23.7 C
İstanbul
Pazartesi, Ağustos 11, 2025

Emrivaki

En büyük aksesuarım hüzün benim

Kalbimle beynimin savaşa oturduğu gecede

karanlık,

korkunç bir karabasan gibi girerken koynuma,

rüyamda dudaklarıma siyanür süren insanlar gördüm

Esir düştüğüm yıkık şehirde

ruhum kendinden tasarruf etmekte

İçimden dışıma yürüyen bir kâbuslar senfonisi

Belki göğe çıkar şehirdeki yıldızları sayarım

belki de yere iner sahipsiz sevgileri çalarım

Ayrılığın tadı damağımda

tarifi imkânsız, telafisi zor

Giderken kalbime emrediyorum!

‘’aşkla arana mesafe koy’’

Seni öldürürsem kusuruma bakma

İçimdeki avcı yüzündeki ceylana âşık

Mütemadiyen yazdığım bir veda mektubu gibi

içeceğim yüreğinden akıttığın zifiri

Tamam, gideceğim! Tamam gidiyorum!

Sana devrediyorum bu yıkık şehri

Bir Merkür Retro Meselesi 2

Yılın ikinci Merkür Retro Meselesi geldi çattı. Gerçi her zaman bir mesele var arkadaş! “Bir duruşu olmalı insanın, bir bakışı, bir anlayışı, bir davası olmalı.” ACZ

Bu retro bugün İkizler burcunda gerçekleşecek ve 22 Haziran’a kadar etkisini sürdürecek. Hatta 10 Haziran İkizler burcundaki Güneş Tutulması da retro etkisinde olacak. İletişim ve bilgi temasının hâkim olduğu bu retroda eski defterler bir bir açılırken çok önemli, hatta denklem değiştirebilecek diyaloglara şahit olabileceğiz.

Merkür -İkizler- Retroları bol bol eskilerin yad edildiği dönemlerdir. Geçmişi düşünmek ve paylaşmak daha keyifli olur. Geçmişten beslenebilir biraz da bozuk plak gibi takılabiliriz. Düşünceler daha çok iç dünyamıza yönelecektir. “Ya çık gel aşkın zümrüt tepelerinden/ Ya da kır belini hasret denilen illetin” deyip durabiliriz. Bu sebeple bazen çok konuşmak isterken bazen de ciddi şekilde sessizliğe ihtiyacımız olabilir. Kendimize bu tür dinginlik boşlukları vermekte fayda var. “Ben onunla içimden konuşuyordum/ Birbirimize bakmadan denize baktık” hallerine bürünmüşüzdür bile.

Bir mesele var arkadaş! Temel taşlarını oynatmadan mümkün mü devrilmesi karanlığın? “Bize sözlerimizden çok yüreğimizden anlayan gerek.” Meselenin (s)özü bu. Hemen bir soru işareti kurdurturum aklımıza. Yolun sonuna kadar gitmeye yeter mi yüreğimiz? Hemen cevap verilmiyor değil mi(!) Ya… Ya… Yapacağınız bir şey var: “Kalbinizi yumuşatın ama iradeniz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuvvetli ve derin olsun.” Sadetin medeti bizde.

Bir mesele var arkadaş! “Otur konuşalım şunu/ Bulsun kelimem kelimeni/ Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse” Peki devamını hatırlıyor muyuz? “Bir deli akıl çırpınıyor aramızda, rızık korkusu can korkusu baş mesele” diyor okuyup geçerken geçemediğim biri. Günümüzde ve gündemde hâlâ yerini tutuyor. Dünya denilen gezegenin dahi etkiler altında lâl olmuşluğu var. Dünya susar bomba gibi, kardeş kardeşine koşar can gibi. An bu andır. İçimizden biri çıkıp da bağırıyor. “Çıplan bu dünyadan çıplan ve gövdenden.” Silksin göremez olduğumuz meselelerin sarsıntısı.

Sancılı olmak gerek arkadaş! İnsanın içinde bir şeyin sancısı, tutkusu ve arzusu olmazsa insan asla o şeye yönelmez ve gerek bu dünya veya ahiret, gerekse ticaret, yöneticilik, bilim astronomi, vs. konusunda olsun asla arzularını gerçekleştiremez. Sancımdır -sancımızdır- bir mesele. “Yine de biri çıksa karşıma, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim.” şu sıra.

Bir mesele var arkadaş! “Ömür sevmeyi öğrenmeye yetmiyorken, nefret etmeyi hangi ara öğreniyorsunuz?” Biraz daha anne kucağı, biraz daha baba şefkati, biraz daha kardeş bölüşmesi, biraz daha çocuk gülüşleri sarmalı her şeyi. Merkür geriliyor, kafalar duruyor, insan ilişkileri yavaşlıyor, aksaklıklar çıkıyor devamlı biliyorum. Olması gereken olacaktır. Önüne geçemezsin ama güzel şeyler olması için emek harcayabilirsin. Kendinizi fazla yıpratmayın ya da başınıza gelen her negatif olayı Merkür Gerilemesine bağlamayın.

Bir mesele var arkadaş! “Hayalinden vazgeçenin başına topraklar saçılsın.” Acz emarelerini taşısak da vazgeçmeyiz bu sözden sonra. Yer ile gök arasında bir şey olur, sanırsın aklın ile kalbin arasında olur. Bu meseleyi gözde daha fazla büyütmem de şairane başladık bir kere. “Ah kardeşler gönlümün yükünü kaldıramıyorum.” dünya meselesinden kaçmaya çalışırken.

Ben de gelmiş sizlere burada “Bir Merkür Retro Meselesi” anlatıyorum.

Asıl meselemiz açık ve belli arkadaş! Yeter ki meselimiz mesele olsun.

Sokağın Aydınlık Yüzü

2008 krizi biz 2000’lilere vurmamıştı sanırım. Zira o dönemin Hasır Üstü oyunlarından olan Borsacı’da kah Sirkeci Garını kah Mecidiyeköy iş hanlarını kah Tarabya villalarını alıp satmaya devam ediyorduk hâlâ. Yaz dönemlerini genellikle bu Hasır Üstü oyunlarıyla geçirirdik. Artık dönemin en popüler oyunu ne ise bizde de o oyundan olur ve ikindi sonrası büyük bir ağacın gölgesini bulur, Hasırımız serer, eğer varsa meşrubatlarımızı da alır, başlardık oynamaya. Tabi yaz aktivitemiz yalnızca bununla sınırlı değildi. Oyun dışında bir de sokak turlarına çıkardık. Zira bizim orası bunun için çok müsaitti; birçok ara sokak, çıkmaz sokak bulunur, velhasıl keşfedilmeyi bekleyen birçok geçit vardı. Bu sokaklardan bazıları insanın ruhunu söndüren bir karanlığa sahipken, bazıları da ruhu aydınlatır nitelikteydi.

Yine o sokak turlarından birine çıkmıştım. Bu sefer camiye çıkan bir numaralı sokağı seçtim ve oradan gidiyordum. Bu tur, sair günlerde olduğu gibi yalnızca geçip gitmek için değil de bilakis yürüdüğüm sokağın yolunu, taşlarını, otlarını, duvarlarını, evlerini ve insanlarını incelemek içindi. Bunun sayesinde belki ileride anlatacağım birçok keşfe imza atmıştık Yavru Kurtlar Cemiyeti olarak. Ancak şimdi bahsedeceğim tura tek çıkmıştım. Neredeyse camiye varmak üzereydim ki sokağın sağında kalan bir eve gözüm ilişti. İncelemek için siyah, kıvrımlı demirden desenleri olan avlu kapısına sokulup içeriye göz atmaya başladım. Avlu çok büyük sayılmazdı, her bir köşesinde çeşit çeşit çiçekler vardı; sümbüller, leylaklar, manolyalar, kasımpatılar ve daha envai çeşit çiçek. Çiçekler o kadar çok ve yoğundu ki dikkatli bakılmasa hemen arkalarında bulunan ev görünmüyordu. Buraya daha önce hiç böylesine dikkatli bakmamıştım. Ve bakarken envai çeşit çiçeğin kokusunun sokağa yayıldığını duyumsadım. Derin derin içime çektim o kokuyu, hala anımsar gibiyim. Sesini, bu oyunun müdavimlerinin duyunca hemen tanıyacağı o cam çarpışma sesini işittim ve dikkat kesildim. Büyükçe bir saksının arkasında çömelmiş misketleriyle oynayan bir çocuk olduğunu fark etmem çok uzun sürmedi. Pek görünmese de ara sıra attığı misketleri almak için uzandığı elini ve sandaletlerini görebilmiştim. Tam son bir bakış atıp o kokuyu son kez içime çekip gidecekken o çocuk yine uzağa kaçan misketini almak için uzanmış olacak ki beni fark etti ve arkamdan seslendi. “Hey, dursana biraz. Burada birçok misketim var ve tek başıma oynamaktan sıkıldım. Bana biraz eşlik eder misin?” diye seslendi. Şaşırmıştım bu teklife, çünkü daha önce hiç karşılaşmadığım birinden bir anda geliyordu. Biraz tereddüt ettikten sonra, “Peki olur. Adın ne senin, daha önce seni burada görmemiştim, herhalde burada oturmuyorsundur?” diye art arda birkaç soru sordum. Adının Akın olduğunu, burada babaannesinin yaşadığını ve yaz tatillerinde birkaç hafta kalmaya geldiğini, bu gelişinin de ikinci sefer olduğunu söyledi. Bende ona kendimi tanıttım biraz. Konu konuyu açtı ve uzun soluklu bir konuşma yaptık. Birbirimizi tanıdıkça sanki kaybolmuş bir arkadaşı bulmuş, sanki unutulmuş bir kişiymiş de onu hatırlamaya başlamışcasına hemen yerini buldu gönlümde. O saatte arkadaş olmuştuk bile onunla. Görüldük şey değil bu doğrusu, zira çocuklar mahalledeki arkadaşlarını doğuştan edinir, ne zaman başladığı ve öncesi hatırlanmaz, daha doğrusu yoktur. Bu bir ilkti benim için ve içten içe heyecanlanmıştım. Ardından misket oynamaya başladık ve kısa süre sonra gitmem gerektiğini söyledim ve daha sonra tekrar buluşmamızı teklif ettim. Yüzünün biraz ekşidiğini gördüm. Evet çok iyi vakit geçirdik ancak bir amaç için sokağa çıkmıştım ve devam etmeliydim. Buluşmak için bir vakitte anlaşıp ayrıldığımda artık daha bir neşeyle etrafa bakıyordum, meşhur Heidi yürüyüşüyle seke seke turluyordum artık sokağı.

Günler günleri kovaladı ve biz gün aşırı buluşup bazen oynuyor bazense hemen yolun kenarındaki banka oturup sohbet ediyorduk. İkimiz öyle saf ve masumduk ki, eminim o erken saatlerde orada geçirdiğimiz vakitlerde sokak daha bir aydınlık, daha bir geçilesi, daha bir havadar oluyordu.

Bir yaz bu şekilde geçti ve onun gitme zamanı gelmişti. Tam bir yaz arkadaşı olan Akınla artık görüşemeyecek olsakta eminim ki ikimizin gönlünde de çok farklı bir yer edinmiş bu ilişki hiç unutulmamıştır. En azından ben unutmadım.   

Sokak turlarımız yaz boyu devam etti tabi. Ve bunu genelde Yavru Kurtlar olarak hep birlikte yapardık. O ara sokaklarda ki, sanki bize bir şey anlatmak istercesine fısıltıyla esen rüzgarın yüzümüze temasını hala anımsar gibiyim. Özellikle Ramazan Bayramlarında ellerimize poşetleri alıp tüm o sokaklara girer, çalınmadık kapı, kutlanmadık bayram bırakmazdık, tabi poşetlerimiz şeker ve çikolatalarda dolana kadar. Hani derler ya, “Nerede o eski bayramlar,” diye. Sanırım bizde bunu şeker toplamayı bıraktığımız bayram demeye başlamıştık. Artık bayramlar, biz yetişmemiş çocuklar için ana gayesini kaybetmişti; şeker toplamayıp, cebimizi o bozuk paralarla doldurmayıp, herkesin bayramını kutlamayıp evde oturduktan sonra ne anlamı vardı ki bayramın, diye düşündük o gün. Yine bizim için o dönemin en aydınlık sokakları en çok güler yüzle karşılaşıp birkaç bozuk paranın cebimizi bulduğu ve en sevdiğimiz çikolataların alındığı sokaklardı. O sokağın girişini görmek bile mutluluk verirdi bize. Aydınlatırdı o masum ruhlarımızı, sürûr içinde günü bitirmemize vesile olurdu.

Bitirirken şunu da eklemek isterim; aslında bir sokağı aydınlık ya da karanlık yapan şey, bulunduğu yer yani mekansal konumu değildir. İnsanların oraya getirdikleri ve orada yaptıklarıdır bu atmosferi değişken kılan. Yani bir dönem karanlık olan aydınlığa, başka bir dönem aydınlık olan sokakta karanlığa bürünebilir. Bizim temennimiz orada masum ruhlar varken karanlığa bürnmemesidir, zira ne (eğitim) ışığıyla ne (edebiyat) ziyasıyla ne de (minare) kandiliyle aydınlanmaz bu karanlık. Vesselam.

Hasret Durağı

Sevdiğim,
Hasretinle koyulaştı gecem
Hasretinle yüreğim oldu cem*
Hadi gel; bekliyorum seni,
Hasret durağında

Bugün de gelmedin
Getirmedi rüzgâr kokunu
Getirmedi kuşlar sesini
Getirmedi yollar seni

Bulamıyorum seni
Hiçbir yerde bulamıyorum
Sanki dünya bana küs
Gizliyor, ruhuma dokunan ellerini
Gizliyor, güzelliğinde ısındığım yüreğini
Gizliyor, sonsuzluğunda kaybolduğum gözlerini

Hadi gel sevdiğim
Gelirken bakışını da getir,
İçim ısınsın
Gelirken gülüşünü de getir,
Gecem aydınlansın
Hadi gel; bekliyorum seni,
Hasret durağında

*Cem: yığın

Tramvay Durağı 3. Bölüm

İn cin top oynuyor. Kaldırım kenarına sıra sıra, özenle eşit mesafede yerleştirilmiş sarı ışıklı, bir yanıp bir sönen lambalar; gerilim filmlerindeki kapı gıcırtısı gibi ürpertiyor insanı.

Meltem desem değil rüzgâr desem değil fırtına hiç değil; inişli çıkışlı ruh halleri gibi dengemi bozuyor hava.

Haberlerde çıktı geçenlerde, iklim bozuluyormuş günden güne, öyle diyordu boya küpüne banılmış suratlı bir bayan spiker. Değil birkaç ayda, bir günde dört mevsim yaşayacağımız zamanlar yakınmış.

Durağa yaklaştım sayılır. Koştur koştur yürümekten nefesim daralıyor. Yetişemeyeceğim diye endişelenmekten terleyen alnıma, göğün histerik esintisi üfledikçe soğuk alacağımdan ve bir ay boyunca yataktan çıkamayabileceğimden korkuyorum. İhtimali bile burnumu, her an hapşıracakmışım hissiyle gıdıklamaya yetiyor.

Geldim. Durak bomboş. Kimsecikler yok. Tramvay henüz gelmemiş. Her zamanki gibi. Yine! Yine ya geç kaldım ya erken geldim. İnsan bir defa olsun vaktini tutturamaz mı yahu?! Yok işte, beklemek düştü yine bahtımıza.

Hiç olmazsa iki çift lafın belini kıracağımız bir hayal olsaydı şu bankta oturan, benim gibi. Yoldaş olurduk ne güzel. Ne kadar beklesek de bir türlü gelmeyen şu adına sıfat bulamadığım tramvayın arkasından iki mısra şiir atar, yarım asırlık yaşam tutardık susuz denizde balık gibi.

Çölde serap, su gelirmiş insana…

Yordu efkâr. Lafı değiştiresim var.

“kırmızı baalık çöölde
Kavrula kavrula geeziiyor
Bedevii aadam geeliiyor

(Şarkı Sözünü yazan: Musa Karabörk)

Kalbimde Tütüyorsun

Sen bu hayatta benim en büyük yara kabuğum oldun!
Yaram iyileştikçe, yarayı deşmelerinle meşhurdun, son bu kaç (?) yıl…
Unutmaktan acizleşse de kalbim, tabiri caizse senin için yakınırdım her gün her gece.
Affedebilir miyim bilmiyorum veya daha kaç kere affedebilirim ki?
Acımın en ağrıyan tarafım oldun sen benim, sen, benim hiç değişmeyen kalp ritmim.
Bir ara kendine gel de, ben zaten sendeyim, karşılaşırız illa ki..

En çok affedişim, büyük aldanışım.
En çok inanışım, büyük yıkılışım.

Bir insan hiç nefretle özler mi karşındakini, nefret ede ede, dişlerini gıcırdata gıcırdata, özlem kokusuna hasret kalır mı?
Onu görünce nefretiyle boğmak isterken, sıkı sıkı sarılmak gelir mi içinden?
Hem nefret edip hem deli gibi aşık olabilir mi?
İnsan hiç gözyaşıyla sever mi, söylesene sevgili?
Başımı omzuna koyacağım günlerim olacaktı hani, kokunun bana verdiği huzuruyla…

En çok hevesim, büyük ah çekişim.
En çok heyecanım, büyük hüsranım.

Ben seni en çok, sana dalmalarımla sevdim sevgili..
Cam kenarında sallanan yaprakların seni düşlerimle andırmasıyla geçti ömrüm.
Gözümden akan yaş damlalarıyla sevdim yüreğini…
Kimi gün hırs ede ede, kimi gün affederek, kimi gün ise hasretinle tutuşarak..
Sen benim küçüklüğüm, küçüklüğümün en güzel yanı, sen benim çocukluğumun en yoğun duygusu oldun. Günlerim, Aylarım, Yıllarım…
Saçlarımdan tarayacağın anılarımız olacaktı hani, beni ellerinle büyüttüğün…

En çok kötü anılarım, en çok, güzel anılarım.
En çok iyi kim, en çok pişmanlığım.

Her gelişinde seninle yeniden var olmayı, seninle bütünleşme hissi dahi yeterdi beni mutlu etmeye..
Oysa kalbine dokunsan ben oradaydım, sığındığım limanımdın, günde kaç kere beni kalbinde hissettin; Kaç kere hatıralarına geldim kim bilir?
Kalbine dokunurken o sızıyı hissettin mi hiç?
Sen bu hayatta benim en çoğum oldun bilemedin, bilememişim.

Allah’a el açıp yalvardık, Sen bensiz ben sensiz ağladık, tüm umudumuzu çabamıza sarf ettik.
Gittin, al bak ne oldu? Bitti sevdamız...

Yılın İlk Tutulması: Süper Ay

Haydi toplanın yamacıma, bugün meydana gelecek olan Yay burcundaki Ay tutulmasının etkilerinden bahsedeyim sizlere…

Tutulma sezonumuzun ilki başlıyor. Bu Ay tutulmasının adı “Süper Kanlı Ay Tutulması”. Nedir ne değildir arkadaşlar..?

26 Mayıs 2021’de saat 14:13’de 05 derece Yay burcunda Tam Ay Tutulması yaşanacak. Bu tutulma ayrıca Süper Ay. – Bu tutulma Türkiye’den gözlemlenmeyecek. Avustralya, Batı Amerika, Okyanusya, Batı Güney Amerika, Güney Doğu Asya’dan izlenecek.

Süper dediğimiz, Ay’ın Dünya’ya en yakın olduğu konumda yeniay, dolunay fazına veya tutulmalara denk gelmesine denir. (Ay’ın Dünya’ya en yakın olduğu zamanlar, duyarlılık ve duygusallığın had safhada olduğu zamanları temsil eder. Huzursuzluklar yükselir, duygu durumlarının hızlı aktığı, iniş çıkışların, duygusal çalkantıların yüksek olduğu zamanları temsil eder.)

• Tutulma sırasında Ay’ın tuttuğu kırmızımsı-turuncu ışıltısı nedeniyle tam ay tutulmalarına bazen Kanlı Ay da denir.

Çok gözümüzü korkutmasın ama Güney Ay Düğümlerinde olduğu için biraz sıkıntılı bir tutulmadan bahsedeceğiz. Etkisi üzerimizde min. 6 ay boyunca sürecek arkadaşlar.

Ay tutulmaları kadersel oluşumlarla ilgilidir ve duygusal konulara dikkat çekerek, önemli dersler almamızı, hayatımızda gereken yerlerde değişiklikler yapmamızı sağlar.

Bu yüzden geride bırakmak zorunda olduklarımız ve tamamlanma enerjisi önem kazanacak. Kaderin cilvesi dediğimiz olaylara hazır olun!

Bakalım en çok kimler etkilenecek, nasıl etkilenecek dersek;

Yorumlayışlara göre tutulma en çok Yay, İkizler, Koç ve Terazi Burçlarını etkileyecek. Bu burçlarda gezegenlerimiz varsa o gezegen konuları üzerinden etkiler alacağız. Sevdiklerimizle iş birlikleri yapmak zorunda kalacağız. İnsanların bize olan güvenlerini ve saygıyı arttırmak için bu 6 ayı kullanacağız. Bunun için kararlar alabilir, eğitimlere başlayabilir, kendimizi uzun soluklu çalışmalarla yeni deneyimler elde ederken bulabiliriz.

Aslan, Kova, Boğa ve Akrep Burçları bu tutulmada pratik olmak için çaba gösterebilirler. Özellikle yeni girişimler, maddi konularda yeni yatırımlar, ev ya da araba alarak paramızı korumak için çaba gösterebiliriz. Hayatımızı özellikle maddi konularda hızlandıracak kararlar alarak geçirmeye niyetlenebiliriz.

Balık, Başak, Yengeç ve Oğlak Burçları içinse aşk konusu daha ağır basacak. İleriye yönelik attığımız adımların sadece kendi kararlarımızla olması için çaba göstereceğiz. Kimsenin buyruğu, emri altında kalmadan bir gelecek çizmek isteyebiliriz fakat bu tutulma bizi bu konularda özellikle hırslı ve bencil insanlar çevremizde varsa o kişiler nedeniyle yorabilir. Önümüzdeki 6 ayı iyi değerlendirmemiz gerekecek.

Tutulma Güney Ay Düğümü tarafında gerçekleştiği için zaten zorlu ve yorucu bir şekilde geçiriliyor. Alaşağı olma, gözden düşme riski veriyor arkadaşlar. Yani yay demek; savunduğumuz fikirlerin arkasında durmak demek ama güney düğümü tarafında olunca “Acaba benim bu fikirlerim beni mutlu ediyor mu?” “Ben fikirlerimin hapsi içerisinde miyim?” Bu sorgulamayı bize biraz daha yaptıracak arkadaşlar. Onun için gardımızı almalıyız!

Geçen tutulma yazılarında sizinle yaptığımız sembol çalışmasını hatırlıyor musunuz? Hani bir şemsiye çizmiştik ve o şemsiyenin altına korumak istediklerimizi yazmıştık… Bugün yeni bir sembol çalışmasıyla “Mottolu Mutlu” sloganımızı devam ettirmeye geldim. Başlıyorum…

Bir şeyin hayatınızda bir geçit olduğunu düşünün. Bu sembolü çalıştırmak için kapı geçitlerini kullanacağız.

• Evlilik sizin için bir geçitse, bir kapıysa; evde sevdiğiniz, ilgilendiğiniz, aşk kapısı yaratabileceğiniz “Yani o kapıdan geçtiğim an, o aşkı deneyimleyeceğim, o aşkı yaşayacağım.” diyebileceğiniz bu da yatak odanızın kapısı olabilir. O kapıyı aşkla süsleyin, üstüne süsler asın.

• İş ve iş konularında başarılı olmak istiyorsunuz, bununla ilgili çalışma odanızın bir yerinde masanız var vs. O odaya giren kapının üzerine gitmek istediğiniz üniversitenin bir amblemini, sembolünü asabilirsiniz. Ya da eğitimde uzman, başarılı olmak istediğiniz yerleri asabilirsiniz.

• Bereket mi sizin kapı girişiniz ya da onu mu istiyorsunuz? Mutfağın girişi, mutfak kapısının girişinde güzel bir süsleme yapabilirsiniz. Taç, taglar yani kapı süsleri vs. oluyor ya, kapılara tam geçişlere asacağız bundan.

• Ya da giderler, borçlar, ödeneklerle, kredilerle ilgili zorluklarınız mı var? O zaman da tuvalet kapısına taglar asabilirsiniz. (Mutfaklar bereket demektir, gelirler giderlerden dolayı wc kapısı tercih edilir.)

• Ev sahibi olmak veya yeni bir ev almak isteyenler de evin giriş kapısını taglarla süsleyebilirler.

Çok işinize yarayacağını göreceksiniz. Zaten bir önceki mottolu mutlu sembolden de olumlu sonuçlar alıyorum uygulamayı yapanlar için. Şemsiye figürleri çizmiştik artık bunların miladı yavaş yavaş doluyor ama sizinle yine haziranda bir yazıyla buluşacağız. Hazirandaki o güneş tutulmasıyla birlikte yeni bir sembolle geleceğim.

Bu Ay tutulmasında bu sembole niyetlenip çalıştırabilirsiniz. Bu da 6 ay boyunca böyle bir geçişle, bir geçitle, bir kapının önünde kalmalı. Bunu kullanın çok işe yarayacağına inanıyorum. Ben de kapılarımın üstüne yavaş yavaş sticker’larla, güzel güzel objelerle süslemeye başlıyorum arkadaşlar. Bunları da söylemiş olalım.

İnanç ve ümitle…

Bu tutulmada en içten dileklerimiz tutulsun. ?

Bir İhtiyar

Bir ihtiyar, sakalları kızarmış sigara kokar,
Önünde bir testisi var, içerisinde su var sanır,
Bilmez akan gözyaşları testinin kalbinde parlar,
Kana kana içer fark etmez, ne de olsa ihtiyar.

Bir ihtiyar, sakindir belki çılgın veya hantal,
Yaşanmışlıkların perdesini aralamaktan korkar,
Araladığı takdirde kötü anılar yüreğe batar,
Önüne bakar ne kaldıysa, ne de olsa ihtiyar.

Bir ihtiyar, sebepsizce her daim haklı çıkar,
Yüzü solmuş artık direnemez dünyadan kopar,
Ölüm geldi çattı eridi dağlarda kar,
Bir kefen ki küçücük, nede olsa ihtiyar.

Bir ihtiyar, düşün dev bir çınar,
Artık gölge değil, gölgede yatan yar,
Koyulurken gölgesine çınarla beraber ağlar,
Belki bir çınar olur tekrar, nede olsa ihtiyar.

Bir ihtiyar, çınara su veren güzeli kalbine saplar,
Uzaktan sevmek işte, Cemal Süreya kadar,
Yazdığı bir kaç satır ondandır, onlar hala yaşar,
Son satıra kaldı sözü, nede olsa ihtiyar.

Pusula

Pusulasını yitirmiş,
Büyük beyaz bir güvercin gibiyim.
Varmışım varacağıma,
Ama ben benden gideli çok olmuş. Amacımı yitirmişim.

Pusulasını yitirmiş,
Hırçın denizin korsanı gibiyim.
Definemi bulmuşum,
Ama alabora olmuş gemim.


Bilincim beni,
Ben de diyarı terk etmişim.

Ey, büyük beyaz kuş!
Kaldır kanatlarını arşa değsin.
Rüzgara karış, yolun açık olsun,
Bu yük sana ağır gelir.

Kuzeyi gösteremez oldun!
Küçük kırmızı ibre,
Aklının şaştığını seveyim.
Var git sen de yoluna.

Önüm arkam sağım solum,
Sobe!
Kötü bir oyuncu oluşum
Kendimi sobelediğimden belli.

Ah Çocuk

Nice çocuklar gördüm yürekleri boylarını aşmış

Kan revan içindeyken yüzlerinde çiçek açmış

Viran olmuş evleri, yıkılmış

Nice çocuklar gördüm yürekleri boylarını aşmış

Kiminin hayatı pırlantaya değişilmiş

Kiminin ki siyasi otoriteye

Kiminin özgürlüğü yok sayılmış

Kiminin ırkından ürkmüşler

Kiminin dinini sevmemişler

Kiminin annesini, babasını düşman bilmişler

Hiç masal dinlememiş

Nice çocuklar gördüm, dünyayı hiç sevmemiş.

Biri kurşun sesini ninni bilmiş

Birinin ten rengi esmermiş

Birinin gözleri çekikmiş

Biri fakirmiş

Biri Necip okumuş, Nazım söylemiş

Nice çocuklar gördüm her şeye rağmen kirlenmemiş

Heybemdeki Ispanak

“Kime tanışık olabilirdi kendine yabancı bir kalp?”

Bugün elimde bu sözle çıkıverdim sokağa. Çıkmak değil, buna kendini sokağa atmak denir. Attım, elimdeki kâğıdı çöpe, kendimi sokağa. Zannettim ki insan böylece kurtulur. İhtiyaçlar listesini çöpe attığımızda evdeki ihtiyaç varlığını koruduğuna göre, bu kağıt da bir maden işçisinin kayayı vura vura un ufak ettiği gibi ruhumu un ufak etmeye devam edecekti besbelli. Her vuruşta sızlayacaktım besbelli. Kaçıp kurtulamazdım. Orman gezintimde umulmadık anda ağlar arasında kalmış ormanlar kralıydım.

 Yıllar yılı ruhumla tanışık bir kalbi sokaklar aralarında aradım, caddelerde aradım, tanıdık yüzlerde, yabancı kalplerde aradım. Yıldım ve bir sokak başında kaldırıma yığıldım. Sonra aklım nehirlere takıldı. Dere, tepe, taş, ova aşarak denize ulaşma arzusu taşıyordu. Onun gürül gürül akmasına sebep olan sonsuz mavilikti. Orda kaybolmak, orda var olmak istiyordu. Bir göle ulaştı mı yanılgının acısını suyunda taşıyordu. Ben, ulaştığım göllerden ağzımda acı tadımla ayrılırken, elime tutuşturulmuş bir ihtiyaçlar listesiyle markete gitmiş, raflar arasında dolaşıyor gibiydim. Telaşlıydım ve hata yapmaktan korkuyordum çünkü ıspanağı roka, pazıyı ıspanak zannettiğim günler yaşamıştım. Tüm işlerimi bitirmiş gururlu tavrımla poşetleri mutfak tezgâhına atınca anlamıştım. Aradığının mahiyetini bilmeyen, pazar tezgâhlarından yalnızca yanılgı satın alabilirdi. Tamamlandım zannettiği an, en büyük eksikliği yaşardı.

Uçan mürekkeple cilt cilt kitaplar kaleme almışım. Okumak için elime aldığımda bembeyaz sayfalarla karşılaşmışım. Dönüş yolumu bulabilmek için yollara ekmek ufalamışım. Dönmüşüm yolumu bulamamışım. Yanlış haritalardan güzergâh çizmişim. Cetvelim eğri iken ölçü almışım. Bir elbise dikmişim giyememişim. Bir elbise dikmeye nereden başlanır? Yolu bulmaya nereden başlanır? Elimde bembeyaz sayfalarıyla cilt cilt kitaplar, üzerimde ölçüsüz dikilmiş kıyafetim, bilmediğim yollarda ekmek kırıntılarımı arıyorum. Bilmediğim yollarda heybemde roka zannettiğim ıspanağı taşıyorum. Ulaştığım göle razı olamayacak kadar kendinden emin, ne aradığımı bilmeyecek kadar avare…

Kelebek

“Bir kelebek uçurumdan atladı”
Diye, düştü haber sayfalarına

Jandarmalar araziyi taradı
Derken, geçti ellerine bir sayfa

Ardımdan yaş dökmesin sevdiklerim
Yaşamama izin vermez gördüklerim

Derler kelebeğin ömrü kısadır
Görünce Gazze’yi bu söz boşadır

Kelebek kadar yok ömrü çocuğun
Ölüm, oynayabildiği tek oyun..

Naçizane bir öneri ve rica
Saklambaç

Geleceğin en kıymetli müzisyenlerinden ve doktorlarından biri olacak olan sevgili Ertuğrul Oytun, sitemizde de yayınlanmış olan 23 Nisan şiirime çok güzel çok kıymetli bir yorum getirdi. Kanalına abone olup şarkımızı -çocukların sesini- daha fazla insana duyurmak için paylaşırsanız çok müteşekkir oluruz..

Çocuklar bizim geleceğimiz. Çocuklar bizim aksimiz, yansımamız. Çocuklar bizim neşeli yanımız. Çocuklar bizim korumamıza muhtaç olan canlarımız.. Dün de yaptığımız gibi, bugün de yarın da onlara ses olacak onları koruyacak, onlara bıraktığımız geleceği güzelleştirmek için çabalayacağız..

Çocukların ömürlerinin kelebek kadar olmadığı bir dünya dileğimle../ Bir çocuk öldüğünde toprak göğe öykünür…

Gönül Çiçeği

Hasret

Penceremin önüne koydum sevinçlerimi
Umutları, patlamayan balonlara bağladım
Kalbine baktım, her yer güllük gülistanlık
Tıpkı seni gördüğümdeki içim gibi…
Çiçeklerin açma mevsimi geçmiş
Ama benim içimin hâlâ ve yine
Sana açılası var…

Kalbim buz tutmuş birden
Bir hayli yalnızlaşmışım şu aralar
Ne zamandır yaşam, bir yudumdan ibaret
Yaşamak için vakit, kumdan ibaret
Şaşkınlığımı gizleyemeden gel
Bütün şiirlerin mevsimi geçmiş
Ama benim şiirlerimin hâlâ ve yine
Sana yazılası var…

Nazım Hikmet ekler mektubunun sonuna;

“Herkese selam, sana hasret…”

Tüm Anımı Alırsın (Zaman)

Çok nankör çok cimrisin

Hayatımda en kincisin

Neden bu kinim bilir misin?

Alırsın tüm anımı benden.

Sürekli bir yere saklanırsın

Tam yerinde canımı yakarsın

Sen nasıl bir yalansın?

Alırsın tüm anımı benden.

Senden kaçarım uzaklara

Gelmem o küçük tuzaklara

Ama sobelersin boş bir anımda

Alırsın tüm anımı benden.

Geçmişinde geleceğinde bugününde

Beni hep yırpattın her birinde

Sensiz mutluyum en derinde

Çünkü alırsın tüm anımı benden.

Ah Filistin!

Bugün ağlıyor Filistin,
Yaşları gözümde
Bugün yanıyor Filistin,
Alevleri ruhumda

Zulmün sesini duyuyorum,
Yankılanıyor kulağımda
Acının ağırlığını hissediyorum,
Büyüyor yüreğimde

Şahit oldum bugün
Tükenen umutlara, yarım kalan hayallere
Şahit oldum bugün
Yaralanan ruhlara, kanayan yüreklere

Ah Filistin!
Sen ki,
Dilimde direniş, aklımda devrimsin
Sen ki,
Ruhumda özgürlük, yüreğimde Me’vâ ‘sın

Ah Filistin!
Hisset erişilemez kutsallığını
Ve başlat ebedî cihadı

Not: Me’vâ: Bir cennetin adı