15.4 C
İstanbul
Cuma, Mayıs 3, 2024

Nuri Bilge Ceylan’ın Yeni Filminin İsmi Belli Oldu

Türk sinemasının yetiştirdiği en önemli isimlerden birisi olan Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filminin ismi belli oldu. Son olarak 2018 yılında vizyona giren “Ahlat Ağacı” filmi ile kendisinden bir kez daha söz ettiren usta yönetmenin yeni filminin ismi “Kuru Otlar Üstüne” olarak duyuruldu.
Yeni filmin senaryosu, oyuncuları ve gösterim tarihine dair herhangi bir paylaşım ve açıklama yapılmadı.
Kış Uykusu filmi ile 2014 yılında Cannes Film festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanan Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filmiyse Cannes Film Festivalinde eli boş dönmüştü.
TRT 12 Punto yapmış olduğu açıklamayla bu yıldan itibaren her yıl Türk sinemasının ustalarından birine “Ustaya Saygı TRT Ortak Yapım Ödülü” verileceğini duyurdu. Bu ödülün ilki ise “Kuru Otlar Üstüne” filmi ile usta yönetmen Nuri Bilge Ceylana verilecek

Düş Mahali

PORTUGAL. 1993.

 

“İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim?”

(Asaf Halet Çelebi)

Bir aziz meczubun birine “Alem nedir? Şu kurulu düzeni bir anlatıversene.” dedi.

Meczup dedi ki: “Bu şan ve şöhretle dolu olan alem, yüz türlü şekillere donanıp bezenmiş bir nahle benzer. Birisi baştan aşağı el sürdü mü, şüphe yok ki, bütün o şekilleri bozar, hepsi de bir tek mum olur gider.”

Mademki hepsi mumdur, mumdan başka bir şey değildir; yürü vazgeç, o kadar donantı, bezenti de ancak bir şeyden ibarettir!

Her şey bir oldu mu, ikilik kalmaz. Burada benlik ortadan kalkar, senlik de!

Bugün yürüdüğümüz yolların birer sahibi, her bir sahibin de birer putu vardı. O putlar ki, İbrahim’in gelişini beklemeden boyluca seriliverdi yerlere! “Dünya benim mabedim” diyenlerin, bu uğurda kan dökenlerin kaçı sahip oldu, bu süslü sahteliklerle bezenmiş aleme?

Ne Süleyman hüküm sürdü sonsuza dek, ne de Firavun “ben” diyebildi doyasıya…

 

Unsınkable Sam (Batırılamaz Sam)

Kedi Oscar

Bu bir kedi. Evet yanlış duymadınız. Adı bilinmiyor ancak daha sonradan Oscar adını almış. Kediye sam lakabı verilmiş. Bu lakabı kullanarak anlatacağım. Şimdi bu kedinin hikayesine bir değinelim.

Sam, 1941 yıllarında Alman savaş gemisi Bismarck’ta yaşıyordu. Geminin maskotu haline gelmişti. Kendisi oldukça rahat ve keyifliydi. Vaktinin çoğunu Atlantik okyanusun yüksek dalgalarını izleyerek ve uyuyarak geçiriyordu.

Bismarck büyük bir gemiydi. Bu yüzden sallantı pek hissetmiyordu. Taki 27 mayıs 1941 tarihine kadar. Bu tarihte Bismarck son seferini gerçekleştiriyordu. Bismarck 2000 den fazla top mermisi aldığı halde hala ayaktaydı. İngiliz gemilerden gelen yoğun ateşe ve HMS Ark Royal uçak gemisinden kalkan uçaklar tarafından yoğun saldırıya maruz kaldığı için Bismarck, daha fazla dayanamadı. Ve en sonunda battı. (Kendi mürettebatı tarafından batırıldı. Bismarck battıktan sonra Sam HMS Cossack destroyeri tarafından bir tahtada yüzerken bulundu. Kediye Oscar adı bu mürettebat tarafından verildi.

HMS Cossack küçük bir gemiydi. Çünkü destroyer idi. Bu yüzden hep sallanıyordu ve hep hareket halindeydi. Bu Sam’i rahatsız ediyordu. 24 Ekim 1941 de HMS Cossack bir Alman denizaltısı (U-563) tarafından batırıldı. Geminin mürettebatından 159 kişi ölmüştü. Ancak şans eseri Sam hala hayattaydı.

Batırılamaz Sam lakaplı bu kedi bu seferde Bismarck’ın batırılmasında görev alan HMS Ark Royal’e transfer edildi. Bu gemide Sam rahat etmişti. Uçak gemisi oldukça sakin ve sallantısız ilerlerdi. Uçak gemisinin penceresinden güverteden kalkan uçakları izlemekle geçirdi bütün günlerini. O gemide de mürettebatın maskotu haline gelmişti. Ancak Sam orada daha fazla rahat edemeyecekti ve 14 Kasım 1941’de bu gemi de bu sefer Alman denizaltısı U-81 tarafından torpido edildi. Ancak Sam hala hayattaydı. Batırılamayan Sam lakabı bu yüzden verilmişti bu kediye.

Ark Royal’in kaybedilmesi Sam’in gemi kariyerinin sonunu getirdi. Önce Cebelitarık Valiliği’ne transfer edildi ve daha sonra Birleşik Krallık’a geri gönderildi ve burada Belfast’taki “Denizciler Evi” olarak adlandırılan bir denizcinin evinde yaşadı. Ve Sam 1955’te hayata gözlerini yumdu. Belkide dünyanın en şanslı kedisiydi Sam. İnfilak eden 3 gemiden kurtulup tüm 2. dünya savaşını görüp yaşamını devam ettirdi.

Karanlık Sokak

“Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebilirsiniz. Hayatın gerçek trajedisi, bir yetişkinin aydınlıktan korkmasıdır.”
Platon

“Hadi baba, etraf ne kadar sessiz, kimsecikler de yok, bi’kere daha baba, N’olur? İnan bana, benden başka kimse duymaz sesini.”

Biliyordu, etraf çok sessiz.

Biliyordu, etrafta onlardan başka kimsecikler de yok.

Çok iyi biliyordu ki bağırsa dahi sokak köpeklerinden başka kimse işitmez sesini. Belki de bu yüzden; hızlanan kalp atışlarının, sıklaşan nefesinin ve art arda yutkunmasının yankı yaptığını zannediyor, içinden gelen sesleri bu denli net duyuyordu.

Edison’un ruhuna rahmet okutan sokak lambaları çalışmıyor. Allah’ın bir arada yaşasın diye cem ettiği insanoğlundan kimsecikler yok sokakta. Gitgide seyrelen, perdelerin arasından sızan ışıklar da yolu aydınlatma konusunda oldukça cimri bugün.

Sokak karanlık, babanın aklı kapkaranlık. Aşılması gereken bir karanlık, taşınması gereken bir sorumluluk var. Sorumluluğun adı evlat, gelecek, teminat, hürriyet, adalet.

İki ruhani yaklaşıyor babaya sağdan, soldan ama sıfatları kirâmen kâtibin değil. Karanlık bulandırdıkça babanın aklını, daha çok bağırmaya başlıyorlar.

                – İçindekilere rağmen bu karanlığı geçeceğini mi sanıyorsun?
                – Sakın deneme. Kim başa çıkabilmiş ki sen çıkacaksın?
                – Karanlık bu, aydınlığı da yutar seni de.
                – Hadi kendinden geçtin, ya evladın?
                – …

İnsan, kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır?

İnsan, kendini karanlığa boğmayı göze alırsa ancak başkalarına ışık dağıtır, baba.

Sorarım sana, ey baba!

Sa’d Bin Ebû Vakkâs, gecenin bir vakti, kendi cennetle müjdelensin diye mi söndürdü, Mekke sokaklarında, mimlenmiş tek göz odanın mumunu?

Yaver Salih Bozok, milli mücadele ateşini yakabilmek için söndürmedi mi Şişli’deki bir ülke kadar büyük 3 katlı evin ışıklarını?

Filistinli Muhammed, Gazze sokaklarında, bir çöp bidonunun arkasında, babasının yamacında, Selahaddin Eyyubi’nin ölmediğini göstermek için söndürmedi mi hayat ışığını?

Teğmen Emre, halel gelmesin diye hududa, söndürüp ışıklarını karakolun koşmadı mı karanlığın içine?

Dön de bir sor kendine, korkun karanlıktan mı, aydınlıktan mı?

Aydınlık arzusunda olan karanlıktan korkmaz, karanlıktan korkmayan da karanlıkta boğulmaz. Karanlığa düşmekten korkma, at kendini karanlığın içine. Önce sen adım at ki harlansın küllenmiş büyük ocak.

İçindeki savaşın galibi belli olunca döndü baba kızına. Titreyen ellerini fark etmesin diye daha sıkı tuttu kızının elini. Ruhunu saran ferahlık soğumasın diye de diğer elini cebine attı. Gözlerine baktı kızının ve ayazda kalmış gönüllere har salacak bir gülümseme belirdi yüzünde. Dilinde anın feraseti, sinesinde aydınlığın insicamı, başladı kızının en sevdiği şarkıya. Gözleri, karanlık içinde gördüğü aydınlık ufuklarda, bir adım daha attı ve sonra hiç durmayacak bir adım daha.

Ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa yarın,
Sanma ki hikâyesi şu titreyen dalların
Düşen yaprakla biter,
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter.

Ağlama olma mahzun gülerek bak yarına,
Sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına
Dökülen akla biter,
Böyle bir kara sevda kara toprakla biter.

HARABAT

Karanlık bir sır yankılanır göklerde,
Karşılığı olmayan…
Ulaşmıyor akisleri sırrımın menzil-i maksûda,
Şehrâyinler düzenleseler de nevbaharda,
Şu benim mecruh gönlüm, hep sonbaharda…

Yağsın da üzerime baran-ı belâ,
Yeter ki gitmesin benden o bülbül-ü ra’nâ.
Açıldığı vakit karşımda dâr-ı ukbâ,
İsmini sayıklasam yeter, ey gûl-î sahra…

Şeş cihetten geçse de taarruza şule-i hazân,
Gönlüm hâlâ ism-î pâkine nalân,
Sıbgatullahı göremedim, ben kara nâdân,
Üftâde olmakmış senden bana kalan…

Bağ-ı hezar gibi ne ötüp durursun?
Sana vabeste ruhumu ne diye susturursun?
Attığında şu bî-kes’in üzerine bir kürek toprak
Seni unuttuğu her ânı,
Şule olsun cennet, gözlerini kurutsun…

SERMEST

                                                                      

Peyami Safa’dan Yazarlara Tavsiyeler

Atatürk, “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz fakat sanatkar olamazsınız.” diyor. Edebiyat da sanatların en çetrefilli olanlarından. Ne şiir ne de nesir sadece ilham ile yazılır. Büyük bir kafa yorma, silip silip yeniden yazma, analiz dönemleri büyük emek ister. Sonuçta ortaya bir metin çıkar. Peki bu metin bir sanat eseri olmuş mudur bunu nasıl anlayabiliriz? Peyami Safa yazarlara ve yazar adaylarına 12 filtreli bir süzgeç veriyor. Şimdi bunların ne olduğuna bakalım;

  1. Tekrarlardan kaçınmak sağlam bir ifadenin temel prensibidir.
  2. Halk tabirlerinden, atasözlerinden, beylik ifadelerden, basma kalıp üsluptan kaçının
  3. Adilikten (basitlikten) kaçarken yapmacıklığa düşmemek
  4. Kuvveti kendi kendine yeten bir düşünceyi ve ya ruh halini imajlarla (teşbih ve istiare gibi sanatlar) desteklemekten kaçınmak
  5. Manayı en sade şekline döndürürken basitliğe düşmemek, yalın yazacağım diye basitleştirmemek
  6. Yazının inceliklerini anlaşılır olmasına feda etmemek
  7. Basit manayı karışık, karışık manayı basit ifade etmekten kaçınmak
  8. Manaya en uygun kelimeyi bulmak
  9. Kelimelerin sesleri ile manaları arasındaki ilişki kurmak
  10. Mana inceliklerini ahenge feda etmemek
  11. Bir cümle yapısıyla o cümleyi yüksek sesle okuyanların teneffüs ritmini kaçırmamak
  12. Fakat manayı bu ritme feda etmemek

Şimdi yazdıklarınızı 12 kere daha gözden geçirin.

Kolları ve Bacakları Olmayan Nick Vujicic’in Başarı Hikayesi

“Mutluyum ve yaşamayı seviyorum!”

4 Aralık 1982’de Avustralya’da doğdu. Kolları ve bacakları olmadan dünyaya geldi. Bu sebeplerden dolayı çok sıkıntı çekti ve hayatında birçok kez intihara kalkıştı.

Vujicic’in doğumu sırasında omuzunu gördüler ama devamını göremediler ve doktorlar ailesine bu kelimeleri kulandı ‘Hayatı boyunca elleri ve bacakları olmayacak ve yürüyemeyecek bir bitki gibi hayatını sürdürecek ve hayatını yatağa bağımlı olarak devam edecek’.

Vujicic’in iki küçük ayağı var, bunlardan biri şekli nedeniyle “tavuk baget” olarak adlandırır.

Okul hayatında birçok kez sıkıntı çekti ve okuldaki çocukların alay konusu oldu ve 8 yaşında intihara kalkıştı.

10 yaşında kendini suya atıp boğulmak istedi fakat ailesini sevdiği için bunu yapamadı.

Annesinin ona bir makale okudu ve makale sayesinde insanoğlunun her şeyi başarabileceğini anladı.

Vujicic’in okuduğu yazı engelleri olmasına rağmen hiç pes etmeyen bir adamın hikayesi. Bu yazıyı okuduktan sonra Vujicic’in hayata bakış açısı değişti ve engellerini kabul etmeye başladı.

Kısa zamanda birçok ihtiyacını tek başına yapmayı başardı. Nick sol ayağında iki ayak parmağı ve ayak başparmağına kaymış özel bir tutuşla yazı yazar. Bilgisayar kullanmayı biliyor ve “topuk ve burun” yöntemini kullanarak dakikada 45 kelimeye kadar yazı yazabiliyor. Ayrıca golf topu, yüzme ve hatta gökyüzü dalışına ek olarak tenis topları atmayı, davul pedalları oynamayı, bir bardak su almayı, saçlarını taramayı, dişlerini fırçalamayı, telefona cevap vermeyi ve tıraş olmayı öğrendi.

Yedinci sınıftayken okul birliğine üye oldu. 17’sine geldiğinde ise yaptığı konuşmalar sayesinde birçok insana ilham kaynağı oldu. Kısa bir süre sonra Life Without Limbs (Uzuvsuz Hayat) derneğini kurdu.

27 yaşında kitap yazdı ve yaptığı konuşmaları video haline getirip satışa çıkardı. Yazdığı kitaplar çok satıldı ve satışlarda rekor kırdı.

Gün geçtikçe insanlara daha çok faydalı olmaya başladı kısa belgesellerde rol aldı.

60 ülkeden fazla konferanslara katılan vujicic birçok insana umut ışığı oldu kendi hayatından örnekler verdi neler yaşadıklarını anlatı neler yaptıklarını söyledi. Düşünsenize sizin karşınıza böyle bir insan geliyor ve diyor ki ben yüzme biliyorum kimse inanmaz çünkü kolları yok bacakları yok ama yüze biliyor tenis oynaya biliyor araba süre biliyor demek ki her şey kol bacak değil insan isterse her şeyi başarabilir ve yapa bilir.

Çünkü her şeye rağmen kabullendi kendini sevdikleri için yaptı isyan etmedi kendisi gibi olan insanlara umut oldu onun gibi insanlar bende yaparım dedi ve birçok insan Nick’in izinden giderek birçok şey başardı.

Nick Vujicic’in hayatının dönüm noktası sevdiği kadınla tanışması ve aşık olması oldu.

Her başarılı bir erkeğin arkasında bir kadın vardır.

12 Şubat 2012’de evlendi. Gittiği bir konferansta izleyicilerden Kanae Miyaharayla evlendi. Çiftin dört çocuğu var.

Hala verdiği konferanslardan dolayı birçok insana umut ışığı oluyor.

Nick Vujicic’in yazdığı kitaplardan alıntılar….

Eğer sadece bir kişiyi cesaretlendirebilirsem bu hayattaki işim yapılır.

Hayatımı seviyorum çünkü amacımı gördüm.

Tekrar tekrar deneyeceğim, çünkü vazgeçtiğim an, başarısız olduğum an.

Minnettar olan acı bir insanla hiç karşılaşmadım. Ya da acı olan minnettar biri.

Yeterince iyi olmadığınızı düşünmek yalan. Hiçbir şeye değmeyeceğini düşünmek yalan.

Denediğim sürece, her zaman kalkma şansı var. Sen vazgeçene kadar bu son değil.

Eşimin ellerini tutmak için elim olmayabilir, ama kalbini tutmak için ellere ihtiyacım yok. Bunu ben tutacağım.

Sahip olmadığım şey için Tanrı’ya kızgın olma ya da sahip olduğun şey için şükran duyma seçeneğim var.

Kalkmak için yüz kere deneyeceğim ve yüz kere başarısız olursa. Eğer başarısız olursam ve pes edersem, kalkabilir miyim? Hayır! Başarısız olursam tekrar tekrar deneyeceğim. Ama bunun son olmadığını söylemek istiyorum….

Huzura Aç Ruhun Bensiz

Sözü müziği ve düzenlemesi de kendine ait yeni bir single Karsu’dan. “Vuslat”

Kendine has sesi ve yorumuyla dinleyiciyi mest eden Karsu’nun yeni şarkısı “Vuslat” yayınlandı.

Huzura aç ruhun bensiz
Huzur bende, sen neredesin?
Huzura aç ruhum sensiz
Huzur sende, ben neredeyim?
İçimizdeki o korku
İlk dokunuşta kayboldu
Bu vuslat başka, çok farklı
Hem yanlış hem doğru
Huzura aç ruhun bensiz
Huzur bende, sen neredesin?
Huzura aç ruhum sensiz
Huzur sende, ben neredeyim?
Ruhumdaki dudak izin
Yasakları deldi geçti
Pişmanlık ve tutkular
Arasındaki o ince çizgi
Dilimin ucundaki sessizlik
Senleyken oluşan sensizlik
İnkar etsen de nafile
Bu bir anlık heves değil
Yanlış ve doğru birbiriyle
Hiç böyle sevişmedi
Kendimden korkuyorum ama
Heyecana muhtacız sanki
Huzura aç ruhun bensiz
Huzur bende, sen neredesin?
Huzura aç ruhum sensiz
Huzur sende,ben neredeyim?
Huzura aç ruhun bensiz
Huzur bende, sen neredesin?
Huzura aç ruhum sensiz
Huzur sende, ben neredeyim?

Evreni Gösteren Dostumuz Emekli Oluyor

2003 yılından bu yana evrenin gözlemlenemeyen yerlerini bize gösteren kızılötesi Spitzer Uzay Teleskobu emekli oluyor.

Yaklaşık 17 yıldır görev yapan Spitzer dün son verilerini aldı. NASA 30 Ocak‘tan sonra fişini tamamen çekme kararı aldı.

Yaydığı ışınlar sayesinde evrenin kızılötesi dalga boyunda gözlemlenmesini sağladı. Görev yaptığı yıllar boyunca birçok buluşa imzasını attı. En dikkat çekici keşfi şüphesiz TRAPPIST-1 sisteminde, yaşanılabilir olma potansiyeline sahip beş farklı Dünya benzeri gezegen keşfetmesi olmuştu.

Spitzer, kızılötesi ışınla gözleme özelliği sayesinde gökbilimcilerin zaman ve mekan içinde özgürce yolculuk etmesini sağladı. Spitzer Uzay Teleskobu görevinin eski yöneticisi Suzanne Dodd, evrendeki “kozmik perdenin” Spitzer sayesinde kalktığını söyledi.

Spitzer’ın içinde hala keşfedilmeyi bekleyen onlarca veri var. Fişi çekildikten sonra bile bize yıllar boyunca hizmet etmeye devam edecek ve evreni gözler önüne serecek.

Ela Gözlüm

Ela gözlerine âşık olduğum
O gözlerinle bak bana n’olur

Aşkından yanıp duran bu canım
Kül olmadan yetişiver n’olur

Senden başka kimseyi görmem
Güzelliğin göster bana n’olur

Sensiz yüreğim sızısı durmaz
Sevgin ile sarsan beni n’olur

Aşkından yüreğim sızısı durmaz
Yüreğim sesini duyuver n’olur

Âşıklar mâşukuna erişmiş
Âşık Mahmut’un hâli n’olur

20.08.2014

Mahmut Yıldırım

Romanya’daki Dava Olumlu Sonuç Verdi!

Aşk-ı Memnu’nun senaristleri Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu Romanya’da açtıkları davayı kazandı. Sebebi ise Aşk-ı Memnu senaryosunun izin alınmadan birebir kopyalanmasıydı.
Romanya’nın ünlü kanallarından Antena 1’de çıkan Fructul Oprit (Yasak Meyve) dizisi yayınlandığı ilk andan itibaren Aşk-ı Memnu’ya olan benzerliği ile dikkatleri bir hayli üzerine çekmişti. Durum böyle olunca senaristler bunu mahkemeye taşıdı ve dava da olumlu sonuçlanmış oldu. Dizi Romanya’da yayından kaldırıldı.

Kadim Bir Tapınak

Apollon Tapınağımıza Yolculuk

Kamera özelliği gelişmiş olan bir telefon aldım geçenlerde. Bu iyi oldu aslında benim için. Bazı insanların fotoğraf çekmeyi neden bu kadar çok sevdiğini biraz daha iyi anlar oldum. Etrafıma farklı bir gözle bakıyorum artık. Yıllardır gözlük kullanıyorum ama boşunaymış. Ne çok şeyi görmeden geçirmişim zamanımı.

Gezi yazısı gibi bir şey yazmaya karar verdim. Belki bu sayede bir yerlere kök salmayıp da gezen biri olabilirim. Umarım…

Kutsal Bir Ziyaret

Annem ve küçük kardeşimle yaklaşık sekiz yıl önce göç ettiğim ve çok kez yanından geçerken göz ucuyla baktığım ama içine hiç girmediğim Apollon Tapınağı’na gittim geçen hafta arkadaşımla. Sağ olsun böyle bir yeri gezme fikrinde bulundu. Yoksa benim aklıma hiç gelmeyecekti sanırım.

Girişine doğru sohbet ederek yürüyorduk. Montlarımızı acaba arabada bırakmasa mıydık, rüzgar sanki biraz sert esiyor diye düşünmeden edemedik. Ama üşendik, geri dönmedik araca.

Küçük bir cami vardı yanında. İşçiler vardı içinde. Onarım yapıyorlardı sanırım ya da bilmiyorum, belki de yeni inşa ediliyordu.

Tapınağın girişine doğru yöneldik. Giriş için bilet lazımmış, bilmiyordum. Gerçi bilsem de müze kartım yoktu. O derece kültürlü bir şahsiyetimdir! Arkadaşım hala üniversite öğrencisi olduğu için indirimli olarak, bir yıl geçerli olan karttan aldı. Ben acaba başka bir yerlere daha gider miyim bu sene içinde bilemediğim için, o an kullanmak üzere olan tek seferlik biletten aldım. Böyle güzel tarihi yapılardan bahsederken araya parasal konuları sokmak ne derece etik oldu bilmiyorum. O sebeple, incittiğim birileri varsa eğer özür dilerim.

Birkaç basamak indikten sonra, tanımlamak için kullanacak sıfat bulamadığım ve acizlikle, çokça kullandığımız güzel kelimesini tercih ederek anlatabileceğim yapının bulunduğu alandaydık. Yapımı M.Ö. 4. yüzyıla uzanan bu yapı, ion tarzında yapılmış, dünyanın en büyük üçüncü tapınağı olma özelliğine sahipmiş. Çeşitli dönemlerde insanların ve doğanın etkisiyle harap olmuş.

İçerisine çok güzel bilgilendirici yazıların olduğu panolar da koymuşlar. Yanımızda, burayı bilerek gezmemizi sağlayacak bir rehber olmadığı için üzülmüştük açıkçası. Sırayla panoları okuduk. Görsellerde numaralandırılmış olan yerleri, işte bak şurası diyerek birbirimize gösterdik.

Çeşitli gösterilerin, yarışma tarzı şeylerin de yapıldığı, insanların da oturup izleyeceği amfi tarzı yere, basamaklara baktık. O zamanın insanları da buldukları yere adlarını kazımaya meraklıymış. Güldük.

Güzel bir hanımla tanıştık tapınağı gezerken. Bizim gibi gençleri görünce çok mutlu olduğunu dile getirdi. Mimarmış. Kitaplarda okuduğu yapısal özellikleri yerinde görmek istemiş. Ayaküstü ne kadar hoş bir muhabbet ettiğimizi anlatamam. Gözümüzün saate gitmediği bir zaman dilimiydi. Tarih boyunca insanlığın birbirine ne kadar çok eziyet ettiğinden de bahsetti. Mesela “siz bu yapıya bakınca ne kadar büyük, görkemli bir şey” dersiniz ama ben burası yapılırken, o hani canının hiçbir kıymetinin olmadığı, işçi olarak kullanılan ve haddi hesabı olmadan can veren köleleri düşünürüm, dedi. Maalesef ki gerçekten de bazı insanların kendi ‘değerleri’ uğruna başkalarının “değerini” yok saydığı bir insanlık tarihine sahibiz. Bu konuda başka bir şey söylemeden, sözü size bırakıyorum.

Yazımı daha da uzatıp sizleri sıkmak istemiyorum. Ne de olsa, güzel bir insan “muhabbete doyum olmaz, sonu ayrılık değil mi” demiş. En kısa zamanda tekrar buluşmak dileğiyle, sizlere saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Çok güzel bir gündü. Ve bunu sizlerle paylaşmak da bana çok iyi geldi. Umarım bu güzel duyguyu sizler de tadarsınız…

Mahmut Yıldırım

Toplumun Sesi: Sabahattin Ali

Öğretmen, şair, yazar, gazeteci.


Sabahattin Ali Edirne’nin Eğridere kazasında 25 şubat 1907’de doğdu.

Babasının mesleği nedeniyle ülkenin çeşitli yerlerinde ikamet etti. O sırada yapılan Yunan işgalleri nedeniyle maddi-manevi zorluk yaşadı.

Ardından Balıkesir Muallim Okulunda yatılı eğitim almaya başladı. Yazmaya hep ilgisi olan Sabahattin Ali bu dönemlerde de çeşitli dergilere, gazetelere yazılarını gönderdi. Okulunda yaşadığı bazı olaylar sonucu idare kararıyla İstanbul’a nakledildi. Burada hocalığını yapanlardan birisi de Ali Canip Yöntem’di.

Onda gördüğü cevherle Ali’nin hayatında izi kalacak destekler verdi. Yazmaya devam eden Ali, ilk görev yeri olan Yozgattaki Merkez Cumhuriyet Okuluna tayin edildi.

Bir mektubunda dertleşecek,konuşacak kimsenin olmadığından yakınıyordu. Mektup arkadaşı İstanbul’da tanışıp mektuplaşmaya devam ettiği Nahit Hanım’ı. Bir zaman sonra Nahit Hanım’a hislerini açıklayan Ali, bu aşkına cevap bulamadı ve bir süre sonra da Aliye Ali ile evlendi.

Aliye Ali’yi isteme merasimi ardından,bir mektubunda Nahit Hanım’a “Mühim bir havadisim var. Evleniyorum. Hatta nişanlandım bile. Sen benim gibi kelepiri kaçırdığınla kal. Birisi “Niçin evleniyorsun” dese vereceğim cevap şudur: Çalışabilmek için… Ben kendimi her hususta idare edemiyorum. Halbuki muhakkak muntazam ve ölçülü bir hayata muhtacım ve ancak bu şekilde faydalı işler çıkarabilirim.” yazdığı söylenmektedir.


Görev yaptığı yerde Anadolu insanını gözlemleme şansı bulmuş ve eserlerinde çokça yer vermiştir.

Almanya’ya eğitim için 2 yıl süreyle gidip geri döndüğünde Konya’da görevine devam eder.Bazı suçlamalar sebebiyle tutuklanan Ali af sebebiyle serbest bırakılır. Kendisi gibi yazıları engellenen Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile siyasi mizah dergileri çıkarırlar. Burada yazdığı yazılardan dolayı da 3 ay hapis cezası alır.

Yazıları zorluklarla karşı karşıya kalan,engellenen Sabahattin Ali ülkeden ayrılmak ister. Bulgaristan’a kaçmaya karar veren yazar anlaştığı kaçakçı tarafından öldürülür. Ölümü hakkında hala şüpheler vardır.

Romanları:

  • İçimizdeki Şeytan
  • Kürk Mantolu Madonna
  • Kuyucaklı Yusuf
  • Öyküleri:
  • Yeni Dünya
  • Sırça Köşk
  • Ses
  • Kağnı
  • Bir Orman Hikayesi
  • Değirmen

Bir kaç sözüyle de yazımızı bitirelim.

Kitaplar yeni tanıdıklarına karşı çok ketum olurlar. Bir kere de onlarla laubali oldunuz mu size malik oldukları her şeyi verirler ve onlar bizim isteyebileceğimiz her şeye fazlasıyla maliktirler.

İçimizde şeytan var. Can kırıkları var. Nefret var, yalanlar var. Bir yanımız bizi çoktan terk etmiş, kaçıyor.Melankoli ve hüsran var.Keşke bazı geceler hiç sabah olmasa.

İçimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum.

Demin söyledim ya, müthiş bir gevşeklik içindeyim. Üşeniyorum. Atalet kanunu icabı sürüklenip gidiyorum.

Özdemir Asaf’ça Kalın!

Onu tanıyanlar tarafından her zaman duygusal, nazik ve duyarlı biri diye tanınan Özdemir Asaf, aramızdan ayrılışının 39. yılında da unutulmadı. Çağdaş Türk şiirine  kendine özgü tarzıyla damga vuran Özdemir Asaf kimdir, Türk edebiyatına damga vuran şiirleri ve sözleri nelerdir? inceleyelim…


Gerçek adı Halit Özdemir Arun olan şair Mehmet Asaf ile Hamdiye Hanımın çocuğu olarak dünyaya geldi. İkizi Neire Özgönül Arun’dan bir gün önce, 11 Haziran 1923 tarihinde doğan şair; doğmadan bir yıl önce ailesinin Atatürk’ün özel daveti ile Ankara’ya çağırılması üzerine oraya yerleşmişlerdir. Bu süreç içerisinde babasının geçirdiği bir hastalık sonucu 1930’da  hayatını kaybetmesi ile aile, aynı yıl içerisinde tekrar İstanbul’a taşındı.


Eğitim hayatına Galatasaray Lisesi’nde başlayan Asaf, 1941’de girdiği sınavı kazanarak Kabataş Erkek Lisesi’ne geçti.
Buradan mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumaya başlayan Asaf, eğitimine iki yıl devam edebildi. Tabi bu süreç içerisinde ilk eşi Sabahat Selma Tezakın’a aşık oldu.

Okuduğu üç fakülteden de mezun olamadı

Şair, daha sonra iktisat ve gazetecilik bölümüne devam etse de buralardan da mezun olamadı.
Bu süreç içerisinde çeşitli işlerde çalışan Asaf, 1961 yılında eşinden ayrıldı.
Zaman ve Tanin gazetelerinde çevirmen olarak çalışan Asaf, Türkiye’nin akademik eğitim almış ilk kadın fotoğrafçısı Yıldız Moran’la ikinci evliliğini 1922 yılında yaptı ve bu evlilikten Gün, Olgun ve Etkin isimlerinde 3 oğlu dünyaya geldi.

58 yaşında vefat etti

Sanat Basımevi’ni 1951’de kurup matbaacılığa başlayan şair, 1955 yılında Yuvarlak Masa Yayınları’nı kurdu ve şiir kitaplarını da art arda buradan çıkarmaya başladı.
İkilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyleyiş biçimi göze çarpan Asaf, eserlerinde insan-toplum ilişkisini konu almıştır.
Çevirileri ve şiirleri çıkarılmaya devam ederken 1970 yılında matbaasını ve Yuvarlak Masa Yayınları’nı kapatan şairin şiirlerinde, önceden çok kullandığı sevgi, ayrılık, ölüm temaları son dönem şiirlerinde giderek yerini kaçış ve ümitsizliğe bırakmıştır.
Beyninde tümör tespit edilen ve 28 Ocak 1981’de, 58 yaşında hayata veda eden Özdemir Asaf’ın cenazesi, isteği üzerine Aşiyan Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Eserleri
Dünya Kaçtı Gözüme
Çiçekleri Yemeyin
Sen Sen Sen
Çiçek Senfonisi gibi şiir kitaplarıyla;
Dün Yağmur Yağacak ve Ça isimli hikayelerini okuyucuyla buluşturdu.

Özdemir Asaf Sözleri

“Ben sana hep üşüyordum,
Çünkü kıştım.
Nakıştım, bakıştım.
İnkar etmiyorum da bunu,
Seni sevmek gibi büyük işIere kaIkıştım.
Ve Iütfen inkar etme;
Sana en çok ben yakıştım.”

“Ama ne olur sakın bir insanı;
Gönülce,
Gözce,
Dilce,
Ruhça,
Kırmayın…”

“Geleceğim, bekle dedi, gitti..
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu..
Ama kimse ölmedi.”

Huzur içinde uyu ulu şair…

Yanan Parfüm; Tütsü

Tarihçesi çok çok eski zamanlara kadar uzanan, mistik güzellik. Yüzyıllar boyunca kötü kokuları bastırmanın yanı sıra meditasyon, ferahlama, çakra açma amacıyla tütsü yakılıyordu.

Ayrıca çok tanrılı dinlerde, ayinlerin de vazgeçilmeziydi tütsüler. İslam kültüründe camii ve türbelerde, saraylarda ve evlerde, Bizans döneminde kiliselerde ayin zamanı yakılmış ve Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu dönemine ait pek çok buhurdan sayesinde tütsü kullanıldığı ortaya çıkmıştır.

Eski dönemlerde bu kadar yaygın kullanılmasına rağmen, pek yaygın kullanılmıyor artık. Tütsülerin yerlerini oda kokuları almış durumda. Fakat enerjiye inanan bir insansanız tütsülere bir şans vermelisiniz. Her kokunun farklı bir anlamı ve hatta her amacın ayrı bir kokusu var. Dilerseniz birkaç koku ve anlamlarına bakalım..

Sandal Ağacı Motive olma gücünüzün artmasına ve rahatlamanıza yardımcı olur.
 Sedir Birçok kültürde kutsal kabul edilen bir ağaç olan sedir, evinize yaydığı orman kokusuyla doğada  gibi hissettirir ve stresinizin azalmasına yardımcı olur. Sedir, hem olumsuz enerjiyi saflaştırmak hem de yok etmek için kullanılmıştır.
Gül Çok eski zamanlarda gül yaprakları kurutularak çoğunlukla taze başlangıçlar için yakılırdı. çoğu dini gelenekte kutsal atfedilen bu bitki hem sevgiyi hem romantikliği temsil etmektedir.
Vanilya Vanilya  huzur ve mutluluk hissettirir. Bazı yiyecekler vanilya ile yapıldığında kokusu insanda gevşeme etkisi yaratmaktadır. Vanilya refahlığı da temsil etmektedir.
Mint Nane baharatından yapılan bu koku şifa kokusu olarak geçmektedir. Ağrı ve sızıların geçmesine yardımcı olur, burun ve boğaz enfeksiyon hastalıklarında nefes almayı kolaylaştırır ve tıkanıklığı giderir.
Ayrıca şans, başarı, meditasyon hatta para adında tütsüler var.. Etkileri bilinmez ama saçtıkları kokular başarılı..

Kendimizi iyi hissetmek için ufak bir adım, hayata katılan ferah bir koku. Beklenen etkiyi bu kadar net alamasak bile, içimize çektiğimiz güzel koku günümüzü güzelleştirmeye yardımcı olmakta başarılı..