11.8 C
İstanbul
Pazartesi, Mayıs 12, 2025

The Circle

Eğlenceli ve dizi tadında bir yarışma programı izlemek istiyorsanız The Circle tam sizlik. Netflix yapımı olan The Circle, sosyal medyayı konu alan bir yarışma programı olarak izleyiciyle karşılaşıyor. Yarışmacılar birbirlerini tanımadan çember yoluyla açtıkları hesaplardan iletişim kuracak ve popülerlik kazanmak için ellerinden geleni yapacaklar. Aksi takdirde engellenecekler. Popülerlik kazanan ilk 2 yarışmacı bir kişiyi çemberden engelleyip eve gönderecek ve büyük ödül için bir adım daha yaklaşmış olacaklar. Diğer yandan gerçek hayat ile ilgili güzel mesajalar veren yarışma, kimseye ön yargıyla yaklaşmamak gerektiğini ve sosyal medya üzerinden tanıştığımız insanlara hemen güvenmemek gerektiğini öğretiyor. Dizi tadında bu programı kesinlikle izlemelisiniz.

ELI

Eli, nadir görülen kendisini zayıf düşüren bir hastalıkla mücadele etmektedir. Hastalığı yüzünden birçok tedavi görse de hiç biri işe yaramamıştır. Son olarak deneysel bir tedavi görmek üzere ailesi ile birlikte ıssız bir kliniğe yerleşir. Fakat bu klinik diğer kliniklere hiç benzememektedir. Gördüğü hayali varlıklar yüzünden korkan Eli, klinikten kaçmak için her şeyi yapacaktır. Fakat kaçarken kendisini tuzağa düşmüş bulacaktır. Korku ve gerilim tarzı filmler seviyorsanız izlemeye değer bir film.

HUZUR

Gün içinde ne kadar da çok beslendiğimizi hiç düşündünüz mü? Uyanır uyanmaz önümüze konan ballar, reçeller, peynirler, zeytinler, ekmekler… Hemen birkaç saat sonra oturduğumuz mükellef sofralar… Beğenmeyip burun kıvırdığımız yemekler… Güneş batarken boğazımızdan geçen nimetler… Yemek aralarında yediğimiz, meyveler, tatlılar… Acıktığımız için değil de sanki kendimizi mecbur hissettiğimiz için yiyormuşuz gibi gelmedi mi size de? Elbette ki insanoğlu bir şeyler yemeden hayatını sağlıklı bir şekilde sürdüremez ve elbette ki yeryüzündeki nimetler faydalanmaları için insanlara sunulmuştur. Ancak yukarıdaki satırları hayvanlara hitaben yazdım desem şaşırır mıydınız? Bence şaşırırdınız. Neden şaşırırıyorsunuz ki? Bir aslan da, bir eşek de yukarıda yaptığımız şeyleri yapmıyorlar mı? Hatta bizden daha az yapıyorlar. Ben hiç bunun üstüne bir künefe iyi gider diyen bir at görmedim. Ya da tıka basa yiyip üstüne sindirmek soda içen bir antilop da görmedim. Ama onlar yaratılış icabı öyle dediğinizi duyar gibiyim. O zaman biz insanların yaratılışının bir farkı olmamalı mı sizce de bu hayvanlardan? Evet, bence de olmalı. Çünkü biz insanlar akıl ve irade sahibi olarak yaratıldık ve doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen süreçte duygu, düşünce , akıl ve iç dünyamızın da bedenimiz gibi beslenmesi gerekir. Yeterince beslenemeyen iç dünyası olan benim gibi insanlar da uçurumlardan yuvarlanıp gitmeye mahkumdur. Bilimlerin dörtnala mesafe katettiği, teknolojinin önüne geçilmez bir hızla ivme kazandığı çağımızda insanlık, iç dünyasını ihmal ettiğinin ve kendi eliyle ortaya koyduklarının çok gerisinde kaldığının farkında değildir. Ne yazık ki insanlık yerin, uzayın derinliklerine indiği kadar kendi iç dünyasına inememiş ve kendini bulacak yolculuklar yapmaya yeltenmemiştir. Halbuki insanın varlığı ruh ile başlar. Beden geçici, ruh ise kalıcıdır. Yunus Emre’nin ”Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.” demesi boşuna değildir. Bu nedenle insan iç dünyasına yönelerek köksüz ve meyve vermeyen kütük gövdesi durumuyla, kara ve kuru görüntü vermekten kurtulmalıdır.İnsanın iç dünyasına yönelmesi de ancak Kur’an ile olur. Çünkü verdiği örnekler ve yaptığı uyarılarla direk olarak insanı hedef alan Kur’an bir insan eğitimi ve yönetimi kitabıdır. İnsan benliğinin, iç ve dış dünyasıyla olan tüm irtibat hendeklerine dokunur ve insanın kamil olma yolunda ilerlemesini sağlar. Bu da insanı yaratıcısına yaklaştırır. İç dünyasının beslenmeye duyduğu ihtiyaç sebebiyle Kur’an’a yönelenler hiçbir zaman eli boş dönmeyecek ve kendisini yaşadığı sıkıntılardan kurtaracak bir reçeteyle karşılaşacaktır. İnsan, yine kendisini konu alan Kur’an’a bakıp kendini ararsa bütün ruhunun fihristini karşısında bulacak ve onda adeta kendini okuyacaktır. Zaten insanın iç dünyasını güzelleştirecek ve kendisini bulmasını sağlayacak şifre de yine o kitabın içinde yazmaktadır.

”Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriye sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (13- Ra’d, 28)

Evet dostlar, bedenimiz gibi ruhumuzu ve iç dünyamızı da beslemenin yolu gösterilmiştir. Yolda olmak ve yolda kalmak dileğiyle…

Asansör Çürüğü

Asansörsüz bir apartmana taşınmaya karar verdim. Merdiven çıkmaktan ve alt katlarda oturmaktan nefret etmeme rağmen bu kararı vermem ani ve kolay oldu. Dünkü yaşanan olay zihnimin bir köşesinde yıllarca kendi kendine büyüyen düşünceyi gün yüzüne çıkarttı. Fark ettim ki asansör komşuluğu çürütüyor.

Çocukken evimiz dördüncü kattaydı. Okuldan dönüşte eve çıkarken her gün merdivenlerde mutlaka birkaç komşuya denk gelir, selamlaşırdık. Bazen ayaküstü sohbet eder, anneme babama selam taşırdım. Git gel bütün komşularla bu sayede tanışmıştım. Apartmanın komşuluğu merdiven sohbetlerinin ışığında büyürdü. İki gün biriyle üst üste karşılaşan olmasa hemen kapısı çalınıp hali hatırı sorulurdu. Oysa geçen gün ölümün çürümüş kokusu kapıdan sızmasa dokuzuncu kattaki adamın intihar ettiğinden kimsenin haberi olmayacaktı. Arkasında bıraktığı kısacık da bir not vardı, “Yalnızım, ölsem kimse fark etmeyecek.” Fark etmedik de. Emekli bir matematik profesörü olduğunu polislere ifade veren çocuklarından öğrendiğimiz adam, kalp ilaçlarını avuç avuç içerek yalnızlığına veda etmek istemiş.

Binalar boy attı, insanlar evlerine kapandı. Ben de işten döndüğümde asansöre binip direkt eve çıkıyorum artık. Kimseyi ne görüyor ne de tanıyorum. Oysa eskiden pazar sabahları bakkala giderken yaşlı komşumuzun kapısını çalar, ona da istediklerini alırdım. Şimdi hangisi yaşlı hangisi genç bilmiyorum. Annemin hastanede nöbetçi olduğu günler bize yemek ikram eden komşularımız varken tuz isteyecek bile kimse kalmadı bu düzende.

Eski bir binanın en üst katına yerleşeceğim. Her sabah merdivenlerden inip çıkacağım. Akşam gelirken çikolata alıp apartmanda gördüğüm çocuklara dağıtacağım. Asansöre binip samimiyetsiz bir bakışla karşılaşıp, “Günaydın!” demeye bile çekinerek kafamı yere gömmekten ya da tavana dikmekten bıktım. Merdivende karşılaştığım komşularla bitmeyen kapı önü sohbetleri istiyorum. Ayağım kayıp da düşsem bir gün, bedenim çürümeden eksikliğimi hissedecek insanlar olmalı etrafımda.

Banksy’nin Yeni Eseri Ortaya Çıktı!

Dünyaca ünlü sokak sanatçısı Banksy’nin İngiltere’nin Bristol Kentindeki eseri ziyaretçi akınına uğruyor. Eserde küçük bir kız tarafından sapanla çiçek fırlatılması görülüyor.
Eserin Banksy’nin instagram hesabı üzerinden paylaşılması ona ait olduğunu doğrulamış oldu.
Eserin yer aldığı evin sahibi 37 yaşındaki Kelly Woodruff eseri gördüğünde çok mutlu olduğunu ifade etti.
Dün yani 13 Şubat’tan bu ana eve pek çok ziyaretçi uğradığı alınan haberler arasında.

Çevrim İçi Edebiyat

Zülfü Livaneli “Edebiyat Mutluluktur” kitabında basılı yayın ile çevrim içi yayını karşılaştırırken, çevrim içi yayının gelecekteki önemine değiniyor. Kitap maliyetlerinden, dağıtıma kadar pek çok finansal sorun yaşayan basılı yayına e-kitapların ve edebiyat sitelerinin ilaç gibi geleceğini söyleyebiliriz.

Yayınevleri her ne kadar sanat yuvası olma misyonu taşısa da pek çoğunun bugün bu görevlerini unutup ticarethaneye dönüştüğünü görebiliyoruz. Bu durum yeni yazarların keşfedilmesini zorlaştırıyor. Bazı çok bilinen yayınevlerinin bile sosyal medya takipçi sayısına göre kitap yayınlama kararı aldığını görmek için, yayınevlerinin eser başvuru formlarını incelemek bile yeterli. Tüm bu çaresizlikler içinde yazarlık atölyelerinin yanında çevrim içi edebiyat siteleri genç yazarların imdadına yetişiyor.

Belli bir ortama ve gruba sıkışmak yazarı ve yazar adayını dünyaya karşı körleştirir. Yazar her daim dünyaya garip olmalı ki kimsenin göremediğini görüp yazabilsin. 24okur gibi edebiyat sitelerinde yazarlar çağdaşları ile aynı platformu paylaşarak hem farklı karakterlere, inanışlara ve fikirlere sahip kişilerle birlikte çalışma imkânı sağlıyor hem de diğer yazarların eserlerini takip ederek kendi eserlerini geliştirebilmelerini olağan kılıyor. Sosyal medyanın gücünü de düşündüğümüz zaman çevrim içi edebiyat toplulukları, siteleri geleceğin yayınevleri olmaya adaylar.

Sanat her zaman bir çıkış yolu bulur, hiçbir kabın şeklini almadan bulunduğu her kaptan taşmayı başarır. Tüm maddi olumsuzluklara rağmen, yeni imkanlarla ki bu da çağımızda internet, sanat var olmaya devam edecek.

Hayır Delirmedim, Keman Konuştu

Ben: Merhabalar, kendinizi tanıtır mısınız?
Keman:  Bir odun parçasının alabileceği en naif halim ben. Değişimin gözle görülür örneği.

Ben: Bu naif halden memnun musunuz?
Keman:  Kendimi başka bir şekilde düşünemiyorum. Bir insanın nefesine, şah damarına bu kadar yakın olabilmek büyük bir gurur benim için.

Ben: Varoluş amacınız ne?
Keman:  Ben bir amaç olarak tanımlayamam kendimi. Aracım sadece. Hissettirmeye, hissedileni duyurmaya yardımcı olurum. Arşeyle (keman yayı) buluşunca ahenkle salınırım. Hele bir de tellerim reçinelenirse…. (biraz sessizliğin ardından) Daldım yine hayallere afedersiniz. Benim amacım duyurmak istediklerimize aracılık etmek.

Ben:  Hisleri bu kadar güzel yansıtmanızın sırrı ne?
Keman:  Hissetmek. Bir ağaçken daha, ince ince işlenirken içime işledim her hissi, her anı ve her acıyı. Mutluluk da var işlemelerimde ağır yaralar da. Hissediyorum her şeyi ta derinden.

Ben: Hedefiniz ne?
Keman: Büyüyüp çello olmak…

Ben: Zamanı durdurmak mümkün olsaydı hangi anda kalmak isterdiniz?
Keman:  Beethoven’ın 9. Senfonisini çaldığım anda kalabilmeyi isterdim..

Ben: Çene ve omuz arasında olmak nasıl bir his?
Keman:  Sıkışıp kalmış hissettiriyor. Fakat hem kalpte hissedilene hem de ağızdan çıkacak olanlara bu kadar yakın olabilmek.. Bilmem güzel bir durum.

Ben:  Bir “Keşke”niz var mı?
Keman:  Olmaz olur mu, keşke Titanic batarken çalmayı bırakmayan müzisyenler kadar gamsız ve bir o kadar cesur olabilsem.

Ben: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Keman:  Bir ağacın cenazesine başını yaslayan insandan zarar gelmez. Duyarsanız beni, denk gelirse durup dinleyin biraz. Durun ve dinleyin.. Belki duymayı unuttuğunuz kalbinizden birkaç şey hatırlatırım sizlere..

YERALTINDAN YERYÜZÜNE

İnsan yeryüzüne ayak basarken hakikatte yeraltındaymışcasına yaşar mı?

Yaşar… Yaşar efendim yaşar. İstese de istemese de yaşar. Zira yarıda kalan hayatı, hayalleri, dostları vardır kavuşmak için direnir ve mecburdur yaşamaya. Yaşamazsa o günlere vefasızlık eder bir kere. Etmemek için vefasızlık yeryüzünde çalışır yaşamaya. Aslında gönlü yer altındadır da… 

Yeryüzünde olduğu günlerden bir gün misafirlikte bir çay tabağı görür. Mazisi gelir aklına sonra birden yeryüzünden soyutlanıp girer yeraltına, başlar yolculuğu… Salonda yoktur artık ruhu, uçup gitmiştir çay tabağının olduğu zaman dilimine. Dostları gelir bir bir gözünün önüne sonra o kireçli çayı anımsar. Hem şikayet edip hemde içtikleri o kireçli çayı. Çekirdek çitleme sesleri gelir kulağına, hoş sohbetlerin ardından gelen tatlı kıkırdamalar… Birden yüreğinin yandığını hisseder. Bir damla gözyaşı akar ama içinden zira yeraltındadır.  Bir ses gelir yeryüzünden hemen geliverir ruhu, salonda sobanın yanındaki minderde oturan bedenine:

– ” Kızım çay koyar mısın?”

– ” Tabi teyzecim koyarım.” der yüzünde sahte bir tebessümle. Döker çayı bardağa, gözü çay tabağındadır. Direnir tekrar yeraltına inmemeye zira sırası değildir. Ayağa kalkmıştır bir kere salonda herkesin çayını doldurur bir bir sonra tekrar oturur o mindere. Bugün onu yeraltına götüren aslında çay tabağı gibi görünür. Hayır hayır çay tabağı görünürde sebeptir. Onu asıl yer altına götüren

“Yüreği temiz olmayan anlayışı kıt insanlara denk gelmektir(!)” Sonra birden ruhunun sancıdığını hisseder.. Sorgular yeraltında kendini :

“Benim ne işim var burada?”

Ama bir yanıt alamaz zira oraya savurmuştur hayat onu. Susar kalır öylece. Zaman ilerler evine gelmiştir. Gecenin karanlığındadır artık. 

Suskunluğu devam eder. Sustukça yeraltına girer. Elinde bir mum vardır yer altında. O mumun ışığı onun minik ümidini temsil eder. Bırakmaz o mumu elinden hiç. Ta ki yeryüzüne gelene kadar zira yeryüzündeki hayatında ümidi kalmamıştır daha doğrusu kalamamıştır.. Yeraltında ki mum ayakta tutar onu. Mumu hiç bitmez, sönmez ona güç kuvvet verir. Renk renk çeşit çeşittir mumu. Mum yer altında onu hücrelerinin en uç noktalarına kadar öyle bir bahtiyar  kılar ki kendi de hayretlere düşer bazen. Kendi kendine vaktin nasıl geçtiğini anlayamaz. Sonra der ki:

“İnsanların neden mumu yanmıyor. Eğer mumlarını söndürmek yerine yaksalardı belki de bu kadar anlayışı kıt olmazlardı.”

Sona gelince. Onun yeraltındaki minik dünyasında olan mumu kitapları.  Peki ya sizin mumunuz ne? 


Aşkın Ateş Öyküsü

Şem ile Pervane

Şimdi okuyacaklarınız Şem (Mum) ile ona kör kütük aşık olan Pervane’nin (Kelebek) hikayesi. İlk okuduğumda çok etkilenmiştim. Sonrasında nerede bir ışık etrafında küçük kelebekler görsem aklıma gelir. 

Kısacık bir ömür kocaman bir aşk…

Şöyle ki;

Şem görkemli, dimdik duran karşı konulmaz bir sevgiliyi temsil eder. Kendinden asla ödün vermez. İçindeki can fitili ateşini her daim canlı tutar. Aşk için yanar. Aşkı o kadar kuvvetlidir ki bu yücelikle etrafa ışık saçar. Ve karanlığın içinde asilce ışığını yayar. 

Derken bir gün bir pervane aradığı ışığın izini bulur. Aşkla uçar Şem’e doğru… Kanatlarının rüzgarı Şem’in aşk ışığını titretir. Pervane önce hayranlıkla uzaktan uzaktan döner Şem’in etrafında. Henüz kanatları alevin tadına erişmemiştir. Etrafında aşkla çırpar kanatlarını döner durur. Sonra yetmemeye başlar bu mesafenin hissettirdikleri…Biraz daha yaklaşmaya niyetlenir. Dönmekten asla vazgeçmez. Gitgide alevin sıcaklığını daha çok hissetmeye başlar. Sıcaklığı hissettikçe biraz daha yakınlaşma arzusuna karşı koyamaz. Daha yakın, daha yakın, daha da yakın olmak ister. Artık her dönüşte biraz daha yaklaşır Şem’e, alevine ve aşkına. Aleve yaklaştıkça can fitiline de yaklaşacağını umarak çırpar kanatlarını. Şem’e ışık veren, aşk veren ince uzun ipe erişmek, aşkının ibadetidir. Tam da aşkla aleve yaklaşmışken aniden kanadının ucu alevden nasibini alır. 

Yanar. 

Pervane can acısıyla uzaklaşır Şem’den.

Aşkın acı verebileceğini yeni öğrenmiştir. Şaşırır. Uzakta bir yere konar ve Şem’i izler. Acısı birazcık dinmeye başladığında ruhunu yeniden aşka uçma tutkusu kaplar. Engel olamaz kendine. Bu sefer en yakından başlar Şem’in etrafında dönmeye. Öncekinden farklı olarak yeni yerler keşfeder Şem’de. Eriyen mumun çıkarttığı minik topakcıklar gözyaşları misali çevrelemiştir Şem’i, Pervane Şem’in gözyaşlarına konup, onlara tutunmayı öğrenir. Böylece Şem’e hem daha yakın nefes alır hem de daha çok vakit geçirirler birlikte. 

Pervane yaralıdır, Şem ise ağlamaklı…

Günler böyle geçip giderken Pervane Şem’in tükenmeye başladığını fark eder.  Artık ışığı daha az yeri aydınlatır, eteklerinde daha çok gözyaşı biriktirir. 

Sonun başlangıcını hissetmeye başlar Pervane.

Şem’i sona yaklaştıran gözyaşları Pervane’nin aşkla yok olma nedenine dönüşür. Aleve daha yakın, daha şiddetle aşkla çırparak kanatlarını döner durur Şem’in etrafında. Onu kurtaracak bir yol bulamayacağını fark edince acısına ortak olmayı seçer. Alevin etrafında aşkla dönerken aşkının içindeki can fitiline bırakıverir kendini, aşkını. Usulca Şem’in gözyaşlarından yarattığı eteğinin üzerine düşüverir cansız bedeni. Bunu fark eden Şem için direnecek bir neden kalmaz artık. Gözyaşlarını Pervane’ye örtü yapar. Onu aşkıyla sarmalar ve yavaş yavaş üzerine akarak aşklarını sonsuza kadar bir araya getirir. 

İşte Şem ile Pervane’nin aşkı yüzyıllardır böylece yaşanır durur. Şekil değiştirmiştir elbette ama özü aynıdır.

Çok farklı şekillerde göreceğiniz bu aşkı ben en sevdiğim haliyle anlatmak istedim. 

Kimi durdurup sorsanız farklı bir şey söyler aşk adına. Sana göre yanlış bana göre doğru. Kimine göre en büyük yalan kimine göre tek gerçek.

92.Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu

92. Oscar Ödülleri dün gece Los Angels’taki Dolby Tiyatrosunda gerçekleştirilen törenle sahiplerini buldu.
En iyi film kategorisin de yarışan Parasıte aldığı ödülle Oscar tarihine geçti. İlk defa İngilizce olmayan bir film, en iyi film kategorisinde ödülün sahibi oldu. En iyi erkek oyuncu ödülü ise Joker Filmindeki performansıyla Joaquin Phoenix’in oldu. Renee Zellweger ise Judy filminde gösterdiği performans ile en iyi kadın oyuncu ödülünün sahibi oldu.


EN İYİ FİLM- EN İYİ ULUSLARARASI FİLM VE EN İYİ ÖZGÜN SENARYO (PARASITE)


EN İYİ YÖNETMEN ( Bong Joon Ho- Parasıte)


EN İYİ ANİMASYON FİLMİ (TOY STORY 4)


EN İYİ UYARLAMA SENARYO (Jojo Rabbit)


EN İYİ PRODÜKSİYON TASARIMI (Once Upon A Time İn Hollywood)


EN İYİ KADIN OYUNCU (Renee Zellweger)


EN İYİ ERKEK OYUNCU (Joaquın Phoenıx)


EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU (Laura Dern)


EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU (Brad Pitt)


EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK (Joker)


EN İYİ SAÇ VE MAKYAJ ÖDÜLÜ (Bombshell)


EN İYİ GÖRSEL EFEKT, EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ VE EN İYİ SES MİKSAJI (1917)


EN İYİ KOSTÜM TASARIMI ( Little Women)


EN İYİ BELGESEL (American Factory)


EN İYİ KISA FİLM ( The Neighbor’s Window )





Tüm Karanlığa İnat Göğe Bakan Kadın: Hypatia

“Aşağılık Galileli yıktı, lanetledi seni;
Ama düşüşünle daha da büyüdün!
Ya şimdi, heyhat!
Platon’un ruhu, Afrodit’in bedeni ebediyen Hellas’ın güzel gözlerine çekildi.”

Charles Leconte De Lisle “Hypatia”

“Bir kadın herkes önünde öğretici olamaz” diye bir ses yükseldi eski Yunan medeniyetinde…
Bundan tam 16 asır evvel ilk kadın filozof olan Hypatia ölümün sessiz karanlığında alıp başını gitmişti. Peki böylesi büyük bir insana böylesi alçak bir ölümü yaşatan neydi?

M.S 370 yılında zamanın karanlıkla mühürlendiği bir vakitte bilimin aydınlığıyla süzülen bir çift göz dünyaya nazar etti. Evet bu kişi Hypatia’dan başkası değildi. O zamanlar ‘ çağın bilim merkezi’ diye adlandırılan İskenderiye’de doğdu. Babası Theon, İskenderiye Üniversitesi’nde matematik hocası ve yönetici idi.

Theon kızının bağımsız ve kendine yönelik birikimlerle büyümesi için elinden geleni yaptı. Dogma düşüncelerden ve saplanmalardan;
“Bütün dogmatik dinler yanlışlıklarla doludur ve kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak kabul edilmelidir.” ve “Düşünme hakkını hep kullanmalısın, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten yeğdir.” sözleriyle Hypatia’yı uzak tuttu.

Sorgulamayı, araştırmayı seven meraklı bir genç olan Hypatia bu ortamda büyüdü. Babasının rehberliğinde matematik, felsefe, astronomi, geometri ve şiir konularında kusursuz bir şekilde yetişti. Zamanla babasının oyun arkadaşı oldu bilimsel araştırmalarda.

Onun için din bilimdi, felsefeydi…

Hypatia eğitimini Atina’da aldı. O zamanlar büyük bir ekol haline gelen Neoplatonizm düşünce sistemini, başına geçtiği İskenderiye’deki okulunda bütün öğrencilerine benimsetti. Hatta bu düşünce ve bilgi yapısını halka benimsetmek için tüm halkın katılabileceği açık bir ders platformu bile düzenledi.

Hypatia hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını ışıkla aydınlatırken ne var ki bu, bazı karanlık beyinleri rahatsız etmeye başlamıştı bile. Bir kadının bu kadar bilgili oluşunu elbette ki sindiremiyorlardı.

İskenderiye Patrikhanesi’ne baş piskopos olarak atanan Cyrille bunu sindiremeyenlerin başında geliyordu. İnsanları Hypatia’ya karşı örgütlemek için İncil’den bazı alıntılar yapıyor ve aynı zamanda halkı kadın düşmanlığına sürüklemeye çalışıyordu.

“Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratılmıştır.”

Cyrille Hypatia’nın ölümünü doğrudan emretti veya halkı bunun için teşvik etti. Halkı kışkırtmış ve halk arasında Hypatia’yı “dinsiz” ve “şeytan” olarak nitelendirmişti. Ve vahşet dolu anlar böyle başladı.

“Önüne gelenle gidiyor,” diyorlardı, özgürlüğünü lekelemek istediklerinde. “Kadına benzemiyor, ” diyorlardı, zekasını övmek istediklerinde.

Ve 415 yılının karanlık bir sabahında bir grup yobaz tarafından evinde basılan güzel Hypatia canilikte eşi ve benzeri olmayan bir ölüm şekline mahkûm edilir. Önce halk arasında sürüklenen Hypatia daha sonra çırılçıplak soyulur. Güzelliğine henüz hiçbir nazar değmemişken…

İtilir, değersiz bir çöp gibi yerlere fırlatılır. Halbuki onun yanında en değerli mücevherin hükmü nedir ki?

Ve bir taş yağmuru…
Hemen akabinde deniz kabuklarıyla vücudunu parçalama seremonisi. Ve her zerresinin canlı canlı yakılması…

Ah güzel Hypatia!
Bu hakareti hak edecek ne yaptın?
Sen sadece aydınlattın. Hem de güneşin tüm işlevini yitirdiği bir zamanda. Onlar seni öldürebileceklerini, unutturabileceklerini sandılar. Oysaki seni zamanın da ötesine taşıdılar…

“Ne zaman sana ve söylediklerine baksam, saygı duyarım.
Bakirenin göksel evine bakarmışçasına.
Tasaların göklere yükselmiştir çünkü senin,
Saygıdeğer Hypatia, sen bizzat aklın güzelliği,
Bilgeliğin eşsiz yıldızısın.”

Az Bilinen Üç Güzel Dizi

1. Kidding


Jeff, namı diğer Mr. Pickles çocukların en sevdiği televizyon yüzlerinden biridir. Bir neslin birlikte büyüğü bir ekran karakteri olan Jeff, aynı zamanda milyarlarla oynayan bir şirketin sahibidir. Ailesinde patlak veren kriz herkesin hayatını alt üst eder. Bu zorlu süreci atlatmaya çalışan Jeff hiç tanımadığı bir dünya ile karşı karşıya kalır. Kara mizah adı altında çekilen bu dizi hayatın gerçeklerine başka bir açıdan bakmamızı sağlar. 
2. A Million Little Things


Dört kadın ve üç erkekten oluşan bir arkadaş grubunun aralarından birinin intihar etmesiyle başlayan hikaye, geride kalanları çok derinden etkiler. Bu ölüm sonrasında hayata karşı bakış açıları değiştiren bu arkadaş grubu artık birbirlerine daha yakınlar. Bu yakınlaşmada ortaya çıkan bir çok sır beraberinde gelir. Her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan ve kendilerine yeni sayfa açan bu arkadaş grubunun hayat hikayesidir.
3. Young Sheldon


İlk sezonu 1989 yılında geçen dizide 9 yaşındaki Sheldon Cooper’ın ailesinde ve çevresinde yaşanan olaylar anlatılır. Dizi, Teksas’ın doğusunda bulunan hayali Medford kasabasında geçmektedir. Henüz 9 yaşında olduğu halde liseye başlayan Sheldon’ın aşırı derecede yüksek olan zekasının kendisine ve ailesine olan etkileri, dizinin başlıca konusudur. Dizide geçen konular her bölümde Sheldon’ın büyüklüğü tarafından dış ses ile izleyicilere aktarılır. Dizinin ikinci sezonunun bir kısmı 1989, bir kısmı ise 1990 yılında geçmektedir.

İnsan Beynindeki Büyük Sır: Epifiz Bezi-Üçüncü Göz

Hiç fark ettiniz mi alnımızda bir gözün daha bulunduğunu ve yüzümüzde olan iki gözden daha fazla ve daha derin şeyleri gördüğünü…

Şimdi gelin üçüncü gözümüz neymiş neler görür, görevleri nelermiş onları öğrenelim ve bize neler anlatmak istiyormuş görelim.

Epifiz bezi, beynimizin içinde iki kaşımızın ortasının biraz üzerinde bulunan hizada hipofiz bezinin arkasındaki oyuğa yerleştirilmiş, hemen hemen kafamızın merkezinde bulunan küçük bir organımızdır. Çam kozalağına benzemesinden dolayı İngilizce manası olan “pineal gland” olarak da adlandırılmaktadır. Eski zamanlarda fonksiyonu keşfedilemeyen bu organımızın bir işe yaramadığı söylenirdi, ancak bilimin de gelişmesiyle ne işe yaradığı bulununca aslında gayet önemli bir işlevi gördüğü anlaşıldı. Beynimizin içindeki duruşu nedeniyle gözü andırdığından, bazı kaynaklarda üçüncü göz olarak da isimlendirilen bu organımız gece-gündüz döngüsünü kontrol eden ve günlük ritmimize düzen getiren melatonin hormonunu, mutluluk hormonu olarak da adlandırılan serotonin hormonunu ve ruh molekülü olarak da adlandırılan DMT (Dimetiltriptamin) hormonunu salgılamaktadır

EPİFİZ BEZİNİN GÖREVLERİ NELERDİR?

  • Epifiz bezi, uyku/uyanıklık döngülerini uyaran melatonin hormonunu salgılar.
  • Vücudun biyo-ritminden ve biyolojik saat ayarlamasından sorumludur.
  • Beynin en önemli içgüdüsel davranışları düzenleyen bölgesi olan hipotalamus ile uyum içinde çalışarak duyuların ve algıların kontrolünü sağlamaya yardımcı olur.
  • Tüm sinir sisteminizin en önemli bir parçası.
  • Bu bez bedenin fiziksel tüm sistemini etkileyen bir yapıdadır.
  • Canlıların önsezi organı olarak bilinmektedir.

NEDEN ÜÇÜNCÜ GÖZ DİYORUZ?

En eski çağlardan itibaren fiziksel ve ruhsal dünyaları birbirine bağladığına inanılan ve spiritüel ritüellerde, ibadetlerde ve meditasyonlarda odak noktası olan epifiz bezinin fiziki özellikleri de onun üçüncü göz olarak nitelendirilmesini destekler. Bu küçük bezin açıldığı ameliyatlarda bezin tıpkı göz gibi retinal bir dokuya ve çevresinin saran kılcal damarlara sahip olduğu belirtilmiştir.

Beynimizin ışığı algılama, gece ve gündüzü değerlendirme ve biyolojik saati ayarlama merkezi olduğu da düşünülürse epifiz bezinin beynin diğer kısımlarından daha ayrı bir öneme sahip olduğu söylenebilir. Eski çağlarda epifiz bezinin bilimsel ve fizyolojik özelliklerinin günümüzdeki gibi bilinmesi imkansız olsa da, şamanlar, şifacılar, bilge ve kahinler bu gizemli organın önemini anlamayı bir şekilde başarmış görünüyor.


Epifiz bezine özellikle mistik bir anlam yükleyenler, onu aktive edecek bazı gizli formülasyonlardan da bahsetmişler, hatta bu formülasyonların da gizli tutulduğunu, illimünati/masonlar gibi gizli örgütler tarafından saklandığını iddia etmişlerdir. Bunlardan birisi de manna da denilen ve altından üretilen mono atomik altındır. Bu madde temel olarak altından üretilmekle birlikte son şekli beyazdır ve literatürde ormus olarak da geçer. Hatta Spence L Cross yazdığı kitabında Büyük Mısır Piramidi’nin manna üretimi için yapıldığını iddia etmiştir. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’de kudret helvasının ağaçlar üzerine inen ve toplanan bir yiyecek olduğu belirtilse de bu helvanın manna olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır.

Manna İksiri

ÜÇÜNCÜ GÖZÜ GELİŞTİRMEK BİZE NELER KATAR?

Epifiz bezinin fonksiyonunu ve enerjisini geliştirmek, arttırmak aslında çok önemlidir çünkü bu bez bedenin fiziksel tüm sistemini etkilediği gibi psişik anlamda farkındalığınızı, bilinçlilik halinizi ve yaşam deneyimlerinizi genişletecek ya da sınırlayacak bir potansiyele sahiptir.

Bunun en büyük sorumlusu olan kimyasal maddelerden biri de florür ve sularımızdaki kireç. Bunun da insanın farkındalığının artırmasını tökezletmek için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu düşünülüyor. Florür, epifiz bezinin kireçlenmesine neden olan sebeplerden sadece birisidir. Florür manyetik olarak epifiz bezine çekilir ve burada, bedenin herhangi bir noktasından daha fazla kalsiyum fosfat kristalleri oluşur.

Psişik Yetenek, genel anlamıyla olağanüstü sayılabilecek bir durumdur.  Psişik yetenek, kişilerin içgüdüsel olarak “Duru Görü” diyebileceğimiz ya da hislerin tamamen açık olmasıyla bazı olayları önceden hissedebilmesidir, kestirebilmesidir.

  • Beynin ortasında yer alan bu alanı fiziksel ve ruhsal dünyaların bağlantı noktası olarak kabul etmişlerdir.
  • İnsan kullanımına açık olan en güçlü ve yüksek eterik enerjinin (aura) kaynağı olarak görülen epifiz bezi, doğaüstü güçlerin uyumlanmasında her zaman önemli olmuştur.

Üçüncü gözünüzü aktif kullandığınız ruhunuzu tazelediğiniz ve ruhunuzla görüp baktığınız günleriniz olsun …

Cem Karaca’yı Sözleriyle Anıyoruz!

Anadolu Rock’ın kurucularından, büyük usta ve güzel insan Cem Karaca’yı ölümünün 15. Yıl dönümünde saygı ve özlemle anıyoruz…

Resimdeki Gözyaşları

Deniz Üstü Köpürür

Yiyin Efendiler (Yağma Sofrası)

Islak Islak

Kirlenmiş Çığlık

Bindik Bir Alamete

Bir Mirasyediye Ağıt

Ceviz Ağacı

Tamirci Çırağı

Çok Yorgunum

Raptiye Rap Rap

Bu Son Olsun

Namus Belası

Beni Siz Delirttiniz

Doğrulma Çabası

Acısını yaşıyor insan bazı hayallerinin. Gerçekleşmesini diliyor, öyle hayal ediyor belki plan ve projesini öyle çiziyor. Öyle yaşıyor gerçeğinde de bu hayallerin, belki de..

Bazen hiç ummadığı yerden vuruluyor insanoğlu. Vurulduğu yerden başlıyor acıları. Doğrulmaya çalışıyor, bazen de pes ediyor veyahut en başından böyle yapıyor. Belki bir kısmını felç ediyor, ayağa kalkmasını engelliyor. Vurulduğu yerde kalakalıyor, acıları ile bir başına. Ne kadar sürer bilinmez, kendini bilmekten geçiyor bunun çaresi de. Bazı bazı destek güçleri, inanç mekanizması devreye giriyor. ‘Ha gayret. Ha gayret insanoğlu, başarabilirsin neler yaşamadın ki? Ne gördün ki ya da daha neler göreceksin kim bilir ki şimdi tüketiyorsun kendini’ diyor. Bu belki bir iç sesleniş, belki dıştan bir destek; sarsma.. Bir irkilme belki de kendine getiriyor. Ne oldu bana diyor insanoğlu sonrasında, çoğu kez.. Ne oldu bana?.. Tekrar toparlanma gayreti içerisinde, alternatif yöntemler geliştirerek belki o hayallerin peşinden koşmaya niyetleniyor.. Ya da kendisini avutacak, ben merkezinin yaralarını saracak yeni hayallere yelken açıyor. Nihayetinde direniyor, mücadelesini verdiği iyi ya da kötü bir hayali oluyor. Hayata tutunmasına yardım eden yeni bir doğrulması oluyor. Belki geçmiş hayal kırıklıklarının acısını çokça duyumsuyor, belki geri planda saklıyor ya da haykırmasını yaşıyor. Evet yeni başlangıcı, bu yeni hayali belki öncesinden de çok güzel ya da kendisi için çok daha faydalı -ki buna hiçbir zaman emin olamaz insanoğlu- ama yine de o acı kalacaktır. Belki sızı şeklinde, belki kanayan yara halinde.. Yaşamayı öğrenme biçimidir bu: Hayalini kurar, peşinden koşar, bir kısmı bu hayalini gerçekleştirir; bir kısmı vazgeçmek zorunda kalır/bıraktırılır. Nihayetinde bozgununu yaşar, doğrulur ve yine yoluna devam eder.. Bazen de yenik düşer, pes eder, doğrulmasına destek olan gücü pek azdır, ulaşılamamıştır ya da görmezden gelinmiştir, çoğaltılabilir bir sürü ihmal dahilinde. O hayalde sonlanmıştır, devamı gelememiştir.

     Biçilen bir ömür vardır ve yollarda geçecektir bu ömür.. Kimine yollar dümdüz, engebesiz; kimine yollar kaygan zemin; kimine dikenli, engelini çokça yaşayacaktır; kimine de balçık gibi, mücadelesini verse de pes edecek, çıkışı yokmuşçasına.. Herkesin yolu kendine, ‘imtihanına göre.. Bazen seçimini yapmak irade doğrultusunda insanoğluna bahşedilecek, bazen de ‘kaderin bu’ denilerek tek bir sunum yapılacak. Burada önemli olan yolun çeşidi değil, mücadelesini verme ve iradesini kullanmadır. Bunu da ancak bu şekilde öğrenecek insanoğlu, yaşayarak.. Bakara suresi 2/216 ayetinin de ifade ettiği üzere, ‘Çirkin(olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer vardır. (Hakikat) Allah bilir, siz bilemezsiniz.’ Hep bir mücadele olacak sevgili okur, yıkım da belki çok olacak, başarı da.. Yol hep bir şekilde devam edecek, önemli olan insanoğlunun nasıl vardığı, ya da varabildiği..