24Okur Background – Edebiyat ve Sanat Dergisi
28.4 C
İstanbul
Perşembe, Haziran 19, 2025

46. Pantene Altın Kelebek Ödülleri

46. Pantene Altın Kelebek Ödülleri bu yıl da sahiplerini buldu. Cem Davran ve Çağla Şikel’in sunuculuğunu yaptığı bu gecede çeşitli dallarda ödüller verildi. Covid-19 sebebiyle Altın Kelebek için tören yapılmasa da kazanan isimlerin çekmiş oldukları videolar yayınlandı. Heyecan dorukta. Bakalım bu ödülün sahipleri kimler oldu?

En İyi Yarışma Programı

Masterchef

En İyi Erkek Oyuncu

Taner Ölmez-Mucize Doktor

En İyi Kadın Oyuncu

Ebru Şahin-Hercai

En İyi Gündüz Kuşağı Programı

Müge Anlı ile Tatlı Sert

Başarı Ödülü

Alice Müzikali

En İyi Erkek Sunucu

Acun Ilıcalı

En İyi Kadın Sunucu

Müge Anlı

En İyi İnternet Dizisi

Şahsiyet

En İyi Romantik Komedi Dizisi Kadın Oyuncu

Burcu Özberk-Afili Aşk

En İyi Romantik Komedi Dizisi Erkek Oyuncu

Çağlar Ertuğrul- Afili Aşk

En İyi Romantik Komedi Dizisi

Afili Aşk

En İyi Dizi

Mucize Doktor

En İyi Haber Programı

Cüneyt Özdemir-5N1K CNN Türk

En İyi Influencer

Kafalar

En İyi Kadın Haber Sunucusu

Ece Üner-Show TV

En İyi Erkek Haber Sunucusu

Cem Öğretir-ATV

En İyi Dizi Çifti

Aybüke Pusat-Furkan Andıç-Her Yerde Sen

En İyi Kadın Şarkıcı

Hadise

En İyi Erkek Şarkıcı

Mabel Matiz

En İyi Müzik Grubu

Yüzyüzeyken Konuşuruz

Azerbaycan’ın En İyi Şarkıcısı

Röya

En İyi Klip

Mabel Matiz-Mendilimde Kırmızım Var

Yılın Şarkısı

Reynmen-Ela

En İyi Komedi Dizisi

Çok Güzel Hareketler Bunlar 2

En İyi Çocuk Oyuncu

Ebrar Demirbilek-Hercai

En İyi Dj

Hey! Douglas

En İyi Yönetmen

Yusuf Pirhasan-Mucize Doktor

En İyi Senarist

Deniz Akçay Katıksız-İstanbullu Gelin

En İyi Dizi Müziği

Aytekin Ataş-Bir Zamanlar Çukurova

Başarı Ödülleri

Demet Akbağ

Kerem Alışık

Hande Yener

Emrah

Serhat Hacıpaşalıoğlu

En İyi Komedi Dizisi Erkek Oyuncusu

Onur Buldu-Güldür Güldür Show

En İyi Komedi Dizisi Kadın Oyuncusu

Ecem Erkek-Güldür Güldür Show

En İyi Spor Programı

Yüzde Yüz Futbol – Rıdvan Dilmen – Murat Kosova

En İyi Magazin Programı

Müge ve Gülşen’le 2. Sayfa

En İyi Çıkış Yapan Şarkıcı

Zeynep Bastık

En İyi Fantezi Müzik Erkek Şarkıcı

Hakan Altun

En İyi Fantezi Müzik Kadın Şarkıcı

Ebru Gündeş

En İyi Proje

Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları 2

En İyi Rapçi

Ceza

En İyi Halk Müziği Kadın Şarkıcı

Elif Buse Doğan

En İyi Halk Müziği Erkek Sanatçı

Erkan Oğur

Herkesi en içten dileklerimizle tebrik ediyoruz…

Acıların, Devrimin ve Aşkın Kadını: Frida Kahlo

frida kahlo

Acıların, aşkın ve devrimin kadını olan Frida Kahlo, iyi ki doğdun.
Meksikalı ünlü ressam Frida Kahlo, Tam adı ile Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon, 6 Temmuz 1907’de Meksika’nın Coyoacán bölgesinde  dünyaya gelir. Devrimci bir kişiliğe sahip olan Frida Kahlo doğum tarihini, Meksika Devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 olarak değiştirmiştir.
Acılarla geçen 47 yıl ve sanata adanmış bir hayat. Karşınızda Frida Kahlo.

frida kahlo resimleri

Frida Kahlo henüz 5 yaşındayken babasıyla çıktığı bir doğa yürüyüşünde ayağının bir ağaç köküne takılması sonucu acıyla yere düşer. Frida, bu olaydan sonra çocuk felci geçirir. O günden sonra topallayarak yürüyen Frida’ya “Tahta Bacak” denmeye başlanır.

frida kahlo

Okul hayatına Meksika’nın en önemli okullarından birisi olan “Ulusal Hazırlık Okulu”nda başlayan Frida, gelecekte Meksika tarihinde yer edinecek olan önemli isimlerle sıra arkadaşı olur. Frida Kahlo’nun peşini bir türlü bırakmayan kötü kader, 18 yaşında tekrar karşısına çıkar. Frida, okul çıkışı evine gitmek için bindiği otobüsün tramvay ile çarpışması sonucu ağır yaralanır. Tramvay demirinin sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkması sonucu 32 kez ameliyat edilir.

frida kahlo

Frida Kahlo bunca acıya karşın hayata resim ile tutunur. Odasının tavanında yer alan ayna sayesinde oto-portreler çizmeye başlayan Frida’nın ilk eserinin ismi “Kadife Elbiseli Oto-portre”dir.

frida kahlo

Kazadan iki sene sonra tekrardan yürümeye başlayan Frida Kahlo, sanat ve politika camiasına yakınlaşmaya başlar. 1929 yılında Meksika Komünist Partisine üye olur. Frida Kahlo aynı yıl Meksika’nın önde gelen sanatçılarından birisi olan Diego Rivera ile yakınlaşır, ona resimlerini gönderir. Aralarında duygusal bir bağ kurulan çift 21 Ağustos 1929’da evlenir.

frida kahlo

Fakat birbirlerini çok sevmelerine rağmen evlilikleri çok dalgalı geçer. Diego’unun sadakatsizliği, Frida’yı derinden üzmektedir. Frida 3 kez hamile kalmasına rağmen 2 kez düşük yapar ve bir çocuğunu da aldırır. Çift bu çalkantılı evliliği 1939 yılında sonlandırır. Fakat 1 yıl sonra yeniden evlenirler.

Bir gerçek varsa o da bedenime acının ilk kez o gün girmiş olduğudur. Seni sevmeye başladığım o günden beri acı çeken bir yüreğim var.

Frida Kahlo

İlişkilerindeki bu sadakatsizlik tek taraflı değildir. Frida, evliliği boyunca farklı erkeklerle birlikte oldu. Bunlar arasında en önemlisi ise, Rus Devriminin önde gelen isimlerinden birisi olan Lev Troçki ile yaşadığı gizli aşktır. Troçki, Meksika’ya düzenlediği ziyaretlerde Frida’nın evinde kalıyordu. Troçki’nin eşinin bu ilişkiyi öğrenmesi sonucu Frida, Troçki’den ayrılmak zorunda kaldı. Bu ayrılıktan sonra Troçki’ye yönelik düzenlenen suikastin Frida’nın yakın arkadaşının gerçekleştirmesi akıllarda soru işaretleri bırakıyor.

Frida sadece Meksika’da değil, dünya genelinde eserleri ile gündem olmayı başarmıştır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Fransa’da gerçekleştirdiği sergilerle adından sıkça söz ettirdi. Frida Kahlo’nun yaşamı boyunca 143 resmi bulunmaktadır. Bunların 55 tanesi ise oto-portredir. Son portresini ismi ise “Yaşasın yaşam”dır.

frida kahlo

Frida Kahlo yaşamının son dönemlerinde dayanılmaz acılar yaşadı. 1953 yılında kangren olan sağ bacağı kesilir. Frida Kahlo 13 Temmuz 1954 tarihinde akciğer embolisi teşhisi ile hayata veda eder. Cenazesi ertesi gün yakılır. Külleri ise mavi evlerde muhafaza edilmektedir.

Başıma gelen en iyi şey, acı çekmeye alışmaya başlamam.

Frida Kahlo

Aziz Nesin Vefatının 25. Yıl Dönümünde Anılıyor!

Türk edebiyatının mihenk taşlarından olan Aziz Nesin bundan tam 25 yıl önce aramızdan ayrıldı. Peki Aziz Nesin kimdir, eserleri nelerdir? Detayları yazımızda…
Türk mizahının öncü ismi Mehmet Nusret Nesin namı diğer Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlarımız arasında eserleri en çok yabancı dile çevrilen dördüncü yazardır (Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet). 20 Aralık 1915’te Heybeliada’da doğan Nesin, 1924 yılında İstanbul 7. İlkokulu’na girmiştir daha sonra eğitiminin iki yılını Darüşşafaka Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1935 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1937 yılında ise Ankara Harp Okulu’nu bitirip teğmen oldu. Bu süreçten sonra 1939 yılında Askeri Fen Okulu’nu bitiren Nesin, bunu sürdürdüğü esnada bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Bölümü’ne devam etmiştir. Askeri okullarda eğitim gördüğü için orduda görev almıştır ve görev aldığı esnada üsteğmen rütbesindeyken  “görev ve yetkisini kötüye kullanma” sebebi ile görevinden uzaklaştırma yemiştir. Bu askeri kariyerle beraber hayatında iki defa evlilik geçiren Nesin, ilk eşi Vedia Nesin ile olan evliliğinden Oya ve Ateş, ikinci eşi Meral Çelen ile yaptığı evliliğinden de Hüseyin Ali ve Ahmet Nesin isimli çocukları olmuştur.

Aziz Nesin

Milliyet Sanat dergisi için verdiği bir demeçte sanatını ve mizahını şu şekilde tanımlamıştır;
” …Mizah deyince halk yararına işlevi olan görevci mizahı anladığımı baştan söylemeliyim. Beni mizah yazarlığına iten etken, o günkü ortamın koşullarıydı. Kısaca şunu söyleyeyim; genellikle yoksunluk ve yoksulluk, yaşamından gelen bir kızgınlık, öfke, bir hınç alma biçimidir mizah… Her zorluk, her acı çeken ille de mizahçı olmaz elbet, ama bu ağır koşullar kişinin mizahçı yeteneğini geliştirir… Mizahçının yetişmesi için gerekli bireysel koşuldan da anlaşılacağı üzere mizah, bir yıkıcılıktır. Mizahçı kırgınlıklarını, nefretini, kinini, öfkesini, hıncını, bilinçli bir biçimde gerçekten yıkılması gereken hedefe yöneltebilir ve mizah silahını halk yararına kullanabilirse, olumlu bir yıkıcı olur… Sınıfsal bilinci olan her yazar, ister istemez güdümlü olduğunu, kendi kendini güdümlediğini bilir. Sınıfsal bilince sahip bir yazarı, bir sanatçıyı güdümlü kılmak hiçbir politikacının, hiçbir yönetmenin haddi değildir…
-Sanatın işlevi?
Bu konuda başkalarınınkine uymayan düşünceler içindeyim… Sanatçının kendini, kendi sınıfıyla özdeşleştirmesi koşuluyla, sanatın işlevi, sanatçının kendini dışlaması, varlaması, ortaya koyması demektir. Sınıfıyla özdeşleşmiş olduğundan, kendini anlatırken sınıfını anlatmış olur.”

Madımak Katliamı ve Nesin

37 kişinin yaşamını yitirdiği, 2 Temmuz 1993 yılında gerçekleşen ve dört gün önce de yıldönümü olan Sivas Katliamı olayından yani diğer ismiyle Madımak Katliamı’ndan sağ şekilde çıkan Nesin, imza ve söyleşi için gittiği Alaçatı’da 6 Temmuz gecesi sabaha karşı kalp krizi ile hayata gözlerini yummuştur ve kendi isteği üzerine hiçbir anma töreni yapılmadan defin işlemleri gerçekleşmiş ve Nesin Vakfı’nın bahçesine gömülmüştür. Bize de bu güzel eserlerini okuyup istifade etmek kalır…

Aziz Nesin

Eserleri

Öyküleri

Parti Kurmak ve Parti Vurmak (1946)
Geriye Kalan (1953)
İt Kuyruğu (1955)
Yedek Parça (1955)
Fil Hamdi (1956)
Damda Deli Var (1956)
Koltuk (1957)
Kazan Töreni (1957)
Deliler Boşandı (1957)
Mahallenin Kısmeti (1957)
Ölmüş Eşek (1957)
Hangi Parti Kazanacak? (1957)
Toros Canavarı (1957)
Bay Düdük (1958)
Memleketin Birinde (1958)
Havadan Sudan (1958)
Nazik Alet (1958)
Gıdıgıdı (1958)
Aferin (1959)
Kördöğüşü (1959)
Mahmut ile Nigar (1959)
Hoptirinam (1960)
Gözüne Gözlük (1960)
Ah Biz Eşekler (1960)
Yüz Liraya Bir Deli (1961)
Bir Koltuk Nasıl Devrilir (1961)
Biz Adam Olmayız (1962)
Yeşil Renkli Namus Gazı (1964)
Sosyalizm Geliyor Savulun (1965)
İhtilali Nasıl Yaptık (1965)
Rıfat Bey Neden Kaşınıyor? (1965)
Vatan Sağolsun (1968)
İnsanlar Uyanıyor (1972)
Hayvan Deyip De Geçme (1973)
Seyyahatname (Duyduk Duymadık Demeyin) (1976)
Büyük Grev (1978)
Yetmiş Yaşım Merhaba (1984)
Kalpazanlık Bile Yapılamıyor (1984)
Maçinli Kız için Ev (1987)
Nah Kalkınırız (1988)
Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990)
Aşkım Dinimdir (1991)
Gözünüz Aydın Efendim (1997)
Herkesin İşi Gücü Var (2005)

Romanları

Kadın Olan Erkek (1955)
Gol Kralı (1957)
Erkek Sabahat (1957)
Saçkıran (1959)
Zübük (1961)
Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
Tatlı Betüş (1974)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977)
Surnâme (1976)
Tek Yol (1978)

Anıları


Bir Sürgünün Hatıraları (1957)
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez I – Yol (1966)
Poliste (1967)
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez II – Yokuşun Başı (1976)
Benim Delilerim (1984)
Salkım Salkım Asılacak Adamlar (1987)
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez II – Yokuş Yukarı (1996)
Bir Vicdan Davası (1998)
Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim (2006)
Mum Hala I (2009)
Mum Hala II (2010)
Unutulmayan Rüyalar (2010)

Mektupları

Canım Oğlum Canım Babacığım – 1, 1994.
Canım Oğlum Canım Babacığım – 2, 1994.
Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları III, Mektuplar 1994.
Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları IV, Mektuplar 1995.
Aziz Nesin – Tahsin Saraç Mektuplaşmaları, Mektuplar, 1995.
Aziz Nesin – Meral Çelen Mektuplaşmaları, Mektuplar 1998.

Çocuk Kitapları

Okullar İçin Kısa Oyunlar (1949)
Uyusana Tosunum (1971)
Bu Yurdu Bize Verenler (1975)
Pırtlatan Bal (1976)
Borçlu Olduklarımız (1976)
Aziz Dede’den Masallar (1977)
Ben de Çocuktum (1979)
Nasrettin Hoca Gülütleri (1981)
Anıtı Dikilen Sinek (1982)
Çocuklara En Güzel Masallar (2009)
Hayvanlar Takımı (2009)
Arkadaşım Badem Ağacı (2010)
Çocuklara En Güzel Öyküler (2012)

Çizgi-roman

Bilmem Ne Adası (1956)
Berber Nonoş (1956)
Baba Mirası (1954)
Deniz Aslanı (1955)
Bayan Aynur ile Bay Buyur (1960)

Yazıları

Sora Sora Cennet Bulunur (1990)
Soruşturmada (1986)
Suçlanan ve Aklanan Yazılar (1982)
Ah Biz Ödlek Aydınlar (1985)
Korkudan Korkmak (1988)
Bulgaristan’da Türkler Türkiye’de Kürtler (1989)
Türkiye Şarkısı Nazım (1997)
Çuvala Doldurulmuş Kediler (1995)
Suçlanan Aklanan Yazılar (1982)
Sanat Yazıları (2011)
Sporcu Milletiz Vesselam (2012)
Okuma Güncesi (2014)

“Küçük Prens” Severler, Hadi Eskişehir’e Gidelim!

Güzel bir haberle karşınızdayız…

Sadece çocukların değil, yetişkinlerin de yıllarca severek okuduğu Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens isimli eserinin müzesi açıldı. Hem de Eskişehir’de. Bu güzel şehrimizi ziyaret etmek için bir sebep daha.

400 farklı dilde 2 bin basımından oluşan “Küçük Prens Kitap Müzesi” siz değerli ziyaretçilerini bekliyor. Tabii şu sıkıntılı Covid-19 sürecini hep birlikte aştıktan sonra.

Eskişehir Anadolu Lisesi’nde öğretmenlik yapan yazar Ali Lidar’ın öncülüğü ve arkadaşları Mehmet Sobacı ve Yıldıray Lise’nin de katkılarıyla, koleksiyonları böyle güzel bir müzenin oluşmasını sağladı. İl Milli Eğitim Müdürü Hakan Cırıt ve okul müdürü Rifat Günday da yardımlarını esirgemedi.

Braille alfabesiyle yazılan Küçük Prens kitabı da müzemizde bulunuyor. Dünyanın en küçük Küçük Prens kitabını da barındırıyoruz. Göktürkçe, Aztekçe, Mayaca dillerinde ve hiyeroglifle kitaplarımız var. Mali’de yerel bir kabilenin kullandığı Bambara dilinde de Küçük Prens kitabımız mevcut.

Ali Lidar

Çocuklara bu kadar fazla dilin dünyanın pek çok yerinde konuşulduğunu anlatmak lazım. Bu, çocuklardaki kardeşlik bilincini de geliştirecek. 

Küçük Prens’te güzel hikayeleri olan, insanlara evrensel mesajlar veren bir çocuğun öyküsü anlatılıyor. Bütün ülkelerin kitapları burada yan yana.

Ali Lidar

İlerleyen günlerde geliştirilmesini ümit ettiğimiz bir sitesi de kurulmuş bu müzenin. http://www.kucukprensmuzesi.com/

Sizin bu güzel kitapla nasıl anılarınız var? Bizimle paylaşabilirsiniz…

Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/bati-edebiyatinin-sevilen-eseri-kucuk-prens-icin-eskisehirde-muze-olusturuldu/1900180

İnsanların ve Hayvanların İletişim Kurabilmesi İçin Cihaz Geliştiriliyor!

.

Japonya Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, Japon uzmanların insanların hayvanların düşüncelerini verbalizasyon (sözle ifade etme) şekli ile anlamalarına ortam sağlayacak elektronik cihazlar geliştirdiklerini açıkladı.

İnsanların ve hayvanların iletişime geçebileceği doğru mu? Ya da bu hayalinizin gerçekleşeceğini düşünür müydünüz? Hayvanlar insan hayatında aslında her yerdeler; bize arkadaşlık yapıyorlar, sanatın farklı alanlarında yer buluyorlar ve insan davranışlarını sembolize etmede kullanılıyorlar. Hayvanlar ayrıca çocukların hayatındaki eğitici-öğretici materyaller, kitaplar ve sinemada da yardımcı figür olarak kullanılıyor. Ev hayvanlarımız ailemizin birer parçası oluyorlar. Ve insanlar ile hayvanlar arasındaki iletişim için bir yerlerde, birileri, bir şeyler geliştiriyor… Japonya’da bu konu üzerine bir cihazın çalışmalarına başlandı mı? ABD’de şu anda böyle bir teknoloji bulunuyor mu? Bütün cevaplar şimdi bu haberde!

Bir süre önce Japonya’da yayımlanan ve 2040 yılına kadar yaşanacak gelişmelerin tahmininin yer aldığı Beyaz Kitap’ta insanların evcil hayvanlarıyla konuşmayı öğrenecekleri belirtildi.

Japonya Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı, beyin ile fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme makinesi ile yapay zeka ve düşünce aktarım cihazının arasında bağ kuran bir Nöro-bilgisayar arayüzü (NCI) üzerinde çalışmalara başlandığını açıkladı.

Bakanlık yetkilisi yapmış olduğu açıklamada şu ifadelere yer verdi:

“Konuşamayan insanlar için birkaç cihaz kullanılıyor. Örneğin elektrotlar, beyin sinyallerinin okunmasına izin verecek şekilde felçli hastaların beyinlerine implante edilir ve niyeti ifade etmek için imleç ekranda gezdirilir.” diyerek “Şu anda hayvan düşüncelerinin verbalizasyonu alanındaki araştırmalar sürüyor. Yani bu, konuşamayan bir canlı ve konuşabilen bir makinenin birleşimidir.”

ABD’de İnsanların ve Hayvanların İletişime Geçmesi İçin Bir Cihaz Yapıldı mı?

Bu tarzda araştırmalar diğer ülkeler tarafından da yürütülmekte. ABD’de bir köpeğin aklından geçen düşüncelerini bilgisayar yolu ile sözlü veya yazılı şekilde iletebildiği bir teknolojinin olduğu bilinmekte. Köpeğe sensörleri aktif hale getiren özel bir yüksek teknoloji yeleği giydiriliyor ve bilgisayara sesli mesaj veya metne dönüştürülen sinyal gönderiyor.

https://tr.sputniknews.com/bilim/202007031042378099-japonyada-insan-ve-hayvanlarin-iletisimi-icin-cihaz-gelistiriliyor/

Bir bakış ya da herhangi bir hareket sayesinde insan ve hayvan dostluk kurabilir, hatta belli ölçüde anlaşabilir. Acaba tüm hayvanların anlamayı öğrenebileceğimiz bir ‘anlatım-ifade grameri’ var mıdır? İnsanlar ve hayvanlar arasındaki iletişim için araştırmalar ve geliştirmeler faaliyette.

Bu haber ile ilgili düşünce ve yorumunuzu bizlerle paylaşabilirsiniz.

Yaşamak İçin Birkaç Ölüm Tatmak Gerekir

Ölümü konuşalım biraz. Mesela benim için ölüm sevgisiz kalmaktır. 

Sevgi insanın nefesidir. Nefessiz kaldığım zamanların çok olduğu yıllarda kendimi müziğe ve şiire adamıştım. Yorumunu çokça sevdiğim Oğuz Aksaç’ın bir röportajında söylemiş olduğu bir cümle kalbime işledi. “Ölüm, ölen için bir şey değildir, kalan kişinin emek verdiği şeylerin yok olması kavramı üzerinden anlatılan bencilce bir şeydir aslında.” 

Daha sonra kalemimden şu satırlar döküldü:

Öleceğim yakında hissediyorum,

Yavaş yavaş ölüme gidiyorum. 

Sana, sevdiğime veda ediyorum,

Yavaş yavaş ölüme gidiyorum.

Bazen üzülüp bazen gülüyorum,

Dert, acı, özlem ve sevda çekiyorum.

Hatıralar aklımda, hepsi biliyorum,

Yavaş yavaş ölüme gidiyorum.

Deli miyim aşık mı anlamıyorum,

Ölüm yakın ama ağlamıyorum,

Atmaca gibi artık, uçamıyorum,

Yavaş yavaş ölüme gidiyorum.

Ben de birkaç kez ölümü tattım ve onun için bu kadar umut dolu yaşıyorum hayatımı. Onun için çocukları gördüğümde hepsine el sallarım, gülümserim onlara. En azından biri gülse görevimi tamamladım diye sevinirim. Sevgiyi yaşatmalıyım ki insan yaşasın derim kendime. 

Senin de yüzünden gülücükler eksik olmasın, güzel günler dilerim, saygı ve sevgiyle.

Gürses Anısına…

Anlatamadım, Anlatamadılar…

Arabesk… Yalnızlığa, kötü sonlara mahkûm edilen âşıkların, derde deva bulamayanların, çaresizliklerin karşısında anlatamayanların, çalkantılı duygu dünyalarının tablosuydu kimi zaman. İnsan doğası gereği girift bir varlık. Birçok duyguyu bünyesinde barındırmasıyla da patlamaya hazır bir bombayı, kaynayan bir kazanı andırabiliyor. Öyle ki toplumun tabakalarında aynı kodlar üzere varoluşunu sürdüren insan sayısı birbirini tamamlayacak düzeyde. Acılar, umutlar, hüzünler, hatalar, isyanlar… Baktığımızda bu durum fakir göçmen işçilerinin al kanlarının içildiği, günübirlik karın tokluğuna çalışıp, dolayısıyla otobüslere yarasa gibi asılan; aynı zamanda gururlu, babalarının gadrine uğramış sarı iskelet delikanlıları, gün geçtikçe bozulan, artıp eksilmeyen şehirleri tanımlar. Bu şehirler ki dinleyenlerin kadehlerine kaldıysa son rakıyı doldurdukları; kaderlerine ve bahtlarına lanet okudukları, isyan ettikleri, paketlerde kalan son sigaralardı. Kimi zaman da Adana’da Meydan Mahallesi’nden Büyüksaat durağına doğru ilerleyen son Meydan dolmuşuydu. Bana göre arabesk; anlatamamanın flamasıydı.

Adana’da şehrin tam göbeğinde bulunan Hürriyet mahallesinde doğup büyüdüm. Her sabah okula giderken solgun yüzlü işçilerin beklediği Bakımyurdu durağının önünden geçer; yıllar, dertler yorgunu anaların evlerinin önünü süpürmeye çıkmasıyla güne başlardım. Okul yolumuz uzundu ve dolmuşla gidip gelirken, güzergâh hep birileri tarafından öteki görülmüş mahalleleri dolaşır, yolcusunu alır, Şakirpaşa Metal Sanayi’ye doğru ilerlerdi. Dolmuşun içerisindeki her aksesuar aslında arabeskti. Camlardaki yazılar, boncuktan kuşlar, arabesk yıldızlarının posterleri ve tüm bu hali anlatan anatomi senfonisinin maestrosu radyoydu elbette. Lise dördüncü sınıftaydım o zamanlar. Bir gün okula giderken kasetçalardan arabesk, fantezi, sanat müziği parçaları çalmaktaydı. “Anlatamadım” adlı şarkıyı ilk kez orda dinledim. Şarkının güftesini kafamda döndürürken biraz kendi yaşantımıza dönüp bakmıştım. Ağırlığı altında eziliyor, atmosferden uzaklaşmaya çalışıyordum. Bir şeyleri anlatacak kadar dertli olduğumu sanmıyordum. Etrafımdaki insanları, annemi, babamı, hayatta verilen mücadeleyi düşünürken aslında her bireyin bütün bu zorluklar karşısında yalnızlıklarını anlamaya çalışıyordum belki. Her doğacak olan güneşle silineceğine inanılan dertler bir türlü bitmek bilmiyor, her seferinde bir yenisi ekleniyordu insanlar için. Tuhaf… Bir insan her an her saniye mutsuz, umutsuz, çaresizliklerle dolu olabilir mi? Yaşadığımız her şeyle, yaptığımız her işle biraz dertliyiz aslında. Ve herkesin sıkıntısı, gündelik hayattaki problemleri kendi küçük dünyalarına yetecek kadar olduğunu düşünürüz. Evet, benziyoruz birbirimize. Kıyafet-giyim tarzıyla, toplu taşıma araçlarını kullanma davranışıyla, evlerinin anatomisi (bitişik, komşu evlerin prototipliği), kısacası bir ikon aracılığıyla gün yüzüne çıkıyoruz. Ve kendini belirginleştirmesiyle karmaşık olan, bir zamanların küfrü olarak tanımlanan “Arabesk” i görmek mümkün.

“Anlatamadım”, büyük bir çoğunluğun sesiydi. Tüm bu sonuçları yaşayan, sorunlarına teselli arayan insanlar aradığını bulmuştu. Albümün çıkmasıyla birlikte Müslüm Gürses’in popülaritesi biraz daha artmıştı. Popüler kültür içerisindeki simgelerin verilmiş unvanları vardı; Kral, İmparator, Sultan, Prenses gibi.  Albümün çıkış yapmasıyla Müslüm Gürses, aile planlamasında baba rolünü dinleyenleri tarafından “almıştı”. Müslüm Gürses’i “Baba” gibi görüp aile planlamasından, çekirdek ailedeki Baba statüsüne eriştirenler, Müslüm Gürses’e birçok farklı özellik yüklemişlerdi. Bu karakteristik özellikler kendilerine göre ideal birey olma haliydi belki. Onlar için bazen delikanlı, kimi zaman kaba biri, ağyar ve eril bir görüntü sergilemektedir. Onlar için Gürses, şarkılarındaki metin muhtevası bakımından birçok niteliği barındırmaktadır. Düne ve bugüne ağıt yakan, dolayısıyla acının, ıstırabın hiçbir zaman dinmeyeceğine inananlardı onlar. Evet evet. Bu gayet normal. Aristo, trajediyi paratoner gibi görüp, insanın kötü enerjisini aldığına, içinde biriktirdiği her türlü kin ve nefretin dışarıya bırakılıp arzu edilen huzura kavuşulduğuna inandığını söylüyor bizlere…
 “O zaman hep beraber ağlayıp sızlanalım ve bir katarsis yaşayalım” diyerek devam eden, “burada biterken başlar gariplerin çilesi” ile varacağı yere varan söz dizemleri, yenilip yutularak anlatamamanın sonucu olarak yapılan eylemlerle ortaya çıkmaktadır. Kasetin bir yüzünü defalarca dinleyen, konserlerde kendinden geçen, bayılan, jilet çeken insanların bir anlamda bireysel-sosyal rahatlamasını yaşadığı bu durum, anlatamayarak, deşarj olmaya itmektedir. Müslüm Gürses’in şarkılarında genellikle karşısına aldığı yetke düzen, çoğunlukla felek kavramı ve feleğin çarkına takılmış sevgili, gurbet, hasret çekenlerin imdat sirenine karşılık vermeyenlere olmuştur. Felekle mücadele oldukça mahzun, mazlumca bir protesto biçimi olmuştur… Felek neredeyse çöllere sürülmüş, susuz kalmış Sabuha’yı andırabilir. Bütün olup bitenlerin sorumlusu bir kuş olarak betimlenebilir belki de. Bu hayali kuş, var olan bütün tinsel kavramların üzerinde ama bir o kadar da linç edilesi türden. Böyle olunca, yeryüzünde kendini tanımlayamayan, boşlukta gören ezilmiş delikanlıların, umut dünyası çocukların intikamı “Anlatamadım” olmuştur…Ve bu kaçış rampası olan, azıyla yetinen, bununla teselli bulan insanlar Müslüm Gürses’in ölümünden sonra kalbindeki tüm sırları, kederleri bu şarkıları dinlediğinde bulmakta; yine de bu kahrolası, yerin dibine batası “insan” olmanın vermiş olduğu o tatlı utanç ile yaşamaktadırlar…

“Baba” 67 Yaşında

“Bugün benim doğum günüm
Kelimeler büyüyor ağzımda
Bildiğim bütün hayatlar; paramparça….”

Müslüm Gürses ne zaman öldü? İşte hayatı hakkında bilgiler

Gerçek Adı Müslüm Akbaş

Türk Arabesk müziğinin duayeni Müslüm Gürses 5 Temmuz 1953’te Şanlıurfa’da dünyaya geldi. Kerpiç bir evde yaşama gözlerini açan ve yaşamının ilk yıllarından itibaren sıkıntılarla savaşmaya başlayan Müslüm Gürses’in gerçek adı ‘Müslüm Akbaş’.

Hayatına Bir Çok Hikaye Sığdırdı

Mehmet ve Emine Akbaş çifftinin çocukları olarak dünyaya gelen Gürses, maddi zorluklar nedeniyle ilkokuldan sonra eğitim hayatına devam edemedi. 15 yaşında ailesinin itirazlarına rağmen Adana’da bir çay bahçesinde düzenlenen ses yarışmasına katılarak birinci oldu ve çay bahçesinde türkü söylemeye başladı.

İşler Yolunda Gitmedi

Hayallerinin peşinden gidip 15 yaşında çay bahçesinde türkü söylemeye başlayan Müslüm Gürses, sanat dünyasına ilk adımlarını atmıştı. Ancak zorlukların bir türlü peşini bırakmadığı Gürses , hayalini yarıda bırakmak zorunda kaldı, çay bahçesi serüvenine ara vererek terzi ve ayakkabı atölyesinde çalışmaya başladı.

Hayallerine Kavuştu

İşleri yoluna koyan Gürses, gazinoda yeniden türkü söylemeye başladı ve ardından Çukurova Radyosu’nda sanatçı oldu. İşte tam da bu dönemde Akbaş olan soyadını Gürses olarak değiştirdi. 1967 yılı itibariyle TRT-Adana-Çukurova Radyosu’nda da her hafta cumartesi günü türküler söyledi. Şöhret basamaklarını azimle tırmanan Gürses 1968 yılında ilk 45’lik plağını çıkardı.

Rekor Kırdı

1969 yılında ‘Sevda Yüklü Kervanlar’ isimli plağı çıktı. 300.000 adet satan plak rekor kırdı. Bu rekor ve sevenlerinin ilgisi ile Yeşilçam’a adım attı. Gürses tam 38 filmde rol adı.

Film Gibi Bir Hayat

Benzerine yalnızca filmlerde rastlanacak bir hayatı vardı Gürses’in. Annesinin ölümü Gürses’i derinden yaralamıştı. Annesini toprağa veren Gürses, ölüm haberiyle kan donduran bir olaya tanık olmuştu. Annesinin ölümü babası Mehmet Akbaş’ın ellerinden olmuştu. Baba Akbaş bu olay üzerine cezaevine girdi.

Gürses’in hayatında dönüm noktası olaran bir olay daha vardı. 1978 yılında Tarsus’tan Adana’ya giderken bir trafik kazası geçirdi. Kaza o kadar korkunçmuş ki onu aracın içinden çıkardıklarında öldüğünü sanıp morga kaldırdılar.Ancak daha sonra Gürses’in yaşadığı anlaşıldı ve tedavisine devam edildi. Ciddi ameliyatlar geçiren Gürses’in beynine plaka takıldı. Uzun bir iyileşme dönemi geçiren Gürses, sahnelerde yeniden sevdikleri ile buluştu.

En Büyük Aşklar Kavga İle Başlar

Müslüm Gürses Türk sinemasının önemli isimlerinden Muhterem Nur Gürses ile mutlu bir evlilik yaptı. Muhterem Nur bir röportajında tanışma hikayeleri ile ilgili şu ayrıntıları paylaşıyor.”Onu tanımıyordum, benden sonra sahne almasına bozuluyordum. Hatta kızdırmak için, sahneden inince halkın arasından kırıta kırıta yürüyordum, dikkati kendi üzerime çekeyim, ona bakmasınlar diye. Ama pek öyle olmuyordu, Müslüm çıkınca herkes kendini yerlere atıyordu. Onun repertuarından bir parça okuyunca kavga ettik, çünkü benden hesap sormaya kalkıştı. Bu kavga ilginçtir, bizi birbirimize daha fazla yaklaştırdı.” Çift 4 yıl birliktelikleri sonrasında evlendi.

Üniversitelere Konu Oldu !

Müslüm Gürses müzik dünyasının en ilginç seyirci kitlesine sahipti. Bir dönem hayranları konserlerde kendilerini jiletliyorlardı. Bu olay üniversitelerde tez konusu olmaya başladı. Bu olay Gürses’in dinleyici kitlesinin genişlemesine sebep oldu. Artık entellektüel kesim de onu dinlemeye başlamıştı.

Türkiye’nin Aşk Ezgisi

Arabeskin babası olan Müslüm Gürses besteleri ile Türkiye’nin aşklarına konu oldu. Mungan’ın sözlerini yazdığı, David Bowie’den Garbage’a, Leonard Cohen’den Jane Birkin’e birçok yabancı müzisyenin bestesini yaptığı şarkıları seslendirdi. Gürses, pop ve rock müziğine ait çalışmalar da yaptı. Nilüfer’den Olmadı Yar , Teoman’ın Paramparça şarkılarını seslendirdi.

Ölümü

Müslüm Gürses, 15 Kasım 2012’de geçirdiği by-pass ameliyatından sonra akciğer ve kalp yetmezliği nedeniyle yoğun bakıma kaldırıldı. 3 Mart 2013’te hayatını kaybetti ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Doğum günü olan 7 Temmuz’da kendisinin seslendirdiği ‘Paramparça’ eserini siz sevenlerine armağan etmek isteriz.

“Saatim yok, tam olarak bilemem
Biraz bira, biraz şarap önceydi
Nasıl oluyor? zaman bir türlü geçmezken
Yıllar hayatlar geçiyor

Takatim yok, yine de telefon sarıldım
Son bir özür için
Tüm sevdiğim kadınlardan
Çok mu ayıp, hala mutluluk istemek
Neyse zaten hiç halim yok

Bugün benim doğum günüm
Hem sarhoşum hem yastayım
Bir bar taburesi üstünde
Babamın öldüğü yaştayım

Bugün benim doğum günüm
Kelimeler büyüyor ağzımda
Bildiğim bütün hayatlar

Paramparça, paramparça
Paramparça, paramparça

Bugün benim doğum günüm
Hem sarhoşum hem yastayım
Bir bar taburesi üstünde
Babamın öldüğü yaştayım
..”

Yağmurum

Kurak gönlüme hayat veren yağmurun,
Bitap düşen bedenime sıhhat olan yağmurun,
Göz ırmağıma taşıran hırçın yağmurun,
Sevdan beni kötü ediyor

Mavi yüzlü gökyüzünden üstüme düşen,
Mavi gözlü yağmurum,
Her ıslak yüzünü bana döndüğünde,
Çölleşmiş bakışlarımı yeşerten yağmurum,
Sevdan beni kötü ediyor

Sen yağdın diye gökyüzü neler yapıyor,
Gökyüzü sen yağdın diye mana buluyor,
Gökkuşağı senden sonra çıkıyor,
Sevdan beni kötü ediyor

Hazırlık Ölüme

Ömür sessizce geri sayımda,
Güneş usulca umudumla beraber batıyor,
Ay sanki biliyormuşcasına benim için ağlıyorken,
Gökteki güvercinler siz bari bir Fatiha.

Bulutlar içimi görüyor sanki simsiyah,
Damlalar dayanamıyor halime hızlı bir sağanak,
Gök, gürültüsüyle eşlik ederken,
Yıldırımlar tüm vücudum için toprağı kazıyor.

Kelebekler sanki beni kırmamak için ölüyor,
Çiçekler ağlamamak için soluyor,
Bir kalemim bir kağıdım şahitler,
Tüm kainat ömrüme saymada eşlik ediyor.

Son söz, son kalem, son kağıt
Kainatı kırmamalı üzmemeli çekip gitmeliyim
Ömrüm uzadıkça daha neler görecegim
Belki yarın ya da son saatlerim şu an

Benim için yanıyor yine sigaram
Benim için yanıp bitiriyor kendini
Bir seccadem var beni okşayan
Bir de kefenim beni sarmalayan

Sevmek

“Kahve içer miyiz?” dedi. “Olur” dedim. Başımı sallayarak.

Mutfağa doğru giderken, kalktığı yerde bıraktığı izi sevdim gözlerimle. Kahve yaparken ellerini sevdim. Yürürken ayaklarını. Konuşurken dudaklarını. Güldüğünde gamzelerini sevdim. Tuhaf bir duygu bu sevmek. Nereye dokunsa, orayı seviyor gibiyim.

Şairin “Evimde şenliksin, bahçemde bahar” dediği o şiiri geldi aklıma birden, böyle mi sevmişti o da?

Desem ki, sen benim için,

Hava kadar lazım,

Ekmek kadar mübarek,

Su gibi aziz bir şeysin;

Nimettensin, nimettensin!

Dünyanın Kalbini Kucaklayan Şair: Adil Erdem Bayazıt

Adil Erdem Bayazıt 1939 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelmiş, 5 Temmuz 2008 tarihinde ise hayata gözlerini yummuştur.

Adil Erdem Bayazıt naif, düşünen ve hisseden bir şairdir. Yedi Güzel Adam’dan da birisidir ayrıca. Liseyi Kahramanmaraş Lisesi’nde okumuştur. Lise hayatını şiirlerle örülü geçirmiştir. Eee Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil gibi arkadaşları varken hayatında şiirin olmaması pek de mümkün değildi. Adil Erdem Bayazıt, özellikle Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’tan çok fazla etkilenmiştir.

Üniversite hayatına hukuk eğitimi ile başlamış, fakat o edebiyattan bir türlü ayrılamadığı için eğitimini Ankara DTCF Türk Dili ve Edebiyatı üzerine tamamlamıştır. Daha sonrasında Kahramanmaraş’ta uzun yıllar edebiyat öğretmeni olarak görev yapmıştır. Sonrasında milletvekili olarak seçilmiş ve siyasete atılmıştır.

Onun ilk şiirleriyle “Hamle” ve “Gençlik” dergilerinde karşılaşıyoruz. Ayrıca “Mavera” ve “Edebiyat” isimli dergilerinin de kurucularındandır. Bayazıt, sadece bunlarla yetinmemiş radyoda şiir programları da yapmıştır. Onun şiirleri özeldir. Naif gibi görünen şiirleri aslında içerisinde yüksek perdeli bir ses tonu taşır. O şiirlerinin büyük bir kısmının ilhama dayalı olduğunu söyler. Yani tüm bu okuduğumuz şiirler aslında tek bir kalemde yazılmıştır. O şiiri varoluş amacını tüm insanlara sunmak için bir araç olarak görmüştür. Şiirlerinde daha çok din, metafizik, gelenekler, ölüm, varoluş, modernleşme gibi temaları işlemiştir.

Ayrıca yazdığı şiirlerle Cemal Süreya, Turgut Uyar, Attila İlhan gibi isimlerin öncüsü oldukları İkinci Yeni edebiyat akımının içerisinde de anılmıştır.

Ne yazık ki her güzel insan gibi o da 5 Temmuz 2008’te bu hayata gözlerini yummuştur. Onun anısını yaşatmak için Kahramanmaraş’taki Merkez Anadolu Lisesi’ne adı verilmiştir. Okulun ismi artık “Erdem Bayazıt Anadolu Lisesi” olmuştur. Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde ve İstanbul’un Güngören ilçesinde de “Erdem Bayazıt Anadolu Lisesi” bulunmaktadır. Antalya’nın Kepez ilçesinde de şairin adına açılmış bir kültür merkezi bulunmaktadır. Bu arada TRT’de yayınlanmış olan “Yedi Güzel Adam” dizisini izlemediyseniz mutlaka izleyin derim.

Adil Erdem Bayazıt’ın o güzel kaleminden çıkmış olan bir şiirini buraya bırakıyorum. Saygı ve özlemle…

“Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın yıldızların çağlayarak
Berrak şelaler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.

Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Adı Ferhat mıydı neydi
Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Herbirinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan

Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
Toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibi bazen

Usul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi
Dalıp gitmiştik
Sen konuşuyordun
İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
Onlar ki konuklarımızdı
Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı
Hepside ezelden tanıdıktı dosttu.”

Eksik Dergi

Yusuf ördü bu çorapları kendi başına. Yazacağım ben dedi, saçmalama senin bir tecrüben yok, bilgin yok dediysek de dinletemedik. Delidir Yusuf. Aklına koydu mu yapar. Zaten ismi de buradan geliyor. Delilik tabii ya bin hayale, bir umutla koştu. Yazdıklarını bize sattı bir süre, sonra biz yolunu kestik bunun. Rızkımızı ona yediremezdik ki. E dostluk da bir yere kadar. Hem yaptık biz yapacağımızı, kıytırık bir yazısına bira ısmarladığımız çok olmuştur. Alkole-sigaraya bu kadar karşı iken, nasıl böyle birden tiryaki olduğunu bilmiyoruz biz o zamanlar tabii. Neyse bir gün elinde bir kitap ile geldi. Kendi kitabıymış, hikayelerini buraya yazmış beyefendi. İşten çıkmıştı ve geçinemiyordu haliyle parayı nereden bulduğunu sorduk. Bir arkadaşından borç almış sigarayı alkolü azaltıp kitapları satarak yavaş yavaş ödeyecekmiş. Sonra öğrendik çok para almış tefeciden. Ucuza kapatabileceği bir olaya çok para harcamış. Kandırmışlar onu editörlere de para yedirmiş. Birkaç ay sonra yüzü gözü kan içinde bulduk bunu. Anlattı dolaşmış köşe bucak, kimse almamış kitabını. Azarlayanlar, kızanlar, dalga geçenler olmuş. Bizim salağa bir dal sigara verip kitabı alanlar olmuş hatta kitabı alıp para vermeyenler dahi olmuş. Yani senin anlayacağın bir kitap küçüktür bir dal sigaradan. Satamamış kitabı hiç. Satamayınca içmiş, içince batmış ve batınca da yazmış.

Beter olmuştu. Saçı sakalı uzamış, kıyafetlerde kayboluyordu. Sonra bir ara gerçekten kayboldu. Tefeciler almış bunu tırnaklarını çekmişler, bir güzel hırpalamışlar. Sahile çıkan yolun oradaki bankta bulduk bunu, baygındı su verip yüzünü yıkayıp ayılttık. Aç bırakmışlar karnını doyurduk. Yemek yerken anlattı bize olanları. Onun sesi, bizim içimiz titredi. Sonra bizde kalmak istedi, istedi ama korktuk haklı olarak ve kabul etmedik tabii. Sonraları duyduk bir camide işe girmiş helaya bakıyormuş içki parası çıksın diye. İçtiğini öğrenince postalamışlar bunu. Yine sokaklara düşmüştü. Sigarasızlıktan kudururken elindeki tek umudu da yitirmek üzereymiş. Yarışmada birinci olunca öğrendik biz. Alkole de sigaraya da büfedeki sürtük yüzünden başlamış, onu görebilmek içinmiş her şey. Her şarapta bir bakış, her sigarada bir bakış derken kaptırmış kendini bu zilliye. Hep onu yazıyormuş, e biz de okumadığımız için bilmiyorduk tabii. Parası bitince ve bir şeyler alamayınca kız bakmamış artık bunun yüzüne. Sokaklarda perişan halde dal sigara satan bir yer ararken görmüş o yarışma afişini. Bir ev kirası, bir rakı parası kazanırım umudu ile katılmış yarışmaya bizim eksik. Hep aşk hikâyesi yazan Yusuf, bu defa ayrılığı anlatmış. Bu defa ayrılmış aşktan. Acıyı anlatmış, çektiği sancıyı anlatmış ve yarışmada sürpriz bir şekilde birinci olup ödülü almış. O bile farkında değilmiş kazandıklarının. İçebileceği için mutlu olmuş sadece, sonradan farkına varmış durumun; sokaklarda tanınınca, şiirleri, hikâyeleri sağda solda dolaşınca uyanmış bizimki. Şimdilerde adını geçmişten, başarısını acılardan alan o meşhur Eksik Dergi’nin sahibi.      

Oğlum Ne İlk Ne Son Şehit

İntikam cinayeti Kudüs’ü karıştırdı
Kudüs’te İsrailli Yahudi yerleşimciler tarafından kaçırıldıktan sonra ölü bulunan 17 yaşındaki Muhammed Hüseyin Ebu Hudayr’ın yakılarak öldürüldüğü belirlendi.
Filistinli genci yakarak öldürdükleri için o dönem büyük bir arbede çıkmıştı.
Arapça çevirisini yaptığım bu röportajda Filistinli gencin annesinin anlattıklarını siz değerli okurlarla da paylaşmak istedim:

Ramazan ayının dördüncü günüydü. Sahuru yaptıktan sonra namaza gideceğini söyleyerek evden çıktı. On dakika geçmeden kardeşimin oğlu gelip bana Muhammed’in nerede olduğunu sordu. Muhammed’in namaza gittiğini söyledim.


“Hayır hala, Muhammed orada değil” dedi.

Oğlumu telefonla aradım ama yanıt vermedi, onu kaybettiğimi hissettim. Hemen eşime polisi aramasını söyledim. Arayınca polisler anlamsız sorular sorarak oyalamaya başladılar. Oturduğum yerde kalakaldım. Bacaklarımın bağı çözülmüşçesine hareket ettiremiyordum. Daha sonra olayı duyan insanlar beni teselli etmek için gelmeye başladılar. Allah’a hamdolsun ki o bana sabır verdi ve kalkıp 2 rekat namaz kıldım. Sonra da oğlumu bulmamız için dua ettim. Yaklaşık 1 saat sonra cesedini yanmış bir şekilde bulduklarını söylediler. Bir annenin çocuğunu kaybetmesi o kadar zor bir durum ki… Şehit olmuş olsa da kaybettiği evladına üzülmeyen anne var mıdır? Oğlunun şehadetiyle teselli etseler de, annenin içindeki ateş sönmez. Anne büyütüp yetiştirdiği evladına üzülmez mi. Benim şu an çektiğim acıları yaşamayan hiçbir Filistinli anne yoktur? Oğlum ne ilk ne son şehittir, yaşadığımız acıyı tatmayan hiçbir Filistinli anne yoktur. Filistinli her evde esir veya şehit vardır. Filistin halkının tüm anneleri bu acıları yaşamaktadır. Üstelik genç kızlarımız da şehit oluyor. Filistin halkının hayatı hep bu şekilde ve biz Filistinli kadınlar türlü türlü acılar yaşamaktayız.

Yeşerdi Yeniden

Bak işte dökülüyor bir bir yapraklar

Henüz doyamadan bahara geldi yine sonbahar

Aşiyanlarına çekildi kuşlar

Taş kesildi dili bülbüllerin

Ölümsüz sandığımız her şey toprağa düştü

Umut denen illet eksildi yüreğimden

Bir başka yenildim bu sefer,

Bir başka bittim.

Derken,

Bir ses yükseldi kimsesiz bir geceden

Sıcak bir haziran gecesinde

Güneş yeniden doğdu gözlerinin rengiyle

Kuşlar tekrar kanat çırptı göklerde

Dili çözüldü kimsesiz bülbüllerin

Toprak yeniden verdi aldıklarını

Yüreğim doldu ağzına kadar umutla

Bak işte yeşeriyor bir bir yapraklar

Seninle geldi yine ömrüme bahar.