12.5 C
İstanbul
Cumartesi, Mayıs 4, 2024

92.Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu

92. Oscar Ödülleri dün gece Los Angels’taki Dolby Tiyatrosunda gerçekleştirilen törenle sahiplerini buldu.
En iyi film kategorisin de yarışan Parasıte aldığı ödülle Oscar tarihine geçti. İlk defa İngilizce olmayan bir film, en iyi film kategorisinde ödülün sahibi oldu. En iyi erkek oyuncu ödülü ise Joker Filmindeki performansıyla Joaquin Phoenix’in oldu. Renee Zellweger ise Judy filminde gösterdiği performans ile en iyi kadın oyuncu ödülünün sahibi oldu.


EN İYİ FİLM- EN İYİ ULUSLARARASI FİLM VE EN İYİ ÖZGÜN SENARYO (PARASITE)


EN İYİ YÖNETMEN ( Bong Joon Ho- Parasıte)


EN İYİ ANİMASYON FİLMİ (TOY STORY 4)


EN İYİ UYARLAMA SENARYO (Jojo Rabbit)


EN İYİ PRODÜKSİYON TASARIMI (Once Upon A Time İn Hollywood)


EN İYİ KADIN OYUNCU (Renee Zellweger)


EN İYİ ERKEK OYUNCU (Joaquın Phoenıx)


EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU (Laura Dern)


EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU (Brad Pitt)


EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK (Joker)


EN İYİ SAÇ VE MAKYAJ ÖDÜLÜ (Bombshell)


EN İYİ GÖRSEL EFEKT, EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ VE EN İYİ SES MİKSAJI (1917)


EN İYİ KOSTÜM TASARIMI ( Little Women)


EN İYİ BELGESEL (American Factory)


EN İYİ KISA FİLM ( The Neighbor’s Window )





Tüm Karanlığa İnat Göğe Bakan Kadın: Hypatia

“Aşağılık Galileli yıktı, lanetledi seni;
Ama düşüşünle daha da büyüdün!
Ya şimdi, heyhat!
Platon’un ruhu, Afrodit’in bedeni ebediyen Hellas’ın güzel gözlerine çekildi.”

Charles Leconte De Lisle “Hypatia”

“Bir kadın herkes önünde öğretici olamaz” diye bir ses yükseldi eski Yunan medeniyetinde…
Bundan tam 16 asır evvel ilk kadın filozof olan Hypatia ölümün sessiz karanlığında alıp başını gitmişti. Peki böylesi büyük bir insana böylesi alçak bir ölümü yaşatan neydi?

M.S 370 yılında zamanın karanlıkla mühürlendiği bir vakitte bilimin aydınlığıyla süzülen bir çift göz dünyaya nazar etti. Evet bu kişi Hypatia’dan başkası değildi. O zamanlar ‘ çağın bilim merkezi’ diye adlandırılan İskenderiye’de doğdu. Babası Theon, İskenderiye Üniversitesi’nde matematik hocası ve yönetici idi.

Theon kızının bağımsız ve kendine yönelik birikimlerle büyümesi için elinden geleni yaptı. Dogma düşüncelerden ve saplanmalardan;
“Bütün dogmatik dinler yanlışlıklarla doludur ve kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak kabul edilmelidir.” ve “Düşünme hakkını hep kullanmalısın, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten yeğdir.” sözleriyle Hypatia’yı uzak tuttu.

Sorgulamayı, araştırmayı seven meraklı bir genç olan Hypatia bu ortamda büyüdü. Babasının rehberliğinde matematik, felsefe, astronomi, geometri ve şiir konularında kusursuz bir şekilde yetişti. Zamanla babasının oyun arkadaşı oldu bilimsel araştırmalarda.

Onun için din bilimdi, felsefeydi…

Hypatia eğitimini Atina’da aldı. O zamanlar büyük bir ekol haline gelen Neoplatonizm düşünce sistemini, başına geçtiği İskenderiye’deki okulunda bütün öğrencilerine benimsetti. Hatta bu düşünce ve bilgi yapısını halka benimsetmek için tüm halkın katılabileceği açık bir ders platformu bile düzenledi.

Hypatia hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını ışıkla aydınlatırken ne var ki bu, bazı karanlık beyinleri rahatsız etmeye başlamıştı bile. Bir kadının bu kadar bilgili oluşunu elbette ki sindiremiyorlardı.

İskenderiye Patrikhanesi’ne baş piskopos olarak atanan Cyrille bunu sindiremeyenlerin başında geliyordu. İnsanları Hypatia’ya karşı örgütlemek için İncil’den bazı alıntılar yapıyor ve aynı zamanda halkı kadın düşmanlığına sürüklemeye çalışıyordu.

“Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratılmıştır.”

Cyrille Hypatia’nın ölümünü doğrudan emretti veya halkı bunun için teşvik etti. Halkı kışkırtmış ve halk arasında Hypatia’yı “dinsiz” ve “şeytan” olarak nitelendirmişti. Ve vahşet dolu anlar böyle başladı.

“Önüne gelenle gidiyor,” diyorlardı, özgürlüğünü lekelemek istediklerinde. “Kadına benzemiyor, ” diyorlardı, zekasını övmek istediklerinde.

Ve 415 yılının karanlık bir sabahında bir grup yobaz tarafından evinde basılan güzel Hypatia canilikte eşi ve benzeri olmayan bir ölüm şekline mahkûm edilir. Önce halk arasında sürüklenen Hypatia daha sonra çırılçıplak soyulur. Güzelliğine henüz hiçbir nazar değmemişken…

İtilir, değersiz bir çöp gibi yerlere fırlatılır. Halbuki onun yanında en değerli mücevherin hükmü nedir ki?

Ve bir taş yağmuru…
Hemen akabinde deniz kabuklarıyla vücudunu parçalama seremonisi. Ve her zerresinin canlı canlı yakılması…

Ah güzel Hypatia!
Bu hakareti hak edecek ne yaptın?
Sen sadece aydınlattın. Hem de güneşin tüm işlevini yitirdiği bir zamanda. Onlar seni öldürebileceklerini, unutturabileceklerini sandılar. Oysaki seni zamanın da ötesine taşıdılar…

“Ne zaman sana ve söylediklerine baksam, saygı duyarım.
Bakirenin göksel evine bakarmışçasına.
Tasaların göklere yükselmiştir çünkü senin,
Saygıdeğer Hypatia, sen bizzat aklın güzelliği,
Bilgeliğin eşsiz yıldızısın.”

Az Bilinen Üç Güzel Dizi

1. Kidding


Jeff, namı diğer Mr. Pickles çocukların en sevdiği televizyon yüzlerinden biridir. Bir neslin birlikte büyüğü bir ekran karakteri olan Jeff, aynı zamanda milyarlarla oynayan bir şirketin sahibidir. Ailesinde patlak veren kriz herkesin hayatını alt üst eder. Bu zorlu süreci atlatmaya çalışan Jeff hiç tanımadığı bir dünya ile karşı karşıya kalır. Kara mizah adı altında çekilen bu dizi hayatın gerçeklerine başka bir açıdan bakmamızı sağlar. 
2. A Million Little Things


Dört kadın ve üç erkekten oluşan bir arkadaş grubunun aralarından birinin intihar etmesiyle başlayan hikaye, geride kalanları çok derinden etkiler. Bu ölüm sonrasında hayata karşı bakış açıları değiştiren bu arkadaş grubu artık birbirlerine daha yakınlar. Bu yakınlaşmada ortaya çıkan bir çok sır beraberinde gelir. Her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan ve kendilerine yeni sayfa açan bu arkadaş grubunun hayat hikayesidir.
3. Young Sheldon


İlk sezonu 1989 yılında geçen dizide 9 yaşındaki Sheldon Cooper’ın ailesinde ve çevresinde yaşanan olaylar anlatılır. Dizi, Teksas’ın doğusunda bulunan hayali Medford kasabasında geçmektedir. Henüz 9 yaşında olduğu halde liseye başlayan Sheldon’ın aşırı derecede yüksek olan zekasının kendisine ve ailesine olan etkileri, dizinin başlıca konusudur. Dizide geçen konular her bölümde Sheldon’ın büyüklüğü tarafından dış ses ile izleyicilere aktarılır. Dizinin ikinci sezonunun bir kısmı 1989, bir kısmı ise 1990 yılında geçmektedir.

İnsan Beynindeki Büyük Sır: Epifiz Bezi-Üçüncü Göz

Hiç fark ettiniz mi alnımızda bir gözün daha bulunduğunu ve yüzümüzde olan iki gözden daha fazla ve daha derin şeyleri gördüğünü…

Şimdi gelin üçüncü gözümüz neymiş neler görür, görevleri nelermiş onları öğrenelim ve bize neler anlatmak istiyormuş görelim.

Epifiz bezi, beynimizin içinde iki kaşımızın ortasının biraz üzerinde bulunan hizada hipofiz bezinin arkasındaki oyuğa yerleştirilmiş, hemen hemen kafamızın merkezinde bulunan küçük bir organımızdır. Çam kozalağına benzemesinden dolayı İngilizce manası olan “pineal gland” olarak da adlandırılmaktadır. Eski zamanlarda fonksiyonu keşfedilemeyen bu organımızın bir işe yaramadığı söylenirdi, ancak bilimin de gelişmesiyle ne işe yaradığı bulununca aslında gayet önemli bir işlevi gördüğü anlaşıldı. Beynimizin içindeki duruşu nedeniyle gözü andırdığından, bazı kaynaklarda üçüncü göz olarak da isimlendirilen bu organımız gece-gündüz döngüsünü kontrol eden ve günlük ritmimize düzen getiren melatonin hormonunu, mutluluk hormonu olarak da adlandırılan serotonin hormonunu ve ruh molekülü olarak da adlandırılan DMT (Dimetiltriptamin) hormonunu salgılamaktadır

EPİFİZ BEZİNİN GÖREVLERİ NELERDİR?

  • Epifiz bezi, uyku/uyanıklık döngülerini uyaran melatonin hormonunu salgılar.
  • Vücudun biyo-ritminden ve biyolojik saat ayarlamasından sorumludur.
  • Beynin en önemli içgüdüsel davranışları düzenleyen bölgesi olan hipotalamus ile uyum içinde çalışarak duyuların ve algıların kontrolünü sağlamaya yardımcı olur.
  • Tüm sinir sisteminizin en önemli bir parçası.
  • Bu bez bedenin fiziksel tüm sistemini etkileyen bir yapıdadır.
  • Canlıların önsezi organı olarak bilinmektedir.

NEDEN ÜÇÜNCÜ GÖZ DİYORUZ?

En eski çağlardan itibaren fiziksel ve ruhsal dünyaları birbirine bağladığına inanılan ve spiritüel ritüellerde, ibadetlerde ve meditasyonlarda odak noktası olan epifiz bezinin fiziki özellikleri de onun üçüncü göz olarak nitelendirilmesini destekler. Bu küçük bezin açıldığı ameliyatlarda bezin tıpkı göz gibi retinal bir dokuya ve çevresinin saran kılcal damarlara sahip olduğu belirtilmiştir.

Beynimizin ışığı algılama, gece ve gündüzü değerlendirme ve biyolojik saati ayarlama merkezi olduğu da düşünülürse epifiz bezinin beynin diğer kısımlarından daha ayrı bir öneme sahip olduğu söylenebilir. Eski çağlarda epifiz bezinin bilimsel ve fizyolojik özelliklerinin günümüzdeki gibi bilinmesi imkansız olsa da, şamanlar, şifacılar, bilge ve kahinler bu gizemli organın önemini anlamayı bir şekilde başarmış görünüyor.


Epifiz bezine özellikle mistik bir anlam yükleyenler, onu aktive edecek bazı gizli formülasyonlardan da bahsetmişler, hatta bu formülasyonların da gizli tutulduğunu, illimünati/masonlar gibi gizli örgütler tarafından saklandığını iddia etmişlerdir. Bunlardan birisi de manna da denilen ve altından üretilen mono atomik altındır. Bu madde temel olarak altından üretilmekle birlikte son şekli beyazdır ve literatürde ormus olarak da geçer. Hatta Spence L Cross yazdığı kitabında Büyük Mısır Piramidi’nin manna üretimi için yapıldığını iddia etmiştir. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’de kudret helvasının ağaçlar üzerine inen ve toplanan bir yiyecek olduğu belirtilse de bu helvanın manna olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır.

Manna İksiri

ÜÇÜNCÜ GÖZÜ GELİŞTİRMEK BİZE NELER KATAR?

Epifiz bezinin fonksiyonunu ve enerjisini geliştirmek, arttırmak aslında çok önemlidir çünkü bu bez bedenin fiziksel tüm sistemini etkilediği gibi psişik anlamda farkındalığınızı, bilinçlilik halinizi ve yaşam deneyimlerinizi genişletecek ya da sınırlayacak bir potansiyele sahiptir.

Bunun en büyük sorumlusu olan kimyasal maddelerden biri de florür ve sularımızdaki kireç. Bunun da insanın farkındalığının artırmasını tökezletmek için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu düşünülüyor. Florür, epifiz bezinin kireçlenmesine neden olan sebeplerden sadece birisidir. Florür manyetik olarak epifiz bezine çekilir ve burada, bedenin herhangi bir noktasından daha fazla kalsiyum fosfat kristalleri oluşur.

Psişik Yetenek, genel anlamıyla olağanüstü sayılabilecek bir durumdur.  Psişik yetenek, kişilerin içgüdüsel olarak “Duru Görü” diyebileceğimiz ya da hislerin tamamen açık olmasıyla bazı olayları önceden hissedebilmesidir, kestirebilmesidir.

  • Beynin ortasında yer alan bu alanı fiziksel ve ruhsal dünyaların bağlantı noktası olarak kabul etmişlerdir.
  • İnsan kullanımına açık olan en güçlü ve yüksek eterik enerjinin (aura) kaynağı olarak görülen epifiz bezi, doğaüstü güçlerin uyumlanmasında her zaman önemli olmuştur.

Üçüncü gözünüzü aktif kullandığınız ruhunuzu tazelediğiniz ve ruhunuzla görüp baktığınız günleriniz olsun …

Cem Karaca’yı Sözleriyle Anıyoruz!

Anadolu Rock’ın kurucularından, büyük usta ve güzel insan Cem Karaca’yı ölümünün 15. Yıl dönümünde saygı ve özlemle anıyoruz…

Resimdeki Gözyaşları

Deniz Üstü Köpürür

Yiyin Efendiler (Yağma Sofrası)

Islak Islak

Kirlenmiş Çığlık

Bindik Bir Alamete

Bir Mirasyediye Ağıt

Ceviz Ağacı

Tamirci Çırağı

Çok Yorgunum

Raptiye Rap Rap

Bu Son Olsun

Namus Belası

Beni Siz Delirttiniz

Doğrulma Çabası

Acısını yaşıyor insan bazı hayallerinin. Gerçekleşmesini diliyor, öyle hayal ediyor belki plan ve projesini öyle çiziyor. Öyle yaşıyor gerçeğinde de bu hayallerin, belki de..

Bazen hiç ummadığı yerden vuruluyor insanoğlu. Vurulduğu yerden başlıyor acıları. Doğrulmaya çalışıyor, bazen de pes ediyor veyahut en başından böyle yapıyor. Belki bir kısmını felç ediyor, ayağa kalkmasını engelliyor. Vurulduğu yerde kalakalıyor, acıları ile bir başına. Ne kadar sürer bilinmez, kendini bilmekten geçiyor bunun çaresi de. Bazı bazı destek güçleri, inanç mekanizması devreye giriyor. ‘Ha gayret. Ha gayret insanoğlu, başarabilirsin neler yaşamadın ki? Ne gördün ki ya da daha neler göreceksin kim bilir ki şimdi tüketiyorsun kendini’ diyor. Bu belki bir iç sesleniş, belki dıştan bir destek; sarsma.. Bir irkilme belki de kendine getiriyor. Ne oldu bana diyor insanoğlu sonrasında, çoğu kez.. Ne oldu bana?.. Tekrar toparlanma gayreti içerisinde, alternatif yöntemler geliştirerek belki o hayallerin peşinden koşmaya niyetleniyor.. Ya da kendisini avutacak, ben merkezinin yaralarını saracak yeni hayallere yelken açıyor. Nihayetinde direniyor, mücadelesini verdiği iyi ya da kötü bir hayali oluyor. Hayata tutunmasına yardım eden yeni bir doğrulması oluyor. Belki geçmiş hayal kırıklıklarının acısını çokça duyumsuyor, belki geri planda saklıyor ya da haykırmasını yaşıyor. Evet yeni başlangıcı, bu yeni hayali belki öncesinden de çok güzel ya da kendisi için çok daha faydalı -ki buna hiçbir zaman emin olamaz insanoğlu- ama yine de o acı kalacaktır. Belki sızı şeklinde, belki kanayan yara halinde.. Yaşamayı öğrenme biçimidir bu: Hayalini kurar, peşinden koşar, bir kısmı bu hayalini gerçekleştirir; bir kısmı vazgeçmek zorunda kalır/bıraktırılır. Nihayetinde bozgununu yaşar, doğrulur ve yine yoluna devam eder.. Bazen de yenik düşer, pes eder, doğrulmasına destek olan gücü pek azdır, ulaşılamamıştır ya da görmezden gelinmiştir, çoğaltılabilir bir sürü ihmal dahilinde. O hayalde sonlanmıştır, devamı gelememiştir.

     Biçilen bir ömür vardır ve yollarda geçecektir bu ömür.. Kimine yollar dümdüz, engebesiz; kimine yollar kaygan zemin; kimine dikenli, engelini çokça yaşayacaktır; kimine de balçık gibi, mücadelesini verse de pes edecek, çıkışı yokmuşçasına.. Herkesin yolu kendine, ‘imtihanına göre.. Bazen seçimini yapmak irade doğrultusunda insanoğluna bahşedilecek, bazen de ‘kaderin bu’ denilerek tek bir sunum yapılacak. Burada önemli olan yolun çeşidi değil, mücadelesini verme ve iradesini kullanmadır. Bunu da ancak bu şekilde öğrenecek insanoğlu, yaşayarak.. Bakara suresi 2/216 ayetinin de ifade ettiği üzere, ‘Çirkin(olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer vardır. (Hakikat) Allah bilir, siz bilemezsiniz.’ Hep bir mücadele olacak sevgili okur, yıkım da belki çok olacak, başarı da.. Yol hep bir şekilde devam edecek, önemli olan insanoğlunun nasıl vardığı, ya da varabildiği..

Havaya Çizilen Dünya

Yeni bir dünya çiziyorum kendimce. Fazlaca umut koyuyorum, fazlaca sevgi, fazlaca barış… Ne eksikse bu dünya denen yer içerisinde en çok ondan koyuyorum.

Çocukların ellerinden tutuyorum, kalplerinden öpüyorum. Kitaplar ekiyorum toprağa. Sevgiyle suluyorum. Bir ev çiziyorum. Kokular geliyor evden. Huzur kokuları. Bir çocuk çiziyorum üstü başı yırtık, ağlıyor. Kros müsabakalarında birinci olmuş. Biraz da yırtılmış koşu sırasında üstü başı. Sevinçten ağlıyor.

Bir kadın çiziyorum. Yüzü gözü morluk içinde. Dudağının kenarında da kırmızılık var. Hayatında ilk defa makyaj yapmış, gözünün üstüne süreceği mor farı yüzünün her köşesine sürmüş. Ruju da biraz taşmış tabi.

Bir dünya çiziyorum. Şiddetin, çocuk istismarının, cehaletin olmadığı; adaletin, sevginin, merhametin olduğu bir dünya çiziyorum.

Bir dünya çiziyorum sadece adı dünya, içi ise merhamet dolu bir yuva.

ISAAC NEWTON’UN ÖMÜRLÜK İSPATI

Siz henüz 18 yaşındayken herkesi ölümün soğuk kollarına çeken bir veba salgını baş gösterse ve etrafınızdaki insanların sürekli eksildiğine şahit olsanız ne yaparsınız?

Eğitim hayatınıza dahi devam edemeyeceğinizi ve evden çıkmamanız gerektiğini öğrendiğiniz o an ne hissedersiniz? Ne ile kendinizi avutup ölümün ayak seslerini çok yakınınızda hissederken ‘’hayata’’ sıkı sıkı sarılırsınız?

Isaac Newton işte tam da böyle bir anda, çok sevdiği Cambridge Üniversitesinden ayrılıp evine hapsolmuşken karar vermişti günlerini bilime adamaya.

Hayatının en verimli dönemini, bu karar neticesindeki 2 yıla sığdırmıştı.

Hayatın içinin tam da boşalmaya başladığı anda, akışın ters yönünde kürek çekip boşalan hayatına yeni yükler yüklemeyi başarmıştı.

Konsantrasyonu o kadar yüksekti ki bazen saatleri peş peşe sıralıyor, uyumayı bile unutuyordu.

Yaşadığı zamanın içi doldukça hayat onun için daha da hafifliyordu.

Utangaçlığı nedeni ile çalışmalarını yıllar sonra bir hocasının ısrarı ile yayınlamıştı.

Bulmuş olduğu integral hesabını yayınlaması tam 38 sene sürmüştü.

Bu yayınlarından bir tanesi de aynalı teleskoplardı.

Yıllardır masasının üstündeki çalışma defterinde bekleyen aynalı teleskop ile bilim dünyasını tanıştırdığında artık astronomi bilimi için her şey çok daha farklı olacaktı.

Newton bilim dünyasının tartışmasız bir numarası olmayı tek bir şeyle başarmıştı; boşalan hayatının içini doldurarak.

Fizik kuralları her terazi için doğru değildir.

Hayat terazisine bakarsanız siz hayatın içini boşalttıkça aslında onun daha da ağırlaştığını görürsünüz.

İçi boşalmış bir hayatı kimse taşıyamaz.

Ondan daha ağır bir şey bulamazsınız.

Tanrı’nın tüm fizik kurallarının aksine hayat için neden böyle bir düzen koyduğunu bilmiyorum, bu da onun bir gizemi.

Boşalan hayatların ağırlığı ile dolan hayatların hafifliği arasındaki ağırlık farkına kendi hayatınızda şahit olmuyor musunuz?

Tanrı bu gizemi görmeniz için size fırsatlar vermiyor mu?

Hayatınızda kısır döngülere yer verdikçe ağırlaştığını hissediyor olmalısınız.

Eğer hayatınızda bir kısır döngüye sahipseniz ve bu ağırlığı hissedemiyorsanız çoktan enkaz altında kalmışsınız demektir.

Bu enkazdan kendinizi ancak siz kurtarırsınız.

Hayatınızın içini doldurmalısınız, sevdiğiniz herhangi bir şeyle; bilimle, edebiyatla, müzikle, yazıyla, enstrümanla…

Çünkü fizik kuralları her zaman aynı yönde işlemez.

Bazen bomboş bir hayat dopdolu bir yaşamdan çok daha ağır gelir insana.

Bilim dünyasının en önde gelen isminin bir ömür verip ispatladığı bir gerçektir bu.

Siz içini boşalttıkça ağırlaşan tek şey ‘’hayattır’’.

Ana Muharebe Tankı “Altay”

SSM(Savunma Sanayi Müşteşarlığı), Türk savunmasının teknik yeteneklerini geliştirmek ve ulusal savunmaya yurtiçi katkısını artırmak için Ulusal Tank projesine başladı.

Bu sayede Almanya’dan temin ettiğimiz “Leopard 2A4” ana muharebe tanklarına ihtiyacımız olmayacak ve olası diplomatik krizler içeren operasyonlar da ambargo konulamayacak.

Yazıya geçmeden önce Altay’ın teknik özelliklerinden bahsedelim;

GELİŞTİRİCİLER
Otokar, Hyundai Rotem

MÜRETTEBAT
Dört (komutan, nişancı, yükleyici, sürücü)

AĞIRLIK
60t

AZAMİ HIZ
70 km / saat

SUBMERGENCE
4.1m

YANGIN KONTROL SİSTEMİ
Volker-III FCS

MOTORLAR
1500hp (I ve II toplu iş, MTU)

1800hp (III ve IV parti, yerli olarak geliştirildi)

ANA SİLAHLANDIRMA

MKEK 120mm 55 kalibre pürüzsüz delikli tabanca

İKİNCİL SİLAHLAR
1x Aselsan STAMP / II stabilize taret kontrolü 12.7mm ağır makineli tüfek

ZIRH
Modüler reaktif kompozit zırh

Tank, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında 5. Süvari Kolordu’na komuta eden Ordu General Fahrettin Altay’ın adını aldı. Altay tankının geliştirilmesi üç aşamada tamamlanacak.

Türkiye’nin savunma sanayi tedarik karar alma organı Savunma Sanayi İcra Komitesi (SSIK), Mart 2007’de yüklenici Otokar’ı bir yarışma yoluyla seçti.

500 milyon dolarlık sözleşme, Altay’ın tasarım, geliştirme ve entegrasyonunun yanı sıra prototipler ve testlerle tankın niteliğini de içeriyor.

Altay projesi üzerinde çalışmalar Ağustos 2008’de Otokar fabrikasında başladı ve 2016 yılında tamamlandı. Otokar test için dört prototip geliştirdi. Altay, Güney Koreli K2 MBT için Hyundai Rotem tarafından geliştirilen teknoloji sistemlerini kullanıyor. Prototiplerin başarılı bir şekilde test edilmesi 2017’nin başlarında sona erdi. Türkiye’nin tasarım ve fikri mülkiyet hakları var.

Tankın geleneksel bir düzeni vardır. Güç paketi arkaya, sürücü önde önden ve ortada bir savaş bölmesine yerleştirilmiştir. Yükleyici taretin sol tarafında, komutan taretin sağ tarafında oturuyor. Nişancı komutanla aynı tarafta ama daha ileri ve daha alçak bir pozisyonda oturuyor.

Tankın ön tarafında özel modüler reaktif kompozit zırh koruması vardır. Tank kimyasal, biyolojik ve radyolojik (CBR) saldırılara dayanacak şekilde tasarlanmıştır.

Hem nişancı hem de komutan, avcı-katil kabiliyetine sahip bir lazer telemetre ile birlikte stabilize edilmiş gündüz / termal manzaralarla donatılmıştır.

Dünyanın En Kısa IQ Testi

MIT profesörü olan Shane Frederick o alışık olduğumuz uzun uzun IQ testlerinin aksine sadece 3 sorudan oluşan bir IQ testini bizlere sunuyor.

Bu testi 3000 kişi üzerinde deniyor. Bu teste katılanların sadece %17’si soruları doğru cevaplıyor. Kalan %83’lük kısım ise bu testte ne yazık ki başarısız oluyor.

Bu testle siz de kendinizi denemek ister misiniz?

Hadi o zaman kağıt ve kaleminizi hazırlayın, başlıyoruz.

1. Soru: Bir raket ve topun fiyatı toplamda 1,10 dolardır. Raket, toptan 1 dolar daha fazla fiyata sahiptir. Bu durumda topun fiyatı nedir?

2. Soru: Beş makina beş dakikada beş adet alet üretiyor. Peki yüz makine, yüz aleti kaç dakikada üretir?


3. Soru: Bir gölün yüzeyinde bulunan zambak yaprakları her gün bir önceki hâline göre iki kat daha fazla alan kaplayacak şekilde büyüyor. Yaprağın gölün tamamını kaplamaması 48 gün sürüyorsa gölün yarısı kaç günde kaplanır?

Soruları cevaplamadan sakın cevaplara bakayım deme!

Eğer birinci soruya 10 sent, ikinci soruya 100 dakika, üçüncü soruya 24 gün cevabını verdiyseniz tebrikler çok güzel bir şekilde yanıldınız!

Soruların doğru cevapları öğrenmeye hazır mısınız?

Birinci sorunun cevabı 5 cent, ikinci sorunun cevabı 5 dakika ve üçüncü sorunun cevabı ise 47. gün olacaktır.

Türkler ve Hayat Ağacı

Pek çok uygarlığın inanış ve mitolojisinde gördüğümüz ağaç figürü, Türk mitolojisinde de yer almıştır. Göçebe bir toplum olan Türk toplumu, yaşayış biçimlerinin bir sonucu olarak doğaya her zaman saygılı olmuş, ağaçları kutsal olarak görmüş ve onlara “Yaşam Ağacı”, “Dünya Ağacı”, “Şaman Ağacı”, “Evliya Ağaç”, “Ulukayın” “Baykayın”, “Bayterek”, “Demir Kavak” gibi isimler vermişlerdir. Yaşam ağacı, Türkler için bir yaratılış ve köken miti idi ve Tanrı ya da tanrısal ruhlarla iletişim kanalıydı. Şaman ayinleri, cenazeler, törenler, günlük yaşam hep ağaçların altında gerçekleştirilirdi.

Türk inancına göre evren üç kısımdan oluşmaktaydı;

  • Üst Dünya (Gök): Burada kanatlılar, kutsal varlıklar bulunurdu. Tanrının yeri burasıydı.
  • Orta Dünya (Yer): Burada insanlar, hayvanlar, bitkiler yaşardı.
  • Alt Dünya (Yeraltı): Burada sürüngenler, karanlık ve kötü varlıkların bulunduğuna inanılırdı.

Ağaçların ise bu üç dünyayı birbirine bağladığına inanılıyordu. Dalları ile gökyüzüne uzanıyor, kutsal varlıklar ile iletişimi sağlıyordu, gövdesi ile insanların, hayvanların ve bitkilerin bulunduğu Orta Dünya ile ilişki halindeydi ve kökleriyle de yere tutunuyordu.

Bağımsızlıklarına düşkün olan Türkler, tek ağaçları kutsal olarak görmüşlerdi. Bu nedenle, “hayat ağacı” dedikleri ağaç, yalnız bir ağaçtı. Dalları gümüşten, yaprakları altındandı. Bu ağaç yalnızca üç dünyayı birbirine bağlamıyor, bu üç dünya arasındaki bir yol olarak görülmüyordu. Aynı zamanda ilk insanın eviydi. Yer ve gök ile birlikte yaratılmıştı. Ölen kişilerin ruhları da bu ağaçtan yol alıyordu. Ya göğe doğru, ya yer altına doğru… “Üst Dünya” ile “Alt Dünya” arasındaki savaşın kaderi ise “Orta Dünya”da yaşayan insana bağlıydı.

Bu Sergüzeştin Neresindeyim?

“Bu sergüzeştin neresindeyim, bilemiyorum. Kah kalkıyor, kah düşüyorum. Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum. Bilmiyorum acep var mıdır bu kör uykunun dibi.”

İnsan…

Ne derin, ne anlaşılmaz, ne korkusuz, ne kibirli bir mahluktur. Sevgisiz yaşayamayan ama sevmeyi de bir türlü başaramayan insan, doğanın gücü karşısında ne diye isyan eder?

Dünya var olduğundan beri katleden, merhametini kibrinin emirlerine amade eden, yıkan, yakan, tüketen ve yeniden inşa eden bu karmaşık mahluk, doğanın acımasız intikamı karşısında ne diye ah eder…

“Boş yere hayallere kapılıp şu insan denen yaratığa bel bağlamamalıydım. Çünkü, yüzyıllardır çözülemeyen acayip bir bilmeceydi insan. Derinlerden daha derin bir sırdı ya da, ucu bucağı olmayan, içi pisliklerle, içi eşsiz güzelliklerle dolu, alabildiğine karanlık ve karmakarışık bir evrendi. Öyle ki, onca kafa patlatmasına rağmen, binlerce yıldan bu yana kendisi bile çözemiyordu kendini…”

Çözemedik kendimizi, değiştiremedik dünyamızı, durum böyle iken vakit bulamadık sevmeye…

Bizleri bu denli öfkeye boğan, sevgisizlik miydi? Yeterince sevilmediğimiz için mi, kana boyadık yeşillerimizi? Ah insan; elleriyle felaketini yaratan akılsız yaratıcı… Dünyayı dar ettik kendimize, yetmedi bir başka hayata bulaştırdık lanetimizi. Biz, dünyadaki nimetlerin değerini bilen masum hayvanlar kadar da olmadık mı? Vay halimize! Öğrenmedik; bilgiyi reddettik, cehaleti seçtik ve yetmezmiş gibi çocuklarımızı da davet ettik pespaye dünyamıza. Yetmedi, bu zehirli güruhu terk edip aydınlığa koşan ve bize oradan ışık getirmeye giden aydınların yolunu kestik, onları da yok ettik. Ve ışıksız kaldık!

Doymadık. Rızkını elinden aldığımız mazlumun canına göz diktik. Kanını içtik o mazlumun kana kana… Zehir olsun! Peki, ne kadar sürecek bu döngü böyle? Yakıp, yıkıp, öldürüp, tekrar mı inşa edeceğiz her şeyi yeniden? Çıkalım bu karanlıktan, içimizde ve zihnimizde büyük bir devrim başlatalım! Biz yenelim bu defa kötülükleri. Dünyayı değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir; biz kendi dünyamızın sahibi olalım ve değiştirelim bir an önce ters giden her şeyi…

ZAMANDAN HABERSİZ

Zamandan habersiz yaşayıp gidiyoruz. Güneşin her doğuşundan batışına kadar binlerce yastık eksiliyor binlercesi de artıyor. Bazen olup biteni kadere bağlasak bile yine de çabalıyoruz. Kimseyi görmedim ben, oturup önüne bir şeyler gelmesini bekleyen ya da sadece güneşe bakarak günü savuşturan. Herkes kendi hikayesinde o kadar yalnız ki, aynı yastığa baş koyduğu kişiye bile binlerce kilometre uzaktır. Anlatamadıklarımız birikip kalıyor, zamansız vedalarımız, terk edemeyişlerimiz hemen hemen hepsi birikip kalıyor. Keşke herkes her şeyi dosdoğru söylese nasıl olurdu şu koca cihan bilen? Bende bilmiyorum. İkili insan ilişkileri bu kadar yapmacık olmazdı herhalde, ya da sevgisiz sürmezdi evlilikler. Kimse sevgiden yoksun büyümezdi. Zamandan habersiz ölüyoruz. Sahi bilen var mı kaç yaşında olduğunu ya da yaşadığı yılları sayınca iki elin parmaklarını geçen. Zamandan habersiz öldük mü?

Netflix, Türkiye İçin Ücretsiz Deneme Sürümünü Kaldırdı!

Digital yayın platformu Netflix’in ücretsiz deneme süresi Türiye için kaldırıldı. Netflix Türkiye kullanıcıları deneme süresi başlatmak için siteye giriş yaptıklarında artık bu seçeneğin olmadığını fark ettiler.

Netflix Destek sayfası konuyla ilgili şu açıklamaları ekledi:

“Şu anda ülkenizde ücretsiz deneme sunulmamaktadır. Yeni üyeliğinizi başlatmak için Netflix.com adresine gidin, size en uygun planı ve ödeme seçeneğini seçin, e-posta adresinizi girin, bir parola belirleyin ve izlemeye başlayın.

Netflix üyeleri, dizi ve film kataloğunun tamamına anında erişebilir. Yayın planları, cihazlar ve daha fazlasına ilişkin bilgiler Netflix nedir? başlıklı sayfada bulunabilir.

Netflix üyeliğinizi başlattıktan sonra üyeliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.”

Bu açıklamadan sonra Netflix Türkiye’den başka bir duyuru gelmedi.

Psikolojim Ne Âlemde

Bir Psikoloji Sohbeti – 1

Merhaba…

İnsan psikolojisi üzerine bir şeyler yazmak istedim. Tabii hiçbir şekilde genelleme yapmak istemem. Yani herkesi aynı bir kalıba sokmak, hele ki her insan ayrı bir âlem iken. Gerçekten de yanlış bir yaklaşım olurdu diye düşünüyorum.

Bu düşüncemi belirttikten sonra ister istemez zihinlerde şu soru oluşabilir: Hangi insanın psikolojisini inceleyeceğiz/konuşacağız öyleyse?

Sanırım bu zamana kadar en iyi tanıdığımızı düşündüğümüz, bize her zaman en yakın olan “kendimizi” konuşmak/incelemek daha sağlıklı olur.

Peki bir insanın objektif bir şekilde kendisini tanımlaması mümkün mü? Ya da objektif olma gibi bir kaygısı olmamalı mı?

Mesela kendimden bahsederken üçüncü bir şahıstan söz ediyormuşum gibi hareket etsem garip mi gelir size? Sürekli “ben” zamirini ya da onu çağrıştıran kelimeleri kullanmayı sevmeyen bir yazar ne yapmalı?

“Anlatmam derdimi dertsiz insana!” diyen bir aşığın bu düşüncesine, “Derdini söylemeyen derman bulamaz!” mı diyerek yaklaşmalıyız? “Derdim bana derman imiş bilmedim!” diyen birisinin önünde bir tek benim mi dilim tutuluyor?

Bir yazı serisi olmasını düşündüğüm ve bunun giriş mahiyetindeki bu cümlelerimde, kendime sormadan edemediğim ve sizlerle de paylaşarak zihnimi biraz daha harekete geçirdiğim sorumsu şeylere yer verdim. Değerli yorumlarınızın gelmesini umuyorum. Birlikte güzel şeyler (çoğu zaman huzurumuzu kaçırsa da) yazacağımıza inanıyorum.

Saygılarımla…

Seviliyorsunuz.

Mahmut Yıldırım