33.3 C
İstanbul
Pazar, Temmuz 27, 2025

Yavaşla / Kemal SAYAR

“Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin”

Merhaba!

Ağustos ayında, daha önceden okuduğum birbirinden anlamlı iki kitabı yorumlayacağım. Yorumlamak dedim fakat, böylesi muhteşem eserlere yorum yapmak benim haddim değil. Sadece okurken bende bıraktıkları izlenimleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Kusurum olursa affola.

İlk ele aldığım kitap, Kemal Sayar hocanın kaleminden, “Yavaşla”.

Fakat kitaptan önce ben, tam da günümüz insanına hitap eden bu harikulâde satırları bizlere sunan güzel insandan bahsetmek istiyorum.

Bir çoğumuz Kemal Sayar ismini duymuşuzdur, belki de bu isme aşina olanlarımız vardır aramızda, hatta yakînen tanıyanlarımız. Bense, onu tanımakta geç kaldığım kanaatindeyim. Kemal Sayar ve onun gibi daha nice şahsiyetlerin varlığına, onların tecrübelerine, lisanlarından dökülecek her cümleye özellikle biz gençlerin çok ama çok ihtiyacı var.

Zira O, kendini insana, insan ruhuna adamış, yaptığını bir iş, bir maddiyat unsuru olarak görmenin ötesinde, sevmeyi, umursamayı, farkına vardırmayı, kalbe dokunmayı ve en güzeli de bunu yaparken haz almayı düstur edinmiş bir gönül erbabı fikrimce. Kemal hoca, sadece başarılı bir psikiyatr olarak değil, her yönüyle başlı başına örnek alınması icâp eden bir şahsiyet. Aynı zamanda samimi ve içten bir öğretici.

Onun sohbetlerini dinlerken yahut yazdığı satırlarda kaybolurken, ruhumun doyduğunu hissediyorum. Umarım bir gün, kendisini bizzat dinleme fırsatını yakalayabilirim.

Kitaba gelince, 244 sayfanın bitmemesi için nasıl idareli okudum bilemezsiniz. Bir gecede soluksuz bitecek kadar güzel, aynı zamanda akıcı olmasına rağmen, bir haftaya bölerek sindirerek okumayı tercih ettim. Her gün yeni satırları iple çekerek, gönlüme dokunan satırların altını çizerek.

Kitabın arka kapağında yazan şu cümleyle başlayacağım, “Kemal Sayar, daha akıllı telefonların, daha hızlı internetin ve daha hızlı otomobillerin çağında yaşayan bizlere, üzerinde “Yavaşla!” yazan bir tabela gösteriyor adeta.” Evet, bence hepimizin böyle bir tabelaya kesinlikle ihtiyacı var.

“O kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhlarımız arkada kalıyor.” İçinde bulunduğumuz “modern çağı” bir cümleyle özetlemek gerekseydi, ben bu cümleyi tercih ederdim.

Yavaşla, farkında olmadan yaşadığım, öylesine ve hızla geçirdiğim her ânı, idrak etmeme vesile oldu. Bir çiçeğin yanından geçerken, yavaşlayıp kokusunu içime çekmeyi, yolda gördüğüm bir insanı fark edip tebessüm etmeyi öğretti bana. İnsan ilişkilerini sorguladığım bir dönemde, insanın neden yalnızlaştığını, ilişkilerin neden bu kadar uzak, gelip geçici olduğunu bu muhteşem satırlarda okudum, farkına vardım.

Okuduğum her satırda başka bir duyguyla kesişti yolum. Ve her satırda, “Evet evet, işte tam benim hissettiklerim.” derken buldum kendimi.

Sevgi, saygı, merhamet, adalet, kısaca bizi biz yapan tüm değerleri ve bunların insan ilişkilerinde ne denli mühim olduğunu, sebep ve sonuçlarıyla bir bir ele almış Kemal Sayar. Hızla birlikte elimizden kayıp giden her şeyi yavaşlayarak, duyarak, anlayarak, hissederek kazanacağımızı söylüyor bize. “Dünya, yeşerecek tohumları bekliyor.” diye ekliyor.

Bir de reçete var kitapta, hayatı daha anlamlı kılmak, doya doya, tadını ala ala yaşamak için. Okurken en keyif aldığım bölümlerden biriydi. 21 maddeden oluştuğu için buraya eklemedim.

Cümleler o kadar net, o kadar akıcı ki, okurken hayran kalmamak elde değil. En güzel yanı da, bilimsel ifadelere, deneylere, bilgilere boğarak, sıkıcı bir anlatımla söylemiyor, psikiyatr kimliğiyle edebi yönünü harmanlayarak, kendi hissiyatını katarak aktarıyor biz okurlarına. Günümüzde bir çok kişisel gelişim kitabında geçen kurallar, teknikler, taktikler yok kitapta, insan var.

Yavaşla’da, gencinden yaşlısına, evlisinden bekarına, anne-babalara kadar herkesin kendinden bir parça, hayatından bir kesit bulacağından şüphem yok.

Günümüz insanının hep yakındığı, hiçbir şeye yetişememe, geri kalma, kıyaslama, güvensizlik, depresyon, değersiz hissetme, yaşamdan haz alamama ve saymadığım daha bir çok problemin çözümünün, yavaşlamaktan geçtiğini vurguluyor Kemal Hoca.

Ve “İnsan, ötekinin yüzünü arayan bir varlık.” diyor. Hepimizin içinde yatan o sohbet, samimiyet, içtenlik, yoldaş arayışını bir başkasında bulacağımızı söylüyor, git gide yalnızlaştırılmaya çalışılan bizlere. İnsanın devasının insan olduğunu hatırlatıyor, unutkan gönüllerimize.

Altını çizdiğim her cümleyi buraya aktarmaya kalksam kitabı tamamen yazmam gerekecek. O sebepten son bir alıntıyla bitiriyor ve en kısa zamanda “Yavaşla” ile buluşmanızı tavsiye ediyorum.

“Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark ederiz. Zamanla olgunlaşırız. Lütfen yavaş gidiniz.”

Belki de İlacım Budur

Bari dedim tam yatarken bir şiir yazayım
Belki de ilacım budur
Ne antidepresanlar ne de sakinleştiriciler
Ne de oradan oraya zıplamak

Kurtulamıyorum bi türlü iç sesimden
Kaçamıyorum bi türlü zihnimden
Anlayamadığım bi tat var ağzımda
Belki de ilacım budur

Korkuyorum velhasıl
Üşüyorum
Ürküyorum
Bay bay…

Erich Kästner – Bok Yoluna Gitmek*

emil erich kastner

Elimizdeki bu kitap birçok kez sansüre uğramış, uzun yıllar sonra asıl şekliyle yayımlanabilmiş bir kitap. Sansüre uğramasının sebeplerini kitabı okuyunca rahatlıkla görebilirsiniz ve sansürün haklı olup olmadığına karar verebilirsiniz. Bence sansür kesinlikle yersiz. Çünkü yazarın hayatı gözlemlediği şekliyle tasvir ettiğini düşünüyorum.

Peki, yazar bize neleri anlatıyor?

1930’ların başında Berlin’de dolaştırıyor yazar bizi. Başkahramanımız Jacop Fabian. 1929 New York Borsası’nın çöküşü sonrası dünya ekonomik bir darboğaza girmiştir. Almanya da bu krizden payına düşeni fazlasıyla almıştır. Tabii bu durum halkta yeni arayışlara yol açmıştır. İşte Naziler, böyle bir ortamda hızla güç kazanmışlardır. Führer Hitler (führer lider demek) önderliğinde ülkeyi bir ur gibi sarmalarına en çok bu dönemin etkisi olmuştur. Tabii o dönemde dünyada faşizmin yanında bir de komünizm ideolojisi büyük bir taraftar kitlesine ulaşmaktaydı. Yazarın kitapta hayat içinden aktardığı en önemli olaylardan biri o dönemdeki Komünistlerin ve Nazilerin çatışmasıydı. Siyasi alandaki gerginliği gören yazar, satır aralarında bu durumun ülkeyi sokacağı kötü halleri sezip sürekli ikazlarda bulunmaktadır.

Yaşam, kötü bir alışkanlıktır.

Erich Kästner

Kitabın en çok eleştiriye uğrayan yanı ise aşırı erotik bulunması. Roman boyunca sık sık tekrarlanan ve pornografik unsurlar ihtiva eden eser sert eleştirilere maruz kalmıştır. Gerçekten de kitapta müstehcen sahneler oldukça bol. Lezbiyenlik, homoseksüellik, evli kadınlarla pervasızca girilen ilişkiler hatta evli kadınların gayrimeşru ilişkilerini kocalarının gözü önünde onların isteğiyle yapması gibi cinsellikle dolu sahnelere şahit oluyoruz. O dönemde Berlin’de bulunan lezbiyen, gay barlarına hatta erkek genelevlerine değiniliyor kitapta.

Yaşamamız rastlantı, ölmemiz kesin.

Erich Kästner


Bunun dışında kamusal alandaki kokuşmuşluğa da uzunca yer verilmiş. Üstün astını sırf şahsi kininden dolayı işinden etmesi, üniversitelerde dönen dolaplar, reklam sektöründeki hileler vs. bu anlamda söyleyebileceğimiz belli başlı konular.

Bana kalırsa mevcut haliyle insanlığın sadece iki seçeneği var. Ya kaderinden memnun değilsin ve durumu daha iyi hale getirmek için birbirini vurup öldürmeye başlarsın ya da tersine kendinden ve dünyadan memnunsun ve can sıkıntısının seni öldürmesini beklersin. Etki aynı. İnsan domuz olduktan sonra tanrısal düzen neye yarar?

Erich Kästner

Bütün bunlara bakarak günümüz Türkiye’siyle ilgili şunları söyleyebilirim: Öncelikle bu anlatılanlar günümüz Almanya’sında da böyle midir, bilmiyorum. Ama romanda anlatılanların birçoğunu 2020 Türkiye’sinde gördüğümü rahatlıkla söyleyebilirim. Ekonomik olarak içinde bulunduğumuz hal. Kamusal alandaki liyakatsizlik. En önemlisi de ahlaki bakımdan içinde bulunduğumuz kötü hal. Belki maddi bakımdan olan eksikliklerimizi düzeltebiliriz. Ama bu acaba bizi kurtarmaya yeter mi? Günümüzde her türlü azgın oluşumun hızla toplumu zehirlediğini ve her alanda bunların güçlü olduğunu görünce ye’se kapılmamak elde değil. Özellikle uçkuruna bir türlü sahip olamayan hastalıklı toplulukların sürekli zeytinyağı gibi üste çıkma çabaları, içlerindeki şeytani hislere tıbbi maske takma uğraşları, bunların sokaklarda pervasızca dolaşmaları, örgütlenmeleri, gençlik arasında yayılmaları ülkemiz için ciddi bir sorun teşkil ediyor. Kastner 1930’larda Almanya’nın yukarıdaki sebeplerden dolayı uçuruna (bok yoluna) gittiğini söylüyordu. Biz de 2020’de hızla bok yoluna gidiyoruz!

Kara Yolculuk

Ay ışığının yüzüme gölge düşürdüğü, gülüşlerime düş serpiştirdiği, gözlerime derin derin bakışlar sindirdiği, yüreğime bir perişan ahval kondurduğu çetin bir günden, kara bir yolculuk esnasından ulaşıyor bu sözlerim sizlere. Bilirsiniz yahu, hani derdin tozu dumana katıldığı, yollar bitmedikçe duyguların dolunayla karşılıklı bî hoş sohbete daldığı kara bir yolculuk.

Ben duygularımla dolunayı sahneye bırakıp, sizlerin gönlüne sıvışayım. 

Arka fona bir söz bırakarak devam etmek istiyorum; “Bu hayat benim ama yarısını başkaları için yaşadım.” (Nadide Hayat, 2015)

Tüm şeffaflığı ile yalnızca düşündüklerimi paylaşmak, bunu okuyan güzel insandan yorum almak istiyorum. Yorum, yol yordam, çıkış noktası… 

Hayat ne idi dostum? Diğer gönüller mutlu olsun diye kendi gönlünü susturmak mıydı? İçinde bir yerlerde feryat figana esir olmuşlar varken; dışına gül saçmak zorunda kalmak mı idi? Ben miydim önemli olan, o muydu, onlar mıydı? Hangi tarafı kefeye koymalıydım? Kalbimi parçalayıp karşımdakinin tebessüm sebebi olmak mı? Kalbimi harabelerden çıkarıp, hassas pamuklara sararak karşımdakine taş duvar olmak mı? 

Bir kara yolculuk, bir çok yol arkadaşı..

Akrep ve yelkovan arasına sıkışmış olan zaman saat gece 3 sularını gösteriyor. Gerçek ile hayal arasına sıkışmış umutlar geçmişin kirli sularıyla geleceği ıslatıyor. Yol bitmiyor, akıldakiler susmuyor. Ne acımasız değil mi yolculuklar?

Beni esir altına almış yolda, içimin soğukluğunu ısıtmak için çayımı yudumlarken, sözü sana bırakıyorum. Senin yolculuğun sana neler düşündürüyor? Gerçekleri mi, asla gerçek olamayacakları mı?

Doktor OX’un Deneyi

{"source_sid":"F203FE72-BCCB-4244-A08E-94CE8DEFB6FA_1596480198494","subsource":"done_button","uid":"F203FE72-BCCB-4244-A08E-94CE8DEFB6FA_1596480198456","source":"other","origin":"gallery","sources":["333973626087201"]}

 ”Hepimiz bir şekilde Jules Verne’in çocuklarıyız.”

Ray Bradbury

Öncelikle yazara olan hayranlığımdan biraz bahsetmek istiyorum. 9-10 sene önce 4. sınıfın yaz tatilinde bana bir kitap seti alınmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam içinde 40 kitap vardı. Hepsini döküp aralarından “Dünyanın Merkezine Yolculuk” adlı kitabı seçmiştim. O kadar sevmiştim ki uzun süre en sevdiğim kitap olarak fırsatını bulduğum her yerde bahsettiğimi hatırlıyorum. Daha sonra yazarın sette bulunan üç kitabını daha okumuştum. 

Onlar da Seksen Günde Devri Alem, Aya Yolculuk ve Balonla Beş Hafta’ydı. Ne yazık ki içeriklerini çok hatırlayamıyorum ama tekrar okumayı düşünüyorum. Bu kitap da yazarıyla birlikte bir arkadaşımın önerisiyle tekrar hayatıma girmiş oldu.

Jules Verne’in neredeyse tüm kitapları sinemaya taşınmış ve aramızda Jules Verne’in bir filmini izlemeyen ya da bir kitabını okumayan insan sayısı oldukça azdır diye düşünüyorum.

Doktor OX’un Deneyi

Özellikle gençlik edebiyatının bilim kurgu öncülerinden biri olan Jules Verne, bu kitabında da hayal gücünü satırlarına işlemiş. 

“Hikayemiz, Flandre’da, hayali Quiquendone kentinde geçer. Kentin sakin, ölçülü, tutumlu ve ağırkanlı insanları yüzyıllardır aşırılığa kaçmadan, herhangi bir duygu belirtisi göstermeden, uyum içinde son derece durağan bir yaşam sürmektedir. Yöneticileri bile yaşamları boyunca inisiyatif kullanmadan, hiçbir önemli karar almadan bu dünyadan göçüp gitmektedir. Ancak Doktor Ox’un sözde kenti aydınlatma projesiyle gelişi Quiquendone’da bir şeyleri değiştirecektir.” (Arka kapaktan alınmıştır.)

Şöyle bir kent düşünün ki 3 haftadır yanmaya devam eden deri pazarı hakkında yanmaya bırakma kararı alınıyor. 

Kimsenin birbirine sesini yükseltmediği, hayvanların bile en ufak bir zarar vermediği on yıldır komiser memurluk kadrosunun kaldırılmasını düşünen bir şehir. Okurken insanların sakinliği ve durağanlığı beni biraz rahatsız etti, özellikle asla alınamayan kararlar…

“Bütün yaşamı boyunca hiçbir şeye karar vermeden ölen bir adam bu dünyada mükemmeliyete yaklaşmış demektir.”

“Zira bilim, vicdansız kişilerin elinde tehlikeli olabilir.“

Her şey şehrin yüzyıllardır çözülemeyen aydınlatma sorununu Doktor Ox’un gerçekleştireceğini iddia etmesiyle başlıyor. 

Bu kısımdan sonrasını birbiriyle evlenmek için en az 10 yıl beklemeleri gereken halkı, yazarın ironileriyle birlikte sizlere bırakıyorum.

 “-Nabız ortalaması kaç olarak saptandı?
– Dakikada elli bile değil. Anlayın artık: bir yüzyıldır arabacıların küfretmediği, birbirlerine sövüp saymadığı, atların kaçıp gitmediği, köpeklerin ısırmadığı, kedilerin tırmalamadığı, kısacası tartışmanın gölgesine bile rastlanmayan bir kent bu!

Yaşlanmış Gibi

Bir kaç adım atmıştım oysa
Sokaklar neden bu kadar sessiz?
Çocukluğumda hiç de öyle değildi.
Her köşede farklı bir oyun;
Seksek, yakan top, elimsende…
Tamam kabul büyüdüm.
Ama hiç çocuk kalmadı mı
Bu mahallede?
Neden bu karar ıssız,
Kabuğuna çekilmiş
Hani şu fırlama delikanlılar,
Geceleri uzak ama yakından gelen
Havai fişek sesleri
Onlar da kayboldu.
Yitirmiş ruhunu arar gibi
Bu mahallenin şen sesi.
Buldum, buldum ‘yaşlanmış’ gibi
Aman Allahım bende mi?
Yok canım! Ruhum daha genç benim.
Öyle mi?
Öyledir değil mi?

Bayramda Yemeği Fazla Kaçırdıysanız Bu Detoks Tam Sizlik!

İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Derya Fidan, bayramda yemeği fazla kaçıranlar için bir detoks önerisi paylaştı.

Yoğun beslenmeye maruz bıraktığımız bedenimizi arındırmak ve fazlalık oluşturan, bizi rahatsız eden vücut yağını yakmak için bayram sonrası detoksunu yapmayı deneyebilirsiniz. 3 gün boyunca düzenli olarak yapacağınız bu programda, bol miktarda su içmeye ve hareketinizi arttırmaya özen göstermeyi unutmayın.

Sabah kahvaltısı;

  • 4 yemek kaşığı kadar yoğurt
  • 2 yemek kaşığı kadar yulaf
  • 1 ince dilim ananas veya 12 adet kiraz
  • 10 tane çiğ badem veya fındık
  • 1 çay kaşığı toz tarçın ve çörekotu

Tüm malzemeleri karıştırıp tüketmelisiniz.

Ara öğün;

  • 1 fincan kiraz sapı bitki çayı

Öğle yemeği;

  • 200 ml kadar smoothie (Tarifi aşağıda)

Karaciğer temizleyici smoothie tarifi

  • ½ su bardağı marul
  • ½ su bardağı maydanoz
  • ½ küçük boy pancar (yıkanmış ve dörde bölünmüş)
  • 1 adet elma (çekirdek ve tohumları çıkarılmış)
  • 1 adet limon (soyulmuş)
  • 2 dilim taze zencefil
  • 1 yemek kaşığı chia tohumu
  • 1 tatlı kaşığı karahindiba veya 1 adet çiğden enginar
  • ½ su bardağı içme suyu

Ara öğün;

  • 1 fincan sütten yapılmış şekersiz kahve
  • 10 tane çiğ badem veya fındık

Akşam yemeği;

  • 6-8 yemek kaşığı kadar sebze yemeği (etsiz ve susuz alınsın)
  • 1 kase yoğurt
  • Çiğ ıspanak ve rokadan zengin mevsim salata (nar ekşisi ve mısır yok)

Gece;

  • 1 fincan melisa çayı

Şebnem Ferah Ve Bulutsuzluk Özlemi

Rock müzik sevenler için, tarzın en güçlü iki sesinden her kelimesinde bin anlam yatan bir şarkıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bulutsuzluk Özlemi’nin 1990 yılında çıkan Uçtu Uçtu albümünün en özel parçalarından biri. Ve bu muazzam gruba Şebnem Ferah eşlik ediyor.

Sözlerimi geri, alamam
Yazdığımı yeniden, yazamam
Çaldığımı baştan, çalamam
Bir daha geri dönemem
Akıyorsa gözyaşım kurumasın
Coşup seven gönlümse durmasın
Dost bildik anılarım, çağırmasın
Bir daha geri dönemem
Hiç bir kere hayat bayram olmadı ya da
Her nefes alışımız, bayramdı
Bir umuttu yaşatan insanı
Aldım elime sazımı
Yine aşınca çayın suyu boyunu
Belki yeniden, karşıma çıkacaksın
Göz göze durup bakınca, göreceğiz
Neyiz ve nerelerdeyiz, bilemiyoruz, şimdi

Bir İhtimal Daha Var, Ali Lidar

Sevdiğimiz ölüler var ve sevmediğimiz diriler çok
Geçtim aralarından kirin pusun ve telaşın
Gövdemden geçtim önce sonra aklımı kaybettim
Yalnızdım hep ve bunu mesele yapmayacak kadar
Şuursuzdum sanırım son çare sana geldim
Merhamet et merhamet bir bakışınla mümkün
Çok zaman kaybettim çok üzgünüm ne desem boş
İhtimal var bir daha o da ölmek olmasa keşke!

Akla ziyan kaygılara fon oldu zavallı ömrüm
Mezarlık dolusu sessizlik ve uğultu ve yalnızlık
Kalabalıklaşsak ya ikimiz herhangi bir coğrafyada
Sen acını unutursun ben gülmeyi hatırlarım
Böylece uzanırız sereserpe bir hasıra
Öylece kalakalırız akmayı unutur zaman
Belki diyorum belki bir ihtimal daha var
Bir ihtimal daha var o da ölmek mi sensiz

Ali Lidar

Öldüm Diyorsun Bana Ne Diyor, Söyle Aşk Bunun Neresinde?

Öldüm diyorsun, bana ne diyor.
Ağlamaktan helak oldum diyorsun, ağla diyor.
Özledim diyorsun, ben özlemedim diyor.
Nefes alamıyorum diyorsun, işim var diyor.
Seni seviyorum diyorsun, ben sevmiyorum diyor.
Dayanamıyorum diyorsun, beni arama diyor.
Baş ağrımdan duramıyorum diyorsun, ağrı kesici iç diyor.

Oysa sen onun bir damla can sıkıntısı için
Yolları koşarsın,
Yokları var etmeye çabalarsın,
Olmazı zorlarsın,
Yüzünü okşarsın,
Elini tutarsın.

O ne kadar “Ben yokum.” diye çivilerken senin aklına
Sen o denli, “Kimseye ihtiyacın olmasın ben varım.”ı vurgularsın.

Sonra ağlarsın 3 gün 3 gece.
Sonra uyuyamazsın 3 gün 3 gece.
Sonra düşünürsün 3 gün 3 gece.

Ve fark edersin ki nihayetinde
Benim beni benden daha az seven birine ihtiyacım yok ki.
Benim bana ona merhamet ettiğimden daha az eden birine ihtiyacım yok ki.
Benim bana sevgisiz hissettiren birine ihtiyacım yok ki.

Hata yapılmaz mı? Yapılır.
İnsan kırılmaz mı? Kırılır.
Bazen düşüncesiz olunmaz mı? Olunur.

Ama merhametsiz olunmaz.
Sevdiğinin göz yaşına bu denli göz yumulmaz.
Dün gece şu sözleri anımsadım çokça.

Bana ne söylediğini hatırlamıyorum. Ama bana nasıl hissettirdiğini unutmadım.

Silkelenerek uyandım bu sabah.
Çünkü göz kapaklarım birbirine yapışmıştı.
Çünkü yalnızdım.
Çünkü kalbimin derinlerinde sevgisine dair hiç bir kırıntı hissetmiyordum.

Sabah güne başlamak zorunda olduğum o uzun yolda,
Günün ilk saatlerinden beklenmeyecek bir yükseklikte Cem Karaca eşlik etti bana.
Aşık olduğum Nazım’ın dizeleriydi dilimden dökülen.

Gönlümle baş başa düşündüm demin
Artık bir sihirsiz nefes gibisin
Şimdi ta içimde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin
Maziye karışıp sevda yeminim
Bir anda unuttum seni eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sende herkes gibisin

Yolu bize kıyamayan sevgiden geçenlere çıksın yolumuz.
10 tane güzel şeyiniz varken 10 tane kötü şeyinizi görenlere değil.

Kalbi, sizin içinde olabileceğiniz sıkıntılara ferahlık verenlere çıksın yolunuz
Sizi elleriyle itenlere değil.

Ne demişti Nazım

Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey…

Konuş Oralet

Hayat sana hep güzellikler getirir aslında.
Örneğin yoğurt kovası çiçek açtırır.
Ağaç eğilir bükülür sandalye olur.
İp dolanır örülür ayağına paspas olur.
Baksan güneş de ay da senin için aslında, doğmaktan sıkılmadan, batmaktan yorulmadan.
Sıcaktan bunaldığında esiveren rüzgar da senin için.
Açan çiçek, gelen baharlar da hep senin için.

Senin için.

Bir Günün Ardından

Bambaşka bir gün daha sona erdi.

Kimi ağladı, kimi gülümsedi. Kimi sımsıkı sarılırken, kimi arkasını dönüp gitti.

Sevmek, yine her şeyden güzel ve önemliydi bazıları için. Ve yine bazıları, mutsuzluk, nefret için çırpındı. Sevgi mefhûmunu bilmeyen, tatmayan, yaşamayanlar. Onlar yine mutsuzdu, somurturdu. Kızardı, küserdi, çeker giderdi.

Ne önemi var ki? İki günlük mücadelede ha gülmüşsün, ha ağlamışsın. Önemli olan, kimi güldürüp, kimi ağlattığın.

Ya dibine kadar iç mutluluk şerbetini, ya da ebediyen dön arkanı hayata ve kapa bütün perdeleri. Ama asla arada kalma! O, bu dünyada tadabileceğin en acı histir. Kararsızlık, şüphe…

“Acaba”lar ile boğuşmak, düşmana silah çekmekten bile meşakkatli bu zamanda.

Kendi kendine hesap vermek, ölçmek, biçmek, mücadele etmeye mecbur kalmak kadar zoru var mı hiç? Ya da alıp başını teselli etmek kendini, yapayalnız.

İşte, bunların hiçbirini yaşamadan, görmeden, bilmeden, “mutluluk” dolu bir güne uyanmak ümidiyle…

Ayna – Ⅳ

…Polis memurları birbirine bakıp hareket etmiyorlardı. Yiğit ve Sinem ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Yiğit kekeleyerek “Ne! Bir dakika, ne alması, ne oluyor, anlamadım, ne yapmışız ki!” dedi. Diğer polis memurları gülmeye başladılar. İçlerinden biri kimlik sorgusu yapan Polise “Murat Komiserim yapmayın artık şunu gençlere, kalplerine inecek birisinin” dedi gülerek. Kimlik sorgusu yapan Murat Komiser kimlikleri uzatarak “şaka gençler şaka, ben sizin gibi gençlere takılmayı çok seviyorum. Kusura bakmayın tutamadım yine kendimi” dedi. Yiğit anlık bir sinirle kimlikleri elinden aldı fakat hemen kendine gelerek “Komiserim ne yaptınız gözünüzü seveyim, kalp krizi geçiriyorduk burada böyle şaka mı olur?”
“Neden bu kadar korktun? İlk defa bu kadar korkan birini gördüm, böyle olacağını bilsem yapmazdım. Bir şeyden mi korktun he, suçlu musun yoksa?”
“Olur mu hiç öyle şey komiserim bir an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. İnanın şu an ne dediğimi ne yaptığımı bilmiyorum.”
“Tamam tamam, hadi gidin, tutmayayım sizi. Elinizden yüzünüzden belli zaten temiz çocuklarsınız. Gençlere takılmayı severim ben, hakkınızı helal edin.”
“Helal olsun Komiserim, hayırlı görevler.”

Diğer polisler sessizce gülmeye devam ediyordu. Yiğit bir an önce oradan uzaklaşmak istercesine Sinem’in koluna girdi ve çekiştirmeye başladı.

“Neydi bu şimdi! Ne! Kafayı yiyeceğim. Böyle şaka mı olur? Kalbim duracaktı elim ayağım tutmuyor… Ya konuşsana Sinem sen neden bu kadar rahat ve sessizsin? Çıldıracağım!”
“Çünkü böyle olmak zorundayım Yiğit! Senin gibi belli edip kimseyi şüphelendiremem. Belki bende orada senin gibi olsaydım, o zaman daha çok üstümüze geleceklerdi.”
“Böyle olduğum için kusura bakma her gün suç ortağı olmuyorum!”
“Öyle mi? Yardım ettiğine pişman gibisin. O zaman gel geri dönelim. Sen beni teslim et ben de suçumu itiraf edeyim. Ya da hiç gelme sen git, ben bir karakola gider teslim olurum. Nasıl fikir?”
“Onu mu demek istedim ben Sinem? Tamam lütfen, ben yanındayım. Ne olursa olsun senin yanındayım. İnan seni kendimden çok seviyorum. Böyle bir gün, ne bileyim sanki kabus gibi. Keşke uyansak ve bunlar bir rüya olsa…”

O sırada Sinem’in telefonu çaldı. Arayan bilinmedik bir numara. Sinem, Yiğit ile göz göze geldi ve telefonu açtı.

“Alo buyurun.”
“Aaa Sinem kızım sen misin?”
“Evet buyurun benim siz kimsiniz?”
“Ben Hacer Teyzen kızım Leyla’nın annesi”
“Ne! Eee şey… Buyurun Hacer Teyzeciğim”
“Kızım Leyla’ya ulaşamıyorum sabahtan beri hiç böyle yapmazdı. Herkesi arıyorum tek tek numaranı Burcu’dan aldım. Sen hiç konuştun mu, gördün mü kızım Leyla’yı?”
“Yok Hacer Teyze hiç konuşmadık biz birkaç gündür. Allah Allah ulaşamıyorsunuz demek. İsterseniz ben gidip bir evine bakayım?”
“Yok kızım biz merak ettiğimiz için eve geliyoruz zaten yoldayız on beş dakikaya Leyla’nın evinde oluruz. Zaten gelecektik ziyarete merak edince erkene aldık. Neyse seni de çok tutmayayım kızım. Bir haber alırsan lütfen bu numaradan ulaş bana.”
“Şey eee… Tamam… Tamam Hacer teyze bir haber alırsam ulaşırım size.”

Sinem yanındaki duvarın dibine oturup boş boş bakmaya başladı. Yiğit olanları kısmen duymuştu ve merakını daha fazla bastıramayıp “Ne oldu? Ne diyor?” diye ısrarla soruyordu.

“Eve geliyorlarmış. On beş dakikaya Leyla’nın evinde olurlarmış…”
“Ne şaka yapıyorsun? Lütfen şaka de.”
“Ciddiyim…”
“Nereden geliyor lan bunlar ışık hızıyla!”
“Leyla’nın ailesi İzmit’te oturuyor. Birkaç saatlik yol. Haber alamayınca gelmek istemişler. Zaten ziyarete geleceklermiş.”
“Bittik biz. Şimdi sıçtık. Bittik ya.”
“Ne yapacağız şimdi?”
“Bilmiyorum Sinem, bilmiyorum. Kaçalım. Olabildiğince uzağa gidelim. Başka çare yok eve geri dönemeyiz vaktimiz yok. Hemen Ali’yi arıyorum.”

Sinem elleri titreyerek boş bakarken Teslim mi olsam? Yol yakınken dönelim.”
“Hayır! Çıkar aklından bunu, gittiği yere kadar. Arıyorum ben şimdi.”

Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açılır.

“Alo!”
“Alo kardeşim”
“Ali hal hatır sormak isterdim kardeşim ama acil işim düştü sana. Neden diye sorma anlatamam vaktim yok. Bana acil sessiz sakin bir yerde birkaç günlük ev lazım.”
“Vayyy… Kardeşim (gülerek) seni gibi çapkın seni.”
“Yok be oğlum saçmalama yengenle kalacağız.”
“Tamam kardeşim, tamam kızma bir şey demedim. Ben hemen ayarlamaya çalışıyorum. Ayarlar ayarlamaz sana haber veririm.”
“Tamam kardeşim çok teşekkür ederim, senden haber bekliyorum.”
“Şey, Yiğit bir dakika, sen iyi misin kardeşim, sesin bir tuhaf geliyor?”
“İyiyim iyiyim… Sana anlatırım sonra.”
“Tamam hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz…”

Ali önceden ekspertizlik yaptığı için ev konusunda çevresi çok genişti. Yiğit telefonu kapatır kapatmaz yoldan taksi çevirdi. Bir eliyle poşetleri tutarken, diğer eliyle de Sinem’in elinden tutarak taksiye bindirdi. Önce Yiğit kendi evine gidip birkaç eşya aldı sonra da Sinem’in evine gittiler. O sırada telefon çaldı. Arayan Ali’ydi.

“Alo! Kardeşim bir ev buldum.”
“Helal be süpersin. Nerede kardeşim?”
“Şile – Ağva tarafında.”
“Harikasın. Tamamdır anahtarı kimden alacağım?”
“Oranın bakkalından kardeşim, adam hem bakkal hem de oranın muhtarı. Güvenilir biri, sahibi giderken ona teslim etmiş. Sen al ben konuştum seni bekliyor.”
Tamamdır geçince oraya ararım seni.”
“Tamamdır haberleşiriz. Hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz kardeşim.”

Sinem’inde birkaç parça eşyasını toparladıktan sonra sıra babasına ait arabayı almaya gelmişti. Sinem babasıyla telefonda görüştü ve ikna etti. Araç garajlarında duruyordu. Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Anahtarı aldılar, aşağı indiler ve arabaya bindiler. Yola çıktılar. Ali evin konumunu atmıştı. Konumu telefondan açarak yola devam ediyorlardı.

Anadolu yakasında ve hızlı gittiklerinden bir saat içinde konuma varmışlardı. Ali’yi aradı ve evin yakınlarındaki bakkalın yerini öğrendi. Bakkalı bulan Yiğit arabayı park etti. Sinem’e arabada beklemesini söyledi ve içeri girdi.

“Selamünaleyküm. Muhtar Mahmut amcayı arıyorum.”
“Ve aleykümselam. Buyur evlat kendisiyle konuşuyorsun.”
“Muhtarım beni Ali gönderdi. Bir ev anahtarı varmış onu almaya geldim.”
“Hee.. tabi şu anahtar. Burada al bakalım.”
“Eyvallah Muhtarım çok teşekkür ederim. Dönüşte de yine size bırakırım.”
“Bir çay kahve ikram etseydim. Yangından mal kaçırır gibi nereye böyle. (hafifçe gülümser)”
“Çok işimiz var Muhtar, evi falan temizleyeceğiz daha, hem yol boyu sıkıştık malum.”
“Tamam tamam, uğrarsınız yine bana.”
“Tabi uğrarız, görüşürüz hadi Allah’a emanet.”
“Allah’a emanet.”

Arabaya binip anahtarı Sinem’e verdi. Eve doğru yol aldılar. Ev yazlık bir villa, garajı olan büyük bir ev. Kapının önüne geldiklerinde Yiğit arabadan inip dış kapıyı açtı. Arabayı park edip, eşyaları Sinemle birlikte alıp eve girdiler.

Eve girdiklerinde hayranlıkla Yiğit “Ev, ev değil Saray!” dedi.
“Tatile gelmedik biliyorsun değil mi?”
“Tamam ya, bozma hemen.”

Günün gerginliğini biraz olsun üstlerinden atmak için duşa girdiler. Gün boyu ağızlarına tek bir lokma sürmediklerini fark eden Sinem yiyecek bir şeyler hazırlamaya karar verdi. Hava kararmış ve Yiğit televizyonu açmış, son dakika haberi var mı diye sürekli kanallar arasında geziyordu. Evde bozulmayacak birkaç şeyden biri olan makarnayı yaparken Sinem ara sıra Yiğit’e gizli gizli bakıp gülümsüyordu. Ne garip.

Bir süre sonra seslendi Sinem “Hadi gel sofra hazır.”
“Tamam geliyorum. Televizyonda hiçbir haber yok.”
“Hımm… Ne güzel.”
“Hayatım tamam artık surat asma. Gülümse de demiyorum ama ne bileyim böyle de olma.”
“Tamam hayatım olmamaya çalışırım. (kinayeli bir tavırla)”

Yemeklerini yerken bahçeden gelen bir sesle irkildiler. İkisi de çatalı bırakıp, özgürce yedikleri son lokmalarıymış gibi ağızlarındakini yutup, gözlerini kapıya doğru diktiler. Birkaç saniye sonra kapı çaldı ve ardından bir ses.

“Orada mısınız?”

Hotel Amira İstanbul Avrupa’nın En İyi Otelleri Arasında

Hotel Amira

Tripadvisor kullanıcıları tarafından seçilen Tripadvisor Traveler’s Choice ödüllerinde Hotel Amira İstanbul yüzbinlerce tesis arasından Avrupa’nın en iyi otelleri sıralamasında 8. sırada yer aldı. En iyi hizmet veren oteller listesinde ise 12. sırada yer aldı.

10 yıldan uzun süredir kişiye özel hizmet sunan güler yüzlü çalışanlarıyla misafir memnuniyetine verdiği önemle markalaşan Hotel Amira İstanbul’un odalar bölümü müdürü Can Yaman, ağustos ayından itibaren misafirlerini ağırlamaya başlayacaklarını, Covid-19 salgını nedeniyle ekstra önlemler aldıklarını ve full taze hava ile çalışan yeni havalandırma sistemine geçtiklerini söyledi. Hotel Amira İstanbul, misafirlerini eşsiz manzaralı terasında hem konforlu hem de güvenli bir tatil ortamında ağırlamayı bekliyor.

Kafa

Dolap çeviriyoruz,
Dolaplar içinde.
Bir görünür, bir görünmez;
İzler peşinde.
Kapansa gözler,
Sussa bütün şehir.
Ne arar ne sorar
Bir izbe yurt tutarım.
Kafa bu ya
Olmayan kapıları aralarım.