29.4 C
İstanbul
Cumartesi, Ağustos 9, 2025

Murat Dölek’in Tahta Yürek’i

“Kafesin biri bir kuş aramaya çıkmış.” der Franz Kafka. Kafesin, yani aslında varlığın anlamını mümkün kılan şey içinde bir kuş olmasıdır. Dolayısıyla kafes, varlığının anlamının peşinden koşmaktadır. Evrende kapladığımız alanın ya da başka bir ifade ile işgal ettiğimiz yerin hakkını verebilmek bu anlam ile mümkün olmaktadır.

Heidegger’in dünyanın ruhunu kaybettiğini ısrarla dile getirişine inat, dünyada sahici varlıkların da var olduğunun kanıtıdır Murat Dölek’in atölyesi ve Tahta Yürek.

Evet, bir şey vardır, Tahta Yürek bize bir şeyi gösterir; fakat bu haliyle gösterilmemiş olanı akla getirir. Bu durum görünüyor olmanın bilmecesidir; ‘kendi’nin anlamıdır.

Bu düşünceler içerisinde sevgili Ferit Karaduman ile kalktık modern dünyanın bekleme odasına gittik. Başka bir ifade ile atölyenin yolunu tuttuk; “Bir ağaç nasıl ayaklanır?” öğrenelim diye.

1. Murat Dölek’in ve beraberinde Tahta Yürek’in öyküsünü dinleyelim önce?

İki tane kalp yapmıştım ahşaptan, birini bir arkadaşıma vermiştim, diğeri de kitaplığımda duruyordu. Birkaç ay kitaplığımda tahta bir kalp olarak bekledi. 2016 yılının mart ayında saat 22.00 civarında o kalbe elimi attığımda Tahta Yürek’i almış oldum. Tezgaha gittim ve gece 00.10 gibi ilk Tahta Yürek ortaya çıktı. Planlı bir durum söz konusu olmadığı gibi birdenbire ortaya çıktığını söylemek de doğru olmaz. Birikenlerin dışa vurumu ya da yalnızca sağ kolunun olması, kalbinin olması ve kafasının kitap şeklinde olması nedeniyle bilinçdışının sonradan anlam kazanması da diyebiliriz. Şekli itibariyle ilginç tepkiler aldığım da oldu. Mesela; “Neden sağ kolu var, sağcı mısınız?” gibi. Oysa dünyada emeği temsil eden sağ koldur, bu nedenle sağ kolun olması tercih edilmiştir. Bununla beraber kafanın kitap şeklinde olması, kitaba saygı denilebilir; fakat dikkat edilmesi gereken nokta açık bir kitap değil. Dolayısıyla içinde ne yazdığını bilemiyorsun; tıpkı insan gibi. Tahta Yürek, bir yandan çok kapalı bir kutu, bir yandan da çok evrensel; çünkü yurtdışından da oldukça olumlu tepkiler alıyorum.

2. İsim konusunda da biraz konuşmak istiyorum açıkçası. Başka bir şey de denilebilirdi çünkü. Kitap kafa gibi ya da şu an aklımıza gelmeyen bambaşka bir şekilde de isimlendirilebilirdi. Tahta Yürek olmasının, yürek kelimesinin ön plana çıkarılmasının, isim noktasındaki bu tercihinizin hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?

Aslında kendiliğinden gelişti. Fakat ne olursa olsun biz Ortadoğu’nun insanlarıyız. Birçok olaya duygusal bakarız, kalpten yürekten bakarız. Tahta kalp de denilebilirdi fakat yürek kelimesi daha sıcak, daha iyi ifade ediyor. Ayrıca ağaç, doğayla insanın arasındaki en önemli bağlardan biri. Topraktan geliyor ve insan eşya olarak kullanarak hayatının birçok evresine dahil ediyor ahşabı. Sanıyorum bu bağı doğru bir şekilde ifade eden kelime de yürek oluyor.

3. Modern dünyanın Pinokyo’su diyebilir miyiz?

Modern dünyanın Pinokyo’su derken oradaki çizgi çok önemli. Çünkü asla Pinokyo ile yarışmak gibi bir durum söz konusu olamaz. Fakat kalpsiz çağın kalbi şeklinde yorumlarsak evet, olabilir. Pinokyo’da yalan kısmı var ya bizde o şey yok gibi. Gibi diyorum çünkü tartışmaya açık aslında; çünkü o kafadaki kitabın içerisinde ne var bilmiyoruz. İnsanlar ne ararsa Tahta Yürek’te onu bulacağı için spesifik bir karaktere büründüremiyoruz. Fakat evrensel bir dili olduğuna inanıyorum, tıpkı yoruma dayalı her eser gibi.

Yapılan İlk Tahta Yürek

4. Birçok Tahta Yürek var aslında sizin eseriniz. Peki hangisi gerçekten sizin Tahta Yürek’iniz? Yani en çok size ait hissettiğiniz hangisi ve sebebi tabii?

Yaptığım ilk Tahta Yürek kesinlikle.

5. Tahta Yürek bir insan olsaydı nasıl bir karakteri olurdu?

Çocukların çok sevdiği, çocukların keyifle tanıştığı, danıştığı, koşarak yanına geldikleri bir karakter olurdu. Çünkü çıplak, açık… Çocuklar da daha çok şeffaf insanları severler, kokusu az olan, kirlenmemiş, açık ve net, içten pazarlıksız insanları… Dolayısıyla, çocukların koşulsuz şartsız yanına geldikleri bir karakter olurdu. Kendi sosyal hayatında da çok iyi, naif bir karakter olacağını hissettiren bir duruşu var.

6. Tahta Yürek ile ilgili düzenlenmiş herhangi bir etkinlik veya bir yarışma var mıydı? Edebi, sanatsal vb.

Samsun İl Kültür Müdürlüğü tarafından bir öykü yarışması yapıldı, fakat duyurular vs. biraz kısıtlı kalmıştı. Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere Türkiye’de birçok kitapevinde Tahta Yürekler mevcut.

7. Samsun’u sanat noktasında nasıl değerlendiriyorsunuz? Hem tiyatro bağlamında soruyorum bu soruyu hem de şehrin genel olarak sanat algısı bağlamında?

Samsun, estetik noktasında biraz problemli bir şehir. Sanat bağlamında da aslına bakarsanız eksilerde değerlendiriyorum şehrimizi. Sanat olmasa farkına varacak insanlar çok çok az Samsun’da. Mesela bir tiyatro oyunu olmasa bu durumun farkına varacak ya da bu durumdan rahatsız olacak kişileri düşündüğümüzde Samsun’u etkileyecek bir oran çıkmaz neden sanatsal bir etkinlik yok diye. Samsun çok kozmopolit bir şehir, bu kadar farklılığın ortasında bir sanat birikimi olması gerekiyor normalde. Fakat Samsun’da böyle bir gıdaya, sanat gıdasına, ihtiyaç duyulmuyor ne yazık ki; kötü yemekler var mesela, kötü lahmacun var, kötü sunumlar var, kötü balık pişiriliyor, kötü tatlı yapılıyor. Yalnızca yapmış olmak kısmıyla ilgileniliyor.

8. Tahta Yürek’in Samsun dışında farklı şehirlerdeki macerasından da söz edebilir misiniz biraz?

Geçen yıl Çankaya Belediyesi’nin Sinetopya grubu ile birlikte yapmış olduğu çocuk filmleri etkinliğine atölye çalışması olarak katıldım. Nasrettin Hoca Ortaokulu’nda çocukların karşısına geçip çocuklarla birlikte Tahta Yürek yaptım. Trabzon Şalpazarı ilçesindeki yatılı bölge okulunda çocuklarla birlikte TRT’deki belgeselimi izledik. İzmir’de fuar sürecine dahil oldum yine Tahta Yürek ile birlikte.

9. Tahta Yürek dışında başka bir üretiminiz var mı?

Son dönemde ‘Okur Yazar Bavulu’ yapıyorum, ‘Gezen Kitaplık’ımız var. Tahta Yürek dışındaki üretimlerime bu minvalde şeyler diyebiliriz.

Okur Yazar Bavulu ve Gezen Kitaplık

10. Son olarak biraz da Tahta Yürek Oyununuz hakkında konuşalım istiyorum. Biraz da ondan söz edebilir misiniz?

Yıllardır en büyük hayallerimden birisiydi; sahneye çıkacağım ve sıfırdan bir Tahta Yürek yapacağım. Yapıyormuş gibi değil, yapmış gibi değil, gerçekten orada bir Tahta Yürek yapacaktım ve ortaya çıkınca seyirciye hediye edecektim. Bunun aynısını da yaptım. Çok araştırdım sıfırdan çıkıp sahnede böyle bir şey yapan var mı diye. Yapmış gibi olan var kil kullanarak ama bu şekilde sıfırdan bir eseri tiyatro sahnesinde yapan kimse bildiğim kadarıyla yok, bu noktada da dünyada bir ilki gerçekleştirdim diyebiliriz. Sahnede gerçekten, sıfırdan bir Tahta Yürek yaptım. Samsun’da bunun karşılığı çok çok düşük oldu. Çünkü insanların istediği bir şey değildi; insanlar sahneden bir mesaj almak istiyor. Tahta Yürek tiyatro oyununda böyle bir mesaj yok. Sıfır mesaj kaygısıyla çıktığım bir ustanın kendi atölyesindeki iç dünya oyunu. Zaten bir mesaj kaygısı da Tahta Yürek’e ters bir durum olurdu; çünkü herkes ne mesaj almak isterse onu bulacak Tahta Yürek’te. Mesaj yoktu, fakat bir hikayesi elbette vardı. Buradaki temel hikaye şu aslında, çevremizde o kadar insan var ki kapalı kutu içerisinde, kendi duvarları içerisinde bir şeyler yapıyor; bu bir yazar da olabilir, ben de olabilirim. Burada da usta kendi iç dünya oyunlarıyla bir Tahta Yürek ortaya çıkarıyor; ustanın hayatı yani özetle. Dışardan görünen görüntünün içeri girip seyredilmesi.

Bu röportaj da 24Okur’dan sizlere hediye edilen bir Tahta Yürek. Murat Dölek’i dinledik; fakat şimdi, yapılan her Tahta Yürek’in aslında tamamlanmamış bir bütün oluşu, yani sahibini bulduktan sonra dinleyici olması gibi, Murat Dölek bizi dinleyecek, bizim Tahta Yürek’imizi…

*Fotoğraflar için Uygar KARATAŞ’a teşekkür ederiz.

Canlılar Aleminin Enleri “Absürt Gezegen”

Bugünün dizi önerisi bir belgesel dizisi.

Netflix yapımı Absürt Gezegen; dünyada varlığından bile haberdar olmadığımız birbirinden ilginç canlıları ve onların yaşamlarını anlatıyor.

Belgesel dizisi sıkıcıdır diye düşünmeyin. Adı üzerinde Absürt Gezegen. Canlıları “doğa ana” kendi diliyle anlatıyor. Bölümler kısa ve eğlenceli.
Hayvanlar alemini seviyor ve merak ediyorsanız kesinlikle izlemeniz gereken bir belgesel dizi.

1 sezon ve 12 bölümden oluşuyor. Bütün aile birlikte izleyebileceğiniz, küçük çocukların sıkılmadan yeni bilgiler öğrenebileceği ve eğlenebileceği bir belgesel dizi. Güzel bir hafta sonu etkinliği arıyorsanız bu diziye başlayın.

Sinekler, karıncalar, balinalar, köpek balıkları, maymunlar, aslanlar, kaplanlar hatta solucanlar. Bütün gezegen tek bir dizide toplandı. En komik halleriyle. İyi seyirler!

Bir Yaşamdır: Toprak Ana

Toprak Ana romanda doruk noktasıdır. Bu durum, savaşların acı yüzünü cepheye gidenlerin bizzat savaşanların gözünden değil de arkada onları bekleyenlerin gözünden eşlerini, annelerinin yaşadığı sıkıntıları, zorlukları, çektiği acıları ve duygusal çöküşleri güzel ve yalın, çarpıcı bir üslupla anlatır. Olayda yazar anlatıyı bir çocuğun ağzından anlatır.

Savaş kitabı olmasına rağmen içinde savaş sahnelerini canlı görebilmek mümkün değildir. Savaş ve acıyı cepheden birebir aktarmaz, lakin hiç bahsetmeden bu esere her şey çok başarılı bir şekilde yansır. Cengiz Aytmatov’un tek seferde okunabilecek muazzam eseridir. Kadın, toprak gibidir, özdeştir, anadır. Besler, büyütür. Kitap da Tolganay için (kadın kahraman ) Toprak ana öyle tasvir edilir. Yazar, Tolganayı, ailesindeki tüm erkekleri şehit veren bir evin, yuvanın savaştan önceki mutlu günlerini, huzurunu, savaştan sonrada acıyı hüzün dolu anılarını sunar. Cengiz Aytmatov bu kitabında, yüce gönüllü büyük kadın Tolganay’ın yürek burkan öyküsünü bize sunar, zordur Tolganay gibi, Toprak gibi bir kadın olmak. Toprak ana tüm kadınları temsil eder. Tolganay ana evrensel kadının bir göstergesi, işaretidir. Tolganay gibi daha nice kadınlar tanıyan, gören ve onları anlayan kitaplarında yer veren, bilen, hisseden Aytmatov, bu figürde; savaşı, yıkımı, acıyı, umudu, yalnızlığı yaşayan tüm kadınları bir olarak ifade eder, söyler, sembol kişiliktir. Tolganayı yaşamak kocasını, çocuklarını, ailesini kaybedip hala ayakta durabilmek, direnmek. O topraklarda nice Tolganaylar yaşar, yetişir, büyür ama kimse bilmez anlattıklarını. Kadınıngücü, umudu, dirayeti, inancı, merhameti bu kadar güzel anlatılır, işlenebilirdi ancak. Okunurken, eserde başka türlüsü mümkün müdür? Onca yıldır insanlarla iç içe yasayan Toprak ananın insanların neden savaştığını çözememiş olması da göze çarpan ayrıntılardan biridir. Savaşlarla, yıkımlarla, kavgalar ile kan ile bir yere varılamayacağını Toprak ana romanında Tolganay ana karakteri üzerine kurularak anlatılır.

 Sen söyle bana ey Toprak ana insanlar savaşsız yaşayamazlar mı?

Kitapta Tolgonay adlı Toprak gibi güçlü, mücadeleci bir kadın görürüz. Tarlasıyla dertleşmesiyle ona içini açmasına tanık oluruz. Tolgonay küçük bir çocukken toprakla tanışmıştır, dost olmuştur. Önceleri toprakla mutludur, memnundur. Toprağı sürüp, geçimini sağlamaya başlar. Zamanla o da aile bireyleri gibi bir toprak işçisi olur. Hayatını toprakla kazanır. Tolgonay büyür genç bir kadın olur kendisi gibi işçisi olan Suvankul adında bir gence âşık olur, evlenirler. Tarlalarda çalışarak geçimlerini sürdürüp yaşarlar. Tolgonay ve Suvankul’un üç oğlu dünyaya gelir. İsimleri; Kasım, Maysalbek ve Caynak’tır. Tolgonay ve Suvankul bundan sonraki görevleri hayatları çocuklarının geleceği, yaşamı içindir. Tüm çabaları bu yöndedir. Çocuklar büyür, birer genç delikanlı olurlar. Kasım babasına benzer, traktör sürer. Maysalbek, öğretmen olmak için köy okulunu bitirip şehre gider ve en küçük çocuk Caynak bir kurula başkan olur. Bir müddet sonra Tolganay’ın oğlu Kasım evlenir. Aliman adında bir gelin gelir eve, Tolgonay gelinini kızı gibi sever, sahip çıkar. Bir anne, kadın şefkati ile sarar. Tolgonay, Suvankul, Kasım ve gelin Aliman hasat zamanlarını tarlada, bahçede beraberce el birliği ile ailece çalışıp hayatlarını geçirirler. Mutludurlar her şey bir düzende seyrinde devam ederken Bir gün kara bir haber savaş çıktığı haberini alırlar. Güzel giden tüm her şey bundan sonra kötü gider, felaket gelmiştir. Köydeki erkekler askere çağrılır. Kasım da gider, Kasım’ın ardından da ailedeki diğer erkekler, bütün ailedekiler savaştadır. Kadınlarda, köyde yalnız amansız bir savaşa esir olurlar. Tarla ekme işleri, tarım, çift, bağ, buğday hasadı, hayvanlar kadınların eline kalır. Bir yandan da cepheye yemek, erzak, cephane sorunu mücadele ederler. Kadınlar, umudunu yitirmezler, güçlüdürler, umutludurlar. Savaş tüm hızıyla devam ederken, cephedeki erkek yetersizliği baş gösterir.

Zaferin gelmesi yakındır, fakat sıkıntılar çok büyüktür. Acılar yıkıma uğramıştır. Kadınlar direnir, bir süre sonra savaş sona erer. Cephelerden gelen, evlerine dönen askerler işlerin başında tarlalarda çalışmaya başlarlar. Savaşın izleri yavaş yavaş silinir, fakat Tolgonay gelini için üzülür. Onun evlenmesini ister, ancak Aliman evlenmez. Güz aylarında sürülerini otlatmaya gelen bir çoban, Aliman’ı hamile bırakır bir süre sonra, Aliman hastaneye götürülürken yolda doğum yapar. Bebeği dünyaya gelir ve bir oğlu olur. Aliman hayatını kaybeder. Tolgonay ismini Canbolat koyar torununun. Torununa sarılır, onunla hayata yeniden tutunur, yine zor şartlar altında büyür torunu. Bütün bu olaylara bitmeyen bir kıtlık ve açlık eşlik eder, zorluklar hiç bitmez. Tolganay’ın sık sık dertleştiği sırrını, derdini her şeyin başladığı ve bittiği kaynak olan Toprak Anaya anlatır. Toprak gizli ve tek dostudur ananın sırdaşı, ailesi…

Toprak Ana romanında; insanın çok büyük paralara, mutluluklara ihtiyacı olmadığını, küçük mutlulukların yeteceğini, toprak üstünden geçim sağlayarak, üreterek, çalışarak ailesiyle, çocuklarıyla ilgilenerek mutluluğa ulaşabileceğini anlatır. Sadeliği, mutluluğu Cengiz Aytmatov’un savaş karşısında duruşu, fikri, tavrı şöyle belirir: “İnsanlar ne zaman bir savaş başlatacak olsa onlara şöyle diyorum: ‘Durun! Kan dökmeyin!’  Şimdi de tekrar ediyorum: ‘Ey dağların, denizlerin öbür tarafındaki insanlar, siz ki mavi göğün altında yaşıyorsunuz, savaş neyinize gerek?” cümlesi ile gözler önüne serilir. 

Papaz

Bir kumar masasıysa hayat
Ben en şanssız oyuncusu
İnsan merak eder
Neden ben hep sonuncusu
Bir gün fikrimi değiştirmeli
Bu masanın sahtekar kurucusu
İşte karşında kış gecesi
Bu tüm risklerin sonuncusu

Borderline’ı Anlamak

Borderline Kişilik Örgütlenmesine Sahip Kişiler Nasıldır?

Borderline kişilik örgütlenmesi olan kişiler psikozdan çok değersizliğin, önemsizliğin, kimsesizliğin sınırında yaşarlar. Erken nesne ilişkilerinde tekrarlayan şekilde kendilerini değersiz, önemsiz ve yük gibi algılamışlar; terk edilme ya da dışlanma korkusu içinde kalmışlardır. Şimdi de her an kendisine değer verilmeyeceği, istenmeyeceği, yük gibi algılanacağı ya da terk edileceği korkusu içindedirler.

Bundan dolayı hep değer verildiği, önemsendiği ve terk edilmeyeceği konusunda temin edilmek ve sürekli ilişkide olduğu kişilerin kendisine iyi davrandığını, kendisini önemsediklerini, değer verdiklerini deneyimlemek isterler. Ancak böyle olumlu bir nesne ilişkisinin varlığında kendisini dengeli, anlamlı ve iyi hissedebildiği için ya olumlu bir nesne ilişkisini ayakta tutmak için çılgınca çaba harcarlar ya da bundan vazgeçip boşluk, anlamsızlık ve öfke ile harmanlanmış depresif bir ruh haline geçerler.

Borderlinelarda Sık Görülen ve Başkalarına Tuhaf ve Anlaşılmaz Gelen Davranışlar Nelerdir?

● Duyguların çabuk değişmesi, oldukça iyi ve keyifli hissederken birden üzgün veya öfkeli olmak ya da üzgün ve kederli iken çabucak mutlu olmak

● Beraber olduğu kişilerin kendisini terk etmesini engellemek için çılgınca çabalar harcama, ayrılığı kabullenememe ve her ne pahasına olursa olsun engelleme çabalarının olması

● İnsanları kolaylıkla çok beğenip kolay nefret etme

● Yersiz ve yoğun öfke ya da öfkenin denetlenememesi

● Yineleyici intihar girişimleri, tehditleri ya da kendini yaralama ( Kendisine yeterince iyi davranmayan, sevmeyen, ilgilenmeyen insanları cezalandırmak onlarda vicdan azabı uyandırmak da isterler. İntihar ederek onları kendisine karşı ilgisiz davrandıkları için pişman edecek, onların kendilerini kötü biri olarak algılamalarını sağlayacaktır. Kendi iç dünyasında onlar intiharına neden olduğu için kötü, kendisi kötülüğe maruz kalmış, mağdur kahraman olacaktır.)

● Nasıl bir insan olduğuna, nasıl kişilik özellikleri olduğuna; nasıl yaşamak istediğine, hangi işi yapmak istediğine dair fikirleri sık sık değişmesi (Borderline bir kişinin hayatını dışarıdan gözlemleyen biri, büyük zikzaklar çizdiğini, birbiriyle uyuşmayan çok farklı yaşam biçimleri seçtiğini, yaşam tarzının arkadaşlarının, siyasi görüşlerinin sık sık değişebildiğini gördüğünde büyük bir şaşkınlık yaşayabilir. Bunun nedeni de kimlik bütünlüğünün gelişmemiş olması ve kendisini elinden geldiği kadar olumlu biri olarak algılama çabasıdır. Bir arkadaş çevresi ya da bir uğraşı ona iyi hissettiriyor kendisini daha değerli algılamasına yol açıyorsa onu çabucak yüceltir ve o grubun bir parçası haline gelir.)

● Kronik boşluk ya da can sıkıntısı duygusu

● Kontrol edemediği şekilde para harcamak, ödeyemeyeceği alışverişler yapmak, yeni tanıştığı insanlarla ilişki kurmak, tehlikeli araba kullanmak, kumar oynamak, çok düşünmeden iş kurmak, ani önemli kararlar vermek gibi örneklerde olacağı gibi kendisine zararlı olabilecek şekilde dürtüsel davranışların olması

● Dışsallaştırma: Başlarından geçen olaylarda kendi rolleri yokmuş gibi her şeye pasif bir şekilde maruz kalıyormuş gibi anlatması (Davranışlarının nedeni olarak hep dışarıdaki nedenleri göstermeleri kendilerinde kusur bulmaya tahammül edememeleridir. Kendilerini kolayca değersiz, aptal, yetersiz hissedebildiklerinden bir savunma olarak kendilerini sorgulamamaya, başlarına gelen olaylarda kendi rollerini düşünmemeye çalışırlar.)

Borderline Kişiler, Neden Kolaylıkla Beğenip Kolay Nefret Ederler?

Borderline kişilerin yeni tanıştıkları ve çok da tanımadıkları insanları çok hızlı bir şekilde aşırı beğenip sonra da o kişiden uzaklaştıkları hatta nefret ettikleri görülebilir. Oldukça tutarsız gelebilecek bu davranış örüntüsü borderline kişilerin kendilik ve nesne tasarımlarının bütünlüklü olmamasına bağlıdır ve bunun doğal bir sonucudur. Borderline birinin kendisine ait olumlu kendilik imgelerini ayakta tutmaya ihtiyacı vardır. Kendisini anlamlı, değerli hissedebilmesi için başka birinin ona değer verdiğini deneyimlemeye ihtiyaç duyar. Bir insan ona değer verip ilgilendiğinde, kendisini çok iyi hissettiği için de o kişiyi çok değerli biri olarak algılar ve o kişide beğenilebilecek neler bulursa onlara aşırı değer verir. O kişi kendisi ile ilgili iken mümkün olan her şeyi yüceltirken o kişi ilgisiz olduğunda ya da uzak davrandığında artık kendisini değersiz hissettiren bu kişiye öfke duyar ve onu değersizleştirmek için kusur arayıp bulur. Hatta daha önce yücelttiği şeyleri bile değersizleştirebilir. Aynı anda bir insanı olumlu ve olumsuz yanları ile bir arada göremediklerinden de olumlu algılarken aşırı abartılı bir algıları, olumsuz algılarken de aşırı abartılı bir kanaatleri olur.

Doğan Şahin, borderline kişilik bozukluğunu şöyle açıklar: Olgularında kimlik bütünlüğünün oluşmamasına bağlı olarak, kendini algılayışında ve davranışlarında belirgin bir dengesizlik ve tutarsızlık bulunur. Nasıl bir insan olduğuna ilişkin sorulara ya anlamlı yanıtlar veremezler ya da farklı zamanlarda farklı kendilik parçalarının etkinleşmesine bağlı olarak birbiriyle tutarsız tanımlamalar yaparlar. Bazen aynı görüşme içinde bazen de daha aralıklı olarak hem kendilerini tanımlayışları hem de tutum ve davranışları arasında belirgin tutarsızlıklar gözlemlenir. Kendilik tasarımlarının olduğu kadar nesne tasarımları da bütünleşmemiştir. Hayatındaki önemli kişilere dair düşünce ve duyguları anlamlı bir bütünlük oluşturamayacak denli yüzeysel ve dağınıktır. Annesi, babası ve kardeşlerinin nasıl kimseler olduğuna ilişkin sorulara yanıt verirken ya da onlardan bahsederken ya görüşmecinin zihninde bir kişiyi canlandırmaya el vermeyecek ölçüde bilgiden yoksun veya dağınık bilgiler aktarırlar ya da tutarlı bir kişilik çizseler bile, bir süre sonra bununla hiç uyuşmayan ve tam tersi özelliklerinden söz ederler.Kimlik dağınıklığı olan kişilerde sıklıkla kronik boşluk duygusu ve can sıkıntısı ile yalnızlığa ve terk edilmeye tahammülsüzlük bulunur.  Kendilik tutarlılıkları ve kendilik değerleri başkalarının varlığına bağlı olduğu için, yalnızlığa tahammül edemezler ve zorlayıcı bir tarzda sosyal olma ihtiyacı hissederler. Bu durum nesne sürekliliğinin olmamasına bağlıdır. Dolayısıyla ancak tutarlı değerleri olan yapılaşmış bir grup içinde, bu grubun bir parçası olarak tutarlı bir kimlik ve kişilik sergileyebilirler. Kendilerini ait hissettikleri bir grupta o grubun ortak kimliğini benimseyerek eksik kimlik duygularını giderebilirler. Çeşitli siyasi, dini ve hatta etnik çevrelerin en militan ve en tutkulu taraftarları genellikle kendi şahsi kimlik sorunlarına bu tarzda çözüm bulmuş kimselerdir.  Bu kişiler gerek grup içinden gerek grup dışından gelen eleştirilere öfke ile yanıt verirler. Gruptaki farklı yaklaşımlara karşı da dışlayıcı ve ötekileştirici tutumlar alırlar.

Ey İnsanlık!

Ey sesimi duyan, beni dinleyen insanlık!
Bilir misin?
Hayatın ne kadar acımasız,
Gençliğin ne kadar boş olduğunu,
Güneşin yakıcılığına inat,
Rüzgarın da asi olduğunu,
Bilir misin?

Kazanmanın ne denli zor,
Harcamanın ne kadar kolay olduğunu,
İnsanı insan olduğu için sevmeyi,
ve bunun bir ibadet olduğunu,
Bilir misin?

Kavganın altında menfaatlerin oduğunu,
Henüz on yaşındaki çocuğu
Gözünün önünde can verirken,
Elleri kolları bağlı bir anne,
Yavrusuna son kez sarılabilmek için
Sessiz çığlıklar atan bir baba olmak nedir,
Bilir misin?

Güneşin doğudan batıp,
Batıdan doğduğu günün,
Zalimin mazluma yaptıklarının hesabını vereceği,
Dünyaya hükmeden sultanların
Alemlerin sahibinin huzurunda
El pençe divan duracağı gün olduğunu
Bilir misin?

Yaşamak

Yaşamak tütüyor burnumda
hazin bir hava
nüfuz ediyor her zerresiyle
etime, kemiğime, tırnağıma…

bir meltemle
dilime dolansa denizin tuzu
bir yağmurla
ruhuma ilişse toprak kokusu
bir tren
götürse beni, benden.

Yaşamak tütüyor burnumda
şöyle derin bir nefes
dolaşsa bedenimin her sokağında
kaybolsa ara caddelerinde uzuvlarımın

bir nefha
dolasa kollarıma
hiç sarılmamış kolları
bir lodos
süpürse, değmemiş
oyalanmalarımı
bir heves
geçse takılmadan
kursağımı…

Yaşamak tütüyor burnumda
lüzum yok pahalı evlere,
arabalara;
bilhassa kalabalığa

yaşamak! El değmemiş huzurla
avaz avaz bir sessizlik uğruna..

Tok Hissedeyim

Benim amacım bu hayatta mutlu olmak. Sevdiklerimle olmak değil, iyi müzik dinlemek değil, istemediğime itiraz etmek değil, şefkat göstermek değil, iyi beslenmek; sağlıklı olmak değil, güzel bir manzaraya dalıp gitmek değil…

Değil, değil, değil! Ben sadece mutlu olmak istiyorum şu hayatta. Tek amacım bu.

Yani ben tok hissetmek istiyorum, doymak istemiyorum. Açsam bile tok gibi olmak, tok gibi görünmek istiyorum. Yememin, yemeğin tadını almamın, koparmamın, çiğnememin, ağzımın yanmasının, o sıcaklığı hissetmemin, içimin ısınmasının, aldığım enerjinin, doyumun hiçbir önemi yok.

Doymamın hiçbir önemi yok. Tok hissedeyim yeter. Amacım bu çünkü. Peki açlığa kaç gün dayanırım? Ölür müyüm? Kalır mıyım?

Onu bilemem…

Bülbülün Çığlığı

Bir ağacın kırılmak üzere olan yemyeşil bir dalının üstünden bana bakıyordu. İçimi büyük bir üzüntü kaplıyordu böyle zamanlarda. Bana bakıyordu ama görmüyordu. Bakmakla görmek arasındaki ince çizgiyi hala anlamamıştı.

Dal olabildiğince sallanıyor, rüzgara yenik düşmemek üzere direniyor ve bekliyordu. Bir aralık durdum ve kafamı çevirdiğimde uçup gitmişti. Ben ise onu görmüştüm. Dışarda bulunan rüzgardan ziyade onun içindeki fırtınayı hissetmiştim içimde. Artık bu fırtınalı gidişi beklemiyordum. İçimden bir şeyleri koparıp götürmüyordu sanki. Gördüğümde dallarım yeşermiyor, rengim canlanmıyordu. Hiç yaşanmayacak bir hüzündü bu. Bize hüznünü yaşamak kalıyordu sadece.

Dal en sonunda kırıldı. Yeşil yaprakları hafifçe döküldü. Sessizlikte bir kanat çırpışı duydum. Yine bakıp ama asla görmeyen bir çift göz beni izliyordu. Renkli yapraklarım kapkara ıslak toprağa kendini bırakırken, bu gözlerin yakınıma doğru geldiğini hissettim. Bir şeyler fısıldıyordu. Fakat ben fırtınanın sesinden duyamıyordum. Sonunda bir ses işittim. Bu ses hayatım boyunca beni susuz bırakacakları ana eş değerdi.

”Gül! Eş sesliliğin içinde eş sessiz olalım. Ben yine o bakışından anlarım. Konuşmayalım.”

Dedi bülbül bana.

Ben ise gül(düm).

Son Dokunuştu

  • Bazı şeyler geçmiyor
  • Senin en son yaptığın,
  • O küçük dokunuş gibi
  • Bir iç çekiyorum…
  • ***
  • Yine geri gelsen güvene bilir miyim?
  • Ellerini tutma cesaretine sahip olabilir miyim?
  • Yapamam bir daha aklım,
  • Son dokunuşta.
  • ***
  • O halde,
  • Güveneceğim de olamazdın.
  • Bir şiir kaldı senden geriye
  • Dokundukça acıtan, okudukça sızlatan…
  • ***
  • Sahi, unutabilir miyim seni?
  • Olmasaydı, yaşanmasaydı bunca şey
  • Gitmeseydin belki, belki olurdu.
  • Oldururdum…
  • ***
  • Şimdi sen yoksun
  • O son dokunuş sende kalan hatıranla.
  • Bir bendeki son dokunuş kaldı gidişinden geriye.!

Özlemek

Kağıdı sararmış bir mektup gibiyim bugünlerde
İçimde binlerce sır, yüzlerce gözyaşı
Ağıtlar yankılanır dağlardan yükseklerde
Yüreğimde binlerce kir, bastırdım kan taşı
Özlemim satır satır işlenmiş gözlerimde
Zihnimde gezinir gerçek, kalbimde yalın doğru
Afakım saklı boğazımda, sözlerimde
Çözülmez dağdağalar, içimde sahipsiz koru
Anılar kâbus gibi her an üzerimde
Bitmek bilmez aldığı cevap, sorduğu soru
Sen pineklerken altın tahtların üzerinde
İstemesen de bir gün varız bir gün yokuz
Paslı bir bıçak bileniyor hırçın bedenimde
Sevmesen de bir gün aç bir gün tokuz

Aydın Yılmaz ve Hilal Gülen yazdı…

Büyük Ev Ablukada: Güneş Yerinde

Büyük Ev Ablukada: Güneş Yerinde, Her Şey Yolunda! Sözleri ve Akorlar
24Okur’da Bu Haftanın Müziği; Büyük Ev Ablukada: Güneş Yerinde, Her Şey Yolunda! Büyük Ev Ablukada Güneş Yerinde şarkı sözleri ve anlamları, Büyük Ev Ablukada – Güneş Yerinde Akorları ve Güneş Yerinde Video Klibi ‘ni bu yazımızda bulacaksınız! Keyifli okumalar, iyi seyirler… Büyük Ev Ablukada: Güneş Yerinde

Güneş Yerinde, Her Şey Yolunda – Şarkı Sözleri

Güneş yerinde, her şey yolunda
Yanıyor eteklerim
Dönüyor yanı başımda

Güneş yerinde, her şey yolunda
Dönüyor, dönüyor, dönüyor

Denizin dövdüğü taşlara benzer
Yüzümün aldığı haller
Evire çevire kapatıyor tokatı suratıma
Aklımın içi, aklımın içindekiler

Çünkü dünya benden ibaret
Öyle olmayaydı şayet
Kafatasımın içinde ne diye dolanıyor
Bütün bu güzellik, bütün bu rezalet
Hepsi benim, hepsi bana ait

Güneş yerinde, her şey yolunda
Yanıyor eteklerim
Dönüyor yanı başımda

Güneş yerinde, her şey yolunda
Dönüyor, dönüyor, dönüyor

Nerde bir sandalın ipi
Çözülecek kim bilir
Korkmaktan kaçmıyorsan artık
Su bile yola dönüşebilir

Gerçekler, tepedeyse gök
Yalanlar, kafadaysa çöl
Gerçekler, dipteyse kum
Yalanlar, laftaysa sel

Bu havaların ardı bozuk
Ne gelecek bilebilseniz
Korkmaktan korkmayalım artık
Ordular ilk hedefiniz kendiniz

Gerçekler tepedeyse gök
Yalanlar kafadaysa çöl
Gerçekler dipteyse kum
Yalanlar laftaysa sel

Güneş yerinde her şey yolunda
Yanıyor eteklerim
Dönüyor yanı başımda

Güneş yerinde her şey yolunda
Yumucam gözlerimi yumucam
Herkes korkar

Bu dünya soğuyacak
Yıldızların arasında bir yıldız
Hem de en ufacıklarından
Mavi kadifede bir yaldız heves yani
Yani bu koskocaman dünyamız

Bu dünya soğuyacak günün birinde
Hatta bir buz yığını veyahut öyle bir bulut gibi de değil
Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız

Güneş Yerinde Her Şey Yolunda Sözleri

 

Büyük Ev Ablukada, Güneş Yerinde’yle Ne Diyor? Sözlerinin Anlamı!

Fırtınayt, Büyük Ev Ablukada‘nın üçüncü albümüdür. “Güneş Yerinde” bu albümün içinde yer alan 9 dakikalık bir şarkıdır. “Güneş Yerinde”yi seslendirenler Galvaniz Gelbiraz & Canavar Banavar’dır.

Bu şarkının sözleri ve tınısı felaket ya da kıyamet hali içinde bir iyimser olmayan umut ve etik çağrı nasıl olur, onun manifestosu gibi. “Kafatasımın içinde ne diye dolanıyor bütün bu güzellik, bütün bu rezalet? Hepsi benim, hepsi bana ait…(Âdeta Tevfik Fikret’in, dünya dönecek cennete insanla inandım demesi gibi) Bu havaların ardı bozuk. Ne gelecek bilebilseniz… Korkmaktan, korkmayalım artık!” İşte bu sözler hem felakete (ya da rezalete) rağmen güzelliği görmenin hem de felakete hiç çekinmeden bakmanın paralel ilerleyebileceğini gösteriyor. Sonra da bunu Nazım Hikmet’in (şaşırtıcı bir biçimde) çizdiği bir kıyamet sahnesine bağlıyor: “Bu dünya soğuyacak günün birinde. Hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta, uçsuz bucaksız.” Bu sahne toplumcu bir iyimserliği elden bırakmayan Nazım için fazla sert, tuhaf ve karanlık. Ama hemen sonrasında Nazım’ın daha tanıdık sesi geliyor: “Şimdiden çekilecek acısı bunun. Duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya ‘Yaşadım’ diyebilmen için.” Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair adlı şiirinde geçen bu felaket tasvirinin korkutuculuğuyla “Güneş Yerinde” lafının iç ferahlatıcılığının birleşmesi tam da gerekli olan pesimist ama dirimsel gücü sağlıyor. Evet burada bir ‘ve’ mantığı değil bir ‘ama’ mantığı işliyor: feci ama güzel bir dünya. Dolayısıyla çıkmak için önce o feciliğe batmak gerekiyor, gerekirse.

Yazımı Nietszche’den bir sözle tamamlamak istiyorum: En derin yaralarla başlar, en derin gülücükler. En yüksek uçurumlardan düşerk en öğr en irsin uçmayı. En derin denizlerde boğula boğula becerirsin tek bir seferde yaşamayı.

Büyük Ev Ablukada – Güneş Yerinde Akorları
Şarkının Tonu: Am

G | -Am -G

Güneş yerinde, her şey yolunda
Em | Am-G -Em-D E-D
Yanıyor eteklerim, dönüyor yanı başımdan.
Bm |
Güneş yerinde, her şey yolunada
G | -Am -G
Dönüyor, dönüyor, dönüyor…

Ara: Em | | | ) x2

Em | -Am -G
Denizin dövdüğü taşlara benzer,
Em |
Yüzümün aldığı haller.
Em
Evire çevire kapatıyor tokadı suratıma;
| -Am -G Em |
Aklımın içi, aklımın içindekiler.

Ara:
Em | D/E |
A/E | Em |

Em | -Am -G
Çünkü dünya benden ibaret.
Em |
Öyle olmayaydı şayet;
Em
Kafatasımın içinde ne diye dolanıyor
Em -Am -G
Bütün bu güzellik, bütün bu rezalet?
Em | Bm |
Hepsi benim, hepsi bana ait.
G | -Am -G
Güneş yerinde, her şey yolunda
Em | Am-G -Em-D E-D
Yanıyor eteklerim, dönüyor yanı başımdan.
Bm |
Güneş yerinde, her şey yolunda
G | -Am -G
Dönüyor, dönüyor, dönüyor…

Ara: Em | | |

Em | -Am -G
Nerede bir sandalın ipi çözülecek kim bilir.
Em |
Korkmaktan kaçmıyorsan artık su bile yola dönüşebilir.
Em Am -G
Gerçekler… Tepede ise gök…
Em Am -G
Yalanlar… Kafada ise çöl…
Em Am -G
Gerçekler.. Dipte ise kum…
Em Am -G
Yalanlar… Lafta ise sel..
Em
Bu havaların ardı bozuk.
Em
Ne gelecek bilebilseniz…
Em
Korkmaktan, korkmayalım artık!
Em
Ordular ilk hedefiniz kendiniz!
Em Am -G
Gerçekler… Tepede ise gök…
Em Am -G
Yalanlar… Kafada ise çöl…
Em Am -G
Gerçekler.. Dipte ise kum…
Em Am -G
Yalanlar… Lafta ise sel..

Ara: Em Am -G ) x4
Em | | | Bm |

G | -Am -G
Güneş yerinde, her şey yolunda
Em | Am-G -Em-D E-D
Yanıyor eteklerim, dönüyor yanı başımdan.
Bm |
Güneş yerinde, her şey yolunda
G | -Am
Yumacağım gözlerimi, yumacağım. Herkes orada…

Ara: Em | E7 | Am | | |

Şiir: Am Em/G -F6 G E7/G# ) x20
“Bu dünya soğuyacak.
Yıldızların arasında bir yıldız…
Hem de en ufacıklarından…
Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani…
Yani bu koskocaman dünyamız…
Bu dünya soğuyacak günün birinde.
Hatta bir buz yığını
Yahut ölü bir bulut gibi de değil
Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Zifiri karanlıkta, uçsuz bucaksız.

Bitiş: Am …

 

Büyük Ev Ablukada: Güneş Yerinde Youtube Klibi

 

24Okur: “Büyük Ev Ablukada: Güneş Yerinde” Yazısına Benzer Müzik Kategorisinden Yazılar;

Türk Romanı İçin Yeni Bir Tür Olan Gotik Edebiyatına Bir Bakış

Gotik Nedir?

Gotik kelimesi aslında önceden eski bir Germen kabilesi olan “Gotlarla, Germenlerle ilişkili olmak” anlamına gelmekteydi. Daha sonra “Gotik” kavramı Avrupa Orta Çağ’ının mimari üslubunu ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle etkileri kilise, katedral ve şatolarda görülmeye başlanmıştır. Gotik mimarinin bu anlamda en bilinen örneği de “Notre Dame Katedrali“dir.

Notre Dame Katedrali‘ni merak edenler için de kısa bir video ekliyorum alta.

Notre Dame Katedrali‘nde de fark edeceğiniz üzere Gotik mimaride en önemli unsurlar ayrıntılı süslemeler, kasvetli odalar, yüksek pencereler ve heykellerdir.

Gotik Roman Nedir?

Gotik roman, 18. yüzyılda İngiltere’de yazılmış olan Hristiyan Orta Çağı’nda kasvetli şatolarda geçen korku dolu hikâyeleri ifade etmek için kullanılmıştır. Daha sonrasında sadece şato gibi yerlerde geçen hikâyeler için değil, insanda korku yaratan, kasvetli mekanlarda geçen korku dolu olayların anlatıldığı eserler için kullanılmaya başlanmıştır. Kasvetli mekanlar varsa tabii ki çözülmesi gereken gizemlerde olmalıdır. Gotik unsurlara fantastik, ütopik, distopik, bilim-kurgu tarzındaki eserlerde sıkça rastlanır. Gotik yazılarda sıkça bazı motiflerle karşılaşırız. Bunlar: Yüce kavramı, arada kalmışlık ve tekinsizliktir (bastırılanın geri dönüşü). Romandaki karakterler yalnızlık, karamsarlık gibi hisleri derinlemesine yaşarlar. Karakterlerin yanında yapılan mekan tasvirleri de oldukça önemlidir. Gotik eserlerin çoğunda Orta Çağ’dan kalma bir dekor kullanılır. Birçok eserde ölümün, çürümenin, hastalığın olduğu sahneler bulunur. Bunlar genellikle gotiğin etkilerini artırmak için kullanılmıştır.

Gotik Unsurların Kullanıldığı Eserler ve Gotik Unsurları Kullanan Yazarlar Kimlerdir?

Gotik roman için en bilinen örnekler, hatta hepimizin bir kez dahi olsa duymuş olduğu “Frankenstain”, “Dracula” isimli romanlardır. Genellikle ilk Gotik roman “Otranto Şatosu” olarak kabul görmüştür. Uğultulu Tepeler ve Doktor Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi’de Gotik romana örnek olarak verilebilecek eserlerdir. Edgar Allan Poe‘da Gotik edebiyatının önemli temsilcileri arasında yer alır. Hatta babası bile diyebiliriz. Türk edebiyatında pek fazla “Gotik” türünde eser veren kişiler ne yazık ki yoktur. En bilindik isimleri şu şekilde sırlayabiliriz: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kerime Nadir, Nezihe Muhiddin, Kenan Hulusi Koray, Hakan Günday, Hakan Bıçakçı, Sadık Yemni ve Mine Söğüt. Özellikle Mine Söğüt‘ün “Deli Kadın Hikâyeleri” bence bu türün en güzel örneklerinden birisidir.

Martin Scorsese İmzalı Sıkı Dostlar’a Yaklaşabilecek Bir Yapım: Legend(Efsane)

Efsane (İngilizce: Legend) 2015 yapımı aksiyon filmi. 1960’lı yıllarda Londra’nın doğu yakasına hakim olan organize suç şebekesi liderleri Kray ikizlerin hikâyesini anlatır.

Film gerçek hayattan uyarlanma olup iki kardeşin hikayesini konu alıyor. 24 Ekim 1933 doğumlu ikiz kardeşler Ron ve Reggie Kray, dünya suç tarihine isimlerini yazdırmış 2 karakter. 60’lı yılların İngiltere’sinde Londra’nın Doğu yakasını hakimiyetleri altına alan ve kurdukları suç şebekesiyle efsaneye dönüşen gangster kardeşler, güç, ün ve paranın getirdiği bir tanrı kompleksi ile kendi sonlarını da getirmişlerdi. Ancak bu durum efsanelerinin unutulmasını değil, tam aksine daha da fazla yayılmasını sağladı. Haklarında çekilen türlü belgesellerin ardından Tom Hardy başrolü ile beyazperde de yerini alan Legend filmi de bunlardan biri. Bu kardeşler ise ikiz. Fakat ikiz olmalarına rağmen tamamen farklı bir karakter yapısına sahipler. Film 1950-1960 yıllarında Londra’da bir çetenin şehirde hüküm sürmesini konu alıyor. Hüküm süren çetenin liderleri ise Ronald ve Reginald Kray. Bir miktar dram, bir miktar biyografi ve bir miktar da polisiyeden oluşan bir film. Tom Hardy iki farklı karakteri canlandırıyor. Bu kardeşlerden Reginald işini nasıl yapacağını bilen zeki bir adam. Ronald ise daha çok aksiyon peşinde koşan, dengesiz kararlar veren, tamamen tutarsız, ne yapacağı kestirelemeyen bir psikopatın teki. Kısacası Ronald eğer Reginald‘ın kardeşi olmasa büyük ihtimalle Reginald tarafından öldürülürdü. Fakat Reginald kardeşlik bağına çok değer verdiği için Ronald‘ın her hatasını telafi etmekle uğraşıyor. İstemeye istemeye de olsa her zaman kardeşinin kardeşinin arkasını kolluyor. Hatta sonunun belki de Ronald tarafından geleceğini bildiği halde yapıyor bunları. Filmde çok güzel bir replik var bu konuyla ilgili “Ne kadar istesem de seni öldüremiyorum.”

Stres altında yavaş yavaş parçalanmakta olan büyük kardeş Reggie ve şiddet düşkünlüğü sebebiyle dehşet saçan küçük kardeş eş cinsel Ron’u ayrı ayrı canlandırma işinin altından başarıyla kalkan oyuncuya, Reggie’nin büyük aşkı Frances rolünde narin yıldız Emily Browning eşlik ediyor. Gangsterleri yakalamaya ant içmiş olan ve en sonunda amacına ulaşan Scotland Yard dedektifi Nipper Read rolünü ise Christopher Eccleston  üstleniyor. Kardeşler arasındaki çekişme, Reggie’nin Frances ile olan ilişkisi ve Ron’un giderek kötüleşen paranoid şizofrenisini ön plana çıkartan yapımın yönetmenliğini ise Salt’ın Oscar ödüllü senaristi Brian Helgeland  üstleniyor. Filmin senaryosuna da imza atan Helgeland’ın dayanağı ise John Pearson imzalı The Profession of Violence kitabı oldu.

Zülfü Livaneli’nin Lirik Romanı: Mutluluk

Zülfü Livaneli‘nin üçüncü romanı Mutluluk’tur. Eserin ilk baskısı Kasım 2002’de İstanbul’da Remzi Kitabevi tarafından gerçekleştirilmiştir. Mutluluk, bir dönem romanı niteliğindedir. Dönem romanları, dönemin sıkıntılarını, dertlerini anlatmasının yanı sıra, içinde bulunulan toplum hakkında da bize bilgi verir. Mutluluk‘ta da okur, Meryem- İrfan ve Cemal’in öykülerini okurken, aynı zamanda romanın geçtiği dönemi ve o dönem Türkiye’sini de tanır.


Romanda Meryem’in tarikat şeyhi olan amcası tarafından tecavüze uğraması ve sonrasında izbe bir ambara kapatılmasıyla başlayan olaylar, Meryem’i öldürme göreviyle karşı karşıya kalan kuzeni Cemal’in de olaylara dâhil oluşuyla devam eder. Ölümden kaçan bu ikilinin çıktıkları uzun yolculukta karşılarına, kendi varoluş problemlerini çözmek ve mutluluğa ulaşmak için sahip olduğu her şeyi geride bırakıp bu serüveni yaşamaya doğru yola çıkan Harvard mezunu bir Profesör olan İrfan Kurudal çıkar. Geçmişlerinden kaçan ve mutluluğu arayan bu üç isim, birbirlerinden farklı olan hikâyeleri ve değer yargılarıyla yüzleşmeye başlar. Romanda Meryem’le birlikte Cemal ve Profesör İrfan’da kaçmaktadır. Cemal, Güneydoğu Anadolu’da Gabar Dağları’ndan PKK terör örgütüyle savaşmış olmanın yarattığı psikolojik bunalımdan, Profesör ise İstanbul’un elit diye bilinen zengin fakat değersiz, lümpen yaşam tarzından kaçmaktadır. Yaşamlarını değiştirecek olayların sonunda Profesör, Meryem’e bir miktar para bırakarak Ege kıyısında bir kasabada yaşayan annesinin yanına döner. Meryem ise amcaoğlu Cemal’i İstanbul’a gönderip o kasabada karşılaştığı ve ailesiyle de yakınlık kurduğu bir delikanlı ile yeni bir hayata adım atma kararı alır. Üç farklı karakterin geride bıraktıkları yaşam öyküleri, arayış ve beklentileri ile birlikte arka fonda çağdaş Türkiye’nin gelenek/modernlik, tarih/bellek yitimi, laiklik/din değerleri arasındaki karmaşık gerçekliği, bu üç farklı karakterin ruh halleri üzerinden aktarılır. Livaneli, Türkiye’nin ve arkaik kültürünün betimlemesini yaparken bu ülkenin ve insanlarının ikilemlerini başarıyla yansıtır.

Modern Türkiye’de apayrı hayatlara sahip bireyler aracılığıyla bu ülkenin güzelliğini, şiddete meylini, kolektif itaatin, saygı ve onur kavramlarının insanları bir yaptırım içerisine nasıl sürüklediğini ve neticesinde mutlu bireyler olmalarını engellediğini gözler önüne sermektedir. Livaneli, bu çıkarımlara ulaşmamızı sağlarken bir yandan da şiddet içinde sevgiyi, sıcaklığı, umutsuzluk içinde umudu, kısıtlamalar içinde özgürlüğü tüm yoğunluğu ile bizlere hissettirir. Diğer romanlarında olduğu gibi Livaneli bu eserinde de her şeyden önce bir hoşgörü izleği etrafında bütün toplumların dinî veya siyasî fanatizme, ayrımcılığa düşmeden bir arada barış ve mutluluk içinde yaşamaları yönünde bir çağrıda bulunmuştur.

Evet rüyalar! Hayatının en büyük gerçeği; kendin olduğun ve gerçek bir insana dönüştüğün tek an. Yaşamındaki en samimi varoluş anı.

Mutluluk, Zülfü Livaneli

Hayatımda mutlu günlerim olmuştu elbette. Ama mesele sadece mutluluk değildi. Önemli olan yaşadığın hayatın bir anlamı, bir değeri olduğunu hissetmekti.

Mutluluk, Zülfü Livaneli

Hep başka insanların seni nasıl gördüğüne göre yaşadın. Çünkü kendin olmaya cesaretin yoktu.

Mutluluk, Zülfü Livaneli