12.9 C
İstanbul
Çarşamba, Mayıs 14, 2025

Dorian Gray’in Portresi-Oscar Wilde

Oscar Wilde’nin tek romanı:Dorian Gray’in Portresi

Oscar Wilde sanat hakkındaki görüşünü Lord Henry’nin ağzından ”Sanatçı güzel şeyler yaratmalıdır ancak onlara kendi yaşantısından bir şeyler katmamalıdır.” şeklinde belirtmiş olmasına rağmen neredeyse oluşturduğu her karaktere kendinden bir şeyler katmış sanki.

Hatta karakterlerden ”Basil Hallward ben olduğumu sandığım kişidir.Lord Henry dünyanın ben olduğumu sandığı kişidir.Dorian ise benim olmak istediğim kişidir belki başka bir çağda…” diye bahsediyor.

Kitaptan birazcık bahsedecek olursak;

Dorian gençliği ve güzelliğiyle insanları büyüleyen bir genç adam.Ressam Basil’in gözünde tapılacak kadar güzel ve bağımsız sanatını zapt edebilecek kadar güçlü.Basil onun için ”Yalın ve güzel bir tabiatı var.” diyor.Basil’in hissettikleri ve düşünceleri beni Dorian’ı gözümde canlandırmaya çok kez sürükledi.Ama asla bir yerde duramadım.

Kitapta Dorian güzelliğini Basil’in portresiyle fark etmiş gibi görünüyor.Ama kesin bir ifade olmadığı için ben zaten farkında olduğunu düşünüyorum.Çok genç ve her konuda çocuksu bir kibre sahip olan Dorian tabloyu gördüğünde büyüleniyor.Ve yaşlandığında bu güzelliğini kaybedeceği için tabloyu kıskanıyor.

Ve bir dilekte bulunuyor. ”Kendisi hep genç kalsın yaşlanan portresi olsun.Kendi güzelliği hiç lekelenmese tablodaki yüzü tüm tutku ve günahlarının yükünü üstlense…

Dorian’ın dileği gerçekleşecektir.Yıllar ilerledikçe Dorian her türlü hazza yelken açmış,kötülük ve günahlarla yüklü bir hayat sürdürmüş ama fiziksel açıdan hiç değişmemiştir.Buna karşılık portresi her geçen yıl yaşlanır ve her günahla biraz daha çirkinleşir.

Öyle bir an gelir ki tablo çirkin bir şeytanın portresine dönüşür.Lanetten kurtalmasının tek yolu onu etmektir..

Birçok duyguyu içinde barındıran fantastik olaylarla kurulu romanda altı çizilecek onlarca cümle var.

”Bir etki yarattınız mı düşman kazandınız demektir.Sevilmek için sıradan biri olmak gerek.

Her birimiz cenneti de cehennemi de içimizde taşıyoruz.

+Bu gece günceme yazacağım. -Neyi? +Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini.

-Sahiden kötü bir etkiniz mi var,Lord Henry? Basil’in söylediği kadar kötü bir etki mi? +İyi etki diye bir şey yoktur,Bay Gray.Her etki ahlaka aykırıdır;bilimsel bir bakış açısıyla ahlaka aykırıdır. -Neden? +Çünkü bir insanı etkilemek ona kendi ruhunu vermektir.O,artık kendi doğal düşünceleri ile düşünemez ya da kendi doğal tutkuları ile yanmaz. Erdemleri onun için gerçek değildir artık.Günahları,eğer günah diye bir şey varsa,ödünç alınmıştır.Başka birinin müziğinin yankısına ona yazılmamış bir rolün oyuncusuna dönüşürler.

Bir kişiliği mahvetmek istiyorsan tek yapacağın iş onu düzeltmeye çalışmaktır.

Bana sorarsan kadınların bizden istedikleri şey başlangıçta bize vermiş oldukları şeylerdir,diye yanıtladı.Onlar bizim benliğimizde sevgi yaratıyorlar.Bunu bizden istemeye hakları var.

Keşke aşık olabilseydim,dedi Dorian Gray sesinde derin bir acıyla.Ama tutkuyu yitirmiş,arzuyu unutmuş gibiyim.kendime fazla dönüğüm.Kendi kişiliğim benim için bir yük haline geldi.Kaçmak,uzaklara gitmek,unutmak istiyorum.

İnsanoğlu kendini fazla ciddiye alıyor.İnsanlık tarihinde işlenen ilk günah budur.Mağara insanı gülmeyi bilseydi,tarih çok farklı gelişirdi.”

2020 Ajandanı Tasarla

Malum yılbaşı hazırlıklarına başladık. Yılın en hareketli, en umut dolu, en yeniliklere açık zamanındayız. Bir yılı bitirirken neleri geride bıraktık, hangi özel günlere şahitlik ettik, sağlık randevularımız ne zamandı?, bir sonraki kontrol tarihimiz ne? sevdiklerimizin unutulmaması gereken özel günleri ne zaman? gibi soruların fizibilitesini yapabilmemiz için ajandalar büyük kurtarıcılardır. ‘Söz uçar, yazı kalır’ atasözünün de dediği gibi, hem mevcut yılımızı, aylarımızı, haftalarımızı planlayabilmek adına, hem de hatıralarımızı unutmamak adına notlar almaya bayılıyorum. Bu zamana kadar tutmuş olduğum defterlerin sayısını unuttum. Ciltli, kapaklı hazır ajandalar senenin bu zamanlarında gerçekten pahalı oluyor. Haydı karıştır dolapları. Hiç kullanmadığın boş defterlerin mutlaka vardır. İşte sizlere maliyetsiz, kapağından sayfalarına kadar sizin tasarlayacağınız ajandanızı oluşturabilmeniz için ufak tavsiyeler.

  • Resmi Tatiller

Dinlenmek, tatile çıkmak, kendimize zaman ayırmak hepimizin hakkı. Önceden plan yapmak her zaman avantaj sağlar. Resmi tatilleri internet sitelerinden edinmek çok kolay. Sayfanızın birini resmi tatillere, sınav tarihlerinize, izinlerinize göre ayarlamak işinize yarayacaktır.

  • Hatırlatıcılar

Hatırlatıcılara hastane randevularını, sınav takvimini, kullandığın ilaçları, yenilemen gereken sigortlarını, son ödeme tarihine göre faturalarını yazabilirsin. Kafamız çok meşgul, unutmayalım değil mi?

  • Doğum Günleri Ve Özel Günler

Kim istemez ki özel günlerinde hatırlanmayı? Doğum günü unutan bir sevgili ya da arkadaş olmak istemiyorsanız, hatta yeğen, evlat, öğrenci… Yazın doğum günlerini ay sırasına göre. Ve sevdiklerinizi mutlu edin.

  • Ayları Ve Haftaları Kendine Göre Tasarla

Her ay sana ne anımsatıyorsa, her ayda hangi renkleri seviyorsan al boya kalemlerini eline tasarla boş sayfanı.

Takvimden faydalanıp, ayın 1.gününden itibaren gün cetveli oluşturabilirsin. Böylelikle her ay yapacaklarını planlaman çok keyifli olacak.

Ağlayan Kaya Efsanesi

Bugün, Manisa’da yer alan “Ağlayan Kaya”nın o iç acıtan hikâyesini sizlere anlatmaya çalışacağım. Bu hikâye, bir annenin, gözlerinin önünde çocuklarının öldürülmesinin hikâyesidir.

Bu hikâyedeki anne Niobe’dir. Niobe, Yarı Tanrı olan Tantalos’un kızıdır. Onun çocukluğu hepimizin de ismine aşina olduğumuz Hera ile birlikte geçmiştir. Evlilik çağına geldiği zaman Thebai Kralı olan Amphion ile evlenir. Yedisi kız, yedisi de erkek olmak üzere on dört tane çocukları olur. Niobe, bu kadar çok çocuğunun olması ile gururlanır ve Hera’nın sadece iki çocuğu olduğu için onu küçümser. Kendisini ondan üstün görür.

Hera, Niobe’nin kendisini küçümsemesine çok sinirlenir ve çocuklarına Niobe’yi cezalandırmalarını ve onun çocuklarını öldürmelerini söyler. Artemis ve Apollon oklarıyla Niobe’nin gözleri önünde çocuklarını öldürür. Çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar. Onlardan hiç ayrılmaz. Zeus, Niobe’nin bu içler acısı haline acır ve onun acısını dindirmek için onu ağladığı yerde bir taş haline getirir. Bu da Manisa’da bulunan “Ağlayan Kaya”dır.

Psikoloji Biliminde Ekoller

Structuralism-Yapısalcılık

Almanya’da Leipzig Üniversitesi’nde fizyolog ve felsefeci olan Wilhelm Wundt tarafından ilk psikoloji laboratuvarı 1879′ da resmen kurulmuştur ve bu ekole göre psikoloji; insan zihninin yapısını ve öğelerini incelemelidir. İnsan düşüncesinin temel birimlerini anlamlandırıp saptayabilmek için, onu oluşturan temel elementleri saptamaya çalışılmıştır başka bir deyişle duyusal uyarıcılarımızdan anlamlı kalıplar yaratma sürecini incelemiştir. Örneğin bir muza baktığımızda hemen düşündüğümüz şey, “işte bir meyve, soyulup yenilecek bir şey” dir. Oysa Wundt’a göre gördüğümüz şey yalnızca uzun, sarı bir şeydir bize soyulup yenilecek bilgisini veren düşünce de yalnızca geçmiş deneyimlerimizden çıkardığımız sonuçlardır.

Wundt’un çalışmaları yapısalcılık alanında önemli olsa da bu alanda asıl önemli kişi Edward Titchener’dır. Wundt ile çalıştıktan sonra Leipzig’den ayrılıp yeni bir bilim dalı olan psikolojinin adını tüm dünyaya duyurmuştur. ABD’de kendi laboratuvarını açan Titchener’e göre psikoloji bilincin bilimidir; yani örneğin fizik bilimine bu bilimi yapan gözlemcinin katılmış hâlidir. Fizikte bir kilometre veya bir saat kesin doğrulukta bir ölçümdür. Oysa bu durum o gözlemciye göre sanki bir kilometre bin kilometreymiş ve bir saat birkaç saniyeymiş gibi gelebilir. Titchener’e göre psikoloji bu tip deneyimlerimizin incelemesidir. Biz bir muza baktığımızda o an hissettiğimiz şey onu görüp sevmemiz ve zihnimizde daha önceden gördüğümüz diğer muz görüntüleri ile birleştirmemizdir.Titchener’e göre en karmaşık duygu ve düşünceler bile bu basit öğelere indirgenebilir ve psikologların görevi ise bu öğeleri belirleyip nasıl bir araya geldiklerini göstermektir. Deneyimlerin temel birimlerini ve nasıl birleşip bir araya geldiklerini öne çıkaran bu ekole yapısalcılık denir.

Kağıdın Tutuşma Sıcaklığı Üzerine

Ve kitap kağıdının tutuşup yandığı sıcaklıkla başladı her şey. İnsanoğlu düşünmemeyi seçti, kitaplara düşman oldular. Ve biraz düşünedursunlar korku ile vazgeçmeyi tercih ettiler. Konforlarını bozmamak adına tabii. Ray Bradbury’n distopya türündeki çarpıcı eseriydi Fahrenheit 451.

Hikayemizin kahramanı Guy Montag isminde sıradan bir itfaiyeci. Yazarın bu dünyasında itfaiyeciler yangınları söndürme görevinde değillerdi, tek görevleri kitapları yakmaktı. Evet kurtarıcılıktan ziyade infaz memurlarıydı itfaiyeciler. Kitap bir tehlikeydi, düşünmeydi ve yok edilmeliydi. Bay Montag’ın tam olarak yaptığı da buydu, kitapları yakmaktı ve bu işi on yıldır azimle yapmaktaydı. Bir gün Bay Montag komşularının 17 yaşındaki kızları Clarisse ile tanışır ve dünyası değişir. Adeta yıkıma uğrar. Sıradan, sorgulamadığı hayatını sorgulamayı öğrenir bu genç kızdan! Clarisse Montag’ın ufkunu açmayı başarır. Mutlu olmak ya da olmamak, temeldeki sorun budur. Herkes gibi Montag da bu sorudan bu vakte kadar kaçmıştır. Rahat bir şekilde yaşamak varken neden düşünmek isterdi ki insan? Yaşadığı dünyayı anlamlandırmak içindi elbette. Montag da bu soruyu kendine sorarken aynı zamanda çevresini tahlil etmeye başladı. Eşi Mildred Morgan, 10 yıldır yaptığı işini ve çavuşu Beatty ve diğer arkadaşlarını iç dünyasında sorgular ve duygularına yenik düşerek de açıkça sorgulamaya başlar. Yaşamın öyle de tozpembe olmadığını fark etmiştir, fark etmiştir ve artık geri dönülmez bir yola girmiştir. Rahatı çoktan kaçmıştır, mücadele ruhu ile kitaplara tutunmak ister, tabii kurgu bu ya ne mümkündür. Ve hayatı birkaç gün içerisinde karmaşık hale bürünür. Övgü ile anılırken hainlikle suçlanır, infazına karar verilir. Barınamayacağı bu dünyasından kaçmayı dener ve başarır da. Aslında yanlışları doğruları ile yer değiştirmiştir, ya da bu yozlaşan yaşam tarzının doğruları ile kabul edilen yanlışları.

Birçok okuyucu ve eleştirmen Bradbury’n dönemin baskıcı rejimini eleştirdiğini ifade etse de aslında romanının yanlış yorumlandığına, televizyonun hayatımıza girmesi ile, kitaplara ve edebiyata olan ilginin azalmasını eleştirmek amacıyla yazdığını bir söyleşide dile getirmiştir. Eserde suçluların devlet olmayıp, halkın olduğunu savunmaktadır. Aslına bakılırsa eseri okuduğumda benim de düşüncem rejimi eleştirdiği yönündeydi. Eserin son sözünde böyle bir aydınlanma yaşadım. Çağımızda da büyük bir sorun olan TV izleme oranının yüksekliği, yanında da sosyal medya-internet bağımlılığı ve kitap okuma oranımızın git gide düşmesi Ray Bradbury’n isyanını aklar nitelikte. Aslında beynimiz dile gelebilseydi, bize ne demek isterdi diye sorsak fena olmazdı sanırım. Hem okurken, hem de okuduktan sonra düşündüren ve eskimeyen bir eser. Okumanız dileğiyle.

“Parmaklıklar Arkasına”

Terk ettiklerimin aksine kahkahalar armağan ediyorsun bana.

Yağmur sonrası gökyüzü gibi apaçık yüreğim. Isıtamadıklarımı başka parmaklar arasına bıraktım, belki de parmaklıklar arkasına…

Gözlerimin arasında incecik sızlıyor özlemim,
Bir “Akşam Şairi” dökülüyor dudaklarımdan.

Sahi ya penceremde saksılar biriktiriyorum, gelirsin de bana açacak çiçeklerimin tohumlarını getirirsin diye.
Ama ancak acının fideleri alışıyor toprağıma.

Alışmak zor değil de kabulleniş üşütüyor parmak uçlarımı.

Bu uzakta kalışların deliyor sessiz gecemin çığlıklarını,
Bir değil, iki değil bu uzakta bırakışların.
“Gelme” desen yakmazdı bu kadar ruhumu,
Sen “Görmüyorsun”
Göremiyorsun…
Ben ise “Gelemiyorum”

39+1

Bugün ne yazık ki hepimiz kötü bir haberle gözlerimizi açtık. Ceren Özdemir… Daha 20 yaşında gencecik bir kız çocuğu. Belki de tüm kalbiyle severek yaptığı tek şey baleydi. O, gelip kalbini ortadan ikiye ayırıncaya dek…

20 yaşındaki o gencecik kız çocuğu evinin önünde kalbini ortadan ikiye ayıran bir bıçak darbesiyle ne yazık ki bu hayata gözlerini yumdu. Tüm hayalleri, belki de bu dünyanın hâlâ iyi bir yer olabileceğine dair umutları o bıçak darbesiyle öldü. Onun katili sadece bedenen onu öldürmedi. Onun hayallerini, umutlarını, sevinçlerini ve beklentilerini de öldürdü.

Kaç kişi daha eksileceğiz bu dünyadan? Kaç kişi daha canımıza kıyacak? Daha kaç gece daha korkuyla koşarak bir an önce eve gitmek için acele edeceğiz? Gerçekten bir gün rahat bir nefes alabilecek miyiz? Her an ölümün o nefesini ensemizde hissetmekten kurtulabilecek miyiz? Bu soruları sormadığımız gün artık bu insanlığa dair bir umudum olacak.

Ortaya çıkan veriler ne yazık ki hiç iç açıcı değil. Sadece bu yıl kasım ayında 39 kadın öldürüldü. 39 Kadın. Buna inanabiliyor musunuz? 39 can, 39 umut, 39 hayal öldürüldü. Bu kadınların canlarını alan kişilerin %28’i evli olduğu erkek, %10 oranında baba ve birlikte olduğu erkekler, %8 oranında akraba veya tanıdıkları, %5’i boşandığı erkek ve oğlu, %3’ü ayrıldığı erkek ve kardeşi. Hepsi canım, kanım, en yakınım dediği kişiler. Sevgi öldürür mü hiç? Sevgi, yeniden doğurur, öldürmez. Bir çiçek solmak üzereyken ona sevgi gösterdiğinizde, biraz su verdiğinizde hemen yeniden canlanmaya başlar. Bir hayvana azıcık sevgi gösterip, onun yaralarını iyileştirdiğinizde o size verdiğiniz sevginin bin katını verir. Hep suçu kadınlarda arıyorsunuz ya, peki siz onlara sevgi gösteriyor musunuz? Onların yaralarını sarıp, düştükleri yerden kaldırıyor musunuz?

Öldürülme sebeplerine baktığımızda artık pes diyecek duruma geliyoruz. Niye bu 39 melek öldürüldü biliyor musunuz? Boşanmak istedikleri için, barışmak istemedikleri için, arkadaşlık isteklerini reddettikleri için, tabii bir de daha şüpheli ölüm ve ölüm sebepleri tespit edilememiş olanlarda var. Bu güzel melekler sadece “hayır” dedikleri için öldürüldüler. Sadece “hayır” dedikleri için.

Sosin Küçükgüven

Sosin Küçükgüven, Yalova’dan, Bursa’da Jandarma Uzman Çavuş olarak görev yapan erkek arkadaşını ziyarete gitmişti. O ziyarete gittiği erkek arkadaşı kıskançlık yüzünden onu silahla öldürdü.

Seda Kurt

Seda Kurt, dini nikahlı eşi tarafından 2 çocuğunun gözleri önünde acımasızca öldürüldü.

Zehra Özkan

Kuzeni, Zehra Özkan’ı 14 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Ardından da Zehra’nın ağzından şöyle bir mektup yazdı: “Ben iyiyim. Beni merak etmeyin. Köyde adım çıktığı için ve herkes beni konuştuğu için oradan uzaklaştım. Birini buldum, onunla evleneceğim.”

Güleda Cankel

Güleda Cankel, ayrılmak istediği erkek arkadaşı tarafından önce boğazı sıkılıp, kabloyla boğulduktan sonra kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Daha 19 yaşında gencecik bir kızdı. Bu da yetmezmiş gibi katili sosyal medyada: “Bitti, canınız istediği zaman ölmeyeceksiniz.” ifadeleri içeren bir yazı yazıp tarih ve saati ekledi.

Biz artık bir erkeğin arzusunun nesnesi olmak istemiyoruz. Neşet Ertaş’ın dediği gibi “Kadınlar insandır, erkekler insanoğlu.” Sizleri de bu dünyaya getiren, büyüten, kendisi yemeyip size yediren, kendisi giymeyip size giydiren bir kadın. Sizleri bu yaşa binbir emekle getiren annelerinizi nasıl öldürebiliyorsunuz? Peki birini seviyorum deyip nasıl öldürebiliyorsunuz? Sevgi bu mu? Hayır. Sevgi, emektir. Sevgi fedakârlıktır. O seni sevmese bile ona karşı duyduğun saygıdır sevgi.

Bir erkek çocuğunuz olduğunda ona kadınlara değer vermenin ne kadar güzel bir şey olduğunu ve kadınların sadece erkeklerin arzusunun nesnesi olmadığını öğretin.

Black Widow Geri Döndü!

Marvel Evreni’nde Scarlett Johansson tarafından canlandırılan Black Widow’un ilk kendine has filmi Mayıs 2020’de vizyona girecek. 3 Aralık sabahı ise filmin ilk fragmanı yayınlandı!

Marvel Evreni’ne Iron Man 2 filmi ile giriş yapan Natasha Romanoff bir casustur. Yenilmezler’e (Avengers) katıldıktan sonra ailesini bulduğuna inanan Black Widow’un (Karadul) bu filmde ailesini ve geçmişi göreceğiz. Film Rusya, Hırvatistan, Belarus ve Macaristan’da geçecek.

Fragmanı aşağıdan izleyebilirsiniz.

Tanrı’ya İnanç

Seni gören inanır Tanrıya,
Seni,
Gören güzelliğini,
İnanır meleklere.
Bir Seni,
Bir de bilen gökyüzünü.
Anlatmak isterdim Sana o güzel yüzünü…
Ne desem boş,
Ne desem anlamsız.
Nasıl anlatır ki imanı bir Allah’sız.
Ölümden korktuğum kadar severim Seni
Gerisi boş,
Gerisi anlamsız.

10.06.2016 \ 01:47
*HAD

Kraliyet Sarayına Uzanan Bir Hayat: Rasputin

Tam adı Grigori Yefimovich Rasputin. 1869’da Ural Dağlarının yakınındaki Pokrovskoye köyünde toprak zengini bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşlarda kaybettiği iki kardeşinin ölümü onu derinden etkiler. Rasputin’in mistik havası küçük yaşlarda kendisini gösterir. Babasının çiftliğinde çalınan bir atın hırsızını görmemesine rağmen hırsızın adını babasına söyleyen Rasputin, hırsızın suçunu itiraf etmesi sonucu tüm gözleri üstüne çekmiştir. Çünkü hırsız Rasputin’in ismini verdiği kişidir.



Rasputin yaşadığı köyde pek sevilmezdi. Yaptığı hırsızlıklar ve kadınlara olan düşkünlüğü onun köyden kovulmasına yol açtı. En son yaptığı bir hırsızlık suçundan dolayı köy yargıcı tarafından köyden uzaklaşması için hacca yollandı. Bu ceza Rasputin’in yaşamında bir dönüm noktası oldu.
Okuma yazması olmayan bu uzun boylu genç yol üzerinde gördüğü çoğu manastır ve kiliseye giderek çeşitli eğitimler almıştır. Değişik dini tarikatlara da giren Rasputin hiçbirinden etkilenmeyerek öğrendiklerini kendi benliğinde eritip kendine özgü dini bir yaklaşım belirlemiştir.



Uzun yolculuklar sonrası Rasputin’in yolu dönemin Rusya’sının merkezi olan St. Petersburg’a düşer. 1905 yılında düzenlenen bir dini toplantıda verdiği vaaz tüm dini çevreleri etkiler. Bu vaazdan sonra St. Petersburg’da hızla bir üne kavuşan Rasputin yüksek sosyete içerisinde ki yerini de alır.
Gözlerindeki o etkileyici bakışlar baktığı kişiyi adeta hipnotize etmektedir. Rasputin’in en büyük düşkünlüğü kadınlardır. Tanındığı çevrelerde adeta bir seks makinesi olarak nitelendirilen Rasputin, St. Petersburg’da kadınlardan oluşan bir tarikat da kurmuştur. Rasputin’in cinsel organı ölümünden sonra incelenmek üzere kesilmiştir ve bir kavanozda saklanmaktadır.



Rasputin’in Kraliyet Sarayına girmesi de uzun sürmedi. Ünü hızla yayılan Rasputin Çar II.Nikolay’ın en küçük çocuğu ve tahtın veliahtı olan Aleksey’in hemofili hastalığına yakalanması sonucu sarayda bulur kendisini. Aleksey’in acılarını dindiren Rasputin, Çar Nikolay ve Çariçe Aleksandrova’nın sadık birer dostu oldu. Kraliyet Sarayında sözü dinlenir olan Rasputin Çar Nikolayı da etkisi altına almaya başlar. Bu dönemde devrim ayaklanması ve Japonya ile girilen savaşla uğraşan Çarlık son demlerini yaşamaktadır. Çariçe Aleksandrova’nın Rasputin’e yazdığı aşk mektuplarının dışarıya sızması sonucu Rasputin tüm okları üzerine çevirir. Fakar Çar Nikolay ve veliaht Aleksey Rasputin’e muhtaçtır.



Siyasi kararlara iyice karışmaya başlayan Rasputin Alman yanlısı olmasının yanı sıra Rusya’nın Dünya Savaşı’ndan bir an önce çekilmesi gerektiğini ve devrimin her an gerçekleşebileceğini ön görmesi İngilizleri rahatsız etti. Yüzyıllardır İngilizlerin kullandığı ajan ile suikast yöntemi Rasputin için de devreye girer. İngiltere, Çar’ın yeğeniyle evli olan Prens Yusupov ile işbirliği yapar. Prens, 30 Aralık 1916 tarihinde St. Petersburg’daki sarayında verdiği bir davete Rasputin’i de çağırır. Davetten önce Rasputin’i özel bir oda da ağırlayan Prens, Rasputin’e birbirinden farklı ikramlarda bulunur. Bu ikramlar siyanürlü ikramlardır. Rasputin’e bir şey olmadığını fark eden prens telaşla yan odada bulunan İngiliz ajandan yardım ister. Ajandan silah alan Prens odaya girer girmez Rasputin’e iki al ateş eder. Rasputin’in öldüğünden emin olan Prens yukarı çıkar ve diğer işbirlikçileri çağırır. Odaya tekrar döndüklerinde Rasputin’i karşılarında ayakta gören işbirlikçiler şaşkınlıktan oldukları yerde dona kalır. Bu boşluğu iyi değerlendiren Rasputin bahçeye doğru kaçar. Üzerlerinde ki şaşkınlığı atan ajanlar Rasputin’in ardı sıra bahçeye doğru koşar. Rasputin tam bahçe duvarından atlarken sırtından vurulur ve yere yıkılır. Rasputin’in cesedini Neva Nehri’ne atarlar. Ceset birkaç gün sonra nehirden çıkarılır; otopsi yapılır. Otopsi raporuna göre Rasputin, kurşunlardan değil ciğerine dolan sudan dolayı boğularak ölmüştür. Rasputin nehirde boğularak ölen kardeşlerinin kaderini yaşar.

Fatih Duman İle Ufak Bir Sohbet

Ben anlatmanın bir yolunu buldum. Yazarak anlatıyorum. İnsanlara pek çok şey anlatılabilirdi. Ben yazarak anlatmayı tercih ettim.

Fatih Duman; 1987 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğdu. 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir dönem Ürdün Devlet Üniversitesi’nde de öğrencilik yapan Fatih Duman Dokuz Eylül Üniversitesinde Türk- İslam Edebiyatı alanında yüksek lisans yapmaktadır.
Birçok gazete ve dergide yazıları yayımlanan Fatih Duman aynı zamanda Moral FM’de radyo programcılığı yapmaktadır.

Ben: Yazmaya ne zaman başladınız?
Fatih Duman: 22 yaşındaydım. Yazdım bir dosya, rastgele bütün yayın evlerine ve yayın yönetmenlerine gönderdim. Sadece nesil yayınlarının genel yayın yönetmeni dönüş yaptı. Ben de kitabımı basar mısınız yani dedim. Önümüzdeki ay basacağız dediler. Sonra bastılar, sonra o kitap çok sattı. Ben de niye sattığını anlamadım 🙂 cidden anlamadım ama yani. Ben basılır mı diye hayal ederken bir ay sonra 2.baskısı olur mu dedim 3 ayda 7.baskıyı yaptık. Aslında ben başlamak için tercih etmedim. Sadece ben anlatmanın bir yolunu buldum. Yazarak anlatıyorum. İnsanlara pek çok şey anlatılabilirdi. Ben yazarak anlatmayı tercih ettim. Belki konuşsam bu kadar dinleyenim olmazdı yazıyorum diye dinliyorlar.

Ben: Hayatımda dönüm noktam dediğiniz bir an, bir olay var mı?
Fatih Duman: Kitap olarak düşünüyorsam dönüm noktamı ‘Ene’. Ene kitabı benim için bir dönüm noktası. Ama başka bir dönüm noktası nedir diye sorarsan galiba nesil yayınlarına gitttiğimde 25 yaşındaydım işte 3- 4 senelik yazardım yani kitap yazıyordum. O zaman çok sıkıştırmıştım ben genç bir yazarım beni insanlarla tanıştırın gibi şeyler söylerken Nesil yayınlarında Yavuz Bahadıroğlu’nun odası var. Kapısını çalıp içeriye girdim. Bana baktı, sen kimsin dedi. Fatih Duman’ım. Ne istiyorsun dedi, uzun şeyler isteyeceğim içeriye girsem olur mu? dedim. Gir dedi, o günden beri o kapıdan içerdeyim. Galiba bu da bir dönüm noktası benim için. Çünkü çok şey öğrendim.

Ben: Amacınız ne, neden yazıyorsunuz?
Fatih Duman: Aslında net bir amacım yok ben derdimi anlatmaya çalışıyorum. Kendimi anlatmaya çalışıyorum. İnsanlar kendilerini anlatmak için türlü türlü yollar seçiyor benim yolum da yazmak.

Ben: Peki sizce anlaşılıyor musunuz?
Fatih Duman: Şöyle bir şey duymuştum; bir kerede anlaşılan kitap kolay kitaptır. Kolay yazılan kitap kolay anlaşılır. Demişti birisi bana. Ben de öyle düşünüyorum, anlaşılıyor muyum kısmen evet en azından hissediliyorum. Hissettiğim şeyi anlıyorlar en azından. Yazdığım her şeyi anlamasalar da bu da güzel bir şey benim açımdan. Çünkü ben kimseye bir şey öğretmek istemiyorum. İnsanlara bir şey hissettirmek istiyorum, hissediyorlar da.. Ve bence etkili.

Anlayan birini bulamadığın zaman susmak çok daha manalı ve çok daha faydalı,öyle olmalı.Bir de şu var ki içimizde olan her cümleyi söylemek konuşmak demek değildir… Biraz sükut lazım yani.

Fatih Duman-İkra

Ben: Gençlere bir tavsiyeniz var mı?
Fatih Duman: Gençlere net bir şey tavsiye edemem ama ben hayatımda yaptığım bir şeyi söyleyebilirim. Bana şimdiye kadar şunu yapar mısın dedikleri hiçbir şeye yapamam demedim. Deneyip yapamadıklarım oldu o doğru ama yapamam diyerek hiçbir şeyi reddettiğim olmadı. Hayal kuruyorum, hala kuruyorum. Hayal kurduğum şeylere de inanıyorum, inandığım şeyleri de yapmaya çalışıyorum. Yapabildiklerim de var, yapamadıklarım da var ama bence insan hayal ettiği kadardır. Ben de kendi hayallerimin üzerinden bir şeyler yapıyorum. Üç kitabım çıkmadan kendime yazar demeyeceğim dedim. Hiçbir yerde de ilk üç kitabım çıkmadan ’yazar’ yazdırmadım. Ondan sonra da 35 yaşından sonra bu işten para kazanacağım diye inandım. Ha kazanmıyor muyum kazanıyorum ayrı bir şey para için yapmıyorum bunu ama 35 yaşından sonra olacaksa olacak diye düşündüm. Bence hayal etsinler, hayal ettikleri şeye de inansınlar. Yapamam diye düşünmesinler. 20’li yaşlardan küçükken en çok duyduğum cümle ‘yapamazsın’dı. Ama yaptım, ısrarla yapıyorum da.

Ben: Bugüne kadar hep size soruldu siz cevapladınız. Bunu sorsalar da cevaplasam dediğiniz bir soru var mı?
Fatih Duman: Keşke ne için, kim için yazıyorsun diye sorsanız.

Ben: Kitabı yazarken sonunu düşünüyor musunuz?
Fatih Duman: En önce sonunu yazıyorum. Sonunu yazmadan başına başlamıyorum. Yani sonunu kafamda kurgulamadan başına başlamıyorum. Belki de bu da benim yöntemim. Önce en sonunu bulup sonra onun üzerine yazıyorum. Genellikle kitaplarımda da zaten kitabın sonunda tekrar başına dönüyor. Yani kitabın sonu başı olmuş oluyor.  

O kısıtlı sürede ve o kadar kalabalığın içinde sorularımı yanıtlayıp vakit ayırdığı için tekrar teşekkür ederim kendisine..

Bir Rüyada Yaşıyor Olmalıyım

Bugün bir psikolojik rahatsızlık olan depersonalizasyondan bahsedeceğiz. Depersonalizasyon, kişinin kendine yabancılaşması, kendini dışarıdan üçüncü bir kişi olarak izlemesi durumudur.

“Hissizleşir ve bir rüya içerisindedir.”

Bu rahatsızlıkta, kişiler çevresinde olup bitenlere, kendisiyle ilgili olan herhangi bir şeye, bir duruma tepki göstermez, tepkisiz kalır. Mesela elini sıcak bir sobaya veya sıcak bir cisme dokundurduğunda herhangi bir yanma veya acı hissetmez. O kadar kendinden soyutlanmıştır ki herhangi bir duyguyu artık hissedemez hâle gelir. Kendisinin bir rüya içerisinde olduğunu düşünür. Kendisine yabancılaşır. Artık iç dünyasında ve dış dünyasında yaşadığı her şey başka birine aitmiş gibi gelir ona.

“Beynimiz yoğun depresyon ve anksiyete yüzünden yorgun düşer.”

Genellikle bu durum yoğun bir şekilde yaşanan depresyon ve anksiyete durumlarında ortaya çıkar. Aslında zihnimiz kendini koruma iç güdüsü ile hareket ettiği için bu durum oluşur. Bu yoğun depresyon ve anksiyete yüzünden beynimiz ne yazık ki yorgun düşer ve artık “ben bu şeylerle uğraşmak istemiyorum” diyerek bu can sıkan, kötü hislerden kendini uzaklaştırır. Bu yüzden de artık o yaşanan durum bize ait değil de sanki başkasına ait gibi gelir. Ne yazık ki bu durum kişiyi rahatlatması gerekirken daha çok kendinde bir sorun olduğunu düşündürmeye başlar.

“Tek neden depresyon ve anksiyete değil.”

Bu rahatsızlığın tek nedeni anksiyete ve depresyon değildir. Bunun yanında madde kullanımı, epilepsi ve çeşitli beyinde oluşan rahatsızlıklar bu durumu tetikleyen etkenlerdir.

Nostaljik Kadınlar

1-) Yeşim SALKIM – Deli Mavi

2-) Aşkın Nur YENGİ – Serserim Benim

3-) Sibel BİLGİÇ – Alışamadım

4-) Nalan – Hani

5-) Jale – Üzgünüm

6-) Leman SAM – Aşkımdan Vazgeçme

7-) Emel MÜFTÜOĞLU – Korkuyorum

😎 Asya – Pişmanım

9-) Yıldız TİLBE – Delikanlım

10-) Hazal – Bozuyorum Yeminimi

11-) Nilüfer ÖRER – Mevsim Bahar

12-) Sertab ERENER – Rüya

13-) İzel – Kızımız Olacaktı

14-) Nazan ÖNCEL – Gitme Kal Bu Şehirde

15-) Sima SARIKAYA – Herşeye Rağmen

16-) Ferda Anıl YARKIN – Sonuna Kadar

17-) Eda BERKER – Beni Sana Hapsettin

18-) Sertab ERENER – Vur Yüreğim

19-) Niran ÜNSAL – Haktan

20-) Niran ÜNSAL – Zorlu Sevdam

21-) Zeynep CASALİNİ – Duvar

22-) Nilüfer – Her Sevda Yeni Bir Veda

23-) Vega – Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı

24-) Sibel ALAS – Adam

25-) Demet SAĞIROĞLU – Arnavut Kaldırımı

26-) Aşkın Nur YENGİ – Susma

27-) Deniz ARCAK – Vurur

28-) Emel SAYIN – Duydum ki Unutmuşsun Gözlerimin Rengini

29-) Ajda PEKKAN- Boşvermişim Dünyaya

30-) Semiramis PEKKAN – Olmaz Olmaz Bu İş Olamaz

31-) Ajda PEKKAN & Ajda – Sana Ne Kime Ne

32-) Perihan ALTINDAĞ SÖZERİ – Bir İhtimal Daha Var

33-) Ayla DİKMEN – Anlamazdın

34-) Funda – Çaresizim

35-) Füsun ÖNAL – Oh Olsun

36-) Şenay – Sev Kardeşim

37-) Ajda PEKKAN – Kimler Geldi Kimler Geçti

38-) Füsun ÖNAL – Ah Nerede Vah Nerede

39-) Seyyal TANER – Son Verdim Kalbimin İşine

40-) Yasemin KUMRAL – Bim Bam Bom

41-) Ajda PEKKAN & Ajda – Hoşgör Sen

42-) Nilüfer – Dünya Dönüyor

43-) Sezen AKSU – Kaç Yıl Geçti Aradan

44-) Nilüfer – Selam Söyle

45-) Rüçhan ÇAMAY – Ne Haber

46-) Gökben – Aşk Dediğin Laftır

47-) Ajda PEKKAN- Bambaşka Biri

48-) Nil BURAK – Birisine Birisine

49-) Füsun ÖNAL- Söyleyin Arkadaşlar

50-) Ajda PEKKAN- Haykıracak Nefesim Kalmasa Bile

51-) Yıldız TİLBE – Kış Güneşi

52-) Füsun ÖNAL – Bigudi

53-) Nonna BELLA – Kâtibim

54-) Jale BİRSEL – Çapkın Kız

55-) Semiramis PEKKAN – Bana Yalan Söylediler

56-) Ayten ALPMAN – Ben Böyleyim

57-) Nesrin SİPAHİ – Aşkın Kanunu

58-) Füsun ÖNAL – Aşk Nezlesi

59-) Ajda PEKKAN & Ajda – Sana Neler Edeceğim

60-) Ajda PEKKAN – Ya Sonra

61-) Ajda PEKKAN & Ajda – Palavra Palavra

62-) Nil BURAK- Olmaz Olmaz Deme

63-) Nesrin SİPHAİ – Ben Böyleyim

64-) Sezen AKSU – Firuze

65-) Nermin CANDAN – Dert Ortağım Benim

66-) Sezen AKSU – İki Gözüm

67-) Sezen AKSU- İkinci Bahar

68-) Nesrin SİPAHİ – Gözleri Aşkla Gülen

69-) Sema – Fikrimin İnce Gülü

70-) Dilek TÜRKAN – Mazi Kalbimde Bir Yaradır

71-) Selma HÜNEL – Elbet Bir Gün Buluşacağız

72-) Ajda PEKKAN – İlk Aşkım

73-) Seyyal TANER – Naciye

74-) Yüksel ÖZKASAP – Hasta Düştüm Gurbet Elde

75-) Gülcan OPEL – Kavuşmak Güman

76-) Neşe KARABÖCEK – Seni Buldum Ya

77-) Gülden KARABÖCEK – Şu Sazıma Bir Düzen Ver

78-) Yonca EVCİMİK – Kalbim Şok Yedi

79-) Ebru GÜNDEŞ – Sevme Yanarsın

80-) Emel MÜFTÜOĞLU – Karlar Düşer

81-) Sibel CAN – Aman

82-) Ajlan MİNE – Aşk Olsun

83-) Zerrin ÖZER – Paşa Gönlüm

84-) Candan ERÇETİN – Yalan

85-) Reyhan KARACA – Sevdik Sevdalandık

86-) Candan ERÇETİN – Umrumda Değil

87-) Aşkın Nur YENGİ – Ay İnanmıyorum

88-) Gülşen- Be Adam

89-) Ayla GÜRSES – Anla Artık Anla Beni

90-) Asu MARALMAN – Bal Gibi Olur

91-) Rana ALAGÖZ – Aşkın Gözü Körmü

92-) Işıl GERMAN – Biliyorum Sensin O

93-) Sibel CAN – Padişah

94-) Lale BELKIS – Çilli Bom

95-) Rüçhan ÇAMAY – Para Para Para

96-) Ajda PEKKAN – Eğlen Güzelim

97-) Tülay – Büklüm Büklüm

98-) Deniz SEKİ – Böyle Gelmiş Böyle Gider

99-) Sezen AKSU – Sende Benim Hatalarımdan Birisin

100-) Melihat GÜRSES – Kapın Her Çalındıkça

Backster Etkisi – Yalan Makinası

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı backster.jpg
Cleve Backster

Backster etkisi parapsikolojide bitkisel algılamayı ya da bitkilerdeki psişik algılamayı ifade eden bir terimdir. Bu alanda ilk incelemeleri uygulayan ve bitkilerin de belli ölçülerde paranormal bir duyarlılığa sahip olduğu teorisini ilk kez ortaya atan Cleve Backster’a ithaf en bitkisel duyarlılık tepkileri onun adıyla adlandırılmıştır.

Poligraf (yalan makinası) cihazı uzmanı Cleve Backster, 1960 yılında bilim dünyasının aklını karıştıracak bir deneye imza atar. Düşünce ve duygu sinyalleriyle, insan gövdesindeki elektrik gerilimleri ölçen yalan makinasını bitkiler üzerinde de denemeye karar verir. Denek olarak odasının bir köşesinde duran deve tabanı bitkisini ele alır. Cleve Backster yalan makinasının elektrotlarını, bitkinin bir yaprağına bağlar. Beklentisi ise, bitkiye su verdiğinde herhangi bir tepkimeye girip girmediğini görmektir. Sulama esnasında yalan makinasından bir reaksiyon saptanmaz. Backster, cihazı tepkimeye sokacak kadar güçlü bir tepkime elde etmenin tek yolunun, elektrotlarıyla eş değer olduğu insanın yaşamını ve mutluluğunu tehdit etmek olduğunu göz önünde bulundurarak aynısını bitkiye de uygulamaya karar verir ve uygulamaya geçer.

Deve Tabanı Bitkisi

Bitkinin yapraklarının birini elinde tuttuğu sıcak kahvenin içine sokar. Makina da her hangi bir reaksiyon görmediği için başka bir şey denemeyi düşünür ve eyleme geçer. Elektrotların bağlı olduğu yaprağı yakmayı kafasına koyar ve yakma işlemini nasıl eyleme geçireceğini düşünür. Bu esnada cihazda bir hareketlenme meydana gelir. Kibrit almak için odadan çıkıp geri döndüğünde ise, cihazda ani bir dalgalanma meydana geldiğini fark eder. Peki deve tabanı bu eylemi nasıl fark etti? Yoksa bitki Backster’in düşüncelerini mi okudu?

Cleve Backster bu deneyle birlikte, yıllarca sürecek olan bir araştırmanın adımını atmıştı. Deneyleri kendisi de defalarca yaptı ve yardımcılarına da yaptırdı. Ayrıca deneyleri yaparken ülkenin başka yerlerindeki meslektaşlarından da katılmalarını istedi. Bütün deneylerde sonuç benzerdi; bitkiler olumsuz düşüncelere ve karşı elektrotlar aracılığıyla tepki veriyordu.

Örneğin; tehdit altında kalan veya yaşamsal bir tehlike karşısında ki insan ve bitkinin heyecan halleri esnasında ibre aynı tepkiyi vermektedir. Bitkiye daha önce zarar veren ve yaprağını kesen bir insan tekrar bitkiye yanaştığında ise bitki bunu hissediyor, o kişiyi unutmuyor ve cihazın ibresi heyecan, korku ifadelerini işaret ediyor. Bu deney; bitkinin hislerinin ve hatırlayıcı bir belleğe sahip olduğunu gösteriyordu.

TOPMA İŞLEMİ YAPAN KAKTÜS

Kaktüs Bitkisi

Japonya’da yaşayan elektronik mühendisi Dr. Ken Hashimoto’da bu heyecan veren bitki deneylerine başlamaya adım atar. Backster’in deneylerini araştırdıktan sonra, akupunktur iğneleri yardımıyla kaktüs ailesinden bir bitkiye poligraf aygıtını bağlar. Farklı deneyler yapan Dr. Hashimoto’ya eşinden yardım gecikmez.

Dr. Hashimoto’nun eşi bitkilere olan sevgisiyle bilinirdi. Bayan Hashimoto’ya tepkiler de gecikmedi. Bitkiden çıkan titreşimler sese dönüştürüldüğünde, uzaktan gelen ince bir vızıldamaya benziyordu. Bayan Hashimoto bitkileriyle keyifli, zaman zamanda duygulu bir şarkı gibiydi, bitkileriyle güzel bir yakınlık kurdu ve çok geçmeden bitkiye sayı saymasını ayrıca yirmiye kadar toplama yapmasını bile öğretti. 2+2’nin kaç ettiğinin cevabını cihazdaki grafiklerden uyarladıklarında, 4 belirgin tepe noktası oluşturduğunu gördüler. Sonuç olarak bitkilerin öğrenme zekalarının da geliştiğini ve tepki verdiğini ortaya çıkardılar.

Ayrıca bitkiler küsüyor, kıskanıyor ve mutsuz da oluyorlardı. Başka bir deneyde iki çiçeğin yan yana olduğu bir sehpada, bir çiçeğe güzel kelimeler, şefkatli yaklaşımlar gösteriliyordu. Diğerine ise hiçbir şey söylenmiyor hatta su vermekten başka bir ilgi gösterilmiyordu.

Bunun sonucunda ilgi gören çiçeğin yaprakları diğer çiçeğe göre daha canlı ve parlaktı. İlgi görmeyen çiçek ise küsmüş, kıskanmış ve solmaya başlamıştı. Daha sonra solan çiçeğe de ilgi gösterildi ve iki çiçeğe de eşit muamele yapıldı. Sonuçlar yine şaşırttı. O solan, bakımsız çiçek gitmiş yerine daha canlı parlak bir çiçek gelmişti.

Bitkiler üzerine yapılan tüm deneylerde şahane cevaplar alan tüm araştırmacılar, bitkilerin yalan söylemediğini ve mahkemelerde doğru sonuçlar vereceğini de kanıtlamışlar.

Bitkiler, insanlar da olan tüm duyguları barındırmaktadır. Onlara verdiğiniz tüm güzel ilgilerin yanıtlarını alacaksınız. Kötü ve acımasızca davranılan tüm bitkilerde gecikmeden cevabını verecek ve tepkimeye geçecektir.  

Benim En Büyük Hastalığım

Nihat Odabaşı, 1 Aralık Dünya AIDS günü için bir farkındalık yarattı.

Birçok ünlü isim Nihat Odabaşı ile en büyük hastalıklarını paylaşıp kamera karşısına geçtiler. Bu sayede topluma “Biz her şeyden daha güçlüyüz.” mesajını vermiş oldular. Amaç AIDS ve HIV konusunda toplumu bilinçlendirip ne kadar güçlü olduklarını göstermekti. Bu çektiği fotoğrafları muhteşem bir şekilde yorumlayıp güzel bir sergi düzenledi. İlerleyen zamanlarda farklı illerde de ücretsiz olarak bu serginin açılacağı söyleniyor. Gelin hep beraber tanıdığımız ünlülerin en büyük hastalıklarına bakalım.

Tuğba Ünsal

Tuğba Ünsal’ın en büyük hastalığı sanat.

Kubilay Aka

Kubilay Aka’nın en büyük hastalığı kahve.

Derya Uluğ

Derya Uluğ’un en büyük hastalığı futbol.

Zeynep Bastık

Zeynep Bastık’ın en büyük hastalığı sevgi.

Gökhan Türkmen

Gökhan Türkmen’in en büyük hastalığı şapkalar.