26.7 C
İstanbul
Perşembe, Ağustos 7, 2025

Dil Sustu



Yıllar oldu, gitmedi kara kış.
Karda ayak izleri çıkmadı.

Cam kesiği, ruhsuz hayale,
Ben de isterdim susmuşa çare,
Bir kez olsun içimde susmadı.

Çağlayanlar okşadı pembe dağları.
Çatılar düştü, evler ağladı.
Mavi sustu, zifiri susmadı.

Topladılar tüm yıldızları.
Koydular altından beşiğe.
Bekliyoruz Nûr’un doğmasını.
Dünya sustu, insan susmadı.

Yazdılar tek satırlık ferman.
Söylediler dakikalık söz.
Kalem sustu, kağıt susmadı.

Günler sustu, aylar sustu.
Yıllar sustu, çağlar sustu.
Dil sustu, dilhun susmadı.

İçimdeki Çocuktan Nasihat: Kalp Gözü

Bak çocuğum iyi dinle;
Acıların en büyüğünü burada öğreneceksin. Hiçbir zaman en büyüğünün hangisi olduğunu bilemeyeceksin. Sen bu acılarla adım atarken anlayacaksınki, burası düşenlerin adımlarıyla büyüyor. Kaç kez düştüğünü bilmeden, kaç kere ağladığını sayamadan tekrar düşeceksin. Anlayacaksın çocuğum. Gözyaşı, içindeki çiçekleri büyütecek, anlayacaksın.
Geri dönüşü olmayan yollara girecek, dönüp baktığında o yolları çoktan geride bıraktığını göreceksin.
Çok bile yaşayacaksın. Bile bile, göre isteye yaşayacaksın. En kötüsü her şeyi bilerek yaşayacaksın. İşte o an hiçbir şey bilmediğini anlayacaksın.
Bütün şiirleri içinde saklayacak, içinde şiirler büyütecek, tek bir mısrasını bile belli etmeyeceksin. Göğüsünü gererek içinde sakladığın şiirler bir gün dökülecek ağzından, kalbinden. Hiçbir şey yapmayacaksın, yapamayacaksın. Sadece ağlayacaksın. Bir şiirin bedelini böyle ödeyeceksin. Öde çocuğum. Ağla. Sakın durma.
O sımsıkı sarılıp tutunduğun şeylerin bir gün gideceğini unutacaksın. Bir daha kimseye tutunmaman gerektiğini öğreneceksin. Bir şeye ne kadar sıkı tutunursan, onun senden kopmasını sağlarsın. Göreceksin.
Bunlara kulak asmadan yaşayacak, nasihatlerden nefret edeceksin. Durup düşündüğün de yaşadığın her şeyin bunların toplamından oluştuğunu bileceksin.
İşte en önemlisi çocuğum, bu bilme noktasında yeni bir şey göreceksin.”Kalp gözü”.Bak! Ne kadar yara alırsan o kadar göz açılır kalpte. O kadar iyi görürsün her şeyi.
İşte! Kalp gözü budur.

Mavi

Hayat hiç mavi yerinde vurmadı.
Maviyi masumiyet olarak tanırım,
Mavi olarak anlatmalıyım herşeyi; Kaldırın başınızı gökyüzüne, Görmek İstediğinizi değil, Gördüğünüzü söyleyin bana! Bir akşamüstünü düşünmek, Bir akşamüstünü düşünmekten
Başka nedir ki Gönül gözü görendedir mavi... Oturdum gökyüzünü izliyorum şimdi.
Eskisi gibi değil; Daha uzun,
Daha yakın,
Ve daha mavi.

Olmadı

Her yerde kolluk.
Adalet ayaklar altında yolluk.
Açlıktan ziyade ahlakta yokluk.
Bağırdık, yırtındık, duyan olmadı.

Her an dikenli merdiven.
Kat bilmem kaç, yok mu hiç el veren?
Sandım ki tutar kaldırır bir gelen.
Düştük, yırtıldık, kaldıran olmadı.

Âba susadı leblerim
Ezildi, çürüdü emeklerim.
Açtım avucum, çöktü dizlerim.
Kuruduk, bir tas su veren olmadı.

Bilinmeyene Mektuplar II.

Seni bu sıralar çokça inceliyorum. Bakıyorum ki, öyle ince noktalar çizmişsin ki kendine, hayret ediyorum. Kabuğunu da çiçeklerle süslemişsin. Bu tam olarak ne demek senin için? Kabuğundan çıkmaya çalışan o kelebek yok artık sanki. Kabullenip o köşeye çekilmişsin. Kabuk eskisi gibi seni korkutmuyor. Savaşı öğrenmişsin. İnceledikçe inceleyesim geliyor. Kendine ne yaptın böyle?Sen, çok… Değişmişsin. Her ne yapıyorsan devam et. İnan ki doğru yoldasın. Ellerinde birkaç şey gördüm. Onları nasıl buldun? Kimsesizsin, üşüyorsun üstelik. Biri gelip ısıtmamış. Yine de gülüyorsun. Anladım ki, sen kimseye ihtiyaç duymuyorsun. Kendine kalmak artık senin için bir altına dönmüş. Kabuğunun etrafındaki resimleri gördüm. Kendine ait bir yaşam çemberi oluşturmuşsun. Gelmelerinin ve gitmelerinin bir önemi yok senin için. Çünkü sen ruhlara bakıyorsun. Ruhu farklı olmayanın gelmesi bir ifade etmiyor senin için. Ruhları süslemeyi de çok seviyorsun artık. Bu seni mutlu ediyor, görüyorum. Hepsine bir çiçek bırakıyor, hayat yollarından çekiliyorsun. Bir anlamı yok hiçbir şeyin senin için artık. Yüreklere dokunmadıktan sonra. Çok güçlüsün inan ki. Sevgili Lusin, insanların belirsiz tavırları seni çok üzmüş. Kime değer vereceğini şaşırmış bir vaziyettesin. Bir yandan sevgi dağıtmak istiyor, bir yandan da o küçük kalbini koruyamamaktan korkuyorsun. Ne yapmalı? Sevgiye kucak açmalı mı? Yoksa küsmeli misin? Bilirsin ki sevgi bazen ilaç, bazen zehirdir. Yine de sevginin yaşanılmaya değer olduğunu düşünüyorsun. Gördüm. Sonu hüsran olsa da, yaşanılacak o küçük görünen ama büyük mutluluklar senin için çok güzel. Ve böylece değmeyen kağıtlara vurdun kalemini. O güzel sözlerini gördüler. Ne düşünüyorsun, doğru mu? Mektubunu beklemek uzun sürse de, bu lamba altında düşünmek çok güzel. Sen güzel şeyleri hak ediyorsun inan ki. Giden gitsin. Ama seni almasın giderken. Kendini koru.

Sonu olacak bu hikayeni, süsle hayallerinle.

Ve kendine bir yol çiz, gözyaşının içinden.

Mektubumu bu karanlık zamanda, yazdığım bir şiirle kapatmak istiyorum. Siyah insanların mürekkebinden kaç her zaman. Sana güveniyorum.

BENLİK ÜZERİNE

Kendime kalmak,

Eskiden bir acıydı.

Şimdi bakıyorum da kendime,

Öyle alışmışım ki…

Kaldım bu yerde kimsesiz.

Parçalarım tamamlanır mıydı?

Belirsiz.

Yoktu bir his.

Bir avuca muhtaç değildim artık.

Kendi fırtınasında kaybolan yaprak derdim,

Kendime.

Kendi fırtınasını yenmiş bir yaprak,

Diyorum artık.

Kalemi daha sıkı tutuyorum.

Kendimi daha sıkı sarıyorum.

Yaşamalıydı insan.

Sonu olan hikayesini.

Düşünmeliydi çokça.

Kendiyle konuşmalıydı.

Belki delirmekti bu.

Belki de kaybetmek.

Pişmanlıklar zihindeyken,

İşte kazancın kendisi de,

Elveda demekti olanlara.

Ve bakmalıydı kendine.

Seni sevmezken,

Başkasını nasıl sevebilirim diye.

O dört duvardan kaçmak yerine,

Süslemek gerekliydi.

Bak, kalemim bile değişti.

Hayattan bir şey beklemeyerek.

Basitti her şey aslında.

Yaşamayı bilene.

Ne yapacağımı bilemediğim bu yerde,

Süslemekti amacım,

O karanlıkta kalan cümlemi.

O sokakları başıboş yürümek bana yakışırdı.

İmkansızlığa alıştırdığım bu bozuk bedeni.

Kalemim, bilsen keşke.

Herkes kendi karanlığını oluşturur,

Ve çıkamayacağını sanır oradan.

Kalemim de öyle düşünürdü.

Beklemek saçmalıktı bu yüzden.

Ne varsa ondaydı.

Kendinde.

Kaçtığın o bedende.

Biz şairler hiç anlamadık bunu.

Benlik hariç donattık her yeri.

O cinayet kokan cümlelerle.

Yazdık,

Yazınca güzelleştiririz sandık.

Belki de bahaneydi bizim için.

Kaleme olan aşkımızdandı her şey.

Ah, biz şairler…

Yaşamın kendisi bir yapboz.

Ben ise kaybolmuş, aciz bir parça.

Ne istersin bu sokaktan?

Çizdiğin resimler yordu beni.

Kendinden kaçmanın güzel olduğunu,

Sanacak kadar korkaktın.

Kaleme dönmeyi istemeyecek kadar aciz.

İnsanlardan kaçarak büyüdün.

Kırabilirler diye,

O küçük kalbini, bir dağ gibi gösterdin.

Öyle hiçtin ki…

Kendini keşfetmenin nasıl olduğunu,

Sorguladın hep.

Bulamazken kendini,

Başkasına nasıl yardım edebilirdin ki?

Şimdi bakıyorum da sana.

Öyle büyüdün ki,

Bir o kadar da küçüldün.

Yaşamın ağırlığı altında kalınca,

Kalakaldın öyle.

Hiçbir şey bilmeyen insanlar,

Bir acı şiiri sanacak bunu.

Onlara yalan olduğunu söyle.

Merkür Retrosu: Gizli Bilgiler Açığa Çıkıyor!

Eyvah Retro! Ne yapacağız biz? Hapı yuttuk modunda mıyız? Ama gezegenler bize gıcık oldukları için, kıl olduğu için retro yapmazlar arkadaşlar. Neden retro yaparlar?

Bir taraftan Mars Retrosu ile başlarken şimdi ise Merkür Retrosu 14 Ekim’de başlıyor. Bu retro diğerlerine benzemeyen bir retro; derinlemesine, içten içe ağır hissedeceğimiz zamanlar…

Bence Merkür Retrosu’na “İçsel Muhasebe” diyerek de adlandırabiliriz.

İşte o her birimizin bildiği, etkilerini az çok öğrendiği, Astroloji’nin en meşhur Retrosu olan “Merkür Retrosu”na bir adım artık!

⏳ İlk olarak bugün Akrep burcunda başlayacak olan Merkür’ün geri hareketi 28 Ekim itibari ile Terazi burcunda geri ilerlemeye devam edecek. Ve sonrasında artık bizleri rahat bırakacak.

⏳ Merkür iletişim ve düşünce şeklimizi temsil ettiği için bu dönemde iletişim kanallarında (telefon, bilgisayar, tablet vb.) ciddi aksaklıklar meydana gelebilir. Zihnimiz bulanık olabilir, olayları tarafsız ve olduğu gibi görmek zorlaşabilir.

⏳ Yılda 3 veya 4 kez geri hareket eden Merkür aslında bizlere biraz durup düşünmek, kendimize dönmek ve de yeni bir şeye başlamadan önce elimizdekini veya uzun zamandır düşündüğümüz fakat hep yarım kalan şeyleri yapmak için verilen bir zamandır aslında.

⏳ Akrep burcundaki geri hareketi sırasında (14 Ekim- 28 Ekim) ilk olarak sözlerimiz ile yaralamak yerine iyileştirmeye, derinlemesine çalışan zihnimiz sebebi ile takıntılı düşünceler arasındaki o ince çizgiyi çizmeye dikkat etmekte fayda var.

⏳ Akrep Dünya’dan olmayan ve bizden gizleneni temsil ettiği için bu dönemde gizli saklı ne varsa ortaya çıkacak, dikkatli olunmalı.

⏳ Terazi burcundaki geri hareketi sırasında ise (28 Ekim- 4 Kasım) beklenen o malûm eski partner dönüşleri yaşanabilir. Fakat unutmamak gerekiyor ki retroda gelen retroda gider!

⏳ Ayrıca ikili ilişkilerde yaşanacak her tartışmaya ve sonuna dikkat edilmeli, retro dönemi sonrası pişmanlıklar yaşanabilir.

(Bu yorumlar gökyüzünün genel durumuna bakarak yapılmıştır ve bireysel haritalarda farklı etkilere sebep olabilir.)

Evren bize diyor ki: “Bir dur, dinle ve etrafına bak!”

Ben Merkür’ü hep öyle olumsuz algılayan bir insan değilim. En güzel yazılar, en güzel araştırmalar, en kendi içinize çekildiğiniz ve hayatınızı şöyle gözden geçirdiğiniz zamanlar Merkür gerilemesine denk gelir. Daha sezgisel, daha derin, daha meraklı…

Bir dur, dinle ve etrafına bak! Rekabet tırmanışa geçiyor! Hırs azim ve mücadelenin hat safhada olduğu günlere hazırlanın! En ama en kötü zamanlar, aslında, mucizeler için gök kapılarının en çok açıldığı zamanlardır! Yeni ayın enerjisine girdik ve gök kapıları mucizelere açılmak için bizleri bekliyor!

Bugün kendi kendimizi motive etmeye çalışmalıyız. Ay’ın yapacağı olumlu açılar bizi gün boyu destekleyecek. Farklı bir şey yapıp onu paylaşmak kelebek etkisi gibi mutluluğun bulaşıcılığını ortaya çıkaracak! Sadece gönlü zengin olanlar fedaya açar kapılarını. Gönlünüzü zengin tutun ve bugün bir parçanızı maddi ya da manevi feda etmeye çalışın. ?

İnanç ve ümitle,

Gökyüzünüz ve yolunuz ışıldasın… ?

Yirmi’lerimdeyim…

(D)inleyemiyorum, iç çekişen soluklarımı…
Kaç(ıncı) nefes kesilişim bilmem?
İnanmayı(n) hislerim, sınanmayı(n) kaprislerim!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(G)izleyemiyorum, sar(ıl)dıkça sızlamalarımı…
Kaç tecrübe oldum yara(lı)ya?
Dokunuşlarımda iyiyim, sokuluşlarımda aciz gibiyim!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(S)aklayamıyorum, gamzelerimdeki mezarlarımı…
Kaç gülüş gömdüm mezar taşı yok?
Eşlik edenlere nidâm, leşlik edenlere idâm!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(B)ağlayamıyorum, sildikçe yaş(adık)larımı…
Kaç okyanus devirdim gözlerimde?
Samimiyetimiz kayıp, iyi niyetlere oldu ayıp!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(D)oyamıyorum, en derin kalıntılarımı…
Kaç çöküş ve ölüş daha, çocuk hanım?
Bir sabah bahşedilen masumiyetim, bir sabah(ın) mahremiyetim!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(Y)anılıyorum, omuzladıkça umurlarımı…
Kaç beyaz gördün üzerimde?
Baştan aşağıya hassasiyet, (s)ol yanındaki hakkaniyet!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(K)açamıyorum, içten içe vurgunluklarımı…
Kaç serdabaz alt eder madrabazı?
Gideyim sabredeyim, pekâlâ diyip seyredeyim!
20lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

(Y)arsız pişer mi bu hamlık..?
Kaç ayrılık ve firak ateşi yaktım dumansız.
(S)anarlar beni (k)ALICI, oysaki tatlı bir acılı..!
20’lerimdeyim saçlarımda beyazlar, kırıklar, dalgalar…

Af

Suçumun mahkumuyum yeraltında,

bu bir insanın serzeniş öyküsü

bir af değil.

saklı cennetin samarası

bu bir güzelin haykırışı,

bir af değil.

ey imkanla başlayıp imkansızlığa boyun eğen

bu bir yaratığın hüznü,

bir af değil.

su bulunmaz çöllerin serabı

bu bir bedevinin gözyaşı,

bir af değil.

özrün kabahatin harmanı

bu bir kızın söylenişi,

bir af değil.

ey hataya meyl etmeyen kul

bu bir düşün sürüklenişi,

bir af değil.

çiçeklerin baharı

bu bir süregeliş dallarında,

bir af değil.

yaşlı gözlerin sersem bakışı

bu bir dudak kıpırtısı,

bir af değil.

ey zehirlerimle beslediğim

bu bir panzehirin muhteris acısı,

bir af değil.

bastırdığım duygunun esiri

bu bir hapishane,

bir af değil.

pişmanlıkla kurulmuş hiyerarşi

bu bir tutku sudokusu,

bir af değil.

yakarışın baş tacı

bu bir hata,

bir af değil.

affına sığındığım yüce

bu bir aşk,

yüz af.

ey evren hakimi

bu bir sevgi,

bin af.

Alıntılarla Oğuz Atay

12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu’da doğan Türk Edebiyatının usta Kalemi Oğuz Atay 13 Aralık 1977’de vefat etmiştir.

Yazarın ”Ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin acaba?” diyerek kaleme aldığı eserlerleri günümüzde oldukça popülerdir. Tutunamayanlar’ı yayımladıktan sonra TRT Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Daha sonra Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Bir Bilim Adamının Romanı, Oyunlarla Yaşayanlar, Eylembilim ve Günlük adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın sevilen alıntılarını bir araya getirdik. Eklemek istediklerinizi yorumlar kısmında bizimle paylaşabilirsiniz.

“Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.” (Tutunamayanlar)

”Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim” dedi: Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: “Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda…” (Tutunamayanlar)

”Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir “kitapları koruma derneği” kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli…” (Tutunamayanlar)

”İlk yalanı söyledikten sonra bir daha konuşmamalı insan.” (Tutunamayanlar)

”Beni anlamıyorlardı zararı yok. Zaten beni daha kimler anlamadı” (Korkuyu Beklerken)

”Yalnızlığı yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.”(Korkuyu Beklerken)

“Her şeye yeniden başlamak mümkün değildi. İstesem de mümkün değildi. Nerede kaldığımı unuttuğuma göre, baştan başlamak için de birtakım yetenekler gerekliydi; daha talihli doğmuş olmak gerekliydi mesela. Yeni bir dil öğrenebilmek için, hiç dil bilmemek gerekliydi.” (Korkuyu Beklerken)

”Hayalimde daha önce çok insan öldürmüş olduğum için bu son ölümler beni fazla sarsmadı.” (Korkuyu Beklerken)

“Sinirimden gülüyorum albayım. Çünkü sinirlerim artık gülmek için kafamın neşelenmesini beklemiyor.” (Tehlikeli Oyunlar)

”Seni görmek istiyordum kısacası. İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir, hayal kurmaya devam edebilir. Sen anlamazsın tabii. Anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı.” (Tehlikeli Oyunlar)

”Biz her şeye hayret eden bir millet olduğumuz için albayım, sevinç ve şaşkınlıkla ellerimizi çırpıyoruz. Zaten biz her zaman alkışlarız. Beğensek de, beğenmesek de, oyumuzu versek de, vermesek de, her şeyi oyun sandığımız için durmadan ellerimizi çırparız.” (Tehlikeli Oyunlar)

”İnsanlık öldü. Belki de hiç yaşamamıştı. Belki de benim insanlığım diye bir şey yoktu. Ben hücremde yanlış hayallere sürüklenmiştim. Korkaklığımı insanlık sanmıştım. Yalnızlığı insanlık saymıştım.” (Tehlikeli Oyunlar)

”Her biri kendi kafasındaki dünyayı yaşadığı halde, hep birlikte oldukları için, aynı nedenlerle duygulandıklarını, aynı şeylere güldüklerini sanıyorlardı.” (Tehlikeli Oyunlar)

”Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı.” (Tehlikeli Oyunlar)

“Önce şiirden anlamı kaldırdılar, sonra müzikte melodiyi öldürdüler… Sanatı öldürdüler.” (Oyunlarla Yaşayanlar)

”Coşkun: Birden senin sözün geldi aklıma ve birden ölüm filan anlamını kaybetti. Birden senin yanında olmak istedim. Yalnız bunu istedim. Ben de ölümcül bir hastalığa tutulsam dedim, bu hastalığa tutulduğumu bilsem dedim, bu ölümcül hastalık yüzünden her şey birden önemini kaybetse dedim, korkularımdan bile kurtulsam dedim… Ve artık her şey bana vız gelse dedim, hemen ona gitsem dedim.
Emel: Evet ?
Coşkun: İşte geldim. Ve seni seviyorum.” (Oyunlarla Yaşayanlar)

” Ölsem demiştim ya geçen gün. Siz insanlara inanmayın. Şimdi hiç ölmek istemiyorum.” (Günlük)

”Kimse dinlemiyorsa beni ya da istediğim gibi dinlemiyorsa, günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar sonunda bana bunu da yaptınız!” (Günlük)

”Galiba evde oturmaya o kadar alışmışım ki sanki evden çıkınca gerçek bir dünyada yaşamıyorum. Evin dışında her yer sanki aynı, sanki bütün insanlar birbirine benziyor. Ne acıklı değil mi?” (Günlük)

“Çünkü iyi yaşamak da ‘bilgi’ ye dayanır. Bunu da göstermeliyim sizlere. Çünkü ülkemizin insanları daha yaşamanın acemisidir. Onlara insan gibi yaşaması öğretilmemiştir henüz. Nasıl yaşamak gerektiği de sezdirmeden öğretilebilir onlara. Hayatın yaşamaya değer olduğu öğretilebilir. Güzel sanatların da, edebiyatın da ‘büyük ve güzel şeylerin’ de var olduğunu öğrenmeli insanlarımız.” (Bir Bilim Adamının Romanı)

“İnsan öğrendikçe, bildikçe evrenselleşir.”(Bir Bilim Adamının Romanı)

Çok Özledim Seni

Bana canım demeni ;
Şiir okumanı,
Mısralar yazmanı, Çok özledim: Seni, Sesini, gülüşünü, Sen olmayınca herşey beyhude... Bana kitap sevdirenim, Bana beni önemsetenim, Bana şiir sevdirenim, Benim en güzel şairim ; Tam da olmak istediğim, Yedeyim ve kalpteyim... Çok özledim seni!

Asimile

Kesilip biçilmeyi bekliyor
sırada çocuklar
pembe mavi kaprileri, beyaz tişörtleri
kirletilecek
teslim alınacaklar, elleri havada
son saflıklarından soyulacaklar
ve hoyratça geçirilecek kafalarından
kendilerine miras kalan karanlık.

Herodot Tarihi ve Günümüz

İnsanoğlu sürekli olarak bir anlam arayışı içerisindedir. Bu eğiliminden hiçbir zaman vazgeçemez. Çünkü bizler bu hayatta var oldukça neden olduğunu anlamayacağımız birçok olayı yaşamaya devam edeceğiz. Küçücük bir toprak parçası için birbirini katledenler, zenginliğe ulaşmaya çalışırken fakir ruhlarını gösterip doyumsuzluklarını arttıranlar, namuslarını korumak uğruna en büyük namussuzluklara imza atanlar ve daha niceleri ne yazık ki bizler var oldukça peşimizi bırakmayacak olaylardan bazılarıdır sadece. Tek bir soru bile bu anlam arayışını başlatmaya yeterlidir. Bitmek bilmeyen bu hırsın, neden olduğu.

Hangi yüzyılda olursak olalım ne bu insanın içindeki savaş ne de gerçekteki savaşlar bitmeyecektir. Bugün hala birçok eserlere ve filmlere konu olan savaşlar, yaklaşık bundan 2500 yıl önce ‘Herodot Tarihi’ adlı eserde de yer almaktadır. Antik Yunan tarihçisi olan Herodot, bu eserinde Pers İmparatorluğu ile Antik Yunan kent devletleri arasında yapılan savaşları anlatmaktadır. Bu eserin içerisinde bulunan ‘Skythia ve Burada Yaşayan Uluslar’ adlı metin bugüne dair birçok olaya ışık tutan bilgileri barındırır. Bu metin Persler ile Skythler arasındaki savaşı anlatır. Persler’in büyük hükümdarı olan Dareios’a karşı tek başına mücadele veremeyeceğini anlayan Skythler komşularından yardım istemiştir. Günümüzde olduğu gibi hiçbir şeye yetmeyen insan kendisine de yetemediğinden her alanda yardıma muhtaç kalmıştır.

Hayatı boyunca her zaman elindekinin bir fazlasını isteyen insanoğlu sömürüldüğünü fark etmeksizin bu doyumsuzluğunu devam ettirmiştir. Bu bir tek maddi anlamda değildir ama elbet bütün doyumsuzlukların arkasında maddi hırs vardır. Bir devlet veya bir topluluğun ilerleyememesinin bir nedeni de budur. Zaten birçok savaşın nedeni bu maddi hırs değil midir?

Skythia’nın Attika bölgesinde yaşayan geçimlerini savaşlar sayesinde sağlayan Tauri halkında bununla ilgili bir çelişki vardır. Her savaşçı bir düşmanın kafasını kesip eve götürür ve kulübelerinin üstüne takar. Bunları birer nöbetçi olarak görür ve bütün eve göz kulak olduğuna inanırlar. O halde bir düşmanımızın bize iyiliğinin dokunması için içimizdeki hırsı doyurması ve bu hayattan ayrılması mı gerekir? Günümüzün geleneklerini yansıtan cenaze törenlerinde ise bunun tam tersi bir ifade yer almaktadır. ‘Nasıl bilirdik?’ sorusuna ‘İyi bilirdik’ dedikten sonra ölen kişinin arkasından atıp tutmak bunu özetler. Bu daha fena bir durumdur. Çünkü düşmanını öldürmek en azından içindeki hislerin açıklığını yani onu sevmediğini gösterir. Fakat saatlerce hatta belki aylarca arkasından konuşacağın o kişi için iyi bilirdik demek hangi ahlaka sığar bilinmez.

Bütün bu olanların dışında bir de kendini savunamayan ve başka yerlere göçler yapan azınlıklar vardır. Bu azınlıklar her ne kadar hoşgörü ile karşılanmayı hak etseler de toplum mutlaka bir kargaşa yaratır ve beraberinde kaosu getirir. Bu metinde Neuriler’in yaşadığı işte böyle bir şeydir. Kargaşayı görmeyiz fakat yaşadıkları yerin yılan dolması ile Budinler’in yanına sığınmaları savunmasızlıklarını gösterir. ” Her Neuri yılda bir kez ve birkaç gün için kurt biçimine girer, sonra eski haline dönermiş. Aslında bu lafları şüpheyle karşılarım ama ısırmazlarmış, bunu söyler, yemin bile ederler.” (s.338) Metinde yer alan bu alıntı bana şunu anlatıyor: Din ve birçok duygu sömürülmeye müsait olduğu için kimsenin birbirine olan inancı kalmamıştır. Aslında bize çok büyük bir şeymiş gibi gösterilen sorunlar belki de kurt görünümündedirler ve zararsızdırlar.

Bir de bu metinde yer alan bir başka toplum Melankhlenoslar. Yani karalar giyinen bir toplum. Toplum neye göre bu hale bürünür? Onu şekillendiren, bu hale sokan güç kimin elindedir? Elbette ki bizler. Evet insanlar. Bir toplumu baştan yaratabilecek güçte olan insancıklar. Her daim mutlu olamayız ama her daim melankolik olmakta iyi değildir. İkisini dengede tutabildiğimiz sürece yaşadığımız toplum daha yaşanılır bir hale gelecektir. Unutmamak gerekir Hayyam’ın şu sözlerini: ”Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.” Kendi değerimizi anladığımız an Melankhlenoslar gibi bir toplum haline gelmemiz imkansızlaşacaktır.

İşte bu metin günümüze birçok konuda ışık tuttuğu gibi olanları geniş bir çerçevede bizlere sunuyor. Tek dileğimiz çerçevenin sadece bilgi anlamında genişlemesi.

Kahve Kokusu

Gel desem bu akşam;
Beraber bir kelam edelim
Bir fincan kahve: Ve şiir eşliğinde... Köpüğü bol duman üstünde, Bir fincan kahve: Velhasıl kokusunda davet vardır. Kırk yıllara... Kahve kokusu hasret kokar, Özlem kokar, sevgi kokar, En koyu kahve kokusu; Arada bir ortaya çıkıp, Fincanın dumanından göz kırpan.

Bir Duruşun Portresi: August Landmesser

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?”
diye sorduğunda Nazım, Abidin’e
“Buna da ne tual yeterdi; ne boya…”
diye cevap verir Abidin Dino. Evet belki mutluluğun resmini yapmak bu kadar zordur. Peki ya özgürlüğün resmini yapmak kolay mı? August Landmesser bir duruşuyla özgürlüğün portresini çizdi.

August Landmesser

Almanya’da Hamburg tersanesinde çalışan bir işçi olan August Landmesser 24 Mayıs 1910’da dünyaya gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı yıllarında geçen çocukluğu yaşam sıkıntılarıyla erken tanışmasına vesile olmuştur. Savaştan yenik çıkan Almanya’da İmparatorluk yerini cumhuriyete bırakmış ve yönetimde söz sahibi olmak isteyenler bir çok siyasi parti kurmuşlardır. Alman İşçi Partisi de ilk kurulan siyasi partilerden biridir.

Eski bir asker olan Adolf Hitler’e bu yeni oluşumlar içerisinden Alman İşçi Partisi için muhbirlik yapma görevi verilmiştir. Partinin ideolojisinden etkilenen Hitler partide aktif bir şekilde çalışmaya başlayıp kısa sürede parti liderliğine kadar yükselmiştir. Parti çalkantılı süreçler içerisinde yükselmeye başlayınca fikirleri ve ideolojileri de sivrilmeye başlar. Almanya’nın yaşadığı siyasi istikrarsızlık içerisinde yükselmesini sürdüren Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi 1933’de iktidara yükselmiştir.

August Landmesser bu siyasi çalkantıların eksik olmadığı dönemde hayatını kurmaya çalışan bir gençtir. Her ne kadar fikirlerini benimsemese de iş bulmak için 1931 yılında Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ne kayıt olur Landmesser. Bu şekilde tersane işçiliğine kabul edilir ve çalışmaya başlar.

Irma ve August

August Landmesser’in hayatını değiştiren şey bir kadına âşık olmasıdır. Irma Eckler onun hayatını değiştirecek olan aşkın öznesidir. Her aşık çift gibi aşklarını evlilikle taçlandırmak isteyen Irma ve August 1935 yılında nişanlanırlar. Buraya kadar her şey normal görünse de çiftin hayatı buradan sonra değişmeye başlar. Çünkü Irma bir yahudidir.

Bir Yahudi ile nişanlandığı öğrenilen August partisinden ihraç edilir. Buna rağmen evlilik kararlarından vazgeçmeyen çiftin karşısına bu sefer de Nürnberg yasaları çıkar. Bu yasa evliliklerine engel olsa da çiftin aşkına etki edemez ve August ile Irma’nın ilk çocukları dünyaya gelir.

O Duruş

August Landmesser’i bugün bir simge haline getiren meşhur fotoğraf ise 13 Haziran 1936’da meşhur Horst Wessel gemisinin suya indiriliş töreninde kayda alınır. NAZİ ideolojisini başından beri benimsemeyen Landmesser yaşadıklarının perçinlediği duygular ile baskı ve adaletsizliğe karşı olan fikirlerini daha da güçlendirmiştir.

“Sieg Heil” yaşasın yıkılmaz NAZİ iktidarı, yaşasın Hitler, yaşasın zafer! Almanya’yı adeta demir bir balyozla yöneten Nazilerin zorunlu hale getirdi meşhur selamı Sieg Heil.

Horst Wessel gemisinin suya indiriliş töreninde de insanlar bir yere toplanmış, tören adı altında yapılan gövde gösterisine katılmak zorunda bırakılmıştır. Yüzlerce işçinin zorunlu olarak selam verdiği yerde kollarını bağlayıp duygusuz bir ifade ile baskıya başkaldıran August Landmesser bu açılışa ve o döneme damga vurmuştur.

Duruşu ile dikkatleri tamamen üstüne çeken Landmesser 1937 yılında Irma ikinci çocuklarına hamileyken ailece Danimarka’ya taşınma kararı alır. Ancak daha Almanya’dan çıkamadan Naziler tarafından yakalanan aile yargılanır. August Alman ırkının onuruna leke sürmek ile suçlanmaktadır. Irma ve August İlk etapta tutuklanmasalar da sonrasında tekrar yakalanıp ayrı ayrı toplama kamplarına gönderilirler.

1938 yılının Temmuz ayında August Landmesser Börgermoor toplama kampında iki buçuk yıl hapse mahkûm oldu. Aynı zamanda yakalanan Irma ise Fuhlsbüttel hapishanesine gönderildi. Bu tarihten sonra bir daha bir araya gelemeyen çift ayrı ayrı hayata gözlerini yumdu.

Irma ve August 1942 yılı Ocak ayına kadar az da olsa mektup ile haberleşebiliyorlardı. Ancak bu tarihten sonra August karısından bir daha haber alamadı. Irma Eckler’in Şubat 1942’de Bernburg Ötenazi Merkezi’nde 14000’den fazla insan ile beraber öldürüldüğü düşünülüyor. August ise serbest kaldığı 1941 yılından sonra tekrar çalışmaya başlamıştır. Ancak kesin bir kayıt olmasa da askere alındığı düşünülen August’un 1944 yılında savaşırken öldüğüne inanılıyor.

Bu yaşanmış acı hikaye içerisinde dünyaya gelen iki çocuk ise ayrı ayrı yerlere savrulsalar da bir şekilde hayatta kalmayı başarıyorlar. Nazi sonrası dönemde ise August ve Irma çiftinin evliği tanınıyor. Sıradan bir insanken ailesi, inanışı, düşüncesi ve en önemlisi insanlığından vazgeçmeyen August Landmesser tek başına bir sembol olmayı başarmış, tüm insanlık adına özgürlük simgesi olmuştur.

“Bütün uyuyanları uyandırmak için bir tek uyanık yeter.”
Malcolm X

s’OYUNDUK

Dışarıdan bakıldığında ne istediğini bilen bir adamdı.
Son derece kendinden emindi yani.
Sonra s’OYUNDUK.
Ne çok yerden baskılandığını gördüm.
Ve öğrendim ki,
Dışarıdan nasıl göründüğümüz değildi önemli olan.
İnsanın içi dışına yansımazdı her zaman.

Son derece naif bir kadındım ilk bakışta.
Güzel gülen, güzel konuşan ve güzel bakan.
Öyle geçmişti diyaloglarımızda.
Sonra s’OYUNDUK.
Kafa tutuşlarım çıktı ortaya.
İçine çektiği kokumun yerini,
İnce bir korku aldı.
Ve öğrendik ki,
Sevgiye nazır bile olsa kuvvetli bir fırtına,
Sarsıyordu gövdesine tutunamayan bir dalı
Her an kırıldı kırılacak.

Adamın gözlerinin karasına takılmıştım.
“Kirpiklerinin nasıl göründüğünün farkında mı?” diye düşünüyordum ara ara.
Öyle güzeldi ki kirpikleri, ben her bir tanesine sarılmak istiyordum.
Sonra s’OYUNDUK.
Adamın aşkla nicedir öpülmediğini fark ettim.
Ve öğrendim ki,
Bazen bir öpüşmeden çok daha fazlasıydı iki dudağın buluşması.
Birini öpmekle,
Birini aşkla öpmek arasında devrimci bir fark vardı.

Kokusunu ezbere biliyordum adamın.
Yüzündeki ayrı, tenindeki ayrı, avuç içlerindeki ayrı.
Sonra s’OYUNDUK.
Çok uzun zamanlardır dokunulmamış yerlerine dokundum.
Ve öğrendim ki,
İçinde tutku olan her şeyin tadı da başka oluyordu.
Ve yine biliyordum ki,
Dokundukça göğsümüzde ateşler çıkaran buluşmalar
Hayatın cilvesi gereği ya çok seyrekti ya da hep vedaya mahkum.
Bu hep böyle olmazdı elbette.
Her hikayenin gidişi,
Kahramanlarının elinde.

Sonra
s’OYUNDUK
Biliyor musun sevgilim,
Bu zamana kadar
Oynadığım
En güzel
Oyunduk.

İşte böyle Sevgili Okuyucu,
Herkes aynı şeyleri yaşıyor.
Şiirler,
Şarkılar,
Romanlar kanıtıdır.


Herkes aynı şeyleri yaşıyor.
Şiirler,
Şarkılar,
Romanlar kanıtıdır.