Beklemekten keyif aldım visali bir tabut yanında,
Tarumar olmuş göz bebeklerimin içindesin hala,
Nereden çıktın karşıma,
Bir iki toprak canız nasıl olsa,
Ah cananım cevelanlar basmasa şu gökyüzünden başımıza,
Daha ne yapsın gam keder senin bu gözlerinin akına,
Dalgalar inip kalktığında hep visalimizi hatırlıyorum,
Toprağın içinde bir senden bir benden vuslat arıyorum,
Ve bir bakışla gökyüzü ile aramda toprağı buluyorum.
Visal
Benim Sende Ahım Var
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Gittiğin yollarda yol bulamayacaksın
Yağmur saçlarına değmeyecek
Geceler seni uyutmayacak
Gündüzler seni uyandırmayacak
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Çiçekler sana açmayacak
Zaman senden geçecek
Gülüşler uğramayacak yüzüne
Baharlar çiçek açmayacak
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Çocuklar bile senden kaçacak
Mutluluk senden yüz çevirecek
Yıldızlar sana parlamayacak
Kapılar kapanacak yüzüne
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Acılar sana sarılacak
Günler kendilerini senden esirgeyecek
Hayal kırıklıkları kapını çalacak
Kuşlar sana uçmayacak
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Güzellikler senden kaçacak
Hastalıklar yoldaşın olacak
Keder kalbinde hep misafir kalacak
Masanda hüzün eksik olmayacak
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Dert ortağın dertler olacak
Yalnızlık elini hiç bırakmayacak
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Gözlerin nereye baksa beni görecek
Mutluluk sırtını sana dönecek
Şans gülmeyecek yüzüne
Sendeki sen bırakacak seni
Ey sevgili! Benim sende ahım var
Elini neye uzatsan kuruyacak
Güneş sana doğmayacak
Istıraplar yastığın olacak
Bilinçaltımın Mirası
Otobüsün arka koltukları, sokakların tenha yolları, sınıfın en sessiz sakin yeri; daima ayrılamadığım noktalardan bazıları bunlar. Evdeki kahvaltı sofrasına uğrayamadım yıllarca mesela ben, sabahları kahvaltı yapılmaz bizim evde. Akşam yemekleri için oturduğumuz o sofra da zoraki kurulur zaten. Ailem ile mutlu şekilde bir karede yer aldığımda 2 yaşında ya vardım ya yoktum. İnsan mutluluk ile bağlarını kopardıktan sonra bir daha ona ihtiyaç duymuyor zaten, yavaştan bir yaratığa evriliyor; hissiz bir yaratık, hiçbir beklentisi olmayan. Öyle işte. Aileden, insanlardan, gelecekten ve burası en önemli kısım, kendimden ümidi kesince dört duvar arasında bir yatağa bağlı, o yataktan hiç kopmak istemeyen bir bireye dönüştüm ben. Kalbim biyolojik açıdan işlevini yerine getirirken diğer açıdan yeterince yetersiz kalıyor, düşüncelerime hayallerim uğramıyor artık. Suratıma gülücükler yerine her gün farklı tabutlar uğruyor, içlerinde ben yatıyorum. Yani anlayacağınız her gün farklı şekilde can verirken yaşamaya devam ediyorum bu hayatta, tüm her şeyi kenarı bırakmışken yaşayan bir cesedi andırıyorum ben.
Kandili Aydınlatan Nida: Mevlid
Daha önceki, “Anneler Günü Mefhumu,” adlı çalışmamda yalnızca ismen değindiğim bir gelenek vardı hatırlayacak olursanız. Genelde İslam, özelde Osmanlı’ya ait bir gelenek; kandil gecesi.
Osmanlı zamanında Mevlid, Regaip, Miraç, Berat ve Kadir geceleri, insanlar camiye toplanıp ibadet yapacakları için, bu geceleri hatırlatıp daha aydınlık olsun ve camiyi rahatça bulabilsinler diye kandiller yakılırdı. Bu sebeple Osmanlıda artık bu beş geceye, “Kandil Geceleri,” denildi.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallellahu aleyhi vesellem) bu beş gecenin fazileti hakkında birçok sözü vardır. Bu gecede yapılan ibadetlerin sevaplarının daha fazla olduğunu, samimiyetle edilen duaların daha çok kabul edileceğini, istiğfar edilirse günahların daha çok bağışlanacağını haber veren hadisler. Dolayısıyla Müslümanlar da ibadetlerini yapmak için bu beş gece de özellikle camilere gidip toplu bir şekilde namazlarını kılıp Kur’an okuyup dinlerlerdi.
Süleyman Çelebi (rahmetu’l-lâhi aleyh) adındaki değerli bir Osmanlı alimi, 1400’lü yıllarda Peygamberimize (s.a.v.) olan sevgisini dile getirmek için 768 beyit 16 babtan meydana gelen bir şiir yazdı. Adını da Vesîletü’n-Necât koydu. Kurtuluş vesilesi anlamına gelen bu kitapla Peygamberimizin (s.a.v.) şefaatine nail olmayı arzuluyordu.
Süleyman Çelebi’nin (rah.) bu nadide eseri çok beğenilmişti. Özellikle de Peygamberimizin (s.a.v.) doğumu olan Mevlid gecesinde, içeriğinin bizzat bu güne atfedilmesine binaen, belli makamların tatbikiyle okunmuştur. Böylece yalnızca Mevlid gecesiyle başlayan bu okumalar diğer kandil gecelerinde de icra edilir olmuş, artık kandil gecelerinde kılınan namazdan, kıraat edilen Kur’an’dan sonra vazgeçilmez bir eser haline gelmiştir.
En başta Genelde İslam, özelde Osmanlı geleneği demiştik kandil geceleri için. Bu gün başka İslam ülkelerine bakacak olsak muhtemelen böyle bir mevlid programı düzenlendiğini göremeyiz. Zira Osmanlı zamanında İslam ve toplumu bütünleştirme adına yapılan çalışmalar daha sonra (en azından Osmanlı gibi) hiçbir toplum veya devlet tarafından yapılamamıştır.
Kandil gecelerini yalnızca birkaç programın düzenlendiği birkaç gün olarak değerlendirmemek gerek. Çünkü bu gecelerde insanlar bir etkinlik için bir araya gelip kaynaşıyorlar, program sonunda eğer vakit varsa (hayat telaşesinden bir araya gelemeyenler) bir bardak çayın eşliğinde muhabbet ediyorlardı. Sonuç olarak halk arasında birlik ve beraberlik kavramı güçleniyordu. Ayrıca bunun örneğini kandil gecelerinin dışında da görmek mümkün. Keza Ahi teşkilatı, camilerde halka verilen ilmi sohbetler. Hatta buna namazın ardından yapılan tesbihatı dahi örnek verebiliriz.
Günümüzde de hala süregelen , kandil gecelerinde birçok makamla icra edilen mevlid, maalesef unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimiz arasında. Modernizmin kendi değerlerinden uzaklaşıp başkalarınınkini benimsemek olduğunu düşünenler eminim ki bu sitemimi anlamayacaklardır. Bilakis modern olamak başta kendin olmaktır. Yeniliklere hala kendi gözünle bakıp benimsediğin değerlerle değerlendirmektir. Bununla beraber her görüşe saygı duymaktır. Özgürlükle anarşiyi, düzenle faşizmi, çağdaşlıkla bağnazlığı ayırt edebilmektir. Neysen o olmaktır, tabi şartlar el verdiğince…
Şartlar gereği bazı noktaları kısaca geçmek zorunda kaldım. Aklınıza takılan kısımlar olduysa Instagram’dan bana ulaşıp sorabilirsiniz. Ayrıca konuyla ilgilenenler için yazılı olarak https://islamansiklopedisi.org.tr/mevlid–suleyman-celebi adresini bırakıyorum. Sözlü olarak da Youtube’den Mahmut Karakış (https://www.youtube.com/c/MahmutHoca/playlists) hocanın kandil geceleriyle alakalı sohbetlerini tavsiye ederim.
Kapı Aralığı
Bir kapı aralığında kaldı
Gençliğim
Masumiyetin ardındaki kapı aralığından
sokağa bakınca…
Başımı yana çeviriyorum,
Sokağa bakıyorum, duvarlar bomboş…
İnsan araladığı kapıdan
Gördüğü manzaranın ürpertisi içinde
Usulca kapatır.
Bakışlar donuklaşır.
Şiir lay lay lom dan alır seni,
Leylim leye sürükler…
Biz ne zaman başkalaştık
Yalancı gülüşler,
Sahte sevgiler,
Perişan kalan hisler,
Ses yok!
Duyduğum tek şey sessizlik.
Yunan Mitolojisine Ne Kadar Hâkimsin?
Bu zor Yunan mitolojisi testinde kendini denemeye var mısın? Cevabın evetse hadi ne duruyorsun başlasana. 😀
[zombify_post]
Hayat
Hayat ne kadar zor,
Hem zor hem de çok aşağılık.
Yapılanlara karşı susmamız için,
Bizi ne kadar da darlıyor.
Aslında biliyor musun belki de bu hayat biziz.
Biz susturulmak, susmak istiyoruz.
Çaresi olmadığını düşündüğümüz için,
Kezâ biz darlıyoruz canım gönlümüzü.
Hey sen! Ya da hey benliğim! Kendine gel!
Ne bu karamsarlık, ruhsuzluk.
Bu iftira attığın hayatın derinliği hem hüzün hem neşe dolu.
Neden illa hüznü seçiyorsun? Neden bu alışılmış kalıplar?..
Bu kalıplardan kurtulmanın sence de vakti gelmedi mi?
Yapabilirsin, öncelikle gör sonra yaşa ve en son sev.
Sev ki gülümsemene şahit ol, gözlerinde ki ışıltıyı gör.
Sil bütün kötülükleri hadi yeniden sen söyle
“Gör ,yaşa ,sev ” güzel insan.
“Sonra” Diye Bir Zaman Var, Umutların Diyarı…
“Sonra” diye bir zaman var, umutların diyarı…
“Sonra” diye bir umut var insanın içinde. Şu an var olmayanın, şu an elde edilemeyenin “sonra” denen bir zaman diliminde var olacağına inanma umudu.
“Sonra” daha rahat, daha güzel, daha huzurlu olacağımıza inanma ve bununla avunma halimiz kısaca.
Anne karnında başlıyor bu sonralarımız:
“Aman kızım tez zamanda kucağına alsaydın şu sabiyi sonrası kolay, rahat edersin.”
… doğuyoruz ve sonralar devam ediyor:
“Daha sen yenisin, bebek yeni. Şöyle bir kucağa almalık olsun, bu sefer de uyansa da sevsem dersin, hele şu altı ayı bir atlat, sonrası kolay.”
-“Ah yavrum, şu bebek şöyle bir emeklemeye – adımlamaya başlasa, tuvaletini söylese bu kadar yorulmazsın, bu günleri mumla ararsın bak, ne ara büyüdü dersin, az sabret hele, sonrası kolay.”
“Ne yapsın çocuk da haklı ilk kez böyle evden ayrı kalıyor, garipsedi okulu.. Öğretmeniydi, sınıfıydı, uyanmasıydı, harfiydi yazmasıydı, okumasıydı anca alışıyor işte. Hele çocuk şu 1. sınıfı atlatsın, okumayı söksün, arkadaşlarına alışsın, sonrası kolay.”
O kadar çok “sonra” cümlemiz var ki…
-İlkokulu bitirsin, liseye geçsin, onun daha şimdi deli zamanları, şu ergenliği bir bitsin… Sonrası kolay
Hızla geçiyor zaman ve “sonraları” kendimiz söylemeye başlıyoruz artık.
– Şu sınavı kazanayım, bir yerleşeyim sonra rahatlarım, düzenim oturur.
– Şu okulu bir bitireyim, bir işe gireyim, sonra şu şu… Hayallerimi yaparım, artık param da var kimse karışamaz.
-Böyle olmuyor bir yatırım yapmam lazım, bir ev alayım / bir araba alayım şu noktaya bir geleyim sonra bir daha sırtım yere gelmez.
-Eee ev araba tamam, mevki tamam artık evlenmem lazım, evimi eşimi yerimi yurdumu bileyim, böyle gez toz nereye kadar, bir evleneyim gerisi kolay.
– Evlendik, biraz biz bize kaldık, birbirimizi tanıdık. Evliliğe de alıştık, ama artık bir çocuğumuz olsun, ondan sonra Allahtan başka ne isteyim..
Bu kez “sonra “cümleleri çocuk için kurulur:
“Olsaydı, doğsaydı, büyüseydi, konuşsaydı, okula gitseydi, yerleşseydi, çalışsaydı, bi evlenseydi, evi arabası olsaydı, çocuğu olsaydı…”
Hoop başa döndük.
Peki gerçekten bu huzur – rahat ne zaman?
– Şu çocukları da bir yerine yerleştireyim, şu emekliliğim de bi gelsin, hacca da bir gideyim… Ee sonra ? Eşimle dünya turuna çıkalım, ikinci baharı yaşayalım, şöyle bir yazlık, bir bahçe, belki birkaç kümes hayvanı olsun.
Ama şimdi de yarısından çoğu bitmiş bir ömür, yıllar içinde yıpranmış bir beden, çocuklarla imtihan, sağlıkla imtihan, eşini kaybetmeyle, yalnız kalmayla, yaşlılıkla imtihan… veya ölüm…
Bugün elimizdeyken, hakkını vermeye çalışmak en doğrusu belki de. Sonraya umut bağlamak, ertelemek hayatı yaşayamamak aslında. Belki zaman olur, imkan olmaz. İmkan olur, sağlık olmaz. Sağlık olur, heves olmaz. Hepsi vardır, “sonra” ömür biter.
Bir Çağdan Alıntılar
İşaret parmağının anlamını yitirdiği şu günlerde, gösterebileceğimiz tek şey bir surete bürünememiş hayal dünyamız. Ete kemiğe daha bürünemeden karabasanlı tufan ordusu gibi üzerimize her taraftan gelmekte. Saldırı mahiyeti çok kuvvetli olsa da kurtuluş uyanmaktan geçiyor!
Dürüstlüğümüz anonim eserler arasında yer aldığından beri tutkularımız hobi uğraşları içerisinde oldukça revaçta. Hayalleri kurulan o pembe panjurlu evler, günlük suni teneffüs odalarına dönüşüyor. Vizitesi ise gelir dağılımına göre farklılıklar göstermekte. Yokluk, hiçlik vazifesi görüyor bu bağlamda.
Sadık toprağımızın engebeli yollarında misafir tadında yaşadığımız gençliğimizi, volkanik hareketlerde de her şeyimizi ağzımızdan kusuyoruz. Küfür, izafiyet teorisi içerisinde değerlendirilerek vergiye muhatap olmamız söz konusu! Şimdilik yalanlamakla yetiniyorlar.
Yanarken izlemesi keyifli olan tek şey meşe odunuydu ama artık insanlar birbirinin yangınına benzin taşıyıp, keyifle izlemekte. Uzmanlara göre; kültürel bir geleneğin mozaiklerini taşıyormuşuz, o önlenemez Avrupai tutumumuzla! Tabi yersen…
Kaçamak tavırlar, güncel piyasada ne istediğini bilmeyen şımarık çocuk edasında işlem görürken; çevresine illallah ettiren bu afacanlık, tokmağın davulla birleşmesine olanak sağlıyor. Çal çal oyna…
Daha düne kadar resmi bir günü olmayan insanlık, sivil toplum örgütleri ile birleşerek sendikalaşma haklarını yine kendisi ile ters düşerek veto etti. Adeta “benden öte bir ben var içimde” diyerek toplumsal sessizliğe büründü.
Şimdi reklamlar…
Yaşam(ak) İçin
Herkesin içi karar verecek, herkes yaşamına göre karar kılacak hayatına
Kimisi bu videoyu izleyip geçmişe gidecek, acıları varsa onları tazeleyecek
Kimisi gevşeyip huzur bulacak, benliğinde çiçekler açtıracak
Kimisi sevmeyecek, ona hitap etmeyecek. Bu böyle sürüp gidecek…
Size bir şeyler katabilmesi temennim ile…
Bazen hayatta öyle şeyler yaşarsın ki
Kaç zaman sonra otururken koltuğunda
Aklına gelir yaşadıkların
Aklın gider zamanın vuslatına
Aklın kalır ziplendiğin gerçeklerde
Düşünürsün…
Film şeridi gibi geçer gözünün önünden her şey
Gamla, kederle düşünürsün
Zaman unutturur dedikleri
Zamanla dikişlerin kapanacak dedikleri
O dikiş tutmayan, kabuk tutan yara
Tekrar tekrar kanadığında hatırlarsın
Geçemediğini…
Koca bir okyanusun içerisinde
Teknesiz, gemisiz, kimsesiz kaldığını düşün
Düşün ki; biri geliyor uzaklardan
Sen o içindeki heyecanla tebessüm ederek,
umutlanıyorsun yine ve yeniden
O gözüken biri yavaşça sana yaklaşıyor
Elindeki öldürücü silahla seni,
en can alıcı noktandan vuruyor
Yani kalbinden…
Hadi bakalım şaşır şimdi
Tek umudunun katilin olduğunu görerekten şaşır
Kurtulmuş olmanın heyecanıyla coşarken içimiz
Ansızın gelen acı, aldı götürdü bizi maziye
En kötü his bu olsa gerek
En umutlu anında canından olsan gerek…
Martılar ve Sesler
Zırh delici çığlıklarıyla
Bulvar serserileri gibi
İncitici martılar
Boşuna mı uçuyorlar yani havada?
Gördüğün o mavilik
Sadece bir yanılsama
Gecenin karanlığında.
Ama duyduğun sesler,
Gerçek
Martıları göremesen de.
Çünkü hayat mavi bir yanılsama
Ve tek gerçeği sesler.
Karanlıktan maviyi çıkarıyor bir çocuk.
Elde var sesler.
Sesler
Gibi yaşıyorsun ya
Çığlık çığlığa.
Bitmeyen Gece: Mitat Enç
Bu hafta kitap önerisinde çok severek okuduğum bir kitapla geldim. Benim hayatımdaki değişikliğin var olmasında çok katkısı var diyebilirim.
Mitat Enç, kendi ağzından emeklilik dönemine kadar ki hayatını anlatır.
Mitat Enç, beni en çok kitabın ismi meraklandırmıştı. Neden acaba “Bitmeyen Gece” bir geceden ibaret miydi yoksa başka bir şey mi diye… Ve okudukça kitabı, ismin anlamını daha çok anladım ve sevdim. Kitabında kendisini anlatıyor. Mitat Enç’in yaşadığı hayat şartlarına ve hiçbir şey görmemesine rağmen verdiği çabalara hayran kalmamak elde değil.
Okuyamamak, her gün gördüğü tabiatı, insanları görememek, her gün çok rahatlıkla yürüdüğü yollarda, birisinin yardımı olmadan yürüyememek, ilk başlarda onu çok derinden sarsar. Zaman zaman ümitsizliğe kapılır. Ancak pes etmez. Yabancı bir tanıdıkları vasıtasıyla İngilizce okumaya başlar. İngilizce hocası, ona İngiltere’den görme engelliler için hazırlanan alfabeyi getirtir. Ayrıca birçok kitap da sipariş eder. Mitat Enç, azmiyle bu alfabeyi öğrenir ve kitaplar okumaya başlar. Enç, bundan sonraki hayatında kendisi gibi kör olan insanlara yardım etmek için büyük çabalar gösterir.
Kısacası, bir çoğumuzun insan sevmeyi, onunla yürekten ilgilenmeyi ve kendinden bir şeyler vererek başkalarının mutluluk ve güvenini sağlamayı öğrenmeye çok ihtiyacımız var.
Bazen bizler bir şeyler yapmak için yola çıkarız. Zorluğunu görünce bırakmak kararı alırız yolu, yapamayız der dururuz. Oysa Mitat Enç ne zorluklara göğüs germiş gözleri görmemesine rağmen ne çok şey başarmış, elde etmiş… Onun en büyük yardımcısı onun inancı ve asla pes etmemesi idi. Hep yaparım, yapmam gerek diyerek her yola çıktı. Kitabı okumayanlara tafsiye ediyorum. Hayata yeniden bakabilmeyi, öğrenebilmeyi, çabalamayı, pes etmemeyi öğreneceksiniz bu kitapta…
Son Durakta Son Söz :
Emeklilik, bana da önceden beklenmeyen bir konuk gibi gelip yaşamıma çöktü. Kişinin geleceğini düşünmesi, tasarlaması ve ona yön vermesi gerekir. Ancak bu gelecek, doğuşumuz gibi gücümüz dışında kalan bir zaman dilimine, ne dilersek dileyelim bildiği yönde akıp gitmektedir. Öyleyse yapılacak en akıllı iş, elde kalan sermayeyi en iyi şekilde kullanmaktır.
Bu güzel kitabın diğer içeriği, yazamadığım, anlatamadığım o güzel hayat hikâyesinin devamını merak ederek okumanız dileğiyle. Son olarak güzel bir alıntıyla kapatalım.
Bu dünya gelip, rastlantı ya da alın yazınızın çizdiği bir yaşamı yaşarken arkada çocuklarımızın, torunlarımızın ve toplumumuzun gururla hatırlayıp, duayla kullandıkları yapıt ve eserler bırakmak hepimize nasip olmuyor.Pek çoğumuz, arkamızda yapıtlar mı, yoksa yıkıntılar mı bırakıyoruz diye dönüp bakmaya gerek bile görmeden, koşulları bahane ederek, günümüzü kurtarma çabası içinde debelerirken, “Benden sonra tufan!” demeyi ne çabuk benimsedik!
Son olarak bu kitap, kör olan insanların birçoğunun ümitsizliğe düşmesine karşılık ümidine sarılan bir insanın sadece Türkiye değil, dünya çapında büyük işler yapabileceğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Aslan Be Halil İbrahim
Selamlar güzel insanlar. Herkese güzel hafta sonları diliyorum. Sizlere yine kıymetli değerimiz türkülerimizden çok güzel bir parçayla geldim. Bu parçayı hep severek açar, biraz dertlenmiş vaziyette de tekrar başa sarar birkaç kez dinleyip kapatırdım. Bugün sizlere bu öneri yazısında hikâyesinden bahsetmek istediğim için biraz araştırma yaptım ve anladım ki dertlenmem parçanın muhtevasının hüznünden, elemindenmiş.
Eşkıyadan Da Beter/Uslan Be Halil İbrahim
Rivayet odur ki Halil İbrahim 1931 senesinde Ordu’nun Fatsa ilçesinde dünyaya gelmiş. İlçede bir saat/gramafon atölyesi olan Halil İbrahim evinden işine işinden evine gelip giden bilgili, saygın, temiz, titiz bir delikanlıymış. Evinden işe giderken bir nehrin üzerinden geçmesi gerekir bunun için de nehrin üzerindeki daldan yapılma köprüyü kullanırmış. Günler birbirini kovalar, zaman hızla ilerlerken Halil İbrahim Çolak Ahmet’in kızıyla evlenmiş; bir erkek bir de kız çocuğu dünyaya gelmiştir.
Artık askerlik vakti gelip kapıyı çalar fakat bilirsiniz ki iyilerin düşmanı çoktur. Halil İbrahim askerdeyken art niyetli düşmanları ona bir mektup salar. Halil İbrahim‘in yanındaki tarlanın sahibi ağanın Halil İbrahim‘in tapulu arsasını da kullandığını yazarlar. Bunu duyan Halil İbrahim deliye döner, askerden kaçtığı gibi memlekete döner ve ağaya bir kurşun sıkar.
Ancak başına daha büyük bir bela açmıştır. Askerler derhal Halil İbrahim‘i yakalar ve asker kaçağı olmak suçundan bir direğe bağlayıp döverler. İyilerin imtihanı ağır olur dedik ya, Halil İbrahim bu dayak esnasında da kafasına darbeler almış ve aklını yitirmiştir ne yazık ki.
Askerliği bitirip memleketine dönmüş, atölyesini kapatmış; artık yalnızca evi ile orman arasına mekik dokuyormuş. Önceleri yanından ayırmadığı tabancasını artık eline almaz, beline koymaz olmuş. Askerlere görünmemek için gündüzleri evden bile çıkmıyormuş. Hâlâ görüştüğü yanına gittiği 3 kişi kalmış yalnızca. Ne acı ki eşinin babası artık ona ve çocuklara bakamıyor diye eşini ve çocuklarını Samsun’un Terme ilçesinden birine satmış. 1954-1955 yıllarından sonra 80’li yıllara kadar bir başına yaşamış, gramafon dinler sigara içermiş sürekli bizim Halil İbrahim.
Dağın Yamaçlarına/Yaslan Be Halil İbrahim
12 Eylül öncesi köye operasyonlar yapılmaya başlanmış. O dönem mevsimlik işçiler bile çalışamaz, halk tarlalarını hasat edemez olmuş. Bu esnada birileri Halil İbrahim‘in evini yakmış, bizimki de çıkmış kalan 2-3 eşyasıyla ormana, evinin karşısındaki kayanın altında yaşamaya başlamış. Bir gece şiddetlenen yağmura dayanamayıp dostu Dursun Dayı’nın evine gitmiş ormanı geçip, daldan köprüyü aşarak. Aklını yitirmiş fakat edebini eksiltmemiş olacak ki ahbabını ve ailesini rahatsız etmemek için girmiş samanlığa, bela başa gelecek ya yanında da tabancası varmış.
O gece teröristler şehre inip bir öğretmeni öldürmüş. Bunun üzerine de mâlumunuz askerler büyük bir titizlikle her köşeyi her yeri aramış. Halil İbrahim‘i de samanlıkta belinde tabanca ile bulunca hemen şüphelenmiş Dursun Dayı’ya sormuşlar. Dursun Dayı ve ailesi Halil İbrahim‘in zararsız biri olduğunu söyleyince komutan/kumandan tabancasını alıp salıverelim demiş fakat bizimki seneler evvel yediği dayaktan muzdarip askerlerden ve başına gelebileceklerden korkuyormuş.
El Yerine Vurulur/Aslan Be Halil İbrahim
Bir fırsat bulup hemen kendini tepeden aşağı atmış, askerlerse arkasından uyarı amaçlı havaya ateş etmişler. Maksatları Halil İbrahim‘i durdurmakmış ancak bizimki bir kere kaçtı durur mu? Derenin üstündeki dal köprüden geçmiş karşı kenardaki kayanın üstüne gelmiş. Tam ormana girecekmiş ki bu taraftaki askerler karşı taraftakiler bizimkini yakalayamadı diye vurup, oracıkta Halil İbrahim‘i öldürmüşler.
Eşyalarını oğluna vermişler fakat babasını sevmeyen oğul bunları kabul etmemiş. Sonraları Dursun Ali Akınet bu şiiri yazmış ve dillerden dillere dolaşarak bugünlere gelen türküyü bestelemiş. Ailesi de Halil İbrahim‘i sevip kabullenmiş fakat olan olmuş ölen ölmüş…
Türkülere sevdam bundandır. Hepsi içinde ayrı bir acı, ayrı bir hüzün, ayrı bir keder taşır… Sizleri türküyle baş başa bırakıyorum. Bir sonraki öneride görüşmek üzere. Allah’a emanet…
Umudunu Kaybetme
Yıllar önce çok tıkanık olduğum bir arada, canciğer bir arkadaşımın önerisi ile izlemiştim. Tekrar izlemekten hiç rahatsız olunmayacak, ailece izlenecek nadir filmlerden birisinden bahsetmekten mutlu olacağım.
İş adamı ve motivasyon konuşmacısı Christopher Gardner’in hayatının gerçek mücadelesinin anlatıldığı “Umudunu Kaybetme”, bir biyografi- dram filmidir.
Bir çeşit kemik ölçüm makinesi satarak ailesini geçindirmeye çalışan Chris, eşinin haklı isyanı karşısında hiçbir şey yapamamaktadır. Çift mesai yaparak geçinmeye katkıda bulunmaya çalışan kadın, sonunda evi terk etmektedir.
Küçük oğlu ile yalnız yaşamaya çalışan Chris, kirayı ödeyemeyince evden çıkmak zorunda kalır. Yeni başvurduğu brokerlik firmasında işe tutununcaya kadar kalmak zorunda oldukları motelin ücretini ödeyemez ve oradan da çıkmak zorunda kalırlar. İlk gelenin hemen yerleştiği evsizler yurdunda da her zaman kalamamaktadırlar.
Küçük bir çocuk, genç bir baba, ailesine en iyi olanı sunmak için zorlu bir mücadele içinde olan çaresiz bir adamın olağanüstü çabalarının gayet akıcı ve sade bir üslupla anlatıldığı bir film.
Göstergeler
Filmde göstergebilimsel olarak en göze çarpan kısım sürekli koşarak bir şeylere yetişmeye çalışan bir insan imgesidir. Çocuğu okuldan almak içi koşuyor, otobüse yetişmek için koşuyor, ödeme yapamayacağı için taksiciden kaçmak için koşuyor…
Thomas Jefferson’un Mutluluk Bildirgesindeki yaşam, özgürlük ve mutluluğu kovalama hakkını hatırlayan Chris, neden sadece “kovalama” kısmında kaldığını sorgulamaya başladığı esnada aldığı bir telefon ile artık hayatının akışı değişir.
Hayallere ulaşmak için gösterilen gerçek bir azim ve çabanın göstergesi olarak bolca izlenen “koşma” eylemi filme aksiyon katsa da en can alıcı kısım iş mülakatı esnasında gösterilen kararlılık olduğu bir gerçektir.
“Bir soru sorarsanız ve ben cevabı bilmiyorsam, size’ bilmiyorum’ derim. Cevabı nasıl bulabileceğimi bilirim ve sonunda da o cevabı bulurum” repliği ile dikkati toplayan film tüm hikâye boyunca tutunabilme motivasyonu içermektedir.
Başrolde Will Smith’in eşsiz oyunculuğu Gabriele Muccino’nun yönetmenliği, pandemili hafta sonlarınızı canlandırmak için birebirdir.
İyi seyirler.