Bakan Selçuk’un yeni eğitim-öğretim dönemi başlangıç tarihini 31 Ağustos olarak duyurmasının ardından öğretmen ve velilerde tedbirlere yönelik soru işaretleri oluşmaya başladı. Günden güne değişiklik gösteren vaka sayılarına yönelik alınacak tedbirler merak konusu oldu.
Okullar 31 Ağustos’ta Açılmayabilir
31 Ağustos’ta açılması planlanan okullarda, koronavirüs kapsamında alınacak önlemlere yönelik açıklamalarda bulunan Ziya Selçuk “Okulların belirlediğimiz tarihte açılabilmesi için sokaklardaki duruma bakmamız gerekiyor. Okulların açılış tarihine kadar öğrencilerin gerekli tedbirlere uyacak hale gelmesi şart. Programımızın aksamadan gitmesi buna bağlı.“ şeklinde konuştu.
İşte 31 Ağustos’tan İtibaren Alınacak Tedbirler!
Koronavirüsten Sorumlu Müdür: Okullarda olası bir salgın durumunda karar verme ve müdahale etme yetkisine sahip bir müdür bulundurulacak.
Zorunlu Maske: Öğrenci, öğretmen, idari ve hizmetli kadrosunun hepsine maske takma zorunluluğu getirilecek. Bu kurala uymayanlar uyarılacak.
M² Sınırlaması:Okullarda 4 m²’ye en fazla ‘1’ öğrenci düşecek şekilde düzenleme yapılacak. Bu sebeple okulların fiziki koşullarında düzenlemeler yapılacak.
1 metre Mesafe:Öğrencilerin yoğun olarak bulunduğu yemekhane ve kantin bölgelerinde her öğrenci arasında en az 1 metre boşluk olacak şekilde düzenlemeler yapılacak. Düzene uymayan öğrenciler idari yetkililer tarafından uyarılacak.
Sınıf Gruplandırması: Özellikle bahçe, spor salonu gibi ortak kullanım alanlarında öğrenciler gruplara ayrılacak ve m²’ye göre belirlenmiş sayıların üzerine çıkılması engellenecek. Teneffüs esnasında bahçe kullanımı için sınıflar gruplar halinde ve sıra ile bahçeyi kullanabilecek.
Yüksek Ses Kısıtlaması: Damlacık oluşumunun önüne geçmek için yüksek sesle konuşmak yasaklanacak.
Koronavirüs Dersi: Okullarda görevli öğretmenler tarafından koronavirüs dersleri verilecek. Hastalığa karşı alınacak tedbirler konusunda okulun ilk haftalarında bilgilendirilecek öğrenclerin, Covid-19 ile ilgili bilinçlenmesi sağlanacak.
Salgın Taahhütnamesi:Salgın belirtisi bulunan öğrenciler okullara gönderilmeyecek. Veli, salgın belirtisi bulunan öğrenciyi okula göndermeyip durumu yönetime bildirmekle sorumlu olacak. Okulların başladığı tarihte veliler belirtilen kurallara uyacağına dair salgın taahhütnamesi imzalayacak.
Uzun bir süredir tüm dünya olarak ‘’Covid-19’’, halk arasında korona virüsü hastalığı olarak bilinen salgın yüzünden evlerimizde karantina altında kaldık. Bu süreç hepimize çok zor geldi. Çünkü hiç alışkın olmadığımız bir durum yaşadık. Hatta bu karantina sürecinde kendimizle ilgili yetenekleri (yemek yapmak vb.), yeni hobileri ve huylarımızı keşfettik. Kimilerimiz pek çok şeyin değerini çok daha iyi anladı. Önlemler hafifledikçe kendimizi, yapmaktan alıkoyamadığımız şeyleri yaparken bulduk ve o kadar kendimizi kaptırdık ki bazen tamamen her şey bitti zannettik. Neden bu denli kendimizi kaptırdık? Sebebi çok açık “yaşamayı özledik”.
Peki ya senelerdir beynin de gizli karantina altındaysa ve sen bunu fark etmemişsen?
Beynin bangır bangır bağırıyorsa içeride “ben de artık yaşamak istiyorum” diye ve sen onu duymuyorsan. Bak ne kadar iyi niyetliyim, ‘duymuyorsan’ diyorum. Belki de duymazdan geliyorsundur. Bu kulağa çok daha ürpertici geliyor. Kim ister ki düşüncelerini, fikirlerini, planlarını, isteklerini, hedeflerini, arzularını, hayallerini vb. yaşamanı sağlayan şeyleri karantina altına almak? Fark etmeden aldıysa, bunca senedir onu bu işkenceden kurtarmak kim istemez ki?
Ona ördüğün ilmek ilmek düşünceler ve yaşadıklarının karşısında şekillendirdiğin davranış biçimleri ile beyninin hareket alanlarını yavaş yavaş kısıtlıyor, aslında onu bir nevi karantina altına almaya başlıyorsun. Belki, ailece yemek yediğin bir akşam vakti, sofrada söylediğin bir şey yüzünden, babanın sana kızarak dönüp “Sus artık!” diye bağırması sonucu senelerce toplum içinde fikirlerini özgürce ifade edememenin acısını çekmiş olabilirsin. Belki de aile içinde yaşadığın şiddet, uğradığın tecavüz, gördüğün baskı yüzünden tıpkı koronada olduğu gibi dış etmenler yüzünden beynini karantinaya zorla aldırmış olabilirsin. Bunu fark edip zamanında müdahale etmek çok önemlidir. Yarayı başkası açar ama doktor tedavi eder işte burada “doktor sensin”.
İnsan saygı, sevgi, ahlak, empati gibi bir çok davranışı öncelikle karşısındakinden bekler çoğu zaman. Oysa ki “ilk adım” hep korkutucu gelmiştir bize. İlk iş günü, ilk okul günü, ilk seni seviyorum, ilk ben yaparım gibi şeyleri düşündükçe midemiz bulanır, stres yaparız. Elbette ki başkalarının sana iyi gelmesi hiçe sayılacak bir konu değil. Fakat seni tamamen bu durumdan kurtaramaz. Hasta olmamak için karantinaya aldığımız, yani bir savunma mekanizması oluşturan beynimiz (Ön yargı, sinir, stres, öfke) hiç olmak istemediğimiz kişilerin hareketlerini yaparken kendimizi bulmamıza sebep oluyor. Hayatı zindan etmeye hatta bütün sorunların sadece ve sadece bizi bulduğuna, bütün aksiliklerin bizden başkasına bu denli üst üste gelmeyeceğine inanıyoruz.
Nasıl fark edeceksin beynini karantinaya alıp almadığını? Aldıysan nasıl kurtulacaksın?
Yukarıda anlattığım gibi, biraz otur ve düşün. Hatta bayağı bir otur, düşün. Çevresel ilişkilerini gözden geçir. Eline kağıt kalem al, ortadan çizgi çek ve son bir haftanı baz alarak sol tarafa olumlu, sağ tarafa olumsuz hissettiğin duyguları yaz.
Bak bakalım hangi taraf daha çok. Anlamanın en kısa yollardan biri budur. Endişe ederiz, her şeyden kaygı duyarız, mutlaka yolunda gitmeyecek bir şeyler ararız. Ararsan elbet bir şeyler bulursun. Artık, odağını olumlu şeylere doğru çevirmenin vakti geldi. Çünkü beynin, bu karantinadan çıkmak istiyor, insanları intihara kadar götüren bu düşüncelerden uzak durmak ve nefes aldığı günlere yeniden kavuşmak istiyor. Bu senin elinde. Sakin kalmayı öğrenmen lazım.
Yaşadığın olumsuzluklar elbet seni deli edebilir. Bunlara çok ciddi tepkiler vermek isteyebilirsin bu çok doğal. Bununla birlikte ne kadar uzak kalırsan bağımlılık yapan o sinir ve öfkeden (çünkü bunlar birleşince ‘’kin’’ denilen şey oluşur) senin için o kadar iyi olacak. Hem gününü mahvedip yaşadığın olumsuzlukları kafana takmayacaksın hem de kestirip attığın konulardan kârlı bile çıktığın zamanlar olacak. Kaşların çatık değil, yanakların kalkık vaziyette gülerken bulacaksın kendini. Elbette ki başlarda bu kolay olmayacak. Bu sebepten en güzeli, seni senden daha iyi tanıyan olmadığı için, içindeki sorunları bulacak ve onları çözmek için yöntemler geliştirecek olan tek etkili kişi sen olacaksın.
Sevdiğim bir örnek var bu konu hakkında. Bizler bozuk ya da hasta değiliz. Bir araba düşünün en sevdiğiniz model olsun. Gidiyor fakat asıl beklediğiniz performansı vermiyor. Yol tutuşu kötü, hızı istediğiniz gibi değil, fren yaptığınız zaman geç duruyor. Bu sorunları fark edecek kişi nasıl ki şoförse işte o sorunları bulup tamir edip istediği performansa geçip yola devam etmek yine o şoförün elinde. Yoksa her gittiğiniz yol sonrası daha büyük problemle baş başa kalıp keyifsiz bir şekilde “Bitse de şu yolculuk kurtulsam!” diyeceksiniz.
Hayatta çıktığınız yoldan keyif alın.
Keyif alacağınıza inandığınız şeylere yönelin. Bir ömür sadece bir evlilik, bir ev, bir araba ve iyi bir iş için beyninizi ölene kadar karantina altında bırakmayın. Mutlu olmadığınız evliliği, işi, arkadaşı, evi ya da arabayı, ne olursa olsun önce sorunlarını çözmeye çalışın, baktınız olmuyor mutlu ve huzurlu olacağınıza inandığınız adımları atın, hayatı yaşayın. Tabi ki kimsenin özgürlük alanına ve haklarına karşı zarar vermeden.
Son olarak, anlattıklarıma ben de inanmıyor, ön yargılarımı yıkamıyordum. Çok sayıda insan uzun zaman uğraştı benimle. Eğer ben istemesem ve izin vermeseydim bu böyle kim bilir kaç sene daha giderdi ya da gitmezdi. Şimdi her şeyin isteyince ve çabalayınca mümkün olduğuna inandım. İstemek ve pes etmeden sürekli çabalamak gerekiyor. Hiçbir şeyden korkma, hiçbir şeyden çekinme, hiçbir şeyden pişman olma ve kendine güven. Sen bunu yapabilecek güçtesin, inan buna. Ben bile yapabildiysem, bunu herkes yapabilir. Sen yine önemlerini al ve beynini çıkar karantinadan… Götür onu yeşilliklere, götür maviliklere… Nefes alsın, eminim ki o da çok sıkıldı.
Unutma insan yaşamak için hisseder, hissettikçe de yaşar.
Eğitim sürecinin yolunda olup olmadığını anlamada ki en büyük ölçüt sürece aktif katılım sağlayan çocuğun mutluluğudur. Çünkü, yerinde bir gelişim sürecinin anahtar kelimesi ‘mutluluk’tur. Sürekli gelişen bir organizma için en büyük mutluluk kaynağı ise büyüyor olmaktır.
Büyüyorum !
Gelişimin doğası gereği ‘hareket’ mutluluğa giden yolun başlangıç noktasıdır. Hareket ile ateşlenen beden, başarıya doğru yılmadan devam edecektir.
Doğası gereği durağanlık, eylemsizlik veya ara vermek çocuklara uygun bir davranış değildir. Çocuk devamlı etkinlik ve gelişim halindedir. Peki etkinlik ve gelişimi pozitif yönde tetikleyen unsur nedir? “Merak.”
Çocuk ilk doğduğu yıllarda sahip olduğu içsel motivasyon sayesinde merak güdüsüne sahip olur. Hareketlenmeye başladıktan sonra sıralı eylemler gerektiren bir işi başardığında büyük bir haz duyar. İşte bu durum çocuğun tattığı ilk başarı kaynaklı hazdır.
Haz, çocuklarda sıralı eylemlere devam etme ve yeni işler başarmada onları yüksek oranda motive eder. Motivasyon kaynağı olarak nitelendirilebilecek olan haz, sıralı etkinlikler sırasında karşılaşılan sorunları ekarte eder. Çocuk öyle yoğun bir motivasyon içindedir ki aynı eylemi defalarca kez tekrar eder. Haz, haza bağlı motivasyon, motivasyona bağlı konsantrasyon ve başarı ile sonuçlanan bu süreci somutlaştırarak örneklendirelim.
3 aylık bir bebek etrafında gördüğü nesneleri keşfetmeye, onları kavramaya ve tutup ağzına götürmeye başlar. Sevdiği bir nesneyi ağzına götüren çocuğun o an beden dili, mimikleri tam olarak hissettiği mutluluğu anlamamıza yeter.
Aynı şekilde 10 aylık bir bebek düşünelim. Etraftan yardım alarak ayaklanmaya, yürümeye çalışır. Ancak öyle bir motive olmuştur ki yürüyene kadar ne kadar çok düşerse düşsün ya da canı yanarsa yansın yürümekten vazgeçmez asla pes etmez. Ve bir gün elbet yürür. Yürüdüğü anda yüzünde beliren gülümseme tam anlamıyla başarmanın hazzıdır. O artık istediğini yapmış ve tek başına başarmıştır. Tasarladığı eylemi başarıya dönüştürmenin verdiği haz onu bir sonraki gelişim sürecine hazırlar ve bu döngü hiç durmadan devam eder.
Haz Gelişimin Besinidir
Başarı gelişimin vazgeçilmez bir unsurudur. Haz ise gelişimin besinidir.
Kendi boyundan büyük bir kutuyu taşımaya çalışan 3 yaşında bir çocuk hayal edelim. Bu kutuyu odasına götürmek istiyor olsun. Ancak kutuyu kucağına aldığında kutu tüm bedenini kaplıyor. Çocuk tüm bedeniyle kutuya sarılıyor ve minik adımlar atarak odasına götürmeye çalışıyor. Böyle bir ana tanık olsanız nasıl davranırsınız? Muhtemelen kutuyu ona ve çevreye zarar gelmemesi adına siz taşır, odasına götürüp bırakırsınız. Bu sayede çocuğun ateşlediği bir gelişim süreci daha başlamadan biter. Peki nasıl bir tutum izlemeliyiz? O kutuyu taşımasına izin vermeliyiz. Ona bu eylem sürecinde yapacağınız en büyük yardım, kutuyu taşırken önüne çıkabilecek ve takılma ihtimali olan objeleri kaldırmak olmalıdır. Böylece çocuk odasına kadar o kutuyu taşıyacak ve sonunda size kocaman bir “başardım” bakışı atacaktır. Bu aşama tamamlanır tamamlanmaz çocuk artık bir üst gelişim etkinliğine hazır hale gelir. Haz ve motivasyonu en üst düzeydedir. Başarıya odaklıdır.
Anlaşılacağı üzere eğer izin verilirse, motivasyon ve haz doğal, içsel süreçlerdir. Bir çocuğun başarmasına izin vermek onu mutlu bir birey yapabilmenin vazgeçilmez koşuludur.
Varlıklı bir ailenin yakışıklı çocuğu F. S. Fitzgerald’ın en bilinen eserindeki ana karakter Muhteşem Gatsby ile ortak kaderi ve bilinmeyen yaşamı üzerine…
Varlıklı bir ailenin yakışıklı çocuğu F. S. Fitzgerald, en bilinen eseri Muhteşem Gatsby ile aslında ortak bir kaderi paylaşır. ABD ordusuna ölmek için katılmış ancak hiç çatışma görmemiş olan Fitzgerald, aradığı heyecanı Zelda Sayre ile tanıştıktan sonra bulacaktır. Yirmi yıl hayat arkadaşı olacak Zelda – Fitzgerald çifti dönemin davet ve partilerinin aranan yüzüdür. Sarhoşluklar, sıradışı davranışlar, kıyafetsiz danslar, çift için olağan olsa da konuklar için ise bulunmaz bir gösteridir.
Bu çılgınlıklardan en bileneni, çiftin davet edilmedikleri bir partinin düzenlendiği evin kapısında dört ayak üzerinde havlayıp daha sonra partiye katılmalarıdır. Aynı partide Zelda ev sahibinin banyosunda yıkanmayı da ihmal etmemiştir. Bir başka davete gecelikle katılmışlar ve sonrasında Zelda sarhoşlukla geceliklerini çıkarıp dans etmiştir. Bütün ihtişamlarına, dikkat çekici yaşamlarına ve enerjilerine rağmen aslında ümitsiz ve meteliksizdirler.
Zelda’nın orijinal olarak tanımlanan kişiliginin altında şizofreni yattığı anlaşılır, hayatı akıl hastanesinde sonlanır.
Son zamanlarını yaşayan Fitzgerald ise başarısız olan bir dizi çalışma girişiminden sonra -tüm kitaplarının satış adedi 40’tır- son romanını yarım bırakır, okuma yaptıktan sonra çikolata yerken kalp krizi geçirir ve hayata veda eder. Ölümü adeta yaşamını taçlandırır vaziyettedir.
Pencerenin kıyısına oturmuşum, düşünüyorum. Bu şehir artık bana ne kadar tanıdık, ne kadar alışmışım her sokağına. Dikkatimi çeken şeyler yok artık, bir yolculuk gerek bana. O zaman şiir okumalı, Metin Altıok şiirlerini… Ve başını sürekli çarpacağını bile bile otobüsün camına yaslayarak, sanki Metin Altıok çiziyor gibi dışarıyı seyretmeli.
Metin Altıok, 14 Mart 1941 Bergama doğumlu, ressam, şair ve Felsefe öğretmenidir. Çocukluğunu ve ilk gençliğini İzmir Karşıyaka’da geçirmiştir. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Felsefe bölümünde okumuştur. Eğitim hayatından sonra öğretmenlik yapmıştır. Metin Altıok, Türkiye İşçi Parti üyesidir. Bir süre de Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde görev yapmıştır. Metin Altıok resim yapmakla başlayan sanat hayatına, 30’lu yaşlarından sonra şiir yazıp yayınlayarak devam eder. Çağının en romantik şairlerindendir. Şiirlerinde yalın bir dil kullanmasına karşılık, çokça benzetme ve anlaşılması kolay imgeler kullanırdı. 1967 yılında ilk resim sergisini Ankara Fransız Kültür Merkezinde, Orhan Taylan’la birlikte açar. İlk şiirleri ise 1970’lerde yayınlanır. 1976 yılında Gezgin isimli şiir kitabı yayınlanır ve Behçet Necatigil’in deyimiyle “ilk kitabıyla şair olur”.
Metin Altıok için şiir;
“.. bir duygu ve düşünce sanatıdır. Ama duygu şiirde hiç kuşkusuz düşünceden daha önemli bir yer tutar. Her şiirin içeriği dışa vurulmuş bir duygu ya da duygularla belirlenmiştir.”
‘
Ah kavaklar, kavaklar…
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
Kavaklar
İki evlilik yapan Metin Altıok’un Zeynep Altıok Akatlı isimli bir kızı vardır. Yazarlar ve sanatçılardan oluşan, Aziz Nesin, Hasret Gültekin, Asık Bezirci gibi isimlerin de bulunduğu 51 kişilik grupla birlikte Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gider. Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin en kara günlerinden 2 Temmuz 1993’te, bir grup insanın Madımak otelini ateşe vermesi sebebiyle ağır yaralanır. Madımak otelinden sağ çıkan tek kişidir. 9 Temmuz 1993’te Ankara’da vefat eder.
”Ben birini sevdiğim zaman Göğünü durmadan genişletir. Ama herkes rahattır kozasının içinde, O sevgi artık kimsesizdir.
Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.”
Yerleşik Yabancı
Ölümünün üzerinden 27 yıl geçmiş sen ise hala şiirlerinle duygularımızı ilmek ilmek örmektesin. Duygu şairi, seni şiirlerinle anıyor, Allah’tan rahmet diliyoruz.
Metin Altıok Eserleri
ŞİİR:
Gezgin (1976)
Yerleşik Yabancı (1978)
Kendinin Avcısı (1979)
Küçük Tragedyalar (1982)
İpek ve Kılabtan (1987)
Gerçeğin Öte Yakası (1980)
Dörtlükler ve Desenler (1990) Süveyda (1991)
Alaturka Şiirler (1992)
Yel ve Gül (1993)
Hesapişi Şiirler (1993)
Şiirin İlk Atlası (Şair ve Şiir üzerine denemeler, 1992)
Ben buralarda fazla kalmayacağım… Yaşamam gereken ne varsa Yaşayıp gideceğim.
Bir kediyi seveceğim, Bir kuşun özgürce uçuşunu Mutlulukla seyredeceğim, Bir roman okuyacağım İçeriği hayatım olan, Ve sonra gideceğim. Ben buralarda fazla kalmayacağım…
Sokak aralarında top oynayan çocuklara eşlik edeceğim, Kapısında hüzünle oturan kadının Derdini dinleyeceğim, derdine deva olasın gelecek. Sandalyesinde oturmuş çayını yudumlayan yaşlı adamdan Eski zaman sohbetlerini dinleyeceğim. Gitmem gerekecek sonra… Ben buralarda fazla kalmayacağım…
Gökyüzünde bulutları, yıldızları izleyeceğim, Bulutların hüznüne saklanmış yağmurun yağışını bekleyeceğim Ve ıslanacağım yağmurun hüznüyle. Yağmurdan sonra mis gibi toprak kokacak her yer. Nefesimle derin derin alırken kokusunu toprağın Adabımla kalkıp hatır isteyeceğim dünyadan. Ben buralarda fazla kalmayacağım…
Son kez giyeceğim en sevdiğim giysilerimi, Son kez süslenerek çıkacağım evden, Kimseyle vedalaşmadan çıkacağım, Gidişim hüzünlü değil mutlu olacak. Son kez baktıktan sonra gökyüzüne Derince alacağım son nefesimi, vermeksizin Ben buralarda fazla kalmayacağım…
Gittiğim yer belli olacak ama kimseye dönemeyeceğim…
Geceleri çalarlar, kalbini hep kırarlar, bolca efkar sunarlar, neşeni uyuturlar, korkunu unuturlar, sev yalnız bırakırlar, yoluna taş koyarlar, arkandan iş yaparlar, yüreğini yakarlar, hayatını alırlar
Neşet Ertaş, 1938 yılında Kelismailuşağı köyünde dünyaya gelmiştir. Daha küçük yaşlarında birçok enstrüman çalmayı öğrenip, babası Muharrem Ertaş ile düğünlerde saz çalıp türkü söylemeye başlamıştır.
Bir zaman sonra babası ile bölgenin en saygın ve olgun seviyesine ulaşıp Türkmen, Abdal müziğin yeni yorumcusu olmuştur.
Yoğun ve yöresel baskın özellikleri ile donanmış olarak müziğini kendi yöresinden çıkarmış ve sadece Türkiye değil yurt dışına da çıkarmayı başarmış, tanınmasını sağlamıştır.
1957 yılında, İstanbul da, Şen Çalar Plak’ta ilk plağını “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adlı plağı babasına ait türküyle çıkartmıştır. Halk tarafından çok beğenilmiş olan plak Ertaş’a kısa sürede; plak, kaset, halk konserlerini beraberinde getirmiştir.
Yaşadığı bazı sağlık sorunları yüzünden kardeşinin yanına Almanya’ya gitmiştir. Çocuklarının eğitimi için uzun bir süre Almanya’da kalmıştır. 2000 yılında ise İstanbul’da verdiği konser ile sahne hayatına ara veren Neşet Ertaş, sahnelere geri dönmüştür. Neşet Ertaş, Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından, fahri doktora unvanına layık görülmüştür. Tavrı ve saygınlığı ile konservatuar okullarında ders olarak okutulmuştur.
Neşet Ertaş, sanatı ile müziğin özünü, ruhunu kavrayan yapmacıklıktan uzak kalmış, kendini, ruhunu ve hislerini saza, söze dökmüştür. Bu nedenle de “Bozkırın Tezenesi” olarak tanınmaktadır.
Saygınlığını ilk günkü gibi yitirmemiş olan Neşet Ertaş 25 Eylül 2012 tarihinde İzmir’de tedavi olduğu hastanede son evre prostat kanserine yakalanmış, hayata veda etmiştir.
Zeynep Bastık, 8 Temmuz 1993 Çanakkale doğumludur. Ortaokul ve liseyi ise İzmir’de tamamlamıştır.
Profesyonel olarak müziğe İzmir’de bir cover grubu olan “Jackpot” ile başlamıştır. 2012 yılına kadar birçok şehirde bu grupla beraber sahne almıştır. Bunun yanı sıra “Anadolu Ateşi”nde dansçı olarak yer almış ve Murat Dalkılıç’ın da yaklaşık üç yıl vokalistliğini yapmıştır. 2014 yılında ise ilk teklisi olan “Fırça” şarkısını dinleyicilerle buluşturmuştur. Sanırım ben de dahil çoğumuz Zeynep Bastık’ı bu şarkıyla tanıdık. O zaman burada kısa bir müzik arası verelim ve biraz geçmişe yolculuk yapalım.
Fakat en büyük çıkışı Ezhel’in “Felaket” şarkısına yaptığı cover ile yapmıştır. Şarkıya yeni bir yorum getirdi diyebiliriz. Hem insanın içini kıpır kıpır yapan hem de içerisinde hüzün barındıran bir yorumlama olmuş. Ben bu halini orijinal halinden daha çok sevdiğimi açıkça ifade edebilirim.
Ezhel’in haricinde Fikri Karayel, Harun Kolçak, Sertab Erener gibi birçok şarkıcının şarkılarını seslendirdiğini ve bu konuda ne kadar başarılı olduğunu da hepimiz biliyoruz.
Elbetteki sadece müzik alanında bizlere bir şeyler katmakla kalmamış birkaç dizide de yaptığı oyunculukla gönüllerimize taht kurmuştur. Bilmeyenler için veya unutmuş olanlar için hangi dizilerde rol aldığına da kısaca bir değineceğim. 2015 yılında Fox TV’de yayına girmiş olan “Adı Mutluluk” isimli bir dizide “Gonca Gül Duran” isimleri bir karakteri canlandırmıştır. 2016 yılında yine Fox TV’de yayına girmiş olan “Umuda Kelepçe Vurulmaz” isimli dizide “Rüya” karakterini canlandırmıştır. Beni de oynadığı diziler arasında en çok etkileyen dizi budur. Özellikle konusu insanın yüreğine dokunur tarzdadır. Daha sonrasında 2018 yılında yine Fox TV’de yayına giren “Yasak Elma” isimli dizide de “İrem” karakterini canlandırmıştır.
Karantina süreci içerisinde çıkarmış olduğu “Her Mevsim Yazım” isimli şarkısı da gerek klibiyle olsun gerek sözleriyle olsun insanın içinde pozitif duygular uyandırıyor. Dışarı çıkmak konusunda tereddüt yaşadığımız bu günler için ilaç gibi geldi diyebilirim. Zaten Zeynep Bastık o güzel enerjisini ve pozitifliğini şarkılarına o kadar güzel yansıtıyor ki ruhumuza ilaç gibi geliyor. O kadar bahsettik şarkıdan, şimdi dinlemesek olmaz değil mi? O zaman küçük bir ilaç molası…
Zeynep Bastık’ın bu kadar çok kişi tarafından severek dinlenmesinin bir başka sebebi ise bence dinleyicilerine karşı takındığı tavır: Çok içten, doğal ve pozitif bir yapıya sahip. Böyle bir yapıya sahip olması ve bunu müzik ile çok başarılı bir şekilde harmanlaması, içimize bu kadar dokunmasını ve yüreğimizde bir yer edinmesini sağlamasında en büyük faktör olduğunu düşünüyorum. Artık yavaş yavaş son sözlerimize geçelim. İyi ki doğdun müziğin çiçeği. İyi ki bizleri bu güzel sesin ve şarkılarınla buluşturdun. Bugün güneşin tüm enerjisi seninle olsun.
Son günlerde gündeme gelen “sosyal medya yasakları” farklı çevrelerden tepki ve destek görüyor. Bizde sizin için Dünyanın en baskıcı ve katı kurallara sahip ülkelerinden ikisi olan Çin ve İran’da yasaklı olan sosyal medyaları ve internet sitelerini derledik.
O halde Çin ile başlayalım. Bakalım bu Dünya devinde hangi sosyal medya platformları ve internet siteleri yasak.
Dünyanın en büyük arama motoru olan Google ve Google uzantıları ile Youtube Çin’de yasak. Çinliler bunun yerine Baidu adı verilen milli arama motorunu kullanıyor. Dünya genelinde popüler olan 3 ana sosyal medya Çin’de yasak. Bunlar: Twitter, İnstagram ve Facebook. Bunun yanı sıra Whatsapp ve Tumblr da yasaklı listesinde yer alan uygulamalardan.
Bir dönem ülkemizde de erişim yasağı getirilen Wikipedia Çin’de uzun süredir erişime kapalı. Dünya genelinde popülaritesini arttıran Netflix de Çin hükumetinin ambargosuna maruz kalmış durumda.
Uluslararası yayın yapan birçok medya kuruluşu da bu yasaklardan payını almış durumda. BBC, New York Times, Bloomberg, The İndependent, ABC Avusturalya, Returs, Time, The Economist, France 24, LeMonde ve Spiegel gibi medya kuruluşları Çin Hükumeti tarafından yasaklılar listesinde. Bunun yanı sıra, Dailymotion, HBO, Sony Music, AliMovie, Ustream, SoundCloud gibi dijital film, video ve müzik siteleri ile bu sitelerin mobil uygulamaları da yasaklı.
İran’ın Ambargosuna Takılanlar
İran’da ise durum pek farklı değil. Kapalı bir ülke imajı çizen İran, batılı ülkeler tarafından ekonomik ambargoya maruz kalmaktadır. İran ise bu ambargolara dijital yasaklar ile karşılık vermektedir.
İran’da, Facebook, Twitter ve İnstagram kullanmak yasak. Bunun yanı sıra Google ve Google hizmetlerinden yararlanılamıyor.
Çin’de olduğu gibi İran’da da birçok uluslararası medya kuruluşu üzerinde sansür uygulanmaktadır. Bunlar: BBC, Voice Of America, Al Arabiya, Fox News, CBS News, Haaretz, The Times Of India, Daily Mail ve The Onıon’dur.
Bunların yanı sıra İran’da, Netflix, Flicker ve WordPress’de yasaklar kapsamında.
Sosyal medya yasaklarının konuşulduğu bugünlerde sizlere İran ve Çin’de ki son durumu aktardık. Çin var olan teknolojik altyapısı sayesinde yasakladığı birçok sosyal medya platformunun ve arama motorunun yerini kolayca doldurabilmektedir. Fakat bu durum Çin’e internet üzerinde yerellik getirmektedir. Mcluhan’ın da dediği gibi küresel bir köye dönen Dünya’da, yerel kalmak ne kadar doğru? Bu sorunun cevabını zaman verecek.
Ayrı şehirlerdeydik. Ama nefesini boynumda hissediyordum. Yan yana olduğumuz insanlara rağmen birbirimizi hayal etmeyi öğrendikçe, mesafeler anlamını çokça yitiriyordu. Oysa ben seni ve tenini çok da tanımıyordum. İsmet Özel’in Münaacat şiirindeki şu dizelerde sürekli aklıma geliyordun ama sen bunu bilmiyordun.
onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize. bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Biz bir türlü kavuşamıyorken ve buna da inancımız belki de hiç yokken birbirimizin yüzünde bir tebessüm oluşturabilecek kadar emek veriyorduk birbirimize. ‘Emek bunun neresinde?’ dediğinizi duyar gibiyim. Öyle demeyin. Bir yüzü güldürebilmek bence dünyanın en kıymetli mesaisi. Sen bunu tek bir mesajınla yapıyordun kilometrelerce öteden, ve ben yanımda olsaydın atacağımız kahkahaları kulağımda çınlatarak bir günü daha deviriyordum.
Sesin çok güzel geliyordu kulağıma. Hem konuşmak, hem söylemek, hem okumak adına yaptığın her şeyin en iyi dinleyicisiydim. Ve büyük ihtimalle sen bundan da habersizdin.
Bizden başka herkes habersizken bizden, biz seninle ayrı yerlerde ve ayrı hayatlarda ve ayrı zamanlarda akıtıyorduk zamanı. Ve sen benim aklıma geldikçe şu sözler çınlıyordu kulağımda
Birgün gelir de bir an, çokça zamanlardan sonra Geri dönüp baktığında bilmem anlar mısın? O senin bir anının benim ömrüm olduğunu Ne çok sevildiğini Artık çok geç olduğunu
Bazı hikayeler yarım kalır. Ama bu hikayenin duygusunun okuyucuya geçmesine engel değildir. Hikaye sadece yarım kalmıştır. O kadar. Sizin hikayenizin yarım kalmaması temennisiyle…
Bu sabah yine boğazımda senden kalan bir fazlalıkla yutkunamayarak uyandım. Bu kez her zamankinden daha fazla cüretkârdı cümlelerin, oysa ben hâlâ bir sürü süzgeçten geçiriyordum kelimelerimi. Bu kez kalmak için olayların iyi tarafından bakmaya çalışmamaya söz verdim, Gitmem için bu kadar çabalarken sen, ve bu kadar değersiz hissediyorken kendimi.
Sana çıksın diye caddelerim, vazgeçtiğim tüm ara sokaklar geçti gözümden. Sen bil diye sevdiğimi, anlatmaya çalıştığım onca şeyi hiç anlamamış olduğun gerçeğiyle sarsıldım biraz. Bana inan diye ve güven diye mesela, Elini sımsıkı tutmaya çalıştığım ellerimi acıtmanı seyrettim.
Ben hiç yokmuşum gibi davrandın çünkü istediğin buydu. Peki sevgilim, Yokluğumu hisseder misin bilmiyorum ama, Karşına alıp istediğin gibi üzebileceğin biri yok artık. Beni bir daha ağlarken göremeyeceksin Bir tek buna seviniyorum.
En popüler müzik platformlarından olan Spotify, masaüstü görünümünü daha modern bir hale getiriyor. 2006 yılında bir İsveç markası olarak kurulan platform, Dünya üzerinde 125 milyondan fazla kullanıcıya 50 farklı dilde hazırlanmış uygulamaları ile hizmet veriyor.
Mobil işletim sistemlerin hepsinde uygulamaları ile yer edinen Spotify, kullanıcılarına masaüstü sürümünde yıllardır aynı tema ile hizmet veriyordu. Bu oturmuş ve alışılmış görünümün kurumsal kimlik açısından faydası olsa da değişen trendler ile bu sektörde artan rekabet hızı bazı değişiklikleri kaçınılmaz hale getiriyor.
Daha Modern Görünüm
Spotify’ın güncelleme haberi, sitenin kendisi açıklamadan önce yayılmaya başladı. Özellikle sosyal medya sitelerinin tatlı baş belası Jane Manchun Wong, her zaman yaptığı gibi tersine mühendislik yaparak site üzerinde test edilen yenilikleri ortaya çıkardı.
Jane Manchun Wong, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada yeni sürümün bir web oynatıcıya benzediğini söyledi. Kendisinin de söylediği gibi, paylaştığı görüntülerde de görülüyor ki yeni görünüm çok farklı olmamakla birlikte çok daha modern ve şık bir tasarıma sahip.
Wong’un paylaştığı bir diğer değişiklik ise kullanıcıların müzik kalitesini istedikleri gibi değiştirebildikleri bir ayarlar kısmı.
Spotify, daha tasarım aşamasında olan bu şablonun çok az kullanıcı tarafından denendiğini ve bunların rastgele seçildiğini açıkladı. Bu tasarım bittikten sonra eski sürüme geçiş olmayacağı düşünülüyor. Bu tasarım değişikliği ile Spotify da pek çok marka ve uygulama gibi sadelik trendini seçenler kulübüne katılacağa benziyor.
Bakalım güncelleme bitene kadar, Spotify bizi şaşırtacak yeni görünüm ve özellikler ekleyecek mi? Spotify kullanıcıları olarak siz yeni tasarım hakkında ne düşünüyorsunuz? Modern görünüm ve sadelik yakışmış diyenlerden misiniz, yoksa “Spotify’ıma dokunma” diyenlerden misiniz?