11.7 C
İstanbul
Pazar, Mayıs 11, 2025

Sevme Makamı

Seversiniz bazen…

Hiçbir mantıklı sebebiniz olmadan, çünkü aşk kapısından içeri girdiğinizde karşılaştığınız ilk cümle; “sebep aranmaz gönül dergahında, suale lüzum yoktur” diye…

Öyle mukaddes ve acı bir şey ki bu;
ağlattığı kadar güldürür, hüzünlendirir, mutlu eder… Aşk, Abdurrahim Karakoç’un; “Yar deyince kalem elden düşüyor ” değişidir kimi dillerde…

Yüreklerde tüten bir sevda kadar katre-i matemdir bazen de…

Aşk, sırrına erenler ne güzel ifade etmiş suret dışındaki manayı, görmekten çok hissetmeyi, bellemeyi, yar evi diyebilmeyi… Ne güzel ifade etmiş şair; “Herkesin gecesi aynıdır ama karanlığı farklı…”

Aşk, da tıpkı bu tanıma benziyor belki de…
3 harfte bitmiş ve her gönlün heybesine göre omuzladığı bir bedeldir kimi zaman… Aşkı bilen, gören, hisseden ifade eder kimi zaman; Nazım Hikmet memleket kadar derken,
Cemal Süreya gökyüzü ifadesini kullanır…

Ben ise içimdeki kelebekleri uçuşturan “kelebek avcısı” olarak nitelendiririm kim bilir…
Belki de bir gün şu satırlarda bir araya gelirsek şayet; aynı cümleyi, aynı i satırları ve aynı kitabın altını çizmiş bir vaziyette bulursak kendimizi biz de o zaman aşk yolculuğuna başlamış



iki yolcu oluruz ne dersin?

Ah Be Çocuk…

AH BE ÇOCUK!

Haykırmak isteyen bir çocuk yatıyor içimde. Gözleri amaçsızca dolan, kalbi hissizce çarpan. İçinde sır gibi sakladığı düşüncelerini, hissiyatlarını, çekişmelerini yine içindeki sır dolu mahzende saklayan. Gün ışığının bile gizli mahzenine ‘ya girersem’ diye titrettiği çocuk. Anlatamadığı, dile getiremediği, bir türlü ifşa edemediği o mahzen, bir ömür kalbinin ağırlığını taşıyacak gibi duruyor. Kendisine sorsanız o mahzenin içinde ne barındığını; dili dönmez, kalbi tekler… ve söyleyemez. Çünkü kendisi de bihaberdir o mahzende barınanlardan.

Hissiz, düşüncesiz, fikirsiz kalamayan bir çocuk. Her gece çizdiği tablo farklı aklında. Her gece farklı renklere, farklı tonlara saldırıyor… ve beceremiyor bir sonraki tablonun bir önceki ile çatışmasını. Hep tezatlar birbirlerine. Bu durumdan kendisi de şikayetçi; kızıyor kendine. Kendiliğinden akan göz yaşlarına haykırıyor ‘ Riyakarsınız; akmayın!’ fakat ne çare, söz geçiremiyor. Olmuyor, olmayacak heralde. İç çekişmeleri ile bütünleşmiş bir çocuk. Zaten ondandır ki ‘bu çocuk neden öldü’ diye sorarlarsa, ‘iç çekişmeleri’ cevabını verin diyor.

Evet, bildiniz, aynen öyle. Gerçekten hiç önemli değil bu çocuğun saç rengi, göz boyası, teninin tonu. Kendisi de aldırmıyor, önemsemiyor. Karanlık his dünyasından kimisince aydınlık, kimisince alacakaranlık dış dünyaya geçemiyor. ‘Orası anlaşılmak ister, nazlıdır’ diyor, ‘ ben kendimi anlayamadıktan sonra boğar beni dışarısı..’

 Söylüyor, söylüyor da ne çare. Çaresizce dolaşıyor dış dünyanın vazife bekleyen sokaklarında, dolanmak zorunda kalıyor. Gündüzleri sokaklarda, geceleri ise en derinlerinde geçiyor dur durak bilemeyen, affetmeyi sevmeyen, unutturmayıp uyuşturan zaman. Tıpkı bu çocuğun her gece çizdiği tablolar gibi de zıtlaşıyor iç dünyası ile dışarısı. Çatışmalar arasında kaybolansa yine O oluyor…

Bir limanı var genç çocuğun. Her gece sindiği, her gece mahzenine kağıt parçacıkları fırlattığı bir liman. Limanı da kağıt ve mürekkepten. Dert ortağı olmuş iki parçadan ibaret bu liman. Aklından geçenleri tek okuyabilen mürekkep sağ, onları da tercüme etmeye çabalayan kağıt sol kolu bu hayatta.

Ah be çocuk! Yorulmuş bu çocuk henüz sevmeden; sevmekten ve sevebilmekten. Vazgeçmiş bu çocuk tadı damağında bırakan, izleri gözlerden okunan, sözleri dillerde dolanan aşk melalesinden. Ah be çocuk daha tadı damağında kalmamış, izleri gözlerinden okunmamış, sözleri dilinde dolanmamış aşk melalesinden ne için bu denli erken vazgeçersin? Ah be çocuk yoksa… yoksa vazgeçirdiler mi seni? Ah be çocuk! Yoksa şairin dediği gibi sevmeyi beklerken, beklemeyi mi sevmişsin? Ah be çocuk! Ah!!!

Ah be çocuk, daha öldürmedin mi kendini, öldüremedin mi? El etek çekemedin mi arzularından. Geçmiş zamanda yaşadığının farkında değil misin, farkındalığını mı kaybettin? Öldür kendini, öldür ama çaktırma çevrene, söyleme öldüğünü…

Baştan aşağı, geceden gündüze çırpınıp durmak, geceleri göz perdelerini kapayamamak… fikirler deryasında dolanmak ve bir an bile salıvermişlik yapamamak; boğulacağım korkusuyla. Ve en beteri de kendinle çelişen dünyalar yaşamak. Etrafa anlatamamak, anlatmamak. Hislerde boğulmak, hissiyat yoksunluğu yaşamak. Kalp atışlarını beyninde hissetmek, aklın kalple savaşına şahitlik etmek. Yorulduğunu düşünüp; koşmak zorunda olduğunu bilmek. Her adım attığında geri dönmenin ve dönebilmenin zorluğunu hatta imkansızlığını damarlarında hissetmek. Üstüne üstlük yazıp da acıları kalıcı hale getirmek, geçmişini ellerinle beynine kazımak. Ah be çocuk! Gerçekten sen bu musun?

Ah be çocuk! Gönlünü verdin mi vermedin mi sen? Neden bu telaşa kapılmalar bi anda. ‘ Küçük mutluluk’tan kastettiğine kendine salıcak mısın yoksa hiç bırakmayacak mısın kendini? Neden çekinirsin be çocuk, nedir bilemediğin. Yoksa gerçeği bal gibi biliyorsun da ondan mıdır bu çekingen? Cesaret edememenin nedeni ihanetten mi korkman. Ya ihanet değil de gerçekliğin ve kurtuluşun tam merkeziyse orası… ya sadece bir adımsa, bir kulaç. O zaman bize düşen hazır olmak değil midir? Nerede yiğitliğin senin? Dik dursana bir kerede. An çattığında- ki çatıp çatmayacağını da bilmiyorsun- evet hazırım, bekledim, kazandım ve kurtuldum desen.

Ah be çocuk. Ha gayret, bir adım, bir nefes daha…

Palindrom ~ mordnilaP

Palindrom, yazılan bir kelimenin, cümlenin veya sayıların tersten okunduğu zaman da aynı olma durumuna verilen isimdir. Bugün 02.02.2020 tarihi de, tersten okunduğu zaman aynı sonucu vermesinden ötürü bugün Palindrom Günü’dür.

Öne çıkan görsel bize, MS 79 yılında Latince yazılmış bir tabletteki palindrom örneğini gösterir. 21. yüzyıldaki ilk Palindrom Günü 10.02.2001 yılında olmuştur. Bundan önceki Palindrom Günü 10 Şubat 2001 tarihinden 809 yıl önce, 29.11.1192 yılında gerçekleşmişti. 21. yüzyılda ise, 29 adet Palindrom Günü bulunuyor. Bunların 3 tanesi 10.02.2001 , 11.02.2011 ve 21.02.2012 tarihlerinde gerçekleşti. Bugün 21. yüzyıldaki 4. Palindrom Günü’dür. Şanslıysanız eğer, bu yüzyıldaki görebileceğiniz son Palindrom Günü 29.02.2092 tarihinde olacak.

https://www.linkedin.com/company/palindrom.com

Palindrom örnekleri vereceksek, Yavuz Sultan Selim’in şiirini vermemek olmaz:

Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur

Şiir incelendiğinde, soldan sağa ve yukarıdan aşağıya aynı olduğunu görürsünüz. Palindrom çok güzel, öyle değil mi? Gelin biraz da bize küçükken öğretilen bazı palindrom cümlelere göz atalım:

  • Ey Edip Adana’da pide ye.
  • Ey Nihat Adana’da tahin ye.
  • Ara piller eder elli para.
  • Para hazır ama Rıza harap.
  • En iyi meşe beşe mi yine?
  • Ayla’da mı madalya?
  • Al kazık çak karaya kayarak kaç kızakla.
  • Mağara daha dar ağam.
  • Aç raporunu koy, okunur o parça.
  • Rıza, Haluk okula hazır.

Sadece kelime olarak “Kek, Kelek, Ütü, Kavak, Ebe, İki, Kabak, Kaçak…” ve daha birçok palindrom kelime örneği verilebilir.

Palindrom Günü’nüz kutlu olsun, tadını çıkarın!

Corona Virüsü Hakkında Kısa Bilgi

Coronavirüsü insanlara ve hayvan türlerine bulaşan bir çeşit virüstür. İnsanlarda soğuk algınlığından zatüreye kadar değişen çok çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarına neden olur. Coronavirüsü belirtisi -35 oranında boğaz ağrısı, kuru öksürük, burun akıntısı, halsizlik ve yorgunluk ile devam eden soğuk algınlığına yol açar. Bu belirtiler tespit edildiğinde hastaneye gidilmesi gerekir.  

31 Aralık 2019 tarihinde Çin’de Hubei eyaletine bağlı 11 milyon nüfuslu Wuhan şehrinden bildirilen olgunun da bugüne kadar hiç görülmemiş yeni bir Coronavirüs ile enfekte olduğu saptanmıştır.

Aralık ayında ortaya çıktığı sanılan virüs, şu ana kadar 170 kişinin ölümüne neden oldu.

Hastalığın, Çin’in 11 milyon nüfuslu kenti Wuhan’daki Huanan deniz ürünleri pazarından kaynaklandığı tahmin ediliyor.

Çinli yetkililer Hubei bölgesinde toplam 50 milyon kişinin yaşadığı kentlere seyahat kısıtlaması uyguluyor. Wuhan şehri karantinaya alınmış durumda.

Bulaşma Yolu?

Wuhan şehrinde başlayan bu enfeksiyonun muhtemelen deniz ürünleri ve çeşitli vahşi hayvan et ürünlerinin de satıldığı pazardan insana bulaştığı düşünülmektedir. Şu an hastalığın insandan insana bulaştığı kanıtlanmıştır. Bulaşma şu ana kadar yoğunlukla hasta ile aynı ailede ya da ortamda bulunanlarda ve damlacık önlemlerini almayan sağlık çalışanlarında görülmüştür. Bulaşma genellikle hasta kişinin öksürmesi ve aksırması sırasında oluşan damlacıklarının 1 m’ye kadar yakın temasta ve korunmasız kişilerin solunum yollarından girmesi ile olmaktadır.

Şu an için bilinen, enfekte olgularda öksürük, yüksek ateş ve solunum güçlüğü yakınmaları olup, ağır olgularda solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği ve hayatı tehdit eden multi organ yetmezliği gelişebilmektedir.

Hastalığın Tedavisi var mıdır? 

Şu an için hastlığı tedavi edecek herhangi bir ilaç yoktur, tedavi semptomatik olup yatak istirahati, bol sıvı tüketimi ve günlük alınması gerekli olan kalorinin alınması vücut direnci açısından önemlidir. Zira hastalığı tedavi edecek olan vücut direncidir.

Son bilgilere göre ülkemizde herhangi bir Coronavirüsüne rastlanmadı.


Bizden Büyük Tanrısı Yok Yalnızlığın

Gözlerinle dilin arasında gerili uçurumu seviyorum
Kekeme özgürlüğünü seviyorum
Susuşundaki hıncı seviyorum
Kalbinde ürperen kışı seviyorum
Ellerindeki bilge zamanı
Denizi yağmurdan korumaya çalışan
Çocukluğunu seviyorum
Alnın masamızda dört mevsime ufuk
Dudaklarında titreyen zamanı seviyorum
Yürüyorsun ya
Kalabalık bir daha dönüp bakıyor kendine
Boyunda çiçeklenen yedi rengi seviyorum
Her damlası ayrı bir hayat; ne bilsin gözüne düşmeyen
Gözlerindeki yaşı seviyorum
Beni uzaklaştırmaya çalışırken aklından geçenleri seviyorum
Kalbinden gövdene yürüyen utangaç karıncayı seviyorum
Ses nasıl menevişleniyor susunca ağzında
Ağzından gelecek her sevinci, azabı seviyorum
Gece ışıklarından topladığın o evler esrarını seviyorum
Susmanın da bir dili var elbet
Teri yastığına sızan rüyanı seviyorum
Uyandığın sabahlarda başka bağım yok dünyayla
Odalara ömür veren gövdeni seviyorum
Yürümediğin sokaklar nasıl da göz göz
Bekleyişteki o mucizeyi seviyorum
Serçe parmağındaki lekedir yerim
Kalabalığın uyumuna inat
Hayalin gerçeğe değdiği yeri seviyorum
Ölümdür en büyük zaman
Bilmez takvim gezenler
Bir iç çekişte yanan hayatı seviyorum
Bizden büyük tanrısı yok yalnızlığın
Getirdiğin hevesi, götürdüğün inkarı seviyorum
Evlerdesin
Dışarılar hüzün
Eşyalar ayakta
Senden ayrılanı seviyorum
Sana kavuşanı seviyorum
Uzun cümlelerle konuşuyor kalabalık
Bir sözcüğe sığdırdığın dünyayı seviyorum
O gölgenin taş dibinde bir çürüme bilinci
Hükmün yok bahçende diyorum
Üstüme elediğin şefkati seviyorum
Dişlerimin arasında bir
İshak Kuşu Eğiyorum ya başımı
Çaresizliğime tuttuğun aynayı seviyorum
Bir gün bir kötü haber birimizden
Kalanın diline gelecek ilk sözü
Arayacağı ilk insanı
İlk gece yapacağı her şeyi seviyorum

Bir Şükrü Erbaş şiiri
Eser Gökay seslendirmesi..

Ölü Çiçek

Bugün günlerden ne bilmiyorum,

Yürüyorum. 

Ne çok yakına ne çok yakınına,

Yürüdüm, bir ağaç gördüm                salıncak kurdum.  

Yürüdüm bir bulut gördüm sahi adı neydi onun 

Uzun süre seni hatırlatmayan bir bulut aramıştım, bulamadım.

Yürüdüm gökkuşağına dokunmaya çalıştım.

Nerede yağmur damlaları?

Aradım, bulamadım.

Yürüdüm, durdum.

Bilmeden koştum bulut peşimde, ağaç salıncağı göndermiş                                  “sen git ben yetişirim”

Salıncak peşimde, gökkuşağı bana dokunmaya çalışıyor.

Yoksa ben bu dünyadan değil miydim?

İşte bir çiçek ağlıyor  

Burdaysa gülüyor

Bir serçe başını göğe kaldırıyor 

Şükredercesine  

Yürüdüm, durdum, yürüdüm 

geri döndüm

durdum

Çiçek ölmüş.

Barış Manço

Barış Manço Türkiye’de Rock müziğin öncülerinden biridir. Aynı zamanda Anadolu Rock türünün kurucuları arasında da sayılan sanatçı müziğe Galatasaray Lisesi’nde başlamıştır.

Eğitim Hayatı

Lise öğreniminde okul değiştirmiş. Şişli Terakki lisesinde eğitimini tamamlayıp Yüksek öğrenimini Belçika Kraliyet Akademisi’nde resim-grafik-iç mimari alanında tamamladı ve okulunu birincilik ile bitirdi.

Müzik Hayatı

Bestelediği 200’ün üzerindeki şarkısı, kendisine on iki altın ve bir platin albüm ve kaset ödülü kazandırdı. Bu şarkıların bir bölümü daha sonra Arapça, Bulgarca, Felemenkçe, Almanca , Fransızca, İbranice, İngilizce, Japonca ve Yunanca olarak yorumlandı. Hazırladığı televizyon programıyla Dünya’nın pek çok ülkesine gitmiş hatta bu nedenle “Barış Çelebi” olarak adlandırılmıştır. Barış Manço 1991 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı Unvanı’na layık görüldü.

Televizyon Hayatı

1988 yılının Ekim ayında TRT 1’de çocuk ve aileye yönelik bir eğitim kültür ve eğlence programı olarak başlayan 7’den 77’ye adlı televizyon programı, 1998 yılının Haziran ayında 378. kez ekrana gelerek Türk televizyonculuğunda ulaşılması zor bir rekoru kırdı. Ekvatordan Kutuplara isimli programında ekibiyle birlikte beş kıtada 100’den fazla değişik yöreye giderek altı yüz bin kilometreye yakın yol kat etti. Ayrıca 4×21 Doludizgin adında bir talk-show programının yapımcılığını yaptı.

Sinema Hayatı

2 Ocak 1975 tarihli Baba Bizi Eversene, sanatçının tek sinema filmidir. Barış Manço bu filmde başrol oynamış ve filmin müziklerini Kurtalan Ekspres ile beraber yapmışlardır. Sinan Çetin’in yönettiği 1985 yılı yapımı 14 Numara adlı filmin müziklerini yine Kurtalan Ekspres’le, 1982 yılı yapımı Çiçek Abbas filminin müziklerini de Cahit Berkay’la beraber yaptı.

1963 yılında Yeni Sabah gazetesinde “Sami Sibemol” takma adıyla müzik içerikli yazılar yazdı. 1993 yılında Milliyet Gazetesi’nde Oku Bakiim başlığıyla konularını günlük hayattan alan köşe yazısı yazmaya başladı ve 1995 yılına kadar yazmaya devam etti. Ölümünden önce müzik hayatının 40 yılını kitap haline getirmeyi planlıyordu.

31 Ocak 1999 gece saat 23:30 civarında İstanbul’un Moda semtindeki evinde kalp krizi geçirdi ve kaldırıldığı hastanede aynı gece saat 01:30’da hayatını kaybetti.

Müzik ve televizyon hayatında üç binden fazla ödül almıştır. Bu ödüller Barış Manço Evi’nde sergilenmektedir.

Bir ışık hüzmesi ki;
ince ince serpilir,
fırtınalı son arzum
gül yüzüne serilir…
ben ki bir garip seyyah
firari bir hastayım,
ellerinde can bulan
şarabın ayyaşıyım…

(Dorsalida)

SCOOT SIGLER İLE RÖPORTAJ (INTERVIEW WITH SCOOT SIGLER)

1- Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Öncellikle kendinizden bahseder misiniz? Scott Sigler kimdir?

Thank you very much for accepting my interview offer. Could you tell us about yourself first? Who is Scott Sigler?

Benim hakkımda tüm bilgileri burada bulabilirsiniz: https://scottsigler.com/about/

You can get all the info about me here: https://scottsigler.com/about/

2- Yazarlık serüveniniz ne zaman başladı?

When did your writing adventure begin?


İlkokuldan beri yazıyorum. Her zaman canavarlı hikayelerinin hayranı oldum. King Kong’un 1976 versiyonunu küçük bir çocukken gördüm ve o zamandan beri insanları filmin korktuğu gibi korkutmak istiyorum.

I have been writing since grade school. I’ve always been a fan of monster stories. I saw the 1976 version of King Kong as a little kid, and ever since then I knew I wanted to scare people the way that movie scared me.

3- Kitaplarınızda en çok neye dikkat edersiniz veya en çok neyden ilham alırsınız?

What do you pay the most attention to or inspire from your books?

İlhamımın neredeyse tamamını bilimsel araştırma ve gelişmelerden alıyorum. Biyoloji, bilgisayar bilimleri ve malzeme bilimleri hayal gücümü tetikleyen ve beni “ya?” Diye düşündüren kilit alanlardır.

I get almost all of my inspiration from scientific research and developments. Biology, computer sciences and material sciences are key areas that trigger my imagination and make me think “what if?”

4- Size göre kitap okuma alışkanlığı kazandırılmak için neler yapılmalı?

According to you, what should be done in order to gain the habit of reading books?


Bunu yapmanın en iyi yolu, okuyucu olan arkadaşlarınızdan kitap önerileri istemektir. Siz ve arkadaşlarınızın benzer eğlence zevklerine sahip olduğunuzdan, arkadaşınız başlamak için doğru kitabı bilebilir. Bir başka harika yol, yerel bir kütüphaneniz varsa oraya git, bir kütüphaneci bul, onlara okumak istediğini söyle, sonra kitap tavsiye et. Ne tür hikayeler, filmler, televizyon veya Internet gösterileri hakkında sorular sormalıdırlar. Orada harika önerilerde bulunabilirler.

The best way to do that is to ask friends of yours who are readers for book recommendations. Odds are you and your friends have similar entertainment tastes, so your friend might know the right book to get your started. Another great way is if you have a local library. Go there, find a librarian, tell them you want to get into reading, then have them recommend books. They should ask questions about what kind of stories, movies, television or Internet shows you like. From there, they can make great suggestions. 


5- Şimdi olmak istediğin yerde misiniz? Hayallerinizi gerçekleştirdiniz mi?


Are you where you want to be now? Have you achieved your dreams?

Ben olmayı hayal ettiğim yerde değilim, ama bulunduğum yerde çok mutluyum. Her zaman 10.000.000 kitap satmayı ve tüm dünyada okunmayı hayal ettim. Ben o kadar çok satmasam da, birden fazla dilde basıldım ve gerçekleşmediğini fark etmediğim bir şey başardım yazımın etrafında inşa edilmiş başarılı bir küçük işletme işletiyorum. Kendi kitaplarımı hazırlamaktan ve kendi kaderimi kontrol etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Yazmaya başladığımda bunun bir olasılık olduğunu fark etmedim, bu yüzden gelecek yıllar boyunca yaratmaya devam etmeme izin verecek başarılı bir işim olduğunu bilmek beni heyecanlandırıyor.

I am not where I dreamed of being, but I am very happy where I am. I always dreamed of selling 10,000,000 books and being read all over the world. While I haven’t sold that many, I’ve been printed in multiple languages, and I have achieved something I didn’t realize could happen — I run a successful small business built around my writing. I get an immense amount of satisfaction putting out my own books and controlling my own destiny. When I started writing, I didn’t realize that was a possibility, so I am thrilled to know I have a successful business that will let me continue to create for many years to come.

6- Hayal dünyanızı bu kadar genişlemesine sebep olan olaylar nedir ? (Aşık olmak gibi)

What are the events that make your imagination so wide? (Like falling in love)

Hayal gücümün merkezinde bilim ve bilim insanlarının dünya çapında yaptığı son gelişmeler var. Ayrıca yaşadığımız dünyanın biyolojisinden de besleniyorum; evrim hikayelerime başarılı stratejiler koymam için bana ilham veren pek çok mükemmel şey yarattı. Parazitoloji, özellikle büyük bir ilham kaynağıdır. Bugün yaşayan organizmaların üçte ikisinin parazit olduğunu biliyor muydunuz? İnanılmaz!

7- Kendinizi yakın bulduğunuz yazar var mı?

Is there any writer you find yourself close to?

Yazdıklarım yüzünden, aksi halde bilmeyeceğim birçok yazar arkadaş edinebilecek kadar şanslıydım. Pierce Brown, Jonathan Maberry, Gail Carriger, JC Hutchins, Myke Cole, Delilah Dawson, Sam Sykes, Chuck Wendig ve daha birçoğu onları tanıyarak hayatımı iyileştirdi.

Because of my writing, I’ve been fortunate enough to make many author friends that I otherwise wouldn’t have known. Pierce Brown, Jonathan Maberry, Gail Carriger, JC Hutchins, Myke Cole, Delilah Dawson, Sam Sykes, Chuck Wendig and many more have made my life better by knowing them. 

8- Eserlerinizin Beyaz perdeye uyarlanmasını ister misiniz? Bu hangi kitap olmalı?

Would you like your works to be adapted to the screen? Which book should this be?

NOCTURNAL adlı romanımın bir TV dizisine dönüştüğünü görmek istiyorum.

I would like to see my novel NOCTURNAL turned into a TV series.

9- Kendi kitaplarınızı nasıl eleştirmek istersiniz?

How would you like to criticize your own books?

Çoğu yazar ve üreticinin aksine işlerim asla “yeterince iyi” diyebileceğim bir seviyede değiller. Gerilim tarzı hikaye yapısına sadık kalarak sürekli olarak daha iyi karakterler geliştirmeye çalışıyorum. Benim işimde, hikayenin gidişatı, konusu ana yoldur. Kitabın başlamadan önce nasıl biteceğini tam olarak biliyorum ve okuyucuya mantıklı, eksiksiz bir hikayenin tadını çıkarmak için rehberlik etmeye çalışıyorum. Karakterlerin yapmak istediklerini yapmalarına izin vermiyorum, bu da mantıksız bir hikayeye neden olur ve okuyucuyu “dürüst bir son değil” diye düşünmeye sevk edebilir.

Like most authors and creators, my work is never “good enough.” I’m constantly trying to develop better characters while sticking to my thriller-style story structures. In my work, the plot is the main driver. I know exactly how the book will end before I begin, and I try to guide the reader there so the reader enjoys a logical, complete story. I don’t just let the characters do whatever they want to do, which can make for an illogical story and leave the reader thinking “that’s not an honest ending.”

10- Gelecekteki yazarlar için ne tavsiye etmek istersiniz?

What advice would you like to provide for future writers?

Yazın, yazın ve biraz daha yazın. Sadece tekrar ederek daha iyi olursunuz. Ayrıca, paylaştığım ana tavsiyeye uygun çektiğim bir video: https://www.youtube.com/watch?v=3UW4Y3svkA8

Write, write, and write some more. You only get better by repetition. Also, here’s a video I did that has the main bit of advice I share: https://www.youtube.com/watch?v=3UW4Y3svkA8

11- Son olarak, okuyucularınıza neler söylemek istersiniz?

Finally, what would you like to say to your readers?

Seni seviyorum! Okuyucularım olmasaydı, bu yaratıcı yaşamdan zevk almazdım. Yaptığım her şey okuyucularım için. Çalışmalarıma koydukları vazgeçilmez zamana saygı göstermek için çok çalışıyorum.

I love you! Without my readers, I would not be enjoying this creative life. Everything I do is for my readers. I work hard to respect the irreplaceable time they put in with my works. 

Benim için çok keyifli bir röportaj oldu. Umarım sizin için de keyifli olmuştur.

It was a very enjoyable interview for me. I hope it has been enjoyable for you as well.


Nuri Bilge Ceylan’ın Yeni Filminin İsmi Belli Oldu

Türk sinemasının yetiştirdiği en önemli isimlerden birisi olan Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filminin ismi belli oldu. Son olarak 2018 yılında vizyona giren “Ahlat Ağacı” filmi ile kendisinden bir kez daha söz ettiren usta yönetmenin yeni filminin ismi “Kuru Otlar Üstüne” olarak duyuruldu.
Yeni filmin senaryosu, oyuncuları ve gösterim tarihine dair herhangi bir paylaşım ve açıklama yapılmadı.
Kış Uykusu filmi ile 2014 yılında Cannes Film festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanan Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filmiyse Cannes Film Festivalinde eli boş dönmüştü.
TRT 12 Punto yapmış olduğu açıklamayla bu yıldan itibaren her yıl Türk sinemasının ustalarından birine “Ustaya Saygı TRT Ortak Yapım Ödülü” verileceğini duyurdu. Bu ödülün ilki ise “Kuru Otlar Üstüne” filmi ile usta yönetmen Nuri Bilge Ceylana verilecek

Düş Mahali

PORTUGAL. 1993.

 

“İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim?”

(Asaf Halet Çelebi)

Bir aziz meczubun birine “Alem nedir? Şu kurulu düzeni bir anlatıversene.” dedi.

Meczup dedi ki: “Bu şan ve şöhretle dolu olan alem, yüz türlü şekillere donanıp bezenmiş bir nahle benzer. Birisi baştan aşağı el sürdü mü, şüphe yok ki, bütün o şekilleri bozar, hepsi de bir tek mum olur gider.”

Mademki hepsi mumdur, mumdan başka bir şey değildir; yürü vazgeç, o kadar donantı, bezenti de ancak bir şeyden ibarettir!

Her şey bir oldu mu, ikilik kalmaz. Burada benlik ortadan kalkar, senlik de!

Bugün yürüdüğümüz yolların birer sahibi, her bir sahibin de birer putu vardı. O putlar ki, İbrahim’in gelişini beklemeden boyluca seriliverdi yerlere! “Dünya benim mabedim” diyenlerin, bu uğurda kan dökenlerin kaçı sahip oldu, bu süslü sahteliklerle bezenmiş aleme?

Ne Süleyman hüküm sürdü sonsuza dek, ne de Firavun “ben” diyebildi doyasıya…

 

Unsınkable Sam (Batırılamaz Sam)

Kedi Oscar

Bu bir kedi. Evet yanlış duymadınız. Adı bilinmiyor ancak daha sonradan Oscar adını almış. Kediye sam lakabı verilmiş. Bu lakabı kullanarak anlatacağım. Şimdi bu kedinin hikayesine bir değinelim.

Sam, 1941 yıllarında Alman savaş gemisi Bismarck’ta yaşıyordu. Geminin maskotu haline gelmişti. Kendisi oldukça rahat ve keyifliydi. Vaktinin çoğunu Atlantik okyanusun yüksek dalgalarını izleyerek ve uyuyarak geçiriyordu.

Bismarck büyük bir gemiydi. Bu yüzden sallantı pek hissetmiyordu. Taki 27 mayıs 1941 tarihine kadar. Bu tarihte Bismarck son seferini gerçekleştiriyordu. Bismarck 2000 den fazla top mermisi aldığı halde hala ayaktaydı. İngiliz gemilerden gelen yoğun ateşe ve HMS Ark Royal uçak gemisinden kalkan uçaklar tarafından yoğun saldırıya maruz kaldığı için Bismarck, daha fazla dayanamadı. Ve en sonunda battı. (Kendi mürettebatı tarafından batırıldı. Bismarck battıktan sonra Sam HMS Cossack destroyeri tarafından bir tahtada yüzerken bulundu. Kediye Oscar adı bu mürettebat tarafından verildi.

HMS Cossack küçük bir gemiydi. Çünkü destroyer idi. Bu yüzden hep sallanıyordu ve hep hareket halindeydi. Bu Sam’i rahatsız ediyordu. 24 Ekim 1941 de HMS Cossack bir Alman denizaltısı (U-563) tarafından batırıldı. Geminin mürettebatından 159 kişi ölmüştü. Ancak şans eseri Sam hala hayattaydı.

Batırılamaz Sam lakaplı bu kedi bu seferde Bismarck’ın batırılmasında görev alan HMS Ark Royal’e transfer edildi. Bu gemide Sam rahat etmişti. Uçak gemisi oldukça sakin ve sallantısız ilerlerdi. Uçak gemisinin penceresinden güverteden kalkan uçakları izlemekle geçirdi bütün günlerini. O gemide de mürettebatın maskotu haline gelmişti. Ancak Sam orada daha fazla rahat edemeyecekti ve 14 Kasım 1941’de bu gemi de bu sefer Alman denizaltısı U-81 tarafından torpido edildi. Ancak Sam hala hayattaydı. Batırılamayan Sam lakabı bu yüzden verilmişti bu kediye.

Ark Royal’in kaybedilmesi Sam’in gemi kariyerinin sonunu getirdi. Önce Cebelitarık Valiliği’ne transfer edildi ve daha sonra Birleşik Krallık’a geri gönderildi ve burada Belfast’taki “Denizciler Evi” olarak adlandırılan bir denizcinin evinde yaşadı. Ve Sam 1955’te hayata gözlerini yumdu. Belkide dünyanın en şanslı kedisiydi Sam. İnfilak eden 3 gemiden kurtulup tüm 2. dünya savaşını görüp yaşamını devam ettirdi.

Karanlık Sokak

“Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebilirsiniz. Hayatın gerçek trajedisi, bir yetişkinin aydınlıktan korkmasıdır.”
Platon

“Hadi baba, etraf ne kadar sessiz, kimsecikler de yok, bi’kere daha baba, N’olur? İnan bana, benden başka kimse duymaz sesini.”

Biliyordu, etraf çok sessiz.

Biliyordu, etrafta onlardan başka kimsecikler de yok.

Çok iyi biliyordu ki bağırsa dahi sokak köpeklerinden başka kimse işitmez sesini. Belki de bu yüzden; hızlanan kalp atışlarının, sıklaşan nefesinin ve art arda yutkunmasının yankı yaptığını zannediyor, içinden gelen sesleri bu denli net duyuyordu.

Edison’un ruhuna rahmet okutan sokak lambaları çalışmıyor. Allah’ın bir arada yaşasın diye cem ettiği insanoğlundan kimsecikler yok sokakta. Gitgide seyrelen, perdelerin arasından sızan ışıklar da yolu aydınlatma konusunda oldukça cimri bugün.

Sokak karanlık, babanın aklı kapkaranlık. Aşılması gereken bir karanlık, taşınması gereken bir sorumluluk var. Sorumluluğun adı evlat, gelecek, teminat, hürriyet, adalet.

İki ruhani yaklaşıyor babaya sağdan, soldan ama sıfatları kirâmen kâtibin değil. Karanlık bulandırdıkça babanın aklını, daha çok bağırmaya başlıyorlar.

                – İçindekilere rağmen bu karanlığı geçeceğini mi sanıyorsun?
                – Sakın deneme. Kim başa çıkabilmiş ki sen çıkacaksın?
                – Karanlık bu, aydınlığı da yutar seni de.
                – Hadi kendinden geçtin, ya evladın?
                – …

İnsan, kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır?

İnsan, kendini karanlığa boğmayı göze alırsa ancak başkalarına ışık dağıtır, baba.

Sorarım sana, ey baba!

Sa’d Bin Ebû Vakkâs, gecenin bir vakti, kendi cennetle müjdelensin diye mi söndürdü, Mekke sokaklarında, mimlenmiş tek göz odanın mumunu?

Yaver Salih Bozok, milli mücadele ateşini yakabilmek için söndürmedi mi Şişli’deki bir ülke kadar büyük 3 katlı evin ışıklarını?

Filistinli Muhammed, Gazze sokaklarında, bir çöp bidonunun arkasında, babasının yamacında, Selahaddin Eyyubi’nin ölmediğini göstermek için söndürmedi mi hayat ışığını?

Teğmen Emre, halel gelmesin diye hududa, söndürüp ışıklarını karakolun koşmadı mı karanlığın içine?

Dön de bir sor kendine, korkun karanlıktan mı, aydınlıktan mı?

Aydınlık arzusunda olan karanlıktan korkmaz, karanlıktan korkmayan da karanlıkta boğulmaz. Karanlığa düşmekten korkma, at kendini karanlığın içine. Önce sen adım at ki harlansın küllenmiş büyük ocak.

İçindeki savaşın galibi belli olunca döndü baba kızına. Titreyen ellerini fark etmesin diye daha sıkı tuttu kızının elini. Ruhunu saran ferahlık soğumasın diye de diğer elini cebine attı. Gözlerine baktı kızının ve ayazda kalmış gönüllere har salacak bir gülümseme belirdi yüzünde. Dilinde anın feraseti, sinesinde aydınlığın insicamı, başladı kızının en sevdiği şarkıya. Gözleri, karanlık içinde gördüğü aydınlık ufuklarda, bir adım daha attı ve sonra hiç durmayacak bir adım daha.

Ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa yarın,
Sanma ki hikâyesi şu titreyen dalların
Düşen yaprakla biter,
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter.

Ağlama olma mahzun gülerek bak yarına,
Sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına
Dökülen akla biter,
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter.

HARABAT

Karanlık bir sır yankılanır göklerde,
Karşılığı olmayan…
Ulaşmıyor akisleri sırrımın menzil-i maksûda,
Şehrâyinler düzenleseler de nevbaharda,
Şu benim mecruh gönlüm, hep sonbaharda…

Yağsın da üzerime baran-ı belâ,
Yeter ki gitmesin benden o bülbül-ü ra’nâ.
Açıldığı vakit karşımda dâr-ı ukbâ,
İsmini sayıklasam yeter, ey gûl-î sahra…

Şeş cihetten geçse de taarruza şule-i hazân,
Gönlüm hâlâ ism-î pâkine nalân,
Sıbgatullahı göremedim, ben kara nâdân,
Üftâde olmakmış senden bana kalan…

Bağ-ı hezar gibi ne ötüp durursun?
Sana vabeste ruhumu ne diye susturursun?
Attığında şu bî-kes’in üzerine bir kürek toprak
Seni unuttuğu her ânı,
Şule olsun cennet, gözlerini kurutsun…

SERMEST

                                                                      

Peyami Safa’dan Yazarlara Tavsiyeler

Atatürk, “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz fakat sanatkar olamazsınız.” diyor. Edebiyat da sanatların en çetrefilli olanlarından. Ne şiir ne de nesir sadece ilham ile yazılır. Büyük bir kafa yorma, silip silip yeniden yazma, analiz dönemleri büyük emek ister. Sonuçta ortaya bir metin çıkar. Peki bu metin bir sanat eseri olmuş mudur bunu nasıl anlayabiliriz? Peyami Safa yazarlara ve yazar adaylarına 12 filtreli bir süzgeç veriyor. Şimdi bunların ne olduğuna bakalım;

  1. Tekrarlardan kaçınmak sağlam bir ifadenin temel prensibidir.
  2. Halk tabirlerinden, atasözlerinden, beylik ifadelerden, basma kalıp üsluptan kaçının
  3. Adilikten (basitlikten) kaçarken yapmacıklığa düşmemek
  4. Kuvveti kendi kendine yeten bir düşünceyi ve ya ruh halini imajlarla (teşbih ve istiare gibi sanatlar) desteklemekten kaçınmak
  5. Manayı en sade şekline döndürürken basitliğe düşmemek, yalın yazacağım diye basitleştirmemek
  6. Yazının inceliklerini anlaşılır olmasına feda etmemek
  7. Basit manayı karışık, karışık manayı basit ifade etmekten kaçınmak
  8. Manaya en uygun kelimeyi bulmak
  9. Kelimelerin sesleri ile manaları arasındaki ilişki kurmak
  10. Mana inceliklerini ahenge feda etmemek
  11. Bir cümle yapısıyla o cümleyi yüksek sesle okuyanların teneffüs ritmini kaçırmamak
  12. Fakat manayı bu ritme feda etmemek

Şimdi yazdıklarınızı 12 kere daha gözden geçirin.