveriş listesi hazırlayın, eksiklerinizi belirleyin. Şöyle ki kamp yapacağınız alanda tuvalet bulunmuyorsa mutlaka yanınıza portatif tuvalet almanız gerekecek. Hijyen koşullarını göz önünde bulundurup tuvalet varsa bile şahsen kendi portatif tuvaletinizi almanızı tavsiye ederim. Karavan ve teknenizde de yoksa tuvaletiniz, portatif alabilirsiniz. Portatif tuvaletlerin kullanımını ve dezenfekte sürecini internetten veya alacağınız yerden öğrenebilirsiniz. Onlar için olan temizleme kimyasallarından mutlaka edinmelisiniz. Doğaya duyarlı olacağınızı düşünerek kimyasalları ağaçlık alana boşaltmamanız gerektiğini yazmıyorum bile ? Bir öneri: Portatif tuvalette iyi bir şey isterseniz thetford marka alabilirsiniz. Daha uygun bir şey isterseniz her bütçeye uygun portatif tuvalet bulabilirsiniz. Bu linkten portatif tuvaletleri bulabilir ihtiyaçlarınızı tamamlayabilirsiniz.

Kampa gitmeden önce mutlaka arabanızın veya karavanınızın kontrollerini yaptırın. Gideceğiniz yol kısa bile olsa motordaki bir arıza tatilinizi ziyan edebilir.

Havanın durumuna mutlaka gitmeden bakın ki kamp yaparken bir anda sular içinde kalmayın ? Gideceğiniz bölgenin değişken hava durumu olabilir, bu durum zemini de kaygan yapabilir.

Mat, uyku tulumu, battaniyenizi, çadırınızı, kafa lambası, sinek kovucu, el havlusu ve gerekli kişisel nesnelerinizi (diş fırçası vb.) unutmayın. Ateş yakmak için kömürünüz, çıranız gerekli malzemelerin başında gelir. Kamp sandalyesi, masa, tüp alabilirsiniz.

Çadırda kalacaksanız gece fermuarını kapatmayı unutmayın, ormanlık alanda ormanların gerçek sahipleri sizinle tanışmaya gelebilir. ? Ayrıca minik böcekler, sinekler için de mutlaka hep kapalı tutun.

Ateşde yiyebileceğiniz yiyeceklerin dışında atıştırmalık enerji verecek besinler de yanınıza mutlaka alın.

İzole tatil yaparken doğaya da saygılı olup etrafı bulduğunuz gibi bırakmadan oradan ayrılmayın. Diğer önerileriniz için yorum bırakabilirsiniz.

Herkese iyi tatiller.

Çocukluk Ağrıları I

Sıcak Somun ve Sarı İzmarit Arasındaki En Kısa Mesafe

Bir eski zamandı… Okulların açılmasıyla gazeller dökülmüş, kokarağaçlar gövdelere suyunu çekmiş, gri bulutlar tuhaf bir heyecan dolduruyordu kalplerimize. Yazdan kalan heveslerin hepsi unutulmuştu. Gizli gizli odunlukta Kur’an okumalar, kan ter içinde okul bahçelerinde top koşturmalar, her akşam bici yeme bahanesiyle bakım yurdu yürüyüşleri, evden kaçmalar…
Sonbahar, derin bir iç çekişle depremli günlerin kuşlarını evimize konduruyordu. Geceler bütün şalterleri gündüzlere, sonra babalara indiriyordu.
Türkçe dersi performans ödevimi tamamlamak için Dürdane ablaların bilgisayarını kullanmak istiyordum. Tüm limitler tükenmiş, artık harçlık isteyecek yüzüm kalmamıştı. Akşam yemeğinin kurulması için annemin çalıştığı matbaadan, mesaiye kalmadan gelmesine dualar adanmış, beklemekten usanmalara alışmış, duvarlara dalıp dalıp gitmekten gayrı hiçbir şey hatırıma gelmiyordu. Annemin gelmesiyle demir kapımızın çarpılma musikisi, misafir gezmelerindeki karın ağrılarımı, heyecanımı hatırlatıyordu.
Boyalı elleriyle çantasını salon koltuğuna fırlatmasıyla o her zaman akkor tenli, sigaralı sesiyle tembel türküler söyleyerek tencereye pirinci bırakıyordu. Keramet midir ki tüm anne ve babalar hazır ediyordu Halil İbrahim’i? Tevekkülü gönülden ıratmadan olanlar oluyordu. Geceye kurşun gibi inen şalterler, kudret narını dilek ağacı misali nazarlıyordu. Vakıf olunası tüm sırlar burada gizli değil miydi? Düşünür dururdum, düşünürüm de hâlâ.
Kışa doğru nasır tutan eller, tütünden sararmakla safra bırakıyordu. Şalvarcı Sezai’nin dükkanı ensesinde bekleyen, babalarının gadrine uğramış vardiyalı genç konfeksiyon işçileri, zamanı benekli izmaritlerle aldatıyordu. Sıcak somun için onları oyalayan bu muydu? “Bir baltaya sap olamadın!”, “Sevimsiz herif” gibi söz dizeleri varacağı yere varırken, bekleyenlerin kulaklarına süt değil kurşun dökülüyordu adeta. Kimi zaman bahar göz kırpıyor ve bir an bu duygu döngüsel bir olguya dönüşebiliyordu. Bir hayal, tatlı bir telaş, nefsani tokluk, aptal-çakal çisesinin, yağmurun yağması göz boyayabiliyordu. Sarı sıcak sevdalarını düşünen yağız felek körpeleri, iğneyi ellerine batırınca bu düşten uyanıyordu. Sabah okul öncesi, bakkala ekmek almaya gittiğimde tüm bu olanları göremezdim. Soğuktu ve ben hala üşüyorum sadece. Yağmur yağsın, yağsın, yağsın… Bekliyorum. 57 kilo alıp dünyadan vazgeçmek istiyorum. Evet, katliamlar, yıkımlar, fetihler, bozgunlar gördüm, yalandan ağlamalar, yenilgiler… Kulaklarım da gördü. Yeni bir soluk, yeni bir pencere için çok mu geç kaldık bilemem. Beyaz bulutların yeni bir dünya kurmasını beklemeye mecalim, sabrım vizesiz şimdi.
Bu ağrı, kurumadan yeşersin, sıcak somun ve izmarit başka şeyler anlatsın bizlere. Kim mesafeleri gözetmek ister ki?