Eğer illaki yolculuk gerekiyorsa, ağır ağır, adım adım gideceksin Hasret gurur duymalı, yokluk onurlanmalı gidişinden Eğer yolcu olacaksan, vefâsızlığı da götüreceksin Koyacaksın yan cebine anılarını, ardında kalanın yaşlarını toprağa, Tam da sol yanına gömeceksin İzlerini kaybettirip, adını unutturup, varlığını soldurarak, kurutacaksın Soyutlaştıracaksın kendini sevgilerden..
Öyle bir gideceksin ki Ne ah bırakacaksın, ne de acı Ne gam bırakacaksın, ne de geleceğe dair bir engel Öyle bir unutturacaksın ki kendini, kalanın gözüne yaş, gecelerine uykusuzluk, Gönlüne keder kondurmadan Yıkmadan, yıktırmadan, yaktırmadan yolcu olacaksın
Eğer illaki yolculuk gerekiyorsa, yolcu edeceksin bütün acıları..
Hani diyor ya Ahmed Arif: “Nerede bir can ölse oralı olur yüreğim, olmalı zaten. Olmazsa ‘insan’ olmaz yüreğim.” Bugün tek bir yürek olup İzmirli olduk hepimiz. Bundan önce Vanlı, Yeniceli, Elazığlı, Düzceli ve daha kalbimizi dağlayan birçok şehirli olduk. Oralarda bir can ölse bizden bin can gitti. Onların üstüne yıkılan her bina bizim kalbimizin üstüne tonlarca ağırlık bindirdi.
Bu yıl ülkece çok badireler atlattık. Van’da çığ, Giresun’da sel felaketi, Ankara’da kum fırtınası, Elazığ’da deprem, İdlib’de 36 şehit, coronavirüs ve dün yaşadığımız İzmir depremi. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Geride kalanlara dayanma gücü versin.
Ülkemiz deprem yönünden riskli bir bölgededir. Bu yüzden deprem öncesinde, deprem anında ve deprem sonrasında yapılması gerekenleri hepimiz çok iyi bilmemiz gerekmektedir.
Deprem çantası hazırlanmalıdır. (İçerisinde ilk yardım malzemeleri, yedek pil, pilli radyo, el feneri, düdük, kuru gıda, bisküvi, su vs. bulunmalıdır.)
Acil durumlarda yardım istemek için önemli telefon numaraları öğrenilmelidir. (Polis, jandarma, hastane vs.)
Acil toplanma alanları belirlenmelidir.
Deprem Sırasında Neler Yapılmalıdır?
Eğer deprem sırasında bina içerisindeysek;
En önemlisi sakinliğimizi korumaktır.
Eğer mümkünse deprem çantamızı yanımıza alarak uygun bir yerde çök – kapan – tutun hareketi yapılmalıdır.
Sabitlenmemiş, devrilebilecek eşyalardan, zehirli madde ve sıvılardan, soba, ocak gibi tehlikeli şeylerin yanlarından uzak durmalıyız.
Merdivenlerden, asansörlerden ve balkonlardan uzak durulmalıdır.
Eğer deprem sırasında bina dışındaysak;
Enerji hatlarından, diğer binalardan ve duvar diplerinden uzak durmalıyız.
Güvenli, açık bir alanda sarsıntı sona erene kadar beklemeliyiz.
Deniz kıyısından uzaklaşmalıyız.
Toprak kayması olabilecek, taş veya kaya düşebilecek yerlerden uzak durmalıyız.
Eğer deprem sırasında araç kullanıyorsak;
Araç ile karayolunda seyir halindeysek sağa yanaşıp durmalıyız.
Pencereler kapalı bir şekilde sarsıntı durana kadar araç içerisinde beklemeliyiz.
Eğer deprem sırasında güvenli bir yerde değilsek, aracı sakin bir şekilde terk edip güvenli bir alana gitmeliyiz.
Eğer metroda veya diğer toplu taşıma araçlarının birindeysek;
Gerekmediği sürece kesinlikle metrodan veya diğer toplu taşıma araçlarından inilmemelidir.
Sakinliğimizi koruyup, personelin verdiği talimatlara uygun bir şekilde hareket etmeliyiz.
Deprem Sonrasında Neler Yapılmalıdır?
Tehlikeli bir durum olup olmadığını kontrol edip, sakinliğimizi koruyarak, deprem çantasını ve ihtiyacımız olan şeyleri yanımıza alarak, hızlı ve kontrollü bir şekilde bulunduğumuz alanı terk etmeliyiz.
Bulunduğumuz bina zarar görmemiş ise içeriye girmek için en az 1 saat beklemeliyiz, ilgililerin talimatlarına uymalı ve onların izni olmadıkça içeriye girmemeliyiz.
Yıkılan binalarda yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmeliyiz.
Telefon hatlarını meşgul etmemeliyiz.
Mecbur kalmadıkça trafiğe çıkmamalıyız.
Eğer yardıma ihtiyacı olanlara yardımcı olacaksanız;
Eğer tehlikeli bir durum varsa kendinizi tehlikeye atmamalısınız.
Yardıma ihtiyacı olan kişiler yardımın ulaştığı yerlere götürülmelidir.
Yaralıların isimleri ve sayıları not edilmelidir.
Artçı depremlerin de olabileceğini varsayarak girdiğiniz yerlerde yere eğilmeli, dizlerinizin üzerinde yürümeli ve her an düşebilecek maddelere karşı kendinizi güvende tutmalısınız.
Girdiğiniz yerde öncelikle “İçeride kimse var mı?” diye bağırmalı ve cevap gelmesi için bir süre beklenilmelidir.
Eğer bir cevap gelirse nerede ve nasıl bir yardıma ihtiyacı olduğu sorulmalıdır.
Etraf karanlık ise el feneri kullanılmalı, kesinlikle elektrik ışığı açılmamalıdır.
Yaralı birini bulursak, öncelikle güvenli bir yere almalı ve sonrasında ilk yardım uygulamalıyız.
Yardım almak veya durumu bildirmek için mutlaka arama yapılan binalar işaretlenmelidir.
Eğer yıkıntı altında mahsur kaldıysanız;
Sakinliği korumak en önemlisidir.
Eğer hareket etmemiz kısıtlı bir durumdaysa kendimizi riske atacak hareketlerden kaçınmamız gerekmektedir.
El veya ayaklarımızı kullanabiliyorsak zemine veya ses çıkarabilecek bir yüzeye vurarak varlığımızı belli etmeliyiz.
Ekim ayını son olarak 31 Ekim saat 17.49’da Boğa burcunun 8 derecesinde gerçekleşecek olan Dolunay ile kapatıyoruz.
Her yıl 12 dolunay yaşanırken 2020 yılında Mavi Dolunay ile birlikte 13 dolunay meydana geleceği NASA tarafından günler önce açıklanmıştı. Bir takvim ayında yaşanan ikinci dolunay olarak adlandırılan “Mavi Dolunay” düşünülenin aksine Ay’ın mavi renkte görülmesi anlamına gelmiyor.
Mavi Ay, dolunay evresinin ay içerisinde ikinci defa meydana gelmesidir. İsimden dolayı Ay’ın farklı bir renge bürüneceği düşünülse de herhangi bir renk değişimi olmayacak arkadaşlar.
Bir ayın içinde iki dolunay pek rastlanan bir şey olmasa da 2020 yılında ne sıradan oldu ki bu olsun dedirtir cinsten.
ANAHTAR CÜMLELER: Sessiz volkan patlar! Yer altındaki ölüler uyanır! Radikal değişikliklerle durgunluktan çıkılır!
Astrolojik anlamda 31 Ekim Dolunay’ı şok etkisi yaratması muhtemel dolunay! Merkür Retrosu var içinde; gizli bilgiler dökülüyor ortaya. Uranüs var işin içinde, şok olunacak olaylar var. Muhtemel şu cümle düşecek dilimizden:
“Ah be dünya! Sen dönüyorsun onu anladık da bu insanlar senden daha hızlı dönüyor hem de ortada hiçbir yörünge yokken.”
Boğa burcundan bahsetmek gerekirse güven ihtiyacı, para, toprak, gayrimenkul yatırımlar, yeme-içme, konfor, sanat, boyun ve boğaz bölgesi ile etkilidir.
Dolunay, Güneş ile Ay’ın karşı karşıya gelmesi durumudur. Yani erille dişil, bilinçle bilinçaltı, mantıkla duygular karşı karşıya gelir ve dolayısıyla burada bir çatışma söz konusudur. Bu dolunay gergin enerjilidir fakat ayın en görünür pozisyonda olması çok önemli ve kıymetli zamanlara da işaret eder.
Her ay Dolunay yaşıyoruz ama Güneş, Uranüs’e yılda bir kez karşı çıkar. O da bugün!
Başrol oyuncumuz Uranüs: Beklenmedik, şok edici, sıradışı ve bir elektrik etkisiyle uyandırıcı etkiye sahiptir. -Sarsıcı depremler, elektrik elektronik, uçaklar, uzay, şimşek ve yıldırımlar gibi- bir anda hayatımızı sarsıtıcı “Şok şok şok!” “Flaş flaş flaş!” dediğimiz olayları temsil ediyor.
Bu dolunayda değişime direnmek yerine, esnek olmaya çalışmak önemli görünmekte. Beklenmeyeni beklediğimiz bir dolunay olabilir arkadaşlar!
Bu dolunay Uranüs kavuşumlu bir dolunay olacak. Güçlü bir serbest bırakılma ihtiyacı yaratacak. Zincirleri, sınırları, paradigmaları kırmamıza zemin hazırlıyor. Gökyüzü hızlanma hissi veriyor ama gökyüzünün iki üyesi Merkür ve Mars frene hızlıca basıyor. (Anlatırken bile heyecanlandım.) Onlarda çok yoğun geri dönüş süreçlerini bitirmeye çalışıyorlar.
Dolunayların da bir aydınlanma, farkındalık ve değerlendirme süreçleri olmasından dolayı;
Güven duyduğumuz, sarsılmaz dediğimiz, sağlam olduğunu düşündüğümüz şeylerle ilgili şok edici ve beklenmedik durumlar yaşayabiliriz.
Özellikle de finansal konularla ilgili ani olaylar (beklenmedik borç gibi) sarsıcı olabilir.
Daha önceden fark etmediğimiz bir şeye karşı artık uyandığımızı hissedebiliriz.
Elektronik aletlerde bozulmalar olabilir. Elektrik çarpmalarına dikkat.
Sinirsel gerginlikler ve ani çıkışlar ilişkileri yıpratabilir.
Boyun ve boğaz bölgesi hassasiyetleri ile hastalıklara dikkat.
❗Mavi Dolunay’dan etkilenecek burçlar: Boğa, Akrep, Aslan ve Kova burcu kişiler. (Herkesin ve bütünün en yüksek hayrına olsun.)
Elimizde olmayan sebeplerden dolayı gerçekleşen sonlanmalara hazırlıklı olmalıyız. “Ayyy ben şokkk” sözünü çok fazla duyacağız önümüzdeki hafta…
Konfor alanlarımız neyse o alanda sınanabiliriz. Meslek, ev, aile, iş, eş, arkadaşlık, çocuk, parasal konular gibi…
❗Ama şunu unutmayalım: Bizi tanımlayan şey koşullar değil. Günü belirleyen gökyüzü haritası değil. Kaderini şekillendiren tavrındır! Bir gülümseme giyip gelecek olanların tadını çıkarmalısın bence.
Harika bir Mavi Dolunay etkileriyle, güzel değişimler diliyorum.
Ne demiş Şems-i Tebrizi:
“Düzenim bozulur hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden iyi olmayacağını.”
İzmir’de 6.6 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Merkez üssü Seferihisar açıkları olan deprem, Ege ve Marmara Bölgesinin tamamında hissedildi.
AFAD‘dan yapılan açıklamada “Ege Denizi’nde İzmir’in Seferihisar ilçesinde saat 14.51’de 6,6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi” denildi. Yaşanan depremin ardından bölgede, 3.4 ve 4.7 büyüklüğünde artçı depremler meydana gelmeye devam ediyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaptığı açıklamada “Şu ana kadar İzmir Bornova ve Bayraklı’da 6 bina yıkılma ihbarı geldi Uşak, Denizli, Manisa, Balikesir, Aydın ve Muğla’da ufak çatlaklar dışında ve can kaybı ile ilgili herhangi bir ihbar gelmemiştir Ekiplerimiz sahada tarama ve müdahalelerine devam etmektedir Geçmiş olsun” dedi.
İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Çok sayıda hasarlı binamız var. 20’ye yakın yıkım ihbarı var” dedi.
Kandilli Rasathanesi depremin büyüklüğünü 6.8 olarak açıkladı. ABD Jeoloji Araştırmaları Merkezi’ne göre depremin büyüklüğü 7.0.
Kendisini “muhafazakâr modernist” olarak tanımlayan, gönlünü toplum bilimine adamış, Sosyolog Şerif Mardin, 1927 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Fikirleri hasebiyle kendisini muhafazakâr olarak tanıtan sosyologun, altı dolu sebepleri de vardır. Mardinizadeliler diye anılan geniş ve köklerinin Peygamberimizin sevgili torunu Hüseyin’e kadar dayandığını iddia ediyordu. Kalabalık bir ailede doğması ile aslında fark etmeden gelecekteki mesleğini inşa etmeye başlamıştı. Genel tabirle “Sosyolog” olarak anılsa da, Şerif Mardin yazmış olduğu bu kitaptan anlaşılır üzere, siyasetin içinde olduğunu, bir teolog gibi dini bağlamları kullanabildiğini ve geniş kültür bilgisine sahip olduğunu görebilmek elbette mümkün. Sosyal bilimler konusundaki en iyi araştırması ve ilgi gören röportajlarından biri olan “mahalle baskısı” adlı çalışmasında dini ve toplumu nasıl bağdaştırdığını görüyoruz. Mahalle baskısı; muhafazakâr toplumun, muhafazakâr bir hayat sürmeyenlerin üzerine kurmuş oldukları baskı olmakla beraber “din” olgusu üzerine yaşayamayanların dışlanışını da anlatmaktadır.
Şerif Mardin Türkiye’nin tabiri caizse modernleşmeye (!) ve Batıyı tamamen kılık kıyafetiyle dâhi taklit etme hususunda ve Batılı gibi giyinmeyeni kınayan hatta ve hatta hapis cezasına çarptırılmaya kadar büyük cezaların verildiği en belirgin çağdan yani Kemalizmin baş gösterdiği dönemden ve o dönemde Atatürk’e, Cumhuriyet’e “düşman” gözüyle bakan Said Nursi’den bahsetmiştir. Yazarın konuyla ilgili en çok ses getiren eseri “Modern Türkiye’de Dinve Sosyal Değişme: Bediüzzaman Said Nursi Örneği” oldu. Böyle bir eserin varlığından haberdar olup Said Nursi’ye tâbi olan”Nurcular” cemaati, büyük bir heyecanla eserin çevrilmesini beklerken aslında bekledikleri şeyin yazılmamış olmasına karşın hayal kırıklığına uğrayıp Şerif Mardin’e yüz çevirirler. Nurcular alenen Said Nursi’nin konu edilmemiş olmasına ve Mardin’in “nesnel” bir anlatımla yaklaşmasından hüsrana uğrarlar. Bazı kesimler ise Said Nursi’nin kitapta geçmiş olmasına bile tepki göstermiştir. Şerif Mardin’in daha önce vermiş olduğu röportaj ve yazılarından Atatürk’e eleştirel yaklaşımından ötürü, Kemalistlerce kitap okunmaktan alıkoyuluyor. Yalnızca obejktif bir tavırla durumlara yaklaşmaya çalışan Mardin; iki tarafı da memnun edememiştir. Zira o da bu amaç dahilinde çalışma yapmıyordu. Yaşamı boyunca sürekli çalışmalar yapmış ve beyninin daralmasına ebeden müsade etmemiştir. Osmanlı hakkında yayımlamış olduğu makaleler ve göstermiş olduğu üstün başarı ve ödüllerle, ölümünün üçüncü yılını tamamlamış olsa da anıları, bilgisi onu yaşatmaya devam edecektir. Hayatını, toplumun huzuruna adayan büyük düşünür ve Sosoylog Şerif Mardin, 2017 yılında dünyaya gözlerini yumar.
Türk Modernleşmesi; Osmanlı’nın gerilemeye hatta yıkılmaya başladığı zamanlarda artık kendinden kopup kendisinden ileri bir seviyede olan başka ülkeyi idol olarak seçip onların yaptıklarını yapması gerektiğini tartışmasını sürdürür. Bunun yanında Osmanlı halkının yöneticileri ile olan münakaşaları ve yöneticilerinin doğru kararlar verememesi üzerine dini kullanmaları ve yapacakları şeyi doğru platform ve zaman üzerinde yapmamalarından kaynaklanan asıl sorunlar. Bazı kesimlerin yönetici tarafını dinlememesi, aşırıya kaçması vs. durumlar imparatorluğu iyice yıkmıştı. Osmanlı halkının edebi kişiliği yanında devletin ekonomisi de çökmekteydi. Osmanlı devlet adamlarına göre ekonominin çökme sebebi devletin toplumun dizginlerini ve tabii ki vergilerini elinden kaçırmasından kaynaklanmaktadır. Alman merkantilizmi olarak bilinen kameralizm’in uygulanması Osmanlı için yeni bir yol olarak görülüyordu.
Osmanlı devleti halkının ve içinde bulunan aydın kesimin gerileme döneminde Batı’ya ayak uyduramama problemi, ne kendi kültüründen vazgeçebilmeyi ne de Batı’ya tam tâbi olmayı başaramadıklarından ötürü kaynaklanır. Batı’nın kesinlikle örnek alınması gerektiğini savunan Osmanlı aydınlarının yaptığı büyük hata; uyarlama olmadan direkt kopyala yapıştır tekniği uygulamarındandır. Batı’yı örnek almak konusunda hatalar yapan Osmanlı milleti kendi kültüründen ve azamatinden ödün vererek yapmıştır. Kendisinden ilim ve bilim gibi diğer konularda da ileri olan devleti pekâlâ örnek almak akılcılık gerektiren davranış olmakla beraber bu tedavinin yanlış uygulanmasının da hatalı sonuçlar vermesi muhtemeldir. Batı’ya ayak uydurma (taklit) konusunda ihtilafa düşen Osmanlı milletini, tesiri ve durağanı altında bırakıyor bu durum. Yapılmış olan Tanzimat ve ıslahatın (yenilenme) başarısız durumu da keza Osmanlı’nın muallaklık durumundan kaynaklanmaktadır. Peki Osmanlı’nın kendi kültürünü adetini birden silmeye çalışması ve yeni bir dünyaya adapte olma çabası, yıkılmaya yüz tutmuş bataklıkta çırpındıkça batan bir imparatorluğun yaptığı bu faaliyetlerin ne kadarı doğruydu? Derin ve imrenilen kültür anlayışına sahip olan imparatorluğun kültüründen çok askeri, eğitim ve özellikle de bilim çağına ayak uydurması gerekirken, yapmadığı reformlar ve yaptığı hatalar nasıl düzeltilebilirdi?
Bu gibi soruları çoğaltmak elbette mümkün.
Osmanlı’nın elinde ruha enjekte edilmiş kuvvetli bir din anlayışı vardı. Buhranda olan bu devletin elindeki son koz ve gücü olan; dini, yanlış temsil etmesi ve bunu yanlış yönde kullanması, milleti büyük hasar ve hüsrana uğratmıştır. Osmanlı elindeki en tesirli gücü kaybetmeye başlamıştı. Şerif Mardin modernleşme veya Batılılaşmayı Osmanlı’nın iç hasarlarından başlayarak dinin tesir gücünden bizlere anlatır. Şerif Mardin modernleşmeyi öncelikle genel bir çerçeve kavramı oluşturarak aktarmaya çalışırken ikinci ve diğer bölümlerde daha içe girerek yakın zamandaki Türkiye’den ve Türkiye içerisindeki din bağlamını ve değişimini yeni çağla bağdaştırarak anlatır.
Şerif Mardin engin bilgileriyle “TürkModernleşmesi” adlı kitabını zengin içerikle dolduruyor. Türk modernleşmesinin altını öncelikle batıcılıktan başlayarak doldurur. Batıcılığın kendini göstermeye başladığı ve hayatımıza işlemeye başladığı başta İbrahim Müteferrika’nın yurda getirmiş olduğu matbaacılıkla, II. Mahmut dönemi ve Tazmatın ilanıyla da anlatır. Batıcılık fikrine kayma eylemi II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet dönemi ile birlikte yaygınlaşır. Batıcılık fikri ile modernleşmeyi düşünenler, bu yaygınlaşmaya 1938’den sonra karşı çıkmaya başlar. Tanzimattan sonra aşırı batılılaşmayı, ünlü Türk yazar ve sosyolojinin kurucularından olan Ziya Gökalp’in kaleminden bizlere aktarıyor. Ziya Gökalp, Türkler’in müesseselerini yükseltmek suretiyle dışarıdan bakan bir yabancının, Türk’ün içinde fena ayrılıkların ve medeniyet farklılıklarının çoğunluğunu hemen görebilmekte olduğunu ve bunun da kendisine ait olmadığını, başkasından doğma bir kültür ve medeniyetin olduğunu kanıtlar niteliktedir. Robert Redfield ise Gökalp’ten ayrı olarak kaba ve genellemeci bir tavırla “büyük” ve “küçük” kültürel ayrışması olarak tanımlamaktadır. Şerif Mardin “evrensel sosyolog” kimliğini ve araştırmacılığını geçmişte ve gelecekte olmuş olabilecek durumları zannıca yorarak ispatlar.
Şerif Mardin, Osmanlı aydınlarını “kadın” konusunda medh ediyor. Kadınların Osmanlı’da Damat Ferit zamanındaki yerini, araştırmalarıyla kitabına eklediği yazıdan anlayabiliyoruz. Damat Ferit zamanında, yazarın vesilesiyle elimize geçmiş olan yazıdan, kadınların Osmanlı zamanındaki yerini, insanların zannettiği kadar silik olmadığı anlaşılıyor. Bunların gerçekleriyle aktarılmış ve yazılmış olmasının eski ama yaşayan devletimizin aklığını ve ahlâkını gösterir. Fakat aşırı batılılaşma ile halkın ahlâki çöküntüsünü de sonralarda görebiliyoruz. Moderniteden önce fazla hakka sahip olmayan kadın, yenilenmeden sonra yani Tanzimat’a denk gelen yazarlarımız tarafından, düşünme, tercih etme gibi var olan hakları kitaplar üzerinden artırılıyor. Özellike Ahmet Midhat’ın katkıları çok kişi tarafından bilinir. Tanzimat fermanının yürürlüğe girmesinden yirmi sene sonra, Şinasi; Şair Evlenmesi adlı eserinde önceden düzenlenmiş olan evlilikle alay eder. Samipaşazâde Sezâi’nin Sergüzeşt’inde (1889) kêza kadın başrol olarak Osmanlı’nın deri dökme anlarını ilmek ilmek edebiyatıyla beraber böylece gözler önüne seriyor ünlü Türk sosoylog Şerif Mardin.
Şerif Mardin’in yine eserinde yer verdiği deneme yazarı Montesquie’nin doğuyu kınayan sözüne önce teyit vermesi ardından fikrini reddetmesi asıl olan doğruyu tespit ettiğini ve “devletle birey arasına giren yapıların eksikliği, Doğu despotizm’nin kaynağıdır” sözüne ilişkin cevabı cemaat, bir milleti “yar-ı medeniyet” hâline getirebilecek güçtedir karşılığını verir. Yazarın, olayları Rus çerçevesi ve dünyaca ünlü yazarlar tarafından değerlendirmesi, olaya nasıl baktığını ve ne derece ehemmiyet vermiş olduğunu ayrıca olayların yalnızca Türkiye’yi etkilememiş olduğunu da göstermiş oluyor.
Şerif Mardin’in kitabının her zerresinin araştırılmış öyle önüme getirilmiş olduğunu fark etmek çok da akıl isteyen bir durum değildir. Kendisini muhafazakâr olarak tanıtması kendisinin yanlış anlaşılmasına sebebiyet verse de umurunda olmamıştı çünkü kendisini bilen bir insandı.
Sen gelmeden önce ;Hayatım gâipbir mûzikiydisankiGölge verenağaçsız bir gökyüzü. Şimdi kalbim!Gözlerinömrümün göğü olsun . Günlümehoş geldinömürlük müptelası…
Hani ne bileyim, masal gibi Sularla haşır – neşir dal gibi. Bir okunmamış şiir gibiSenidaha yazmamış şâir gibi Ömrüme hoş geldin. Ömürlük müptelası…
Bir uzun sefere çıkacaksın diyorlar; Sen gittin – gideli kalbim oldu târumar. Bu kadar mı güzelolurhasretin Ah beni güzel sevenim Kalbim’e hoş geldin. Ömürlük müptelası.
Düşmek bir dağın eteğinden,
Koparcasına bir pare yürekten.
Gelmeler, gitmeler
En çok da gitmeler..!
Vardır öyle yaralar,
Açılan göğün ortasında.
Velhasıl, vakti gelince
Kabukların altından kanayan.
Gün olur güneş doğar
Eser seher yeli
Bir yılkı atının ardından.
Hasret olur adı.
Vuslatı olmayan…
Saat 09:32 + Alo! – Borisov? + Evet! – Ben polis departmanından arıyorum. + Buyurun! – Evine geldik, seni bulamadık. + E normaldir, görevdeyim. Bir sıkıntı mı var? – İfadeni alacağız. Hemen İgarka’ya gelmelisin. Geldiğinde bu numarayı ara, biz seni alacağız. … Hemen buraları toplamam lazım. Yoksa bir an önce çıkmalı mıyım, bilemedim. Neyse hemen çık Borisov, yoksa bunlar seni yiyecek!
Borisov her tarafı ter izi olan, hafif kırarmış siyah tişörtünü kafasından geçirerek alelacele giydi. Gözleri sadece daire kapısını arıyordu. Yanına telefon ve cüzdanından başka hiçbir şey almadı. Kapıdan çıkarken arkasına bile bakmadı. Ama ara sokaklardan koşarken bir yandan etrafına bakmayı da ihmal etmiyordu. Karşıdan gelen külüstür arabaya eliyle dur işareti yaptı. Yaşlı adam ani frenle resmen asfalta lastiklerini bıraktı:
Yaşlı adam korkudan çok merakla bakıyordu Borisov’a. ‘’Bu sakallıyı bir yerden ısırıyor gözlerim.’’ diye içinden söyleniyordu ki, Borisov derin bir nefes alırken şakaklarından akan teri elinin tersiyle sildi:
– Adın nedir bunak? + Yegor. – Yegor, artık benimlesin. + O niye? – Para karşılığı (cebinden banknotları çıkarır) ufak bir iş sadece. He, ne dersin? Yegor ‘un göz bebekleri büyüdü: + Yapacağım işe bağlı. – Kinerma’da benim evim var. Ateşe vereceksin. + Tamam, şimdi şakanın hiç sırası değil. İşimi söyler misin? – Ben ciddiyim Yegor. Yutkunan Yegor: +Pekala! Gece gideceğim. Torpidonun gözünde müsvedde kağıt parçası olması lazım. Oraya yaz adresi. Ha, Bu arada! Sana nasıl sesleneyim? -Kirli Sakal!
İncinir şiirlerim İncinir yardan öte Niyetim vasıl olur. Sen düşünce gönlüme İstiğfara bürünür dilim Secde eder tövbeye. Ey Ahmed’i “Kaya” yapıp “Arif” ile süsleyen Ey Nesimi’nin derisini Ruhuma nakş eyleyen İbrahim’e özgü olmayan Musa’dan öte İsa’dan yüce Yusuf’tan güzel olan Beni Mecnun eyleme. Şiir-ül ekberdir bu Beşerül erşedden öte. Ben ki çağlar öncesi Recmedilmiş bir köle Ben ki bir damla olup Can vermişim güle Ey Cahit’i “Zarif” kılan Nuri’yi “Dil-i Pak” eyleyen Ey aşkını yüreğime İlmek ilmek işleyen Ömer’den adaletli Hamza’dan cesaretli Ebubekir’den sadık olan Beni bülbül eyleme… Bir kulun ricasıdır bu Hasıl dualardan öte Şiirimi nasip eyleme Ruhla süslenmiş ete Şiirim ki kutsaldır İman eder ayete Ey Necip’i “Fazıl” kılan Mehmet’i “Akif” eyleyen Ey şu aciz boynumu Leylalara eğmeyen Adem’in secde ettiği Osman’ın haya ettiği Nuri Muhammedi’den Daha nurlu olan Beni fani kıldın da Şiirimi fani eyleme…
Bir cumartesi sabahı, duman altı olmuş odada yan komşudan gelen kahvaltı hazırlığının sesini dinliyorum. Musluk açıldı, kapanmaya yakın öksürdü biri. Çatal, kaşıklar yerleştirildi ve şimdi sessizlik hakim. İnsanlara kapattım kendimi, duyamıyorum konuşulanları. Masada kendi kendine tüten sigaranın dumanını izliyorum. Dumanların dağılışı, dağılırken oluşan şekillere dalmışım. İçimden yükselen çığlıklar tavana çarpıp etrafa dağılıyor. Etraf kırıklarla dolu. Toz, duman ve çığlıklar.. Bundan aylar öncesinde bu dağınıklık beni rahatsız eder, bu kadar rahat oturamazdım. Görünmemesi gereken ne varsa işte korkusuzca geziniyor etrafta. Aynada ki yansımama bakıyorum. Merak dolu bakışlar sebebini arıyor. Nasıl oldu bu? Bulamıyorum cevapları. Toplamam lazım etrafı. Belki ilk adım pencereyi açmaktır. Buralarda bir yerde bana lazım hislerim var, ama hangisine şu an ihtiyacım var? İşte kurduğum hayaller, işte günahlarım ve dolabın üst rafında bana ağır gelen sevgim. O dokunulması yasak, en gizlenilesi olan. Onu rahat ettirmeye çalışırken elim ayağıma dolaştı ve birikmiş ne varsa döküldü. Hiç biri bana ait gibi değil. Mesela şurada duran, o bana baktığında yepyeni bir dünyaya açılan kapı. O bakışlar beni hiç görmedi ki, o kapı sadece benim uydurmam. Ama var işte… Nereye koyacağımı bilmediğim bir dünya, odanın ortasında duruyor. O kadar büyük bir yer kaplıyor ki, arkasında ki gerçeklik görünmüyor bile. Zaten şu durumda onlar işime yaramıyor. Bak işte şurada da -bana kıs kıs gülenler- onu görmek için uydurduğum bahaneler. Kendi aralarında oyun oynuyorlar. Küçük bir çocuğun masumluğu kadar şirin ama yorucular. Çocuğa derdini nasıl anlatırsın ki? Arkamda bir yerlerde körlüğüm duruyor. O en sevdiğim. İşlerin bu kadar karışmasına sebep olan da o. Elim de ki çöp torbası hala bomboş. Kafam karışmış durumda, bunların hangisi benimle kalmalı? Vedalaşmaya kıyamıyorum hiçbiriyle. Şimdiye kadar herkesten gizlediğim bu dağınıklık şimdi çığırından çıkmış durumda. Bununla yaşanır mı? Bu şekilde oda bana dar. Toparlanmıyor da. Evi toplamaktan bıkmış ev hanımı bıkkınlığı çöktü üzerime. Her yeni gün bir gayret atıyorum kendimi dışarıya, “bu gün bir şeyler çözülecek” diyorum, içimi bir heyecan kaplıyor. Ve sonra yüküm artmış dönüyorum eve. Kapı kapandığında bu çıldırtan hiçlikle baş başa kalıyorum. Ama şimdi… Bunları kim getirdi buraya? Dışardan bir göz gibiyim. Dehşete düşmekle, yok saymanın arkasına sığınmak arasında gidip geliyorum. Gücüm yok, ellerim benden bağımsız hareket ediyor. Kaldırıyorum çöp torbasını görünmeyen bir yere. Vedalaşmaya kıyamadığım onca şeyi odada dağınık bırakıp çıkıyorum. Kilitliyorum kapıyı, emin olamıyorum tekrar tekrar kilitliyorum. Zaman lazım bana. Geride bir oda dolusu düşünceyi bırakıp dalıyorum hayata.
”İşte başlıyor oyun!” Der gibi göz kırpıyor dünya. Beş yaşımda, on yaşımda, yirmi ve ölene kadar.
Bir pencere önünde bekliyorum. Pencerenin küçüklüğü, gözüme kaçıyor ilkin. Bakıyor, görüyor ve izliyorum. Bitmeyen olaylar silsilesi, kendini büyük gösteren ama bu pencereden bile küçük canlılar… İşte hepsi gözümün önünden geçip gidiyor. Zaman, yitip gidiyor. Pencereden elimi uzatıp durduramadığım bir zaman bu. ”Dur!” Diyerek bağıramadığım.
Sesimin gücü kelimelere yetse de, dokunamıyor kimseye. Pencerenin darlığı beni boğuyor artık. Başka pencereler arıyor yüreğim sanki. Daha renkli, daha görünür.
Herkes gelip bakıyor-muş pencereye. O halde neden hiç kimse kendini göremiyor?
Sureti gösterip, ruhu göstermeyen bir pencere -imiş bu.
Bugünlerde sevinçliyim Bugünlerde içim sığmaz oldu hudutlarına içimin Gökyüzünün artan maviliğinin güneşin efsunlu doğuşunun tesirindeyim Bugün kızıla çalar yağar karlar hüznünden geçmişin Ve kırlaşır çarpıştıkça, inancımla hislerim
Kestim bir bilet; aklımın ücralarından tenhalarına kalbimin Bugün yolculuğundayım inanç treninin İçimin nergisleri, akşam sefası oldu bir bir Zira bu yaşadığım başka bir iklimdir Bilmem havasının, suyunun rengini Bilmem bu mevsimde insanlar, sevgiler ne biçimdir Görmemeliyim artık güzü Ve yaşamalıyım her anıyla geceyi, gündüzü U’mutsuzluk limanına ne gün demir attım Ve âtideki ışığa ne diye inkarım Hayıflanmam etmediğim tebessümlere Ve atmadığım adımlara Ah!’ım
Bugünlerde sevinçliyim Sevincine sadıklara şükranım Bugün güneşin yangısına merhem ve yakamoza eşlik eden meltemim Tutun elimden ki düşeyim! Ve tan vaktiyle yeniden yüzleşeyim Tutun, tutun elimden ki düşeyim! Düşeyim ki şems olup karanlıklara doğmayı Düş’leyeyim
Neden yudumlar ren-geyikleri Kahveleri, kahverengilerini ve dahi tüm ren-kleri Olur da dinlemezsem bir gün ideolojilerini O gün kulaklarımdan gözlerime geçtiğin gün olsun isterim Bir innncee kırrrmızı, yoklarmış siyahlarımızı Öğren-miş-tim Görmeyedursun kusurlarımı annem, başlarmış bir tufan Giderayak atılan bir çentik gözlerimize Ve uzağız bu dünyadan ikimiz de Bunu gözlerimiz aynı anda afrika’ya dalınca Anla-mış-tım Tozlarla kaplı olan yalnız kitaplar ve yapraklar değildir Biraz yüreklerimiz çokça da filistinli çocuklar Suriyeli demeye Yüreğim el vermiyor Doğunun ortasında olmak hengamenin de ortasında olmakmış Bu hengamede yazdığım her harf Göğe savurduğum bin taş-mış Suyum taşar, kalemim taşlaşırsa eğer Başla-r-mış-ım ben de şarkımızı söylemeye Bir innncee melodi, yoklarmış havsalamızı Ama, ama ben ne zaman kuşansam atımı Çiçektir diyerek saplarlar göğsüme oklarını Sadrım geniştir derim, durmayın Durmayın, çünkü her ölüşüm Doğurur beni bambaşka bir annenin karnından Hatırla demiyorum, bilakis unutma! Gömlek bir kez yırtılırsa, gebe kalır yıllar taze aşklara Küçük sahranın altında kalakaldım, hani şu ortadan bir boy büyük olan Burada sınır taşları yok hem olsa da geçit verirmiş kum taneleri Bu dünya tuuuzzzz Yağmur kanatlanır ve bana yine yalanlar söyler o şair Ben zaten bir çocuklara bir de ona inanırım İnancımın direnciyle göğe kahverengiler fırlatırım Duvardaki iki kitabın yeri artık hiç değişmez Sıkı sıkı tembihlerim anneme, gitsem bile unutma yeşillerimi Her gece terasımaçık Ren-geyiklerini rengi kahverengi olan kahvelerle besle Kitaplarım bitişik kalsın, ne de olsa Bölünemez hikayeler tozlu sınır taşlarıyla!
Hayalindeki üniversiteyi kazandın. Hiç bilmediğin uzak bir şehre gittin. Pandemi sebebiyle biraz da uzaktan eğitim göreceksin, dediler…
Giderler her geçen gün, gelirleri daha da aşmaya başladı. Ailenden de sürekli para isteyemiyorsun. Ne mi yapacaksın şimdi? Tabii ki de Kredi ve Yurtlar Kurumumuzun değerli üniversite öğrencilerine sunduğu burs veya kredi imkanından faydalanmak için başvuru yapacaksın!
Hadi nasıl borçlanabileceğimizi birlikte inceleyelim!..
Bildiğin üzere uzun bir zamandır çoğu resmi işlerimizi e-Devlet üzerinden yapıyoruz. Bunda da bu hizmetten faydalanacağız. Yükseköğretim Bilgi Sistemi‘ndeki (YÖKSİS) bilgilerimizin doğru ve eksiksiz olması gerekiyor. Herhangi bir sorun yaşanırsa eğer, o meşhur öğrenci işlerine başvururuz artık!
E-Devlet’teki başvuru indeksini onayladık, detaylı bir şekilde kendimizden ve ailemizden de bahsettik.
Şimdi benim de deneyip, sitedeki yoğunluk sebebiyle başarısız olduğum başvuru ekranı!
Ama yine de üzülmeyelim, 3 Kasım 2020 Salı saat 23.59‘a kadar başvuru denemesinde ve bilgi güncellemesinde bulunabiliriz…
“Ben böyle anlayamadım, birisiyle konuşmak istiyorum!” dersen eğer bu konuyla ilgili Gençlik ve Spor Bakanlığı Kurumsal İletişim Merkezindeki (444 0 472) yetkili kişilerle sohbet edebilirsin.
Güzel haberlerini bekliyorum, umarım ‘kazanırsın’!..
Atmayacağım. Söyleyemediklerimi içime, işe yaramayanları çöpe.
Asıl kararlılık orda. Bul onu.
Görülmek istiyor. Gör onu.
Bir şeye karar verirken kararsızlıklar içindeki o yolun içinde kaybolmak mı gerçek? Bizi kararlı yapan bu yol mu? Yolun sonunda karar verebilecek miyim?
Bir adım attığımızda aslında bin yol üstündeyiz. Önemli olan bu yolun sonu değil. Yolun bize öğrettikleri. Çünkü bu yolun sonu hiçbir zaman yok.
Kararsız kalmakta kararlı bir davranış değil miydi? O halde verdim kararımı.
Ben bu yolu yürüyecek miyim bilemem. Öğrenecek miyim bilemem. Fakat kararlı kararsızlıklarımın arkasındayım. Beni oraya koyan kararlarım şimdi benimle değil ama görülmeyeni görünür kılmak benim elimde. İşte şimdi başlıyoruz!