22.3 C
İstanbul
Pazartesi, Temmuz 28, 2025

Netflix Deneme Süresini Yeniden Açtı

Netflix Türkiye 30 günlük ücretsiz deneme sürecini kötüye kullanım nedeniyle kullanıma kapatmıştı. Artık ücretsiz olmasa da çok uygun bir fiyata geri geldi bu özellik.

Dünyanın en büyük film-dizi platformlarından olan Netflix ilk ay ücretsiz kampanyasını Türkiye’den kötüye kullanım gerekçesiyle kaldırmıştı. Artık 1,99 TL karşılığında bir aylık deneme sürümünü kullanabilirsiniz. Yeni üye olmanız şartıyla.

Kullanmak için bilgileri doldurarak üye olmanız ve kart bilgilerinizi girmeniz yeterli olacaktır.

Sokaklarda

Sokaklarda yürüyoruz
Elimizde pankartlar
Önümüzde barikatlar
Sağımız solumuz biber gazı

Bağırıyoruz…
Bağırıyoruz…
Duymuyorlar
Bağırıyoruz…

Yaşasın
Sokaklarda yürüyoruz
Dilimizde isyan türküsü
Hep birlikte
sokaklarda…

Ankara Film Festivali’nden Vişegrad Dörtlüsü Klasikleri

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde adını Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan alan ‘Vişegrad Dörtlüsü’ seçkisinde beş yönetmenden dört klasik komedi filmi yer alıyor.

3-11 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan 31. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin yeni ve klasik filmleri bir araya getiren Dünya Sineması bölümünde gösterilecek Vişegrad Gülümsüyor seçkisi unutulmaz filmleri seyirciyle buluşturacak.

Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda gerçekleştirilecek olan festival, Covid-19 tedbirleri kapsamında yüzde 50 kapasiteyle yapılacak.

Vişegrad Gülümsüyor seçkisinde yer alan filmler şunlar:

Aziz Peter’in Şemsiyesi

Aziz Peter’in Şemsiyesi’ni  (Szent Péter esernyöje, 1958) Slovakyalı yönetmen Frigyes Ban ve Çekyalı yönetmen Vladislav Pavlovic birlikte yönetmiştir. Film, Macaristanlı yazar Kálmán Mikszáth’ın aynı adlı romanından uyarlanmıştır.

Kardelen Festivali

Usta Çekyalı yönetmen Jirí Menzel’in Kardelen Festivali (Slavnosti snezenek, 1984), Bohumil Hrabal’ın hikâyesinden uyarlanmıştır. Film, Kersko adlı küçük bir köyde yaşayan insanların günlük hayatları ve ilişkilerine lirik bir bakış getiren bir komedidir.

Profesör Hannibal

Macaristan sinemasının en önemli isimlerinden Zoltán Fábri’nin başyapıtlarından olan Profesör Hannibal (Hannibál tanár úr, 1956) 1930’larda Amiral Miklós Horthy’nin faşist yönetimi altındaki Macaristan’da geçmiştir. Film, bir lisede Latince öğretmeni olarak çalışan Béla Nyúl’un başından geçen trajikomik olayları konu alıyor.

Eroica

Polonyalı yönetmen Andrzej Munk imzalı Eroica, (1958) adını Beethoven’ın 3. senfonisinden almıştır. Film, II. Dünya Savaşı sırasında Almanya işgali altındaki Polonyalıların 63 gün boyunca Nazilere direndiği 1944 Varşova Ayaklanması’nın ardından yaşanan hadiseleri konu ediniyor.

Ayna – Ⅵ (Final)

Bir gün önce kanlar içinde yatan Leyla şimdi karşısında kanlı canlı duruyordu.

Yanında Sinem, Ali ve Burcu da vardı. Yiğit bir an bayılacak gibi oldu. Bir elini başına götürdü, diğer elini de düşmesin diye destek almak için kullandı. Sinem hemen koşup tuttu ve koluna girip ona yardımcı oldu. Yiğit gözlerini kapattı, tekrar kafasını kaldırarak gözlerini açıp Leyla’ya baktı. Gördükleri gerçekti. Sıra ne olup bittiğini anlamaya gelmişti.

“Si..Sinem… Ne oluyor burada? Açıklar mısın? Leyla mı bu gerçekten?”

“Hayatım geç otur şöyle hepsini anlatacağım.”

“Sinem! Bırak kolumu! Sana ne oluyor burada dedim! Ne bu? Şaka mı yaptınız? (Leyla’ya bakarak) Sen ölmüştün, nabzına baktım ve kesiklerin vardı. Kan vardı. Nasıl oluyor bunlar? Derhal açıklama bekliyorum! Hepinizi silerim bir daha kimsenin yüzüne bile bakmam!”

“Tamam açıklayacağım lütfen sakin ol, gel otur şöyle bak kötü oldun.”

“Lan şimdi mi kötü olduğum geldi aklına! Ölüyordum ben koca bir gündür. Ne için, senin aptal çocuksu şakaların için mi? Aferin Sinem Hanım, harikasınız başardınız. (Alaycı bir şekilde alkışlar)”

“Ya yeter be! Ne şakası! Görmüyor musun sence şaka mı bütün bunlar? İntihara kalkıştın sen Yiğit! İntihara! Ben seni nasıl seviyorum senin bundan haberin var mı? Sensiz bir hayat düşünemiyorum bile. Sen intihar etmeye çalıştıktan sonra ben aylarca yaşayamadım. Sensizliği düşünmekten ne geceleri uyuyabildim ne de yaşamaktan zevk aldım! Sen bütün bunları bir şaka mı zannediyorsun şimdi? Yazık sana…”

Yiğit beklenmedik bir duygusal çıkışın ardından biraz sessizliğe kapıldı. Öfkesi dinmişti sanki. Fakat Sinem’in söylediklerinden değil, konuşurken kendisi sessiz kalıp durumu daha iyi fark ettiğindendi. Leyla ölmemişti, hayatı eskisi gibi olacaktı ve sadece tek yapması gereken oturup olan biteni anlamaktı. Sonra eski yaşadığı hayatına, geçen bir günün ardından tekrardan kavuşacaktı.

“Çok korktum Sinem. Her şey bitti sandım. Bizi kaybetmekten de korktum.”

“Ben de çok korktum Yiğit ben de… Sen yaşadığın hayatı, sevdiklerini hiçe sayıp gitmek istediğinde ben de çok korktum. Hayatının ne kadar değerli olduğunu anlattım ama sen anlamadım. Bu yüzden anlatmak değil, göstermek lazımdı. Ben de gösterdim. Hayatımız değerli, insanlar sandığın kadar kötü değil, biz seninle sekiz yıldır beraberiz ama toplasan çocuklar gibi sekiz gün bile eğlenip gülemedik. Seni ve kalbini çok seviyorum. Sen, bensiz bir hayatı düşünmüş olsan bile, ben, sensiz bir hayatı bir gün düşünemedim.”

Yiğit bu sefer gerçekten dinleyip gözleri dolu bir şekilde Sinem’e sımsıkı sarıldı. Sessiz bir şekilde göz yaşları akarken birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini söylediler. Sarıldıktan sonra Yiğit dönüp hafif gülümseyerek,

“Siz bittiniz var ya, bu sefer gerçekten ben öldüreceğim sizi.”

“Aman kardeşim bak iki kez düşün artık bu işleri. (Gülerek)”

“Ali hadi bunları anladım, oğlum sen neden böyle bir şey yaptın?”

“Kardeşim bir tek yenge değil ki, ben de kardeşimi kaybetmek istemiyorum. Kusura bakma ayrıca iyi ki de yapmışım.”

“Seninle sonra hesaplaşacağız. (Tebessüm ederek)”

“Geç otur şöyle hayatım, sana olup biteni baştan anlatayım.”

Yiğit atlatmış gibi görünse bile hala Leyla’nın gözlerinin içine bakmaktan kendini alıkoyamıyordu. Koltuğa oturdu ve aklına bir sürü soru geliyordu. Dayanamayıp ilkini Leyla’ya sordu.

“Gerçekten böyle şeyler filmlerde olurdu. Nasıl olur da ölü biri dirilebilir? Ya da yaşarken ölebilir? Anlamıyorum.

“(Leyla hafifçe gülümseyerek) Seni bu kadar seven ve harika bir plan yapan sevgilin varken bence bunlara pek şaşırmamalısın. Bu açıklama kısmını ona bırakıyorum.”

“Evet dinliyorum, kafam allak bullak lütfen tek tek anlat bana her şeyi.”

Sinem arkasına yaslanıp hep bu anı beklemiş gibi tek tek her şeyi anlatmaya başladı:

“Tamam bak her şey anlatıyorum iyi dinle. Sen intihara kalkıştıktan sonra ben çok kötü oldum. Belli etmesem de zor bir dönem geçirdim. Ne kadar konuştuysam olmadı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne? Bir gün sizin evde anneannenle oturmuş sohbet ediyorduk. Haberlerde adamın biri dolandırılmıştı ve bu adam dolandırılan herkesle dalga geçiyormuş. Kendisinin başına gelince yaptığı açıklamalarda sandığı gibi olmadığını ve herkesin başına gelebileceğini, aklının başına geldiğini söylüyordu. Anneannen o sırada izlerken “Bir musibet bin nasihatten iyidir!” dedi. İşte bu! Aradığım şey buydu! Sana ne kadar anlatsam boştu. Başına ciddi bir musibetin gelmesi gerekiyordu. O günden sonra yaklaşık bir ay plan yaptım. Her şeyi tek tek planladım. Karar vermiştim, hayatının değerli olduğunu sana gösterecektim. İlk baştan başlayayım. Leyla en yakın arkadaşım değil. Eğer çok iyi tanıdığın birini seçsem kurduğum senaryoya inanmaz ya da şüphelenebilirdin. Bir iki defa gördüğün ve bana yardım edebilecek en iyi seçenek Leyla’ydı. Durumu anlattım, para teklif ettim. Başta kabul etmedi ama oynayacağı rol büyüktü. Zorla olsa bile ikna ettim. Sabah seni aradığım zaman her şey hazırdı. Ok yaydan çıkmıştı, artık geri dönüş yoktu. Seni apar topar olduğum yere çağırdım. Geleceğini adım kadar iyi biliyordum. Sen geldin ve Leyla’yı kanlar içinde yatarken gördün. Her insan gibi panikleyecektin elbet fakat sakinleştiğin zaman benim yanımda durmak isteyecektin, ki öyle de oldu. Senaryo hazır fakat görsel bir çalışma lazımdı. Burada Burcu devreye girdi. Kendisi dizi ve filmlerde plastik makyaj yapan profesyonel ünlü bir makyöz olduğu için aynı şekilde onunla da anlaşarak çağırdım. Harika bir iş çıkarttı. Bütün gördüğün kesik ve kanlar kendisinin sanatına aitti. Sonra Leyla’nın biraz uyuması ve nabzının düşmesi gerekiyordu. Tanıdık bir doktor kontrolü sayesinde uyku ilacıyla birlikte kullanacağı beta bloker içeren ilaçlardan aldık. Nabzı atmayacak kadar az, hareket edemeyecek kadar derin uyuyabilirdi. Tıpkı ölü gibi. Sonra sen etrafa bakacaktın bu yüzden yukarı çıkıp bir gün önce Melahat Teyze ile konuştuk. Leyla tanıdığı için güzelce her şeyi anlattı ve oda kabul etti. Artık o da bizdendi. Alt kat boş olduğu için başka yapmamız gerek bir şey yoktu. Seninle Melahat Teyze’ye çıkarken önden sen hazırlandın. Leyla’yı dolaba koymuştun, fakat her şeyden haberi olan ben arkanda gölge gibi gezinirken buzdolabının fişini çekmiş, poşeti yırtmış ve kapağı açık bırakmıştım. Ne de olsa birkaç saate uyanacaktı. Gerçi bunları yapmama gerek yoktu. Biz çıktıktan sonra diğer odada dolabın içinde sessizce bekleyen Burcu bunları yapabilirdi. Sen kendini kaybettiğin için doğal olarak ben rahatlıkla yapabildim. Yukarıda Melahat Teyze’nin evinde her şey istediğim gibi gitti. Bir ara kadını boğacaksın diye korkmadım değil. Melahat Teyze’den çıktık fakat tekrar eve dönmenin bir mantığı yoktu. Ben sana gerekli malzemeleri alalım diye teklif edecekken sen benden önce davrandın. Benim de kesinlikle seninle gelmem gerekiyordu, bu yüzden sana iyi olmadığımı söyleyip yalvardım. Sen de hemen kabul ettin. Biz bir şeyler alırken her şey kontrolüm altındaydı. Burcu dolaptan çıkıp Leyla’yı da buzdolabı ve poşetten çıkarıp yatağına yatırmıştı. Biraz zorlanacak ve ani bir şey olursa diye tetikte bekleyen kardeşin Ali bizden sonra eve girdiği için rahatça taşıdılar. Sen yöneticinle konuşup izin alırken ve durumu izah ederken aslında üç günlük izindeydin. Ne olur ne olmaz diye onunla da ciddi ciddi konuşup izin almıştım. Telefona sık sık neden baktığımı sormuştun o sırada Burcu ve Ali ile mesajlaşıp anlık siliyordum. Seninle her kavgamızda hayatının kıymetini daha iyi anlıyordun bu da beni çok mutlu ediyordu. Alacaklarımızı alıp dönerken denk geldiğimiz polisler konuyu çok detaylı bilmeseler bile onlar da işin içindeydi. Eve tekrar dönemezdik. Biliyorsun benim emniyette amir bir akrabam var. Hasan Amcamı arayıp ondan benim için çok önemli olan bir şey rica ettim. O da beni kırmadı günlük rutin kimlik kontrolü yapan tanıdık bir ekibi gönderdiğim konuma getirtti birkaç saatliğine. Yapmaları gereken kimlik sorup bizi almalarını söylemek ve sonra şaka olduğunu söylemekti. Beklediğimden daha iyilerdi. Seni yeteri kadar telaşlandırıp eve tekrar sokmamak gerekiyordu ve son bir hamle kalmıştı: Leyla’nın annesi Hacer Teyze. Bizi arayan elbette o değildi. Burcu ile telefonda konuşuyordum o sırada senin duymaman için elimden geleni yaptım. Aksi bir durum olursa aramızda bir şifre belirlemiştik onu söyleyecektim. Hiçbir şey olmadı, birkaç şey duydun fakat tam olarak dinlemedin bile, o kadar polislerden korkmuştun ki ses tonuna dikkat etmek sanırım aklına gelmedi. Kapattıktan sonra ailesinin evine geldiğini düşündüğün için kaçmamız gerekecekti. İlk aklına gelen kişi elbette Ali olacaktı. Ali’yi arayıp her türlü yardımı isteyecektin. Önceden planlayıp konuştuğumuz için sahne sırası ondaydı. Evi birkaç gün önceden ayarlamıştı zaten. Anahtarı neden muhtardan aldım dersen çünkü ev zaten muhtarındı. Ali kiralamıştı ondan ve detaylardan pek haberi yoktu. Ne olur ne olmaz diye kiralık araba da vardı fakat sen öyle bir şey istemedin. Bizim araba aşağıda hazır bekliyordu ve o gün için babamdan zaten almıştım. Hazırlandık ve yola çıktık. Vardığımız zaman Leyla uyanmış gayet iyi bir şekilde herkes bizden gelecek haberleri bekliyorlardı. Sen muhtardan anahtarı alırken ben mesajla haberleşiyordum ve olanı biteni anlatıyordum. Sen geldin ve eve geçtik. Her şey tam planladığım ve istediğim gibi gidiyordu. Eve yerleştik, yemek yaptım ve yerken tam o saatlerde muhtar gelecekti. Zamanlaması güzeldi ve sen tekrar panik olmuştun. Bu saatte gelmesi için ikna ederken Ali ev kirasından biraz daha fazla para vermişti. Oda hemen kabul etmişti. Sen gerildikten sonra sofrada bana neden rahatsın dediğin zaman en başta sebebi buydu. Ortada ölen kimse yoktu. Sinirlenerek yukarı çıktın ve arkandan sessizce geldim. Tek başına konuşmanı dinledim. Hayatını geri istediğin zaman o an bu oyunun uzamaması ve yarın sabah her şeyin bitmesi gerektiğine karar verdim. Aslında planım tam üç günlük bir plandı. Fakat erkenden istediklerimi verdiğin için gereksiz yere daha fazla uzatmak istemedim. Sabah Burcu’ya kendimi arattırıp, mesaj attırdım. Çok mutluydum bir yandan içim içime sığmıyordu. Anlayacaksın diye çok korktum bir an. Uyanmadan önce herkes yola çıkmış bize geliyordu. Planın uzamayacağını söylemiştim. Bir şeylerin ters gitmesi durumunda her şeyi anında açıklayacaktım. Kimsenin zarar görmesini asla istemem. Markete vardığın zaman uzun listenin sebebi seni oyalamaktı. Bizimkiler gelmişti ve her şeyi konuşmuştuk. Döndüğün zaman bütün tepkilerini anlayışla karşılayacaktık. Sandığımız kadar büyük tepki vermedin, sanırım bunlar gerçek olmadığı için, sende içten içe çok mutlu olmuştun. Yani anlayacağın başına bir musibet gelmesi gerekiyordu. Her şeyin değerini anlayacağın bir musibet.”

Yiğit bu uzun konuşmayı bölmeden pür dikkat dinledikten sonra şaşırmış bir surat ifadesiyle derin bir nefes alarak söze girdi.

“Vay be! Diyecek bir şey bulamıyorum. Senden korkulur vallahi. Gerçekten nasıl ikna ettin onca insanı? Nasıl ayarladın her şeyi hala aklım almıyor. İtiraf etmek gerekirse bir an her şey bitti sandım. Hayatımızın sonunda hapislerde çürüyerek geçeceğini düşündüm. Sana çok kızmak istiyorum ama yapamıyorum. Bilmiyorum nasıl olur da işe yarar bu yaptığın anlayamıyorum. Böyle anlamlı olduğunu düşünmezdim hayatımın. Gidecek bir işimin olması, rahatça yaptığım alışverişler, rahatça yediğim yemekler, yarının bana getireceği en büyük problemin mutsuz bir müşterinin söyleyeceği sözlerden ibaretti hayatım. Bir anda elimdekileri kaybetmeye başlayınca değerli gelmeye başladı. Bir ara sevdiklerimi ne zaman göreceğimi bile düşündüm. Belki hapiste ziyaretime gelirler dedim. Ortada ölen bir genç kız vardı. Gördüklerim gözümün önünden gitmiyordu. Sebebi ne olursa olsun kimse ölmeyi hak etmiyordu. Bir yandan diğer bir gerçekte seni çok sevdiğimdi. Senelerdir hep yanımdaydın her anımda, şu an bile olduğu gibi. Seni asla bırakamazdım. Şimdi bunların olmamış olması sanırım ömrümün sonuna kadar bir an bile unutamayacağım bir şey, hayatın anlamsız geldiği her an, aslında ne kadar anlamlı olduğunu hatırlatacak bir şey… Ne kızabiliyorum ne de sakin kalabiliyorum resmen aptal gibiyim şu an. Bunu atlatmam ve tam olarak sindirmem biraz zaman alacak. Diğer insanlara kızar ve hep nefret ederdim. Bunları yaşarken bir yerde okuduğum bir söz geldi aklıma ‘Kimseyi derdiyle yargılamayın, karıncaya göre çekirdek kabuğu ağırdır.’ İşte o sözün ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Ben bir cinayete ortak olurken bile kendimi haklı bulduğum sebepler varsa, diğer insanların da yaptığı yanlışlarda ve hatalarda mutlaka kendince bir sebepleri vardır. Daha fazla ne denir bilmiyorum fakat bir tek şunu diyebilirim sanırım. İyi ki varsın Sinem. Ne yapmış olursan ol ne hissetmiş olursam olayım, geçen onca zamanda hepsini benim iyiliğim için yaptığını gözlerinde görebiliyorum. Elbette bunun hesabını ayrı soracağım sana. (hafif gülümseyerek) Ama yine de iyi ki varsın!”

Geçen zorlu bir günün ardından birikmiş olumsuz duyguları daha fazla tutamayan Yiğit, sımsıkı Sinem’e sarılarak ağlamaya başladı. Ona sarılan Sinem bir yandan başını öperek okşuyordu bir ’Anne’gibi. Birkaç saat daha oturup konuştuktan sonra hep birlikte evden ayrıldılar. O günden iki yıl sonra Yiğit ve Sinem evlenmişti. Evliliklerinden bir yıl sonra kız çocukları olmuştu.

Ve adı da Leyla’ydı

Hayal Kırıklığıyla Nasıl Başa Çıkılır?

Hayal kırıklığından söz edebilmemiz için öncelikle kurulmuş olması gereken bir hayal ve ardında bu hayalleri çatır çatır kıran bir takım kişiler ya da olaylar olmalıdır.

İnsan, gerek zihinsel gerekse kalbi faktörler sebebiyle düşünür, umar, hedefler koyar, olmayacak şeyleri imgeler ve sınırlarını zorlamak ister. Kendinizi mutlaka bir zaman uçarken düşünmüşsünüzdür. Ya da çok hayran kaldığınız bir Holywood yıldızıyla sevgili olduğunuzu hayal etmişsinizdir. Ay sonunda kredi kartı borcunuzun asgarisini zor öderken, havuzlu bir villada uyandığınız sabahları aklınızdan geçirebilirsiniz. Bazen siyasi bir lider, bazen bir rock star, bazense kendinizi çok mutlu olarak tahayyül etmeniz hayal kurmanın çeşitli alt dallarındandır.

Ben almış olduğum yaşam koçluğu eğitimlerinden sonra kendi kendimi şifalandırma methotları öğrendim. Yaşam koçluğundan kastım yanıma bir spor hocası alarak 48 kg olma yolunda her sabah yaptığım yürüyüşler ve evime gelen bir avuç yemeklere binlerce para ödemem değil. Zihin nedir, nasıl çalışır? Davranış biçimleri nelerdir? Davranışlar vücut formuna nasıl yansır gibi eğitim basamaklarından bahsediyorum.

Zaman zaman kendinizi anlamsız bir can sıkıntısı hali içinde bulursanız ve tam olarak neyiniz olduğunu bilemezseniz şayet, aşağıdaki soruları sırasıyla kendinize sormanızın faydası olacaktır.

  • Şuan kendimi nasıl hissediyorum? ( Üzgün, yorgun, kızgın vb. )
  • Böyle hissetmeme ne sebep oldu? ( İş yerinde kavga ettim, sevgilimden ayrıldım, annemle tartıştım vb. )
  • Neden böyle bir olayın içinde oldum? ( İftiraya uğradım, aldatıldım, agresif davrandım vb. )

Şayet böyle bir durumun içinde olmanızın sebebi siz değil de bir başkasıysa yapabilecekleriniz kısıtlıdır. Çünkü bizler ancak kendi davranışlarımızdan sorumluyuz ve ancak kendi davranışlarımızı kontrol altına alabiliriz. Bağırarak kavga da etsek, kendimizi anlatmak için günlerce çabalasak da bize iftira atan, bizi aldatan, bize kaba davranan, bize kötülük yapan insanları değiştiremeyeceğimizi ve onların hastalık derecesindeki davranışlarını kontrol edemeyeceğimizi kabul etmemiz gerekir. Her birimizin ortalama 25 yaşında olduğumuzu var sayarsak eğer ‘ Nerede nasıl konuşulur? İftira atmak neden yanlıştır? İnsanlara neden kaba davranılmaz? Halk arasında yüksek sesle neden konuşulmaz? Etik nedir? ‘ sorularının yanıtlarını çoktan bilmiş olmaları gereken bireylerin davranışlarını siz kontrol edemezsiniz. Ve o davranışlardan siz sorumlu değilsiniz. Siz ancak bu davranışlara maruz kalıp kalmamak konusunda kendi tercihlerinizden sorumlusunuz.

Eğer yukarıdaki sorulara verdiğiniz yanıt ” Evet, böyle bir olayın içinde olmamın sebebi benim” ise, kendinize soru sormaya devam etmeniz gerekmektedir.

  • Böyle bir olayın içine neden girdim? ( Seviyordum, orada olmak istiyordum, hırslarıma yenik düştüm, inandım, güvendim vb. )
  • Sevmem için, hırslanmam için, güvenmem için, inanmam için sebeplerim neydi?

İşte bu soru sizin kendinizle ilgili en kilit cevabı bulmanıza yardımcı olacaktır. Çünkü verdiğiniz yanıtlar aslında neye ihtiyacınız olduğunu, hangi boşluk durumunu kapatmaya çalıştığınızı ortaya koyacaktır. Aldığınız cevap; ” Sevdim çünkü bana emek verdi, güvendim çünkü bunu hak etti” gibiyse, orada bir hayal kırıklığı yoktur. Lakin ” Sevdim çünkü güzel bakıyordu, güvendim çünkü hiç böyle hissetmemiştim, hırslandım çünkü onun yerinde ben olmak istiyordum ” gibi cevaplar veriyorsanız sorunun sizinle ilgili olduğunu anlayacaksınız.

Bu soruları gerçekten bir kağıda yazıp ve yine aynı kağıda cevapları sıraladığınızda basamak basamak ana sebebe ineceksiniz. Ve o sebebi bulduğunuzda sormanız gereken soru ” Bu durumu iyileştirmek, hafifletmek, şifalandırmak için yapabileceğim şeyler neler? ” Cevabınız çevrenizi değiştirmek, sevgilinizden ayrılmak, yeni bir iş aramak, ilgi alanlarınızı geliştirmek olabilir.

Aslında sorun diye yola çıktığımız yerden bambaşka bir noktada durduğumuzu göreceksiniz. Olaylara biraz uzaktan baktığımızda aslında çok yanlış yerlerde takıldığımız çok yaşadığımız bir gerçektir. Üzerini başka şeylerle örttüğümüz her duygu zamanla canavarlaşmaya başlıyor. Onu ne kadar önce şefkatli duygularımızla sararsak, o denli rahatlarız.

Peki Hayal Kırıklığıyla Nasıl Başa Çıkarız?

  • Kendinize dürüst olun, olayı tüm çıplaklığıyla kabullenin.
  • Kendinize zaman tanıyın. Hazmedene kadar yeni başlangıçlara yer vermeyin.
  • Bunun bir tek sizin başınıza gelmediğini, hayatın içinde iyi ve kötü bir çok şeyin olduğunu tekrarlayın.
  • Zamanın muhteşem bir ilaç olduğunu anımsayın. Hiç geçmeyen bir acı gördünüz mü?
  • Ders alın, payınıza düşen çıkarımı yapın. Ve yola daha güçlü devam edin.

Hele bir de vicdanınız rahatsa,
Belki de evren sizi korumuştur, bilemezsiniz.

Güzellikler, iyilikler, mutluluklarla dolu günler diliyorum.

Sosyal Psikolojinin Babası: Muzaffer Sherif

Sosyal psikoloji alanının en önemli isimlerinden biri olan Muzaffer Şerif, 1906 yılında İzmir’de varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Eğitim hayatında Ödemiş İlkokulu’nu okuduktan sonra İzmir Amerikan Koleji’ni okuyarak devam etmiştir. Daha sonra İstanbul Dârü’l-Fünûnu (Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü (1928) bitirmiştir. Gördüğü eğitim haricinde başka bir bölüme yönelmesinin sebebi de içinde bulunduğu koşullar diyebiliriz. Çünkü Şerif’in çocukluk ve gençlik dönemleri Osmanlı’nın son günlerine, dünya savaşı zamanlarına denk gelmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında milliyetçi havadan etkilenen Şerif’in aynı zamanda William McDougall’ın çalışmalarına da ilgisi bir hayli yüksekti. McDougall, “Grup Bilinci” üzerine araştırmalar yapıyordu ve bu konu Şerif’in ilgi alanı içerisine giriyordu. 1929 yılında yüksek lisans yapmak için ABD’de Harward Üniversitesi’ne gitti. Burada, Robert Woodworth (1869- 1962) ve Edwin G. Boring (1886- 1968) gibi ünlü psikologların yanında bulunma fırsatı bulmuş ve hemen bir yıl sonrasında da Marksizm ile tanışmıştır. Bir yandan kendini psikoloji biliminde geliştirirken diğer yandan sosyoloji, antropoloji, siyasetbilimi, iktisat ve tarih alanlarında da kendisini yetiştirdi. Yapmış olduğu çalışmalarla da psikoloji tarihinde hatrı sayılır bir yer edinmeyi başaran Şerif, 1932 yılında Almanya’ya geçti. Burada Gestalt Psikolojisi’nin kurucularından olan Wolfgang Köhler (1887-1967) ile tanıştı ve derslerine katılma fırsatı buldu. Aynı yıl içerisinde Türkiye’ye dönerek Gazi Terbiye Enstitüsü’nde çalışmaya başlamış ve Şevket Aziz Kansu’nun temsil ettiği antropoloji anlayışının arka planında bulunan bilimsel ırkçılığa itiraz etmiştir. 1933 yılında doktora yapmak için tekrar Amerika’ya döndü. Aynı yıl içerisinde Gardner Murphy ile çalışmak üzere Almanya’ya geçti. Bu yıllarda Murphy’nin de yardımı ile “Toplumsal Kuralların Psikolojisi” adı ile doktora tezi yayımlamış ve uluslararası bir ün kazanmıştır. 1936 yılında tekrar Türkiye’ye dönen Şerif; önce Gazi Terbiye Enstitüsü’nde psikoloji dersleri vermiştir ve daha sonra da 1939 yılında AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Enstitüsü’ne psikoloji doçenti olarak atanmıştır. Dönemin önde gelen gazete ve dergilerinde bilimsel ve siyasal içerikli yazılar yazan Şerif, bu yazılarını daha sonra “Değişen Dünya” isimli kitabında toplamıştır. 1943 yılında yayımladığı “Irk Psikolojisi” isimli kitabında, Alman Faşizmi’nin bel bağladığı üstün ırk savının o dönemde istilacı güçler tarafından ortaya atıldığını savunmuştur. Bundan yola çıkarak Nazizm’i ve bu öğreti etrafında biçimlendirildiğini düşündüğü Türkçülük fikrini de eleştirmiştir. 1944 yılında derslerinde siyasi propaganda yaptığı iddiasıyla tutuklanan Şerif, aynı yıl içerisinde ABD’deki hoca ve arkadaşlarının desteğiyle beraat etti ve yurt dışına gönderildi.

Daha sonraki yıllarda Türkiye’ye tekrar dönmek isteyen Şerif’in Amerikalı bir bayanla evlenmesi üzerine devlet memuru olarak DTCF’deki kürsüsünü tekrar yönetemeyeceği bildirilmiştir. Bu sebeplerden ötürü Türkiye’ye dönmekten vazgeçmiş ve adını Muzaffer Sherif olarak değiştirmiştir. Hayatının bundan sonraki dönemlerini ABD’de geçiren Şerif’in dünya psikoloji literatürüne kendi adıyla geçmiş önemli bir de deneyi vardır: “Şerif Deneyi”, “Sherif Experiment”. Aynı zamanda yine adından çokça bahsedilmesini sağlayan The Psychology of Social Norms’da (Sosyal Kuralların Psikolojisi) isimli deneyinde de kendi başlarınayken birer yargı geliştiren bireylerin grupla bir araya geldiklerinde ortak bir standart yargıya yöneldiklerini, böylece bireysel olarak geliştirilen gerçekliğin yerini toplumsal gerçeğin aldığını görmüştür. Hayatı boyunca psikoloji biliminde çeşitli başarılara imza atan Muzaffer Şerif 1988 yılında geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata veda etmiştir.

Hikayesi İçimize İşleyen Bir Yapıt: Şerefe Sevgilim!

Damien Rice

Bazen keyifle okuduğun bir şiirin de öyküsü vardır, hüzünlenip hüzünlenip başa sardığın bir şarkının da…

Bir akşamüstü gökyüzünde karanlık bulutlar kümelenirken gökte aydınlığın melodisi çalıyordu. Genç bir adam yağmurda ıslanmamak için koşar adımlarla tam köşeyi dönüyorken bir kadınla çarpışıyor. Genç adam özür dilemek adına, hemen köşedeki bara bir içki ısmarlamaya davet ediyor kadını. Kadın başta çekimser davransa da sonrasında kabul ediyor adamın teklifini.

Başı durgun ortası koyu olan bir sohbet eşliğinde birer kadeh şarap içiyorlar. Tabii ilk kadehlerin boşalmasıyla birlikte, sohbete de bir sona gelinmişlik havası geliyor. Kadın kalkmak ile kalkmamak arasındayken genç adam bir kadeh daha ısmarlıyor. Derken muhabbetleri ilerlemeye başlıyor ve böylelikle genç adam kadının gözlerinde, daha en baştan beri kendine dahi itiraf etmeye çekindiği sıcak bakışlara kitleniyor. Sohbet daha da ilerliyor ve bunun eşliğinde birer kadeh daha içiliyor. Adam artık kendini kadına çok daha yakın hissediyordur. Sohbetleri ilerledikçe de aralarında gerek duygu gerekse düşünce yönünden bâyâ benzerlik olduğunu fark ediyor adam. Muhabbet arasında kadınla yakın yerlerde oturduklarını öğreniyor. Ve eğer on beş dakika içerisinde kalkarlarsa otobüsü yakalayabileceklerini biliyor. Böylelikle genç adam on beş dakikayı geçirmek için başka konular açmaya, farklı şeylerden muhabbet etmeye devam ediyor. Maksat on beş dakikayı unutturup kadınla evine kadar yürümek ve belki arada duygusal bir şeylerin oluşmasını sağlamak…
“Tam da burada genç adama bu cümleyi söylemekte fayda var: ‘Eee bayım yağmurdan kaçarsın da aşktan kaçabilir misin?’ “

Tabii gidişat böyleyken adamın sigarası da bitiyor ve kadından içmeye başlıyor artık. Otobüs saati geçtiğinde adam saatine bakıp:
“Aa tüh otobüsü kaçırdık n’apacağız şimdi?” diyor.
Kadın ise genç adama bakıp:
“Sorun değil erkek arkadaşım gelip alacak beni.” diyor. İşte o an adam yıkılıyor ama ruh halini sezdirmemeye çalışıyor, içine atmalı çünkü o anda. Biraz daha konuşup tuvalete kalkıyor, geri geldiğinde ise kadının gittiğini görüyor, masaya üç sigara bırakıp…
Genç adam biraz efkarlı biraz dağılmış bir edayla masaya tekrar oturup hemen köşesinde duran peçeteyi alıp içinden geçenleri yazmaya başlıyor. Ve duyguları satırlara “Cheers Darlin’ ” sözcükleriyle dökülmeye başlıyor ilkin.
Ne genç adam Damien Rice‘den başkasıdır ne de bayılarak dinlediğimiz o nağmeler Cheers Darlin’ den başka şarkıdır.
Başta da dediğim gibi gökte çalan aydınlığın melodisi karanlık bulutlarla bütünleşmişçesine yerini şimdi hüzünlü nağmelere bırakmıştı…

Yazımı bu harika parçanın en beğendiğim kısmıyla noktalamak istiyorum çünkü bu kısımda geçen gitarımın üstünde yeşil kurdelam; gitarı sadece elleriyle değil kalbiyle çaldığı anlamına geliyor.

“Şerefe sevgilim
gitarımın üstünde yeşil bir kurdalem
buradan çok uzakta olmayan güzellik kraliçem var.”

Onur Ünlü’den Farklı Bir Proje Daha: Hayatımı Satıyorum

Leyla ile Mecnun, Beş Şehir, Sen Aydınlatırsın Geceyi, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi gibi birbirinden başarılı projeleriyle adından sıkça bahsettiren ünlü senarist ve yönetmen Onur Ünlü, bu defa da sevenlerini şaşırtan ve aynı zamanda sevindiren “Hayatımı Satıyorum” isimli bir proje ile geldi. Ünlü isim; kurduğu hayatimisatiyorum.com internet sitesinde çektiği dizi ve filmlerdeki objelerin yanı sıra kişisel eşyalarını da satışa sundu. Proje hızla büyük ilgi görmeye başladı.

Altın Portakal ödüllü yönetmen ve senarist Onur Ünlü, kurduğu internet sitesinde kendine ait eşyalarını açık artırmayla satmaya başladı. Ünlü, sitenin “hakkında” kısmında yaptığı açıklamada ‘Hayatımı satıyorum nedir?’ sorusuna ”Onur Ünlü’nün yaşamı, ölümü ve sonrası da dahil olmak üzere hayatına dair tüm maddi manevi değerlerin satışıdır” ifadelerini kullandı. Satışa çıkardığı eşyaları arasında Altın Portakal ödülünün yanı sıra ‘Onur Ünlü’ye ait nesnelerle dolu sürpriz kutu’ ismiyle bir adet kutu ve üzerinde ‘Saçma zamanla anlam kazanır’ yazan bardak gibi pek çok ürün bulunuyor. 

https://hayatimisatiyorum.com/urun/en-iyi-yonetmen-altin-portakali-zaten-tahta/

BELKİ DE ONUR ÜNLÜ KOMPİLE SİZİN OLUR

hayatimisatiyorum.com sitesinin anasayfası ziyaretçilerini şu cümle ile karşılıyor: ”Onur Ünlü’nün nesi var nesi yok satın almak istemez misiniz? İster, sabit fiyatlı ürünlere parayı tak diye yapıştırın! İsterseniz açık artırmaya girip, en iyi fiyatı verin ve ürünü kapın! Belki de Onur Ünlü kompile sizin olur, kim bilir?”

An-sızı

Yaşamak geldi ansızın aklıma
öylece yaşıyorken
şimdi nasıl yaşayacağım!

Yeniden

Bazen unutmak lazım.
Yağan yağmuru,
Esen rüzgarı;
Hani mesla diyorum
Olmadık anlarda
Aklıma düşen yüzünü.
Unutmak lazım
Kuşun cırpınışını.
Yeniden ve yine
Öğrenmek lazım yekpare…

Yine, Yeniden

İnsan neden utanmalı yaptığından?
Neden pişman olmalı yaşadıklarından?
Hata yaptıysa mesela ömür boyu bunu mu taşımalı boynunda?

Şimdi bir de böyle okuyalım…

Ne yaparsan yap, utanma sakın.
Ders al daha iyi bir insan olmak için.
Hiç bir yaşadığından pişman olma.
Yanlış insanlar, yanlış ilişkiler yanlış kararlar doğruyu bulmana ışık tutar.
Hem hepimizin içinde yok mu iyi ve kötü.
Kendinin ve başkalarının eksikliklerini de sev.
Ve hiç bir yükü ömür boyu taşıma boynunda.
Çünkü her şey geçer, acı azalır, alışırsın.
O halde bir zaman bitecek olan bu hayat için
Ömür boyu sıkıntı çekmek
Reva mıdır insana?
Yine sev
Yine yanıl
Yine ıslan yağmurda
Yine aşık ol
Yine şarkılar söyle…

Dair

Ben inanıyorum,
Denizin şifasına,
Aşığın sevdasına,
Haklının kavgasına.

Ben biliyorum,
Düşündüğümün beni düşündüğünü,
Özlediğimin hissettiğini,
Ve inancımın beni değiştireceğini.

Ben gülüyorum,
Kızdırmaya çalışana,
Çalışmadan kazanmayı umana,
Sessizi ezene,
Yüreğini dinlemeyene.

Ben seviyorum
Şairleri,şarkıları,şiirleri.
Yaşamayı , ağlamayı, gülmeyi.
Ben seviyorum
Ama
En
Çok
Seni.

Dokuz Köyün Muhtarı

Senin için kolaydır tüketmek
Yazdıklarını kalemde yaşıyorsan
Her bir satırda acıtır üretmek
Hayallerin enkazını topla kürekle

Her savaş cesur yapmaz bazen
Genç yaşta kafamda bolca hezeyan
En saf duyguların karşılığı yokken
Veysel bile aşık şu ilginç dünyada

Görünmeyen köyün kılavuzunu ittim
Sürgün edildim bu garip rüyada
Elimde bir kağıt ve kalemle yazıyorum

10. köydeki yalnız adamdan saygılarla

Yankılı Anılar

Takvim yaprakları usul usul sıyrılırken ömürden

Gönlümün baharı aralanıyor, çiçekleri görmeden

Bu beyhude alemde ne yana dönsem, ne yanda yansam

Zaman su misali akıp gidiyor bileklerimden

 Kesilen soluklarım sinmiş gözaltlarıma kara kara 

Hafızama kazınıyor taze kan sızdıran tüm yara

Şeridinden kopmuş her film göz perdeme düşmüş

Evvelsiz, ahirsiz; kimsesiz, sessiz savunmasızca 

Mürekkebimi heybeme katıp diyarlar devirdim

Diyar dediğim her pâreden bertaraf edildim

Yolum uzun; yoldaşım yalnızca sükutum

Mürekkebime yâr olmayan bu yolların celladı kim?

Gökyüzünü yine kızıl sarmış, yine gün batımı 

Mısralarımı hüzün kaplamış, satırlar hep sızı 

Ne vakit dinecek bilmem, ne vakit azizim? 

Sessizliğin sesinden yankılanan her bir anı

Biz

Ah bu ben,
Ne tesadüf eseri biriyim
Bir kere gördüm seni
İçim dışım sen oldu.

Ah bu sen,
Ne kadar da güzelsin
Bir gökkuşağı gibi
Bakınca içim kıpır kıpır

Ah bu biz,
Ne kadar da yasağız.
Hangi zamana gitsek olmaz
Ama ellerin sıcacık,getir öpeyim…