15.1 C
İstanbul
Pazartesi, Nisan 29, 2024

Soğuk Bir Ruhum

Ben soğuk bir ruhum,
Biraz donuk biraz da asabı bozuk..!
Bir gece yarısı,
Issız sokakların kaldırımlarında öptüğü(n)m.

Ben boğuk bir ruhum,
Biraz sessiz biraz da sevgilere hissiz..!
Bir gurbettir yüreğim,
Karavansız, ekspreslerde gitmediği(n)m.

Ben buruk bir ruhum,
Biraz demle biraz da özlemle..!
Bir çay muhabbetinde yudum yudum,
Şiir gözlerimde kendini gömdüğü(n)m.

Ben yaraya kabuk bir ruhum,
Biraz sargı biraz da yargı..!
Bir sabah başını koyduğun,
O yumuşak yastıkların nefesinde düşleri(n)m.

Ben soluk bir ruhum,
Biraz izsiz biraz da bizsiz..!
Bir goncanın ahı,
Günahıdır diken sarılı güllere hasret bülbülün.

Ben soğuk bir ruhum,
Biraz kutup biraz da unutup..!
Bir bedenin taşkatı kesildiği,
Buğulu anılar(ın)da donup kaldığı(n)m.

Dedim ya ben soğuk bir ruhum,
Biraz donuk biraz da asabı bozuk..!
Bir gece yarısı,
Kollarının bedenime sarılıp da ruhuma ulaşamadığı…

Şimdi:
Soğuk bir kadın!
Soğuk bir adam!
Yanıyorken de ruhları…

Boyner “Arabaya Servis Hizmeti”

Boyner’den müşterilerin hayatını kolaylaştıran yepyeni bir hizmet

BOYNER “ARABAYA SERVİS HİZMETİ”

Müşterilerinin hayatını kolaylaştırmak ve onlara değer katmak için geliştirdiği yenilikçi hizmetlerine bir yenisini ekleyen Boyner, sektöründe bir ilki gerçekleştirerek arabaya servis hizmetini başlattı. İnternet mağazası boyner.com.tr üzerinden yapılan alışverişlerde, mağazadan teslim almak istiyorum seçeneğini tercih eden müşterilere bir de ayrıca arabaya teslimat seçeneği sunuluyor. Siparişlerini mağazaya girmeden teslim almak isteyenler bu seçeneğe tıklayarak paketlerini otopark alanında, araçlarından inmeden teslim alabiliyor.

Alışverişte yenilikçi ve müşterilerine değer katan hizmetler geliştirmeye devam eden Boyner, arabaya servis hizmetini hayata geçirdi. Sektöründe bir ilki gerçekleştirerek yeni hizmetini devreye alan Boyner, müşterilerinin internet mağazası boyner.com.tr’den yaptığı alışverişlerini arabalarına teslim ediyor.

Müşterilerin hayatını kolaylaştıran bir deneyim

Günün yoğun temposunda zaman kazanmak isteyen ve pandemi kaygısı nedeniyle AVM’ye girmeyi tercih etmeyenler için geliştirilen arabaya teslimat hizmeti için boyner.com.tr alışverişlerinde mağazadan teslim almak istiyorum seçeneğinin seçilmesi ve ardından arabaya teslimat seçeneğinin işaretlenmesi yeterli oluyor. Gelen SMS ile randevuları oluşturulan müşteriler belirtilen gün ve saatte alışveriş merkezinin otopark alanında araçlarından inmeden ürünlerini teslim alabiliyor.

6 mağazada hizmet veriliyor

Boyner, arabaya servis hizmetini ilk aşamada İstanbul’da; Metropol İstanbul, Capitol, Forum İstanbul, Vadistanbul AVM ile Ankara’da; Ankamall ve Panora AVM olmak üzere 6 mağazada başlattı.

Boyner, seçili mağazalarda başlattığı bu hizmeti önümüzdeki dönemde diğer mağaza ve şehirlere de yaygınlaştırmayı hedefliyor.

Bir Türk Dünyaya Bedeldir

Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa, yüce Türk askerinin paha biçilemez değerini tarihler tam da bugünü gösteriyorken yani 24 Ağustos 1924’te; tarihe altın harflerle yazılacak bir cümle ile belirtmiştir. Bir gün Kastamonu’da asker koğuşlarını ziyaret eden Gazi Paşa’nın gözüne; “Bir Türk, on düşmana bedeldir” yazılı levha çarpar.

Subaya levhayı işaret eder ve sorar:

-“Öyle midir?”

-“Evet Paşam.”

Ve Gazi Paşa ekler:

-“Hayır, çocuğum. Öyle değildir bence. Bir Türk dünyaya bedeldir.”¹

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Karadut Ağacının Hikâyesi: Thisbe ve Pyramus

Çok severek yediğimiz o karadut ağacının koyu renkli meyvesi bir zamanlar kar beyazı rengindeydi.

Peki O Kar Beyazı Rengindeki Meyve Nasıl Koyu Bir Renge Büründü?

Karadut ağacının hikâyesi bugün bizleri çok gerilere götürecek: Yunan Mitolojisine. Bu hikâyede karşımıza Thisbe ve Pyramus adında iki genç aşık çıkıyor. Thisbe Babil’in en güzel kızı, Pyramus ise en yakışıklığı erkeğidir. Bu iki gencin evleri bitişiktir. Yani komşudurlar. Bu komşuluk zamanla aralarında bir aşkın filizlenmesine yol açmıştır. Birbirlerine olan aşkları ilerledikçe artık bu aşkı evlilikle taçlandırmak istemişlerdir. Bunun üzerine ailelerine bu konuyu açmışlar, fakat aileleri evlenmelerine karşı çıkmış, görüşmelerini, hatta konuşmalarını dahi yasaklamışlardır.

Bu genç aşıklarımız yine de ne yapıp edip görüşmenin bir yolunu bulmuşlar. Evlerini birleştiren duvarda tesadüfen bir delik keşfetmişlerdir. Artık birbirlerine olan sevgilerini o küçük delik sayesinde yaşatmaya başlamışlardır. Bu delik onlar için bir avuntu niteliğinde olmuştur. En azından artık birbirlerinin sesini duyabiliyorlar ve birbirlerine sevgi dolu sözcükler fısıldayabiliyorlardır.

“Acımasız duvar!” diyorlardı; Bu iki aşığı neden ayırıyorsun?” Ama gene de sana nankörlük etmemeliyiz; hiç değilse birbirimize olan aşkımızı kelimelerle de olsa ifade etmemizi sana borçluyuz.

Aylarca böyle konuşmaya devam ettiler. Fakat bir gece artık Pyramus, bu hasrete dayanamadığını söyledi ve Thisbe’ye yaptığı planı anlattı. Plan, Ninos’un mezarının yanındaki dut ağacının altında buluşmaktı. O gece geldiğinde Thisbe sessizce evden ayrıldı ve mezarın olduğu yere gelip beklemeye başladı. Daha Pyramus gelmemişti. O sırada ağzından kanlar akan dişi bir aslan gördü. Çok korktu. Hemen kaçıp boş bir kayanın içine saklandı ve aslanın gitmesini bekledi.

Thisbe kaçarken pelerinini yere düşürmüştü. Aslan o kanlı ağzı ile pelerini parçalayıp oradan ayrıldı. Tam o sırada da Pyramus geldi. Yerde kanlar içerisinde Thisbe’nin pelerinini görünce onun öldüğünü düşündü. Onu tehlikelerden koruyamamıştı. Bunun verdiği üzüntüyle pelerini eline alıp: “Seni ben öldürdüm.” dedi ve kılıcını çıkartıp dut ağacının olduğu yere gitti. “Sen de benim kanımı içeceksin şimdi.” dedikten sonra kılıcı göğsüne sapladı. Ağaçtaki bembeyaz dutlar Pyramus’un kanıyla kızıla boyandı.

Thisbe’de o sırada artık aslanın gittiğini düşünerek ve sevdiğini çok bekletmemek için buluşacakları yere doğru gitti. O aşina olduğu beyaz dut ağacının yerinde artık kara bir dut ağacı vardı. Bu karadut ağacının altında yatan birini gördü. Orada yatan kişi sevdiği Pyramus’tu. Onu kanlar içerisinde görünce Thisbe, bu acıya dayanamadı ve o da kılıcı göğsüne saplayarak kendini öldürdü.

Tanrılar bu iki aşığa acıdılar ve Pyramus’un kanını meyvesine, Thisbe’nin gözyaşlarını yaprağına verdiler. Karadut ağacının hikâyesini okuduğumda aklıma uzun zaman önce bir yerde rastlamış olduğum bir söz geldi. Mutlaka siz de bir yerlerde okumuş veya duymuşsunuzdur.

Karadut ağacı meyvesinin lekesi yalnızca yaprağı ile silindiğinde çıkar.

Kayıp, Aranıyor: Kendim

Boşluğun zirvesinden halkıma sesleniyorum: Bi’ darbe yapsanıza ey ahali!

Bana ne oldu, bilmiyorum. Neye evriliyorum ben böyle? Kendimde değilim. Kontrolsüzce yaşıyorum hayatı. Devasa bir boşlukta süzülüyor ve savruluyorum.

Şimdi size bu boşluktan bahsedeyim: 

Yan durduğumu düşünün. Karamsar iç dünyam sırtıma doğru gömülüp bana yük olurken sosyal yönüm ve hareketliliğim ön plana çıkıyor ve bedenimi adeta geriyor. Haliyle içimde kocaman bir boşluk oluşuyor. Bu boşluğu da tüm kontrolsüzlüğüm ve ben saçma sapan şeylerle doldurmaya çalışıyoruz. Disosiyasyonlarımız var. O boşluğu doldurmaya çalışırken bundan başka bir şey düşünemiyoruz. Sonrasında pişman oluyoruz. (Örneklerle açıklamaya çalışırken ilanı elimize yüzümüze bulaştırdık, örnek vermekten vazgeçtik.)

Duygudurum salınımıma kendim bile yetişemediğim için çoğu zaman kendimi hissetmiyorum. Duygularımı seçemiyorum. Ortalık çok karışık dostlarım. 

Şimdi sizden ricam, bu kayıp hanımefendinin özelliklerini yazmamın ardından eğer bu devasa boşluğa uğrayacak olursanız -ya da çoktan içindeyseniz- bu hanımefendiyi gördüğünüz an elinden tutup bana getirmeniz. 

-İsmine duyarsızdır, boşuna seslenmeyin.

-Yolda görürseniz uzaktan el kol hareketi ile çağırmayın zira kendisi tam bir bakar kördür. 

-Doğduğundan beri sadece bir metre beş santimetre uzayabildiği için onu görmeniz biraz zordur. 

-Ama üzülmeyin, nedense arkadaşlarının çoğu Eyfel Kulesi’nden uzundur. Bu size yardımcı olabilir. 

-Kırmızıya zaafı vardır.

-Her koşulda çok güler ve bir anda dans etmeye başlayabilir.

-En önemli özelliği kayıp olmasıdır.

Bulan olursa n’olur mevzuya bi’ el atsın…

İki İğne Arası Mesafe

Alman filozof Arthur Schopenhauer insan ilişkilerini, 1851 yılında yayınlanan eserinde kirpilerin hikayesi ile şu şekilde ele almıştır:

Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaşırlar. Az sonra, oklarının canlarını acıttığını  fark ederler ve ayrılırlar. Fakat bu sefer de üşümeye başlarlar ve birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaşırlar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürer…

Schopenhauer’e göre  ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar insanları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme  arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez.

İnsan sosyal bir varlık olması dolayısıyla yaşamı boyunca diğer insanlara ihtiyaç duyar.
İnsanlarla ilişkilerimizi yara almadan sürdürebilmenin yolunun iki iğne arası mesafeyi ayarlayabilmekten geçtiğini gösteriyor bize filozof. Her ne kadar zıt görüşlere sahip olsak da soğuktan donmamak için görüşlerimizle birbirimizi incitmeyeceğimiz bir mesafede bir arada olmamız gerekiyor.


İnsanlar arasıdaki samimiyet bazen söz ve davranışların ayarının kaçmasıyla sonuçlanabiliyor. Bundan rahatsızlık duyunca da uzaklaşıyor, yalnızlaşıyoruz. Doğru mesafeyi koruyarak insanlarla olan ilişkisini belirli sınırlar içerisinde devam ettirebilenler ise  oklara takılmadan ısınmayı başarmış oluyorlar.


Peki bizler kimlerin oklarından zarar görüyoruz? Ya da oklarımızla kimlerin canını acıtıyoruz?

Kendi kişisel sınırlarımızdan ne kadar taviz veriyoruz?

Ve en önemlisi iki iğne arası mesafeyi doğru ayarlayabiliyor muyuz?

Doğru mesafeyi ayarlamak pek kolay olmasa da insanlar arası sevgi, saygı, hoşgörü ve nezaket kavramları oklarıyla birbirlerinin canını yakmadan ısınmanın en güzel yolu gibi görünüyor.

Wonder Woman 1984 fragmanı Yayınlandı!

DC Comics ‘in süper kahramanı Amazon prensesi Diana yani Wonder Woman yeniden ekranlara dönüyor. Başrolü Gal Gadot olan Wonder Woman 1984 filminin fragmanı DC FandDome sanal etkinliği sırası paylaşıldı. Fragmanda dikkat çekici kısım prensesin aşkı Steve Trevor ‘la görüşmesiydi. Filmin vizyona girmesi pandemi nedenlerden dolayı geciktirilerek 2 Ekim’e kadar uzatıldı. Hasılatı 820 milyon dolar olan filmin, ilk serisinde de olduğu gibi bu filminde yönetmeni Patty Jenkins.

2020 Minimalist Fotoğrafçılık Ödülleri Sahiplerini Buldu!

Minimalist Photography Awards diğer adıyla Minimalist Fotoğrafçılık Ödülleri ‘nin kazananları belli oldu! Geçen yıl düzenlenmeye başlanan yarışmada bu yıl da  “Less is more” (Az daha çoktur) mottosu ile dünyanın çeşitli yerlerindeki fotoğrafçılar arasında en iyileri ödüllendirildi. Toplam 42 ülkeden 4200’ün üstünde fotoğrafın değerlendirilmeye tabii tutulduğu yarışmada, abartılı detaylardan kaçınmış sade ve akıcı fotoğraflar ödüle layık görüldü.

Yılın Minimalist Fotoğrafçısı 
George Byrne
Yılın Soyut Fotoğrafçısı
Stanislas Augris
Yılın Havadan Fotoğrafı
Roberto Corinaldesi
Mimari Fotoğraf Dalında
En İyi Fotoğraf: Dev Kulkarni
Kavramsal Fotoğraf Dalında
En İyi Fotoğraf: Kaat Stieber
Güzel Sanatlar Dalında
En İyi Fotoğraf: Klaus Lenzen
Yılın Manzara Fotoğrafı
Holger Nimtz
Yılın Uzun Pozlama Fotoğrafı
Max Morawski
Yılın Gece Fotoğrafı
Rachel Warne
Yılın Açık Fotoğrafı
Heloisa Lodder
Yılın Fotomanipülasyon Fotoğrafı
George Byrne
Yılın Portre Fotoğrafı
Vicky Martin
Yılın Sokak Fotoğrafı
Santiago Martinez de Septien

Kahve İçmek İçin İyi Bir Neden

Kahvesiz olmaz diyenlerden misiniz yoksa olmasa da olur diyenlerden mi? Hangi tarafta olursanız olun bir bardak kahve yapmanız için sebepler sıralayacağım size.

Uzmanlar, günde 2-3 fincan kahvenin karaciğer kanseri riskini yüzde 38 oranında azalttığını açıkladı.

Spordan yarım saat önce içilen sade türk kahvesi ya da filtre kahve yağ yakımını hızlandırıyor.

Hepimiz biliyoruz ki içerisindeki kafein sayesinde uykuyu açıyor.

Ağrı kesici etkisi olduğunu da biliyor muydunuz? Özellikle baş ağrısını azaltmakta çokça etkilidir.

Moral bozukluğu ve depresyon için birebirdir.

Kışın bir fincan sıcak kahve içimizi ısıtır, yaz aylarında ise soğuk kahvelerle kendimize geliriz.

Bunun gibi onlarca sebep var, kahve içmek için sebep aramayan da var tabii. Haydi bir kahve içelim 🙂

Tabii her şeyde olduğu gibi kahvenin de fazlası zarar, ölçüyü kaçırmayalım..

Elma Ağaçlarına Çiçek Açan Şarkı

– Bu… Bu sensin… Uzun süredir yoksun. Çok uzun süre… Ama ne kadar geçerse geçsin, zaman nerede isterse dursun, mevsim ister kış olsun, sen bani hep elma ve armut ağaçlarının çiçeklendiği aylara götürürsün. Hiç değişmemişsin, biliyor musun? Hâlâ seni görünce kalbim eskisi gibi atar. Memleket sevgisini koruyan bir kalbin marşını duyduğunu düşünsene. O kalp nasıl atıyorsa benim kalbim de seni her duyduğunda öyle çarpacak.
Seni ilk tanıdığımda öyle bir heyecanlanmıştım ki, etrafımdaki herkes bana “böyle yumuşak kalple hiçbir şey kazanamazsın” derdi. Oysaki, bir ruh sevgisiz kaldığında kaybeder ve en kötü tarafı kaybettiğini bilemeyip güçlü olmak için daha da zalim olur. Ya kendine karşı, ya da sevdiklerine… Belki de herkese. Ama biz seninle son kez ayrılırken o anki durum şu andan çok farklı. Şimdi insanlar bir ses için heyecanlanmaz artık. “Savaş” her tarafa yayılmış. İnsanlar güzellik uğruna bile bir savaş, bir rekabet içindeler. O kadar çok savaşıyorlar ki, sonunda kendileriyle savaşmak zorunda kalıyorlar. Bu yüzden de mutsuz aileler, mutsuz insanlar, mutsuz ruhlar yazın ağaçlardan kopan tozlar gibi yayılır. En son ayrılığımız hiç iyi olmadı, ama eğer o gün bomba patlamasaydı, duyma yeteneğimi tamamen kaybetmeseydim ben seni hep dinlerdim. Ama yeni dünya düzeninin getirdiği “her şeyden sürekli şikayetçi” haline girmeyeceğim. Bunca
sene sonra ben bu kadar yaşlanmışken duymak için bana yeniden duyma şansımın olduğunu dediklerinde aklıma ilk seni dinlemek geldi. Ama nereden bulacağımı bilmiyordum. Evet, çok yaşlandım; isimleri unutuyorum, ama sebep bu değil. Zaten, senin ismini torunuma verdim, o da şu an okulda. Birazdan çıkıp yanıma gelecek. Ancak seni yeniden bizim zamanlarımızdaki radyodan dinlemek isterdim hep. En son arzum da gerçekleştiğine göre, hep bahar gibi hissedeceğim. Elma, armut ağaçlarının çiçek açtığı bahar gibi…

— Dedee! Merhaba!
— Merhaba, küçük meleğim, nasılsın?
— İyiyim, dedecim, sen nasılsın? Az önce ne konuşuyordun?
— Biriyle konuşuyordum.
— Kiminle?
— Şu kitapçıdan gelen şarkıyı duyuyor musun?
— Evet!
— İşte, o şarkıyla konuşuyorum.
— Nasıl yani, bir şarkıyla mı konuşuyorsun?
— Aynen öyle. Bazı şarkılar çok değerli olur ve öyle bir zamanda dinlenir ki, senin için en büyük sevgiye dönüşür.
— Buldummm! Sen onu benim bugün okulda anlattığım II. Dünya Savaşı sırasında duydun, değil mi?
— İlk kez o zaman duydum. Ve nihayet, bugün.
— Ama dede, senin kulağına işitme cihazını takalı altı sene oldu. Neden şimdi dinliyorsun? —-Şöyle anlatayım. Bazen bazı insanların nerede olduğunu biliriz, ama yine de gidemeyiz. Gitmek isteriz, ama hazır değiliz. Hazır olduğumuzda karşılaşırız ve aslında, istediğimizin hep bu olduğunu o zaman anlarız. Belli ki, ben bu şarkıyı yeniden eski bir radyodan dinlemeye hazır değilmişim, ama şimdi oldum ve şu ani seninle dinliyoruz.

–Belki de dedecim…

Masal

Bir varmış bir yokmuş.
Meçeçille kaçmış,
Salak dev bakakalmış.
Eeee adı üstünde
Bu bir masalmış.
Bir gün
Balıkçı Hasan
Uyumuş, uyumuş
Bulutların üstünde uyanıvermiş.
O da ne yapsın
şaşkınlıktan düşeyazmış.
Ama Allah’tan
Ayakkabısının bağcığı
Buluta takılmış.
Gökyüzünde asılı kalmış.
Sonra bir rüzgar çıkmış,
Katmış önüne bizim Hasan’ı
Sürüklemiş de sürüklemiş.
Gelmiş bir sağanağa
‘Benden bu kadar.’ demiş.
Hasan kalmış mı yine havada?
Amanın! Bu çocuk da
Düşmekten bir türlü kurtulamadı.
Şappur şuppur yağarken yağmur
Birden güneş bey
Koşmuş imdada,
Işık saçmış etrafa.
Gökkuşağı çıkmış,
Bizim Hasan’ın bahtına.
Bu çocuk da ne şanslı ama.
Hasan’ın saçı aklına karışmış.
Korkmuş da baya
Sonra biraz akıl yormuş.
‘Ya güneş giderse.’ demiş.
Birden kaymış gökkuşağından
Düşmüş içi altın dolu sandığa.

Duvar, İnci, Eksik

Derdimi geride bıraktım geldim
Yarım kalmış gülüşüm, çıldırmış ellerim
Kırmızı kırmızı bakışlarda
Kendimi aramaya koyulmuşum
Dudaklarda tebessüm ve küfür
Kavga halinde, susmuşum.

Empati kurmuşum aklımla ruhum arasında
Çıkmışım bir yola
Neler neler geçirmişim içimden
Neler geçirdimde yine de kurtulamadım
Şu gıcık iç sesimden

Son bir yudum almışım ziftimden
Hiçlik bastırıyor en ağır haliyle
O an karar vermeliydim işte
Bir tarafı duvar bir tarafı inci
Bir tarafı eksik halimle…

House of the Dragon Dizisinin Targaryen Prensi’ne Dair Yeni Detayları Ortaya Çıkmaya Başladı!

George R. R. Martin ’in yarattığı, televizyonları kasıp kavuran Game of Thrones isimli serinin öncesini konu alması planlanan ve Targaryen ailesine odaklanan House of the Dragon dizisine dair yeni detaylar ortaya çıktı.

2022 ‘de yine HBO ‘da yayınlaması planlanan dizinin detayları hayranlarının heyecanlandırdı.

House of the Dragon; George R. R. Martin’in Ateş ve Kan (Fire and Blood) romanından uyarlanacak. Targaryen ailesinin merkeze alındığı dizide, Aegon the Conqueror ’ın Westeros’a gelişi, hanedanlık içinde ortaya çıkan ve onları parçalayan iç savaşın arka yüzü ekranlara yansıyacak.

Oyuncu arayışlarına Temmuz 2020’de başlayan dizinin seçmelerine dair en çok dikkat çeken başlık ise ünlü Targaryen prensi Deamon’ın kimin canlandıracağı oldu.

Independent Türkçe’nin haberine göre Daemon Targaryen rolü için aranan özellikler şu şekilde:

Prens Daemon Targaryen; 40-50 yaş civarında ve Kral Viserys’in erkek kardeşi. Taht sırası Daemon’da olmasına rağmen taht için ‘bariz bir arzusu’ yok. Daemon tez canlı ve sıkılgan bir karakter. Asıl isteği kral kardeşinin sevgisini ve rızasını kazanmak. Kılıcı ile uğraşmaktan büyük haz alıyor. Ancak döneminin en tecrübeli savaşçısı olsa da bir kahraman ile rezil biri olmak arasında gidip geliyor.

Hikayede yeğeni Rhaenyra Targaryen ile evlenen Daemon, onun 7 Krallık’ın tek ve gerçek kraliçesi olduğu iddiasını öne sürüyor.

Daemon’ın kimin canlandıracağı ise şu anlık merak konusu, aynı zamanda Daemon karakterine kimin hayat vereceği ise HBO tarafından verilecek önemli kararlardan biri olacak.

Robert Pattinson’lı The Batman’den İlk Tanıtım Fragmanı Geldi!

Robert Pattinson ’ın başrolde oynadığı, Matt Reeves imzalı The Batman filminden ilk fragman geldi. Normal şartlar altında 21 Haziran 2021 tarihinde vizyona girmesi planlanan film, corona virüsü salgını sebebi ile ertelenmişti. Filmin yeni vizyon tarihi ise, 1 Ekim 2021.

Warner Bros. fragmandan birkaç fotoğraf da paylaştı.

The Batman Oyuncuları

Robert Pattinson: Bruce Wayne / Batman
Zoë Kravitz: Selina Kyle / Catwoman
Paul Dano: Edward Nashton / Sphinx
Colin Farrell: Oswald Cobblepot / Penguen
Jeffrey Wright: James Gordon
John Turturro: Carmine Falcone
Peter Sarsgaard: Gil Colson
Andy Serkis: Alfred Pennyworth
Jayme Lawson: Bella Reál

Hayvanat Bahçesi Masalı Tiyatrosunda Modern Hayat Eleştirisi

Edward Albee Hayvanat Bahçesi Masalı tiyatrosunda, “düşünme alışkanlığı edinmeden yaşama alışkanlığı edinmiş” ve farkında olmadan toplum tarafından oluşturulmuş sisteme dahil edilmiş Peter ile sisteme dahil olmayan ve insanlara farkındalık kazandırmaya çalıştığı için toplum tarafından da dışlanan Jerry karakterleri üzerinden modern hayat eleştirisi yapmaktadır. Yazar, şehrin dışında yalnızlığı ile yaşayan, insanlarla iletişim kurmak isteyen Jerry karakteri ve yaşadığı toplum içerisinde kaybolmuş, toplum tarafından robotlaştırılmış Peter karakterlerini birlikte kullanmaktadır. Albee, iki zıt karakterin yaşam şekli ile yön kavramını birleştirerek modern hayat eleştirisi yapmaktadır.

Modern hayata uyum sağlayabilmek yani bu sisteme dahil olabilmek bireyler açısından değerlendirildiğinde problemli bir dönemdir. Çünkü bu düzen bireylerin hayatlarını belli bir kalıp içerisinde yaşamalarına neden olmakta, bu yönüyle de insanın doğasına aykırı olmaktadır. Kişilerin modern hayata uyum sağlarken yaşadığı sorunlar Jerry’nin eve girerken köpek ile problem yaşamasıyla özdeşleştirilmiştir.

“JERRY: (…) sanırım köpeğin zoru yalnız benimleydi. Ne hoş. Evet. Neyse, bu böyle bir haftadan fazla sürdü, ama hep eve girerken; hiçbir zaman çıkarken değil.” (Albee, 1995:171)

Jerry, modern hayata uyum sağlayamamış, çeşitli tutarsızlıklar yaşayan ve modern hayatı sorgulayan bir karakterdir. Jerry’nin modern hayata eleştirel yaklaşımı, modern hayatın getirdiği olumsuzlukların farkına varmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle bu sisteme dahil olması Peter karakteri ile karşılaştırıldığında daha zordur. Köpeğin derdinin yalnızca Jerry olmasının sebebi budur. Bu bağlamda köpek modern hayatın sembolü olarak kullanılmıştır.

Jerry’nin asıl derdi Peter’in de hayatındaki bazı şeyleri sorgulamasını sağlamaktır. Çünkü Peter evli, çocukları ve evcil hayvanı olan, tercih ettiği hayatın getirisi olan belli bir düzen içerisinde yaşamaktadır. Jerry ise bu sisteme Peter kadar olumlu bakmamaktadır ve onun belirli kalıplar içerisinde yaşamak zorunda olmadığını fark etmesini istemektedir.

“JERRY: Dinlemek zorunda değilsin. Seni hiç kimse burada zorla tutmuyor, unutma. Bunu aklından çıkartma.” (Albee, 1995:168)

Jerry’nin konuşmasına başlamadan önce Peter’i uyarması, bireylerin seçimlerinde özgür olduğu düşüncesini vurgulamak içindir. Peter, anlatılacak hikayeyi dinlemek istemiyor olsa dahi nezaket kuralları gereği dinlemek durumundadır ya da dinliyormuş gibi yapmak zorundadır. Fakat açıkça dinlemek istemediğini söylemesi hem anlatıcı hem de dinleyecek kişi için daha verimli bir sonuç olacaktır. Bu durum modern hayatın getirisi olan ve kişilerin yapmak istemediği bazı davranışları yapması ya da istemedikleri halde tercih etmek zorunda kaldıkları seçimleri eleştirmektedir, kişilerin böyle durumlara mecbur olmadığını vurgulamaktadır.  Jerry, Peter’e böyle bir mesaj vereceğini hikayeye başlamadan önce açıklamakta ve asıl sorunun ne olduğunu vurgulamaktadır.

“JERRY: (…) Sana anlatacağım şey, insanın bazen kısa bir mesafeyi doğru yoldan gitmek için yolunu uzatmak zorunda kalışıyla ilgili. (…)”(Albee, 1995:169)

Modern hayatın gerektirdiği şekilde yaşayan Peter ise durumu sorgulamak yerine kabul etmeyi seçmektedir. Çünkü belirli kalıplar içerisinde yaşamak ve düşünmek zorundadır.

“PETER: İnsan istediği her şeye sahip olamaz. Bunu bilmen gerekir; bu bir kuraldır; insan istediği şeylerin bazılarına sahip olur ama hepsine birden olamaz.” (Albee, 1995:179)

Bu durumun bir kural olma sebebi sistemdir, yani bu durum modern hayatın getirisidir. Jerry, Peter’in dahil olduğu bu hayatı sorgulamasını sağlamak istemekte ve bu doğrultuda konuşmaktadır. Fakat Peter’in bu yorumu sisteme kati bir şekilde bağlı olduğunu kanıtlamaktadır.

Eserde eleştirilen bir diğer sorun ise modern hayatın getirisi olan sınıflı toplum yapısıdır.

“JERRY: (…) Söylesene, orta sınıf üst tabakayla orta sınıf üst tabakanın alt kesimlerini birbirinden ayıran nedir?” (Albee, 1995:161)

Jerry’nin bu sorusu eserin odaklandığı konuyu okuyucuya aktarmakta, sınıflı toplum yapısını sorgulamaktadır. Peter’in de dahil olduğu bu sistem insanları tabaka tabaka gruplandırmaktadır.

Kişiler, oturdukları bölgeleri dahi bu tabakalar paralelinde seçmek zorundadırlar. Doğu yakasında oturanlar elit tabakayı temsil etmektedir. Modern hayata uyum sağlamış, düzenli bir hayatı olan Peter gibi insanlar doğu yakasında otururken, Jerry’nin de dahil olduğu sınıf batı yakasında oturmaktadır.

“JERRY: (…) Ben yukarı batı yakasında, Central Park ile Colombus Caddesi arasında, dört katlı kahverengi taş bir bina olan pansiyonda yaşıyorum. En üst kattayım; arka taraf batıya bakıyor. Odam gülünç derecede küçük ve duvarların bir tanesi ince tahtadan. (…) Ön tarafa bakan iki oda sanırım bizimkilerden biraz daha büyük ama yine de oldukça küçük sayılır. Birinde Porto Rikolu bir aile oturuyor: bir adam, bir karısı ve bilmem kaç çocuğu, sayısını bilmiyorum. (…)”(Albee, 1995:163)

Jerry konuşmasında arka tarafın batıya baktığını söylemektedir. Dolayısıyla ön taraf da doğuya bakmak zorundadır ve Jerry ön tarafa bakan iki odanın kendi odasına kıyasla daha büyük olduğunu vurgulamaktadır. Yani aynı binadaki odalardan doğu yakasına bakan odalar dahi batı yakasına bakan odalara kıyasla daha iyidir. Ayrıca doğu yakasına bakan odaların birinde bir ailenin oturması, bu odalarda kalan kişilerin batı yakasına bakan odalarda kalan kişilere kıyasla düzenli bir hayatı olduğu ipuçlarını vermektedir. Jerry bu konuşmasında, yaşadığı pansiyona oranla çok daha büyük bir kent olan New York’ta yaşanan toplumsal statü sorununun küçücük bir pansiyonu dahi etkilediğini vurgulamaktadır.

Ayrıca sistemin dışına çıkan insanların şehrin de dışına itildiği, Jerry’nin pansiyon örneğiyle okuyucuya aktarılmaktadır. Modern hayat olarak adlandırılan sistem, kendisine ayak uyduramayanları dışarı atmaktadır. Buna rağmen şehirde yaşayan tüm insanlar bu döngü içerisindedir.

“JERRY: (…) Ayrıca, ya da daha açık konuşayım, benim sevgili anacığım ben on buçuk yaşındayken babamı terk edip güney eyaletlerine doğru bir aldatma turuna çıktı. (…) Ruhu olmadan geri döndüğünde pek iyi karşılanmadı doğrusu. Yani neydi ki? Bir ceset… kuzeyli bir ceset. (…)” (Albee, 1995:164)

Jerry’nin annesi modern hayatın kuralları gereği yapılmaması gereken bir davranış sergilediğini, geçmişe dönük anlatı tekniği ile okuyucuya aktarılmasını sağlamaktadır.  Bu davranışının sonucunda ise ölü bir kişi olsa da toplum tarafından dışlanmaktadır, bu nedenle cesedine dahi iyi davranılmamaktadır. 

Eserde, kuzey kelimesi sistemin dışına çıkışı simgelemektedir. Doğu ve güney kelimelerinin birer kez,  batı kelimesinin beş kez, kuzey kelimesinin ise on üç kez kullanılmasının sebebi de budur. Modern hayatı ve modern hayatın getirilerini sorgulayan Jerry karakterinin, kuzeyi “Sevgili tatlı kuzey.” (Albee, 1995:157) olarak aktarmasının sebebi de kuzeyin sistemden çıkışı sembolize etmesindendir.

Eserde odaklanılan bir diğer konu ise mülkiyet anlayışıdır. Bu anlayış da sistemin getirisidir ve sisteme dahil olan kişiler mülkiyet algıyla hareket etmektedirler.

“PETER: KALK GİT BENİM BANKIMDAN!

JERRY: Niye? Sen dünyada istediğin her şeye sahipsin; evini, aileni ve hayvanat bahçeni kendin anlattın bana. Her şeyin var senin, ve şimdide bu bankı istiyorsun. İnsanlar böyle şeyler uğruna mı savaşırlar? Söyle bana Peter, bu bank, bu demir ve tahta yığını senin onurun mu? Uğruna savaşacağın tek şey bu mu? Bundan daha saçma bir şey düşünebiliyor musun?” (Albee, 1995:181)

Central Park herkes için ortak alandır, oradaki banklar herkesin oturabileceği banklardır. Buna rağmen Peter, oturduğu bankı Central Park’a geldiği zaman oturduğu bank olması sebebiyle sahiplenmiştir. Jerry’nin Peter’e verdiği tepki doğrudan modern hayatın getirisi olan mülkiyet anlayışına yapılan bir eleştiridir. İnsanların somut bir şeylere sahip olma arzusuyla yaşaması eleştirilirken, hayatta sahip olunması gereken daha önemli değerler olduğu da vurgulanmaktadır. Jerry’e göre hayatta uğruna savaşacak daha önemli şeyler varken, Peter’in oturduğu banktan daha önemli olduğunu düşündüğü uğruna savaşacak bir şeyi yoktur.

Modern hayatın getirdikleri insanın doğasına uyum sağlamamaktadır. Albee bu eleştiriyi yaparken, modern hayata uyum sağlamış kişilere Tanrının yaklaşımı arasında paralellik kurmaktadır.

“JERRY: (…) duyduğuma göre bir süre önce her şeye sırtını dönmüş olan Tanrıyla… (…)”(Albee, 1995:175)

Jerry’nin Peter’e anlatmak istediği şey insanın kendi kendine verdiği zararlara Tanrının kayıtsız kalacağıdır. Tıpkı Tanrının, kişilerin modern hayata dahil oldukları için yaşadığı sorunlara kayıtsız kalması gibi.

Albee, mekan olarak ‘hiç uyumayan şehir’ şeklinde ifade edilen New York’u seçmektedir. Oyunun tamamı Central Park’ta geçmektedir. Amerika’da peyzaj mimarlığıyla yapılan ilk park olan Central Park, sistemin de belli bir düzen içerisinde hareket ettiğini kanıtlamak için mekan olarak seçilmektedir. Yazarın New York’u seçme sebebi sisteme yaptığı bir göndermedir. Dünyanın en kalabalık bölgelerinden biri olan New York, çeşitli milliyetlerden oluşmuş kozmopolit bir yapıya sahiptir. Milliyet çeşitliliği, hayvanat bahçelerindeki hayvan çeşitliliği ile özdeşleştirilmiş olup, eserin adının ‘Hayvanat Bahçesi Masalı’ olmasının sebebi de açıklanmaktadır. Bu gönderme Jerry’nin herhangi bir hayvanat bahçesi masalı değil de doğrudan New York’u anlatmaya çalıştığını kanıtlamaktadır.

Uyumayan Şehir, akla uyumayan hayvanı, yani baykuşları getirmektedir. Bu gece kuşları gözlerinin keskinliği ile bilinir. Bu kuşlar karanlıkta dahi avının yerini işitme duyularıyla tespit edebilmektedir. Bu nedenle baykuşların sistemi temsil ettiği yorumu yapılabilmektedir. Kişilerin sisteme dahil olması, diğer bir ifade ile modern hayatın kölesi haline gelmesi baykuşların avını sessiz sedasız fakat kesin olarak yakalamasıyla bağdaştırılmıştır.

Edward Albee, modern hayata uyum sağlayabilmiş ve modern hayata adapte olmakta zorlanan iki zıt karakteri birlikte kullanarak modern hayat eleştirisi yapmaktadır. Yazar yaptığı modern hayat eleştirisini benzetme sanatı, geçmişe dönük anlatı ve yön kavramı ile pekiştirmektedir. Bazı insanlar bu sisteme ve çıkarlarına ayak uydurabilirken, bazıları da modern hayat algısından ve modern hayat algısının getirilerinden rahatsız olmaktadırlar. Bu bağlamda yazar, iki zıt karakteri de birlikte kullanarak eseri ve vermek istediği mesajı daha çarpıcı hale getirmektedir.

KAYNAKÇA

Edward Albee, Bir Hayvanat Bahçesi Masalı, (yay. haz.) Hamit Çalışkan, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1995, 192 s.