24Okur Background – Edebiyat ve Sanat Dergisi
32.3 C
İstanbul
Salı, Temmuz 22, 2025

Hikaye Atmadığımız Bir Google Kalmıştı!

Hikâye atmadığımız bir Google kalmıştı. Sosyal medya platformları arasında hızla yayılan ve çok sık kullanılan hikâye özelliği artık Google’da da var.

Geldiği her yeni sosyal medya platformunda kullanıcılara “bunların da bir farkı kalmadı canım” dedirten hikâyeler artık Google üzerinden de atılabiliyor.  Aslında Google’ın bu özelliği yeni değil. Geçtiğimiz Şubat ayında yayınlanan özellik artık ülkemizde de kullanılmaya başlandı.

Web Hikâyeleri

İnternet kullanıcıları için artık en önemli şeyler hız, farklılık ve paylaşımın ilgi çekici olması. Google, web hikâyeleri ile kullanıcıları tam ekranlı bir ilgi girdabına sokmayı planlıyor. Kullanıcıyı zorlamayan bir arayüze sahip AMP hikâyeleri ücretsiz bir şekilde, açık kaynak olarak herkese hizmet veriyor. Bir üyelik ya da giriş gerektirmeyen AMP, tüm web âleminde kullanılabilir şekilde tasarlandı.

Google, web hikâyeleri ile içerik üreten kullanıcılarına hızlı ve görsel zenginliği artırılmış yayın imkânı ile reklam veren kullanıcılarına da daha fazla kitleye ulaşma imkânı sunmayı amaçlıyor.

Web Hikâyelerinin Faydaları

  • Hikâye üretimini teknik açıdan oldukça kolay hale getiren web hikâyeleri, ilgi çekici paylaşımları ulaşılabilir kılıyor.
  • Kendi esnek şablonları ile paylaşımların kontrolünü de daha kolay hale getiren web hikâyeleri editörlerin de iş yükünü azaltıyor.
  • Kapalı bir sistem içerisinde dönmeyen hikâyeler açık kaynak ile tüm web kullanıcılarına kolayca ulaşabiliyor.
  • Reklam yayınlarında önemli olan veri ölçümlerini kolay bir biçimde kontrol imkânı sağlayan web hikâyeleri analiz ve bookend özelliklerini destekliyor.
  • Web hikâyelerini farklı kılan en önemli özelliklerinden biri de hızdır. Artırılmış paylaşım ve gösterim hızı ile web hikâyeleri kullanıcıların dikkatini çekiyor.
  • Hikâyelerin kullanıcıları ne kadar çektiği kullanıldığı başka platformlarda kanıtlanmıştır. Bu çekiciliği bir de bağımsız hale getirildiğini düşünün ve web hikayelerinin ne kadar etkili olacağına siz karar verin.
  • Web üzerinden para kazananlar için Google reklamları kullanılması gereken çok önemli bir platformdur. Web hikâyeleri ile reklam veren kullanıcılar hedefledikleri kitleye daha çabuk ve kolay ulaşabilecekler.

AMP ile atılan İlk web hikâyelerini merak edenler ve nasıl hikâye atılacağını öğrenmek isteyenler buraya tıklayabilirler.

BTS Listeleri Yerle Bir Etti: Black Swan 103 Ülkede Birinci!

Ünlü K-pop grubu BTS, şubat ayında piyasaya sürdükleri yeni albümleri Black Swan ile dünya rekoru kırdı.
Toplam 103 ülkede pazar gecesi iTunes listesinde birinci sıraya yerleşerek rekor kıran BTS, “Hello” şarkısıyla beş yıldır 102 ülkede birincilik unvanı ile bu rekoru elinde bulunduran Adele’i de yerinden etti. Ünlü grubun hayranları, sevinçlerini “BTS World Domination” etiketi ile Twitter’da dünya gündemine ilk sıradan yerleşti. Aynı şekilde Türkiye’de de BTS hayranları “Black Swan 103” etiketi ile bunu kutladı.

Şeref Siz

Yine yoruldu yüreğim sen-siz

Ruhum yaşamıyor beden-siz

Tut yüreğimi ses-siz

Sende ruh var mı ben-siz

Seni harcıyorum vakit-siz

İçim dışıma sanki bir ev-siz

Mutlu et son kez sebep-siz

Çok beklersin bu sözleri şeref-siz

Yine kurulu masa kimse(n)-siz

Söylendi kökü mazide olan ati

Tut nefesini kafi

Sende bade var mı saki

Adını anıyorum ben-siz

Ellerim havada kadeh-siz

Beş para etmez! His-siz

Verdiğin tüm sözlerin güzelliğine…

Ben bergüzar, şeref siz!

Gelecek Uzayda: Astronom Selçuk Topal ile Röportaj

Merhaba sevgili okurlar. Bu yazımda sizlere severek takip ettiğim Astrofizikçi, Konuşmacı, Popüler Bilim Yazarı, Bilim İletişimcisi Dr. Selçuk Topal’dan bahsedeceğim.

Dr. Selçuk Topal

Başlamadan önce şunu belirtmeliyim ki Selçuk Topal ile iletişime geçtim ve kendisine birkaç soru sordum. Hocamız -sağ olsun- beni kırmadı ve sorularımı cevapladı. Umarım sizin için hazırladığımız bu röportaj bana olduğu kadar size de bir şeyler katar, iyi okumalar dilerim.

Selçuk Topal Giresun / Eynesil doğumludur ve iki çocuk babasıdır.

Akademik hayatına gelecek olursak, lisans ve yüksek lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümünde; doktorasını Oxford Üniversitesi Astrofizik bölümünde tamamlamıştır. Nagoya Üniversitesi’nde ziyaretçi araştırmacı olarak görev yapmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fizik bölümünde öğretim üyesi olarak görev alan Selçuk Topal, 2017’den bu yana Açık Öğretim Fakültesi Felsefe Lisans eğitimi almaktadır.

Popüler astronomi yazıları yazan, TV ve radyo programlarında yer alan, bilim-toplum projelerini hayata geçiren, seminerler veren, söyleşiler ve konuşmalar yapan Selçuk Topal; tüm bunların yanında YouTube üzerinden popüler astronomi temalı, “Gelecek Uzayda” isimli bir video serisi hazırlamaktadır.

Ülkemizdeki eğitim kurumlarını bizzat ziyaret eden astrofizikçimiz yüz bini aşkın bilimsevere Gelecek Uzayda temalı seminerler vermiştir ve bu seminerler devamlılığını korumaktadır. Katıldığı TV ve radyo programları vasıtasıyla çok daha fazla sayıda insana ulaşmış ve ulaşmaya devam etmektedir.

Kâr amacı gütmeyen ve hâlâ devam eden Gelecek Uzayda projesi ülkemizde bireysel olarak gerçekleştirilen en kapsamlı bilim-toplum ve astronomi projesidir.

Tüm bu bilgileri aldığım siteyi (www.astronomselcuk.com) ziyaret ederek daha ayrıntılı bilgiye sahip olabilirsiniz. Siteye girdiğinizde sizi iki tane güzel yazı karşılayacak. İlk yazı yaratılış amacımız hakkında, ikincisi ise başarının sırrı hakkında…

Sorduğum sorular ve cevaplarını paylaşmadan önce Dr. Selçuk Topal’a, bizimle iletişime geçmesinin yanında, bilime ve ülkemize sunduğu katkılar için ve erişebildiği her yeri aydınlattığı için teşekkür ederiz.

Hocamızın sorularıma verdiği yanıtları okumak için buyurunuz efendim:

Bu alana ilgi duyduğunuzu fark ettiğinizde kaç yaşındaydınız ve bu ilginizi nasıl fark ettiniz?

-Aslında “Daha küçük bir çocukken hep astronom olmak istiyordum.” gibi bir hikâyem yok. Bu tarz hikâyelere de çok fazla inanmam. Nitekim çocukken her hafta bir meslek değiştirmek gayet normaldir. Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü üniversite sınavı sonrası tercih sıralamamda 15. sıradaydı. Ancak o bölüme gittim. Gitmek zorunda kaldım. Astronomi mezunu ne iş yapar, hiçbir fikrim yoktu. Bölümde başarılı oldum. Şimdi buralardayım. O güne dönsek ve bana bugünümü tarif etseniz siz güler geçerdim herhalde.

Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümünde okumanın zorlukları ve güzellikleri nelerdir?

-Matematik, fizik ve en az bir kodlama dilini iyi derecede bilmeniz gerek. Ve uyumayı seviyorsanız astronomluk size göre bir iş değil. 2005 yılında yüksek lisans tezim için seçtiğim iki yıldızın gözlemlerini Antalya’da bulunan TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’ndeki teleskopla yaparken fonda Zeki Müren çalıyordu. Ben de şarkıda ona avazım çıktığı kadar eşlik ediyordum. Böyle sabahlamıştım. Astronom bir nevi vampir gibidir. Gece uyanıktır gündüz ise uyur. Ve astronomda olması gereken üç önemli özellik şunlardır: Astronom uyumaz, acıkmaz ve üşümez.

Elbette astronominin en güzel yanı çalışma alanınız. Dünyanın dertlerinden uzak, sonsuz uzay boşluğu incelediğiniz şey. Biz astronomlar çok seyahat ederiz. Kullandığımız teleskoplar şehir merkezlerinden uzak ama yıldızlara yakın yerlerdedir. Astronom olduğum için hep mutlu olmuşumdur. Ekmeğimi böyle bir işten kazandığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

İngiltere’de doktora yapmak nasıl bir deneyimdi?

-Self-study ne anlama geliyor, orada öğrendim. Doktoranın ilk yılı boyunca hayatımda çalışmadığım kadar çalıştım -ki kendimi doktora öncesinde de hep çalışkan bir öğrenci olarak görüyordum. Doktora başladıktan sonra aslında çalışkan olmanın başka üst seviyeleri olduğunu anladım. İlk yıl çok zorlandım. Günde 12-14 saat ofiste çalışıyordum. Ama başardım. Zaten azmin elinden ne kurtulabilir ki… Elbette Oxford Üniversitesi gibi dünyanın en iyi üniversitesinde okumak ayrı bir deneyim oldu benim için. İngiltere’yi seviyorum. Oxford kentini de öyle. Ve acayip özlüyorum. Bir gün ziyaret amaçlı ya da bir astronomi konferansına katılmak için tekrar gideceğim. Bugünlerde iki minik çocuğuma çok vakit ayırmak zorunda olduğum için yurt dışı planları yapamıyorum. Malum bir de COVID-19 var.

Japonya’da ziyaretçi araştırmacı olarak görev aldığınız süreçle ilgili bir veya birkaç anınızı/tecrübenizi bizimle paylaşır mısınız?

-Japonya’da yaklaşık bir yıl süre geçirdim. Kocaman bir ofiste, 1.5 metre genişlikte bir masam vardı. Tek alanım oydu. Bulunduğum ofiste yaklaşık 10 kişiydik. Ofiste doktora sonrası araştırma yapan bir arkadaş vardı. O beni hep şaşırtmıştır. Ben sabah 7-8 gibi ofise gelirdim ama o arkadaş ofiste yatar kalkardı. Ben kapıyı açtığımda çıkan sesi duyunca sabaha karşı sızdığı o bilgisayar klavyesinin üzerinden suratını kaldırır, ağzından akan salyaları siler ve çalışmaya devam ederdi. Neden Japonya’nın uzayda lider ülkelerden biri haline geldiğini verdiğim bu örnekle sanırım daha iyi anlamışızdır. Çalışmak zorundayız. Ölene kadar çalışmak. Ama günümüzde herkes kısa yoldan zengin olmanın, bir şirkette veya kamuda kadro koparmanın, sanal hayat durağı sosyal medyada meşhur olmanın peşine düşmüş. O nedenle yozlaştıkça yozlaşıyoruz.

Japonya’da dikkatimi çeken bir diğer şey de halkın birbirine ve yabancılara olan saygısıydı. Her hafta bölümdeki arkadaşlarla futbol maçı yapardık. Bu Japonlar futbola bayılıyor. Ancak saygı oyun esnasında da devam ediyor. Mesela biri hata ile ayağıma vurduğunda birkaç kez başını hafifçe öne eğerek “Sumimasen.” (Afedersin, üzgünüm) diyordu. Bizde olsa yavuz küfürler duyarız. Kesin kavga çıkar.

Ben Nagoya kentindeydim. Bir gün arkadaşlarla şehrin merkezine gittim. Çünkü onlara bir iddiada bulunmuştum: Dünya’nın her yerinde dönerci bulabilirim. Onlar da “Gel, seni bir yere götüreceğiz.” dediler. Ve merkezde aradığımızı bulduk. Çok güzel bir dönerdi. Sibel Can’ın şarkısı eşliğinde Nagoya kentinin merkezinde yediğim o döneri unutmam. Çok acayip bir andı…

Siz akademik anlamda yolunuza devam ederken önünüze mutlaka irili ufaklı engeller çıkmıştır diye düşünüyorum, bu engelleri aşmak için ihtiyacınız olan gücün kaynağı neydi?

-Evet, engeller oldu. Ben yurt dışı doktora bursu kazanmadan önce İstanbul Üniversitesi Astronomi bölümüne doktora için başvurmuştum. O günkü jüri üyesi profesörler benimle dalga geçip kasıtlı olarak beni elemişlerdi. Bana yüksek lisans tezimden ortaya çıkan  iki uluslararası yayınım hakkında veya temel astronomi hakkında bir tane bile soru sormadılar. Yanlış hatırlamıyorsam beni 0.5 puanla bıraktılar. 0.5! Ve ben sonra Oxford Astrofizikte doktora yaptım. Ve bildiğim kadarıyla o bölümde doktora yapan ilk Türk oldum. Hayat ne garip değil mi… Ve İstanbul’da onların bana yaptığı o muameleyi doktora tezimin sonundaki öz geçmişimde  anlattım. Ve o tez şu an Dünya’nın en ünlü kütüphanelerinden birinde, Oxford’da duruyor. Bana yapılan haksızlığın bir vesikası olarak. 

Verdiğiniz seminerlerde ve yaptığınız konuşmalarda kendinizi en iyi şekilde ifade etmek için izlediğiniz yollar nelerdir?

-Ben nasılsam, derste öğrencilerimle nasıl iletişim kuruyorsam, normal yaşantımda nasıl biriysem konuşmalarımda da öyle davranmaya çalışıyorum. Ve konuşmalarımda birçok şeyi doğaçlamaya bırakırım. Dinleyici ile sohbet etmek isterim. Konu konuyu açar. Sahte bilimlere göndermeler yaparım. Güleriz ama özellikle toplumda gördüğüm bilime karşı olan duyarsızlığı ciddi şekilde eleştiririm. Mesajlarımı veririm sonra mutlu mesut dağılırız. Seminerlerime katılan yüz binlere buradan selamlar olsun!

Gelecek Uzayda projesinin ışığını ve enerjisini öğrenim verdiğiniz gençlerin veya çevrenizdeki insanların gözlerinde görebiliyor musunuz?

-Kesinlikle. Çok üst düzey zihinlere sahip birçok çocuk ve gençle tanıştım. Geleceğe dair umutlarımı ayakta tutanlar onlar. Gelecek Uzayda benim yıllardır yaptığım bilim ve toplum projeleri ile ulaşmak istediğim idealin adı. İnsanlığın uzayda yayılacağına ve bunu yaparken ürettiği teknolojilerle Dünya’nın bugün karşılaştığı birçok soruna (mesela temiz enerji gibi) çözüm bulacağına inanıyorum. Bizler kozmik denizden adına Dünya dediğimiz bu sahile vuran deniz kabukları gibiyiz. Ve bir gün tekrar o denize döneceğiz. Öyle ya da böyle, nihayetinde olacak olan bu.

Türkiye’de Astronomi ve Uzay Bilimleri okuyan bir bireyin iş imkânları nasıldır?

-Astronomlar için kamuda çok daha fazla kadro seçeneği olan başka bölümlere kıyasla çok az iş imkanı var. Ülkemizde ne yazık ki liselerdeki astronomi dersini astronomlar veremiyor. Çünkü formasyon alma hakları yok. Neredeyse her temel bilim mezunu formasyon alıp öğretmen olabiliyor ama astronomlar olamıyor. Yani bilimlerin anası astronomiyi okuyanlar formasyon alamıyor! Önce bu düzeltilmeli. Bugün astronomi %99 akademik bir bölümdür. Yani amacı kamuya (üniversite hariç diğer kurumlar) personel yetiştirmek değildir. Astronomi okumak isteyen biri yüksek lisans ve doktora yapmayı da hedefine koymuş olmalıdır. Peki her astronomi okuyan akademide devam edebilir mi? Hayır. Zaten sorun da burada başlıyor. Diğer başka sorunlar ve iş imkanları gibi konular için okuyucuya geçen yıllarda Hürriyet’in internet sitesinde kaleme aldığım ve üç yazıdan oluşan “Türkiye’de Astronomi” başlıklı yazıyı okumalarını tavsiye ediyorum. İnternetten kolayca ulaşabilirler.

Bazı alanlarda iş bulmanın zor olduğunu savunanlardan mısınız yoksa herkes işini en iyi şekilde yaparsa kimsenin işsiz kalmayacağını savunanlardan mısınız?

-Azmeden, samimiyetle ve profesyonelce çalışan herkesin hedefine ulaşma noktasında üzerine düşeni yaptığına inanırım. Sonuç beni ilgilendirmez. Samimiyetle alın teri akıtan herkes benim için Dünya’daki en onurlu şahıstır. Ve böyle insanların çok ama çok büyük bir çoğunluğu önünde sonunda amacına ulaşır. Elbette hayat adil değil. Dünya evrende liyakatsizliğin bir temsili adeta. O nedenle bazen sizden çok daha kalitesiz ama nüfuslu biri önünüze taş koyabilir. Ama burada önemli olan bunun hayatın (hiç de adil olmayan ama) normal bir akışı olduğunu kabullenebilmek ve yoluna başka bir şekilde devam edebilmektir. Yılmamaktır. Umutlarını yok etmemektir. Eğer bunu başarabilirsek eninde sonunda amacımıza ulaşırız. Ulaşamazsak bile o uğurda onurlu bir şekilde mücadele etmiş biri oluruz ki böyle insanların sayısı çok ama çok azdır. Herkes yaşar ve ölür ama büyük bir çoğunluk bu Dünya’ya yararlı bir şey bırakamaz. Nasıl yaşayıp nasıl öleceğimize, geride nasıl bir fotoğraf bırakacağımıza biz karar veriyoruz. Kararımızı iyi verelim. Kolay başarı yok. Başarı bir yoldur. Yılmadan devam etmen gereken bir yol. Bir son durak yoktur.

Çevrenizden ve ülkenizden yeterli desteği alabildiniz mi ve alabiliyor musunuz?

-Ailem bana her zaman destek oldu. Bu memleketin insanlarının vergileri ile ilk adımları Atatürk’ün emriyle 1929 yılında atılan bir bursu kazandım. Ve inanıyorum ki o vergilerin hakkını da verdim. Doktoramı başarı ile sonlandırdım ve şimdi ülkemde çalışıyorum. Bu yolda benim de tökezlediğim zamanlar oldu. Hayatın normal akışı böyle. Ama herkes düşer. Kalkıp yola devam etmek lazım.

Başarıyı tanımlayabilir misiniz?

-Yılmadan, yorulmadan hedefinde ilerleyebilme azmi.

Başarı yolunda zekâ, çalışma, aile ve genler gibi faktörler arasından sizce en etkili olan hangisidir?

-Bireyin kendi becerilerine olan inancı, hedefinde ilerlerken gerektiği zaman risk alabilmesi ve zorluklarla karşılaştığında onu hedefinde ilerlemeye devam ettiren tükenmek bilmez bir motivasyona ve azme sahip olması. İnsanlar hangi genden, sosyal tabakadan veya aileden gelirse gelsin daha iyi ve güzel bir hayata ulaşmak için yeterli kapasiteye sahiptir diye düşünüyorum.

Alanınız günlük yaşantınızı nasıl etkiliyor, örneğin gökyüzüne bakarken aklınızdan geçenler neler oluyor?

-Son zamanlarda, felsefeye ilgimin artmasının da etkisiyle,  şu koca evrende kapladığım minicik hacmin anlamı ve anlamsızlığı hakkında çok düşünmeye başladım. Neden buradayız? Amacımız ne? Bir amacımız olmak zorunda mı? Nereye gidiyoruz? Madem evrenin tarihine kıyasla fark edilmeyecek kadar minicik bir süre var olabiliyoruz bunda nasıl yüce bir amaç olabilir ki? Ya evren bir yerde hata yaptıysa ve biz ortaya çıktıysak? Bilinç gerçekten var mı ve ben ölünce onu benimle birlikte götürebilecek miyim? Ben çocuklarımla olan anılarımı hep hatırlamak isterim mesela. Ya öldükten sonra hatırlayamazsam? Bu olasılık beni acayip korkutuyor. Daha bugünden bir gün ölecek ve çocuklarıma veda edecek olmak beni üzüyor. Daha bugünden… Ölmek ne garip şey. Daha başından yaşamaya başlamak da öyle. Belki de yaşam ve ölümümüze hep derin anlamlar yüklediğimiz için şimdi bu ruh halindeyim, halindeyizdir. Belki solan bir gül nasıl ölüme yenik düşüyorsa ve bu bize normal geliyorsa, bizim doğup, yaşayıp ölmemiz de evrene normal geliyordur. Onun umurunda değilizdir. Bizim için gizemli bir planı yoktur. Bu fikir bana son zamanlarda çok mantıklı gelmeye başlasa da bana gülen minik kızımın bende hissettirdiği o tanımlayamadığım sonsuz sevginin ve genel anlamda sevgi denen şeyi içimizde taşımamızın bir anlamı olmalı, bir son olmamalı diye düşünmeden de edemiyorum. Evreni ve onun içindeki yerimi daha iyi anladıkça bende bıraktığı izler bunlar oluyor. Kafam çok karışık yani…

Alanınıza ilgi duyan bireyler için önerebileceğiniz film/dizi/belgesel/kitap/dergi varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

-Aslında çok kitap ve film var ama hepsini hatırlaman mümkün değil. Hızlıca aklıma gelenleri yazayım.

Film: Elysium, Interstellar, Europa Report, Sunshine, The Cloverfield Paradox, Contact, Event Horizon, Galaxy Quest, Guardians of the Galaxy, Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi, ve dizi olarak Space Force öneriyorum.

Kitap: Karanlık Bir Dünya’da Bilimin Mum Işığı (Carl Sagan), Ütopya (Thomas More), Tüketim Toplumu (Jean Baudrillard), Kozmos (Carl Sagan), Karanlık Madde ve Dinozorlar (Lisa Randall), Bilim Tarihi (John Gribbin), Evren Avucunda (Christophe Galfard) ve son olarak Eylül 2020’de piyasaya çıkacak nevi şahsına münhasır popüler bilim ve astronomi kitabımı tavsiye ediyorum! Adı sürpriz olsun!

Bilimsever genç bireylere bilime katkı sağlama yolunda verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?

-Beni bugünlerde çok rahatsız eden bir şeyden bahsetmek ve genç dostlara naçizane birkaç tavsiye vermek istiyorum. Fanatik olmasınlar. Yani bir fikre, gruba veya kişiye körü körüne bağlanmasınlar. O kişi, görüş ve grubun üyesi değil diye başkalarına kin beslemesinler. Sorgusuz sualsiz araştırmadan kimseyi yargılamasınlar. Mesela Ekşi Sözlük ortamında benim hakkımda da yalan yanlış ve maksatlı bir yorum var. Bir fanatik yüzünden. Genç arkadaşlar kendilerine model olarak aldıkları biri varsa o insanın etiketinin sevdalısı olmasınlar. O insanı insan olarak, hayata ve topluma karşı düşünceleri üzerinden değerlendirsinler. Belki her meslek dalında fanatikler olabilir. Bir siyasi figüre veya şarkıcıya karşı fanatiklik derecesinde sempati duyanlar olabilir. Anlayamadığım şey bilim insanlarının veya kendine bilim insanı diyenlerin de fanatiklerinin olması. Oysa fanatiklik bilimin doğasına aykırıdır. Sosyal medya aslında çok tehlikeli bir yer. İnsanların haysiyetini ayaklar altına almak için karanlıklarda bekleyen tiplerle dolu. Genç arkadaşlar sosyal medyada kendilerine dikkat etsinler. Hiçbir negatif yoruma aldırış etmeden hayalini kurdukları o mesleğe ulaşmak için çalışmaya devam etsinler. Dünya nüfusunun sürekli arttığı doğrudur. Ancak yeni meslekler de ortaya çıkıyor. Dünyanın en büyük sorununun işini profesyonelce yapan insan sayısındaki azlık olduğu düşünülürse, işini profesyonelce yapan herkes için iş fırsatı olacaktır diye düşünüyorum. Hangi çağda olursa olsun kalite her zaman önceliklidir. Tüm genç arkadaşlara selamlar gönderiyor ve onlara başarılar diliyorum. Yolları açık olsun.

Nazım Hikmet’in Yayımlanmayan 5 Şiiri Bulundu

Nazım Hikmet’in daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olan 5 şiiri bulundu.
“Kitap-lık” dergisinin 210. sayısının ana konusu Nazım Hikmet ve onun daha önce yayımlanmamış şiirleri oldu.

Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan derginin Temmuz-Ağustos sayısında Nazım Hikmet’in daha önce bilinmeyen 5 şiirine yer verildi. Dergiyi hazırlayan Yapı Kredi Yayınları editörlerinin TÜSTAV Komintern Arşivinde yaptığı özverili araştırma sonucu usta şairin 5 yeni şiiri gün yüzüne çıkartıldı.

Nazım Hikmete ait olmayan bir el yazısı ile bulunan şiirler 1925 tarihli arşivlerden çıkartıldı.

Şiirlerin isimleri ise şöyle:

  • Beyanname
  • İstanbul’da 1 Mayıs
  • İtiraf
  • Hayatımız Yirmi İki Kelimede
  • Gecenin Penceresinde



Ankara Sanat Tiyatrosu’nun Bir Işığı Söndü

23 Mart 1948 İstanbul doğumlu, tiyatro, sinema, dizi oyuncusu ve seslendirme sanatçısı olan Jale Aylanç 72 yaşındaydı.

Halkevlerinde sanat hayatına başlayan oyuncu, 1964 yılından beri bir çok oyunda rol aldı. Orhan Elçin Tiyatrosunda ve Ankara Birlik Tiyatrosunda da sahnede görev alan sanatçı, ayrı zamanda TRT’nin dublaj ustalarından birisidir.

Bu değerli oyuncumuza Allah’tan rahmet diliyoruz. Başımız sağ olsun.

Sahip olduğu Ödüller

  • Sanat Kurumu, 1990, Tiyatro Onur Ödülü
  • 5. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali, 2000, Onur Ödülü

Rol aldığı oyunlar

  • Yer Demir Gök Bakır : (Yaşar Kemal) – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1992
  • Ayak Takımı Arasında : (Maksim Gorki) – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1990
  • Mefisto : Klaus Mann – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1989
  • Yusuf ile Menofis : Nâzım Hikmet – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1989
  • Sonuncular : Maksim Gorki – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1987
  • Silahşörün Gölgesi : Sean O’Casey – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1987
  • Bu Zamlar Bana Karşı : Yılmaz Onay – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1986
  • Nafile Dünya : Oktay Arayıcı – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1985
  • Bir Ceza Avukatının Anıları : (Faruk Eren) – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1984
  • Bir Şehnaz Oyun : (Turgut Özakman – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1984
  • Galile’nin Yaşamı : Bertolt Brecht – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1983
  • Yaz Misafirleri : Maksim Gorki – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1982
  • Oyun Nasıl Oynanmalı : Vasıf Öngören – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1979
  • Tak-Tik : Bertolt Brecht – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1978
  • Akıllı Hayvanlar : Ahmet Tünel – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1977
  • Komün Günleri : Bertolt Brecht – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1976
  • Nereye Payidar : Bilgesu Erenus – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1975
  • Dimitrof : Hedda Zinner – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1974
  • Ana : Maksim Gorki – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1974
  • El Kapısı : Bilgesu Erenus – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1972
  • Evler Evler : İsmet Küntay – Ankara Sanat Tiyatrosu – 1972

Filmografisi

  • Olur Olur – 2014
  • Yeşil Deniz – 2014
  • Rüzgarlı Sokak – 2013
  • Suskunlar – 2012
  • Türkan – 2010
  • Gece Sesleri- 2008
  • Beni Unutma – 2008
  • Nazlı Yarim – 2007
  • Hayat Türküsü – 2006
  • Fırtına – 2006
  • İnsan Kurdu – 1997
  • Tersine Akan Nehir – 1996
  • Düttürü Dünya – 1988
  • Kırlangıç Fırtınası – 1985

Kaynakça ; https://tr.wikipedia.org/wiki/Jale_Aylan%C3%A7#:~:text=Jale%20Aylan%C3%A7%2C(d.,nda%20sahneye%20%C3%A7%C4%B1kmaya%20devam%20etti.

Hem Ağlatan Hem Güldüren Yazar: Rıfat Ilgaz

Rıfat Ilgaz, 1911 yılında Kastamonu’da dünyaya gelmiş ve 7 Temmuz 1993 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur. Doğum tarihi aslında net olarak belli değildir ama çoğu kaynakta 7 Mayıs olarak ele alınır.

Rıfat Ilgaz, ortaokuldayken liseye devam edip üniversite de okumak istemiştir. Fakat babasının ölümü sebebiyle Kastamonu Muallim Mektebi’ne girmiştir. Mezun olduktan sonra da Gerede ve Akçakoca’da ilkokul öğretmenliği yapmıştır.

Askerliğini henüz yapmadığı için 1933 yılında askere gitmiştir. Askerden döndükten sonra hayali olan üniversite okumayı gerçekleştirmek için Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne başvurmuş ve kabul edilmiştir. Mezun olduktan sonra Adapazarı’na atanmıştır. Fakat vereme yakalandığı için burada öğretmenlik yapamamıştır. Bunun üzerine tedavi olmak için İstanbul’da bulunan Yakacık Sanatoryumuna yatmıştır.

Yaklaşık 8 yıl verem tedavisi görmüş fakat verem bile onu edebiyattan ayıramamıştır. Bu tedavi sırasında “Pijamalılar” isimli romanını kaleme almıştır. Bu yazmış olduğu eserde veremle savaşan hastaların hem dramını hem de güldürüsünü ele almıştır. O hem ağlatan hem güldüren yazar değil miydi zaten?

Peki Rıfat Ilgaz edebiyat hayatına nasıl başlamıştır? Bundan hiç bahsetmedik değil mi? O daha on beş yaşındayken “Sevgilimin Mezarında” isimli bir şiir kaleme almıştır. Hatta bu şiiri Kastamonu Nazikter gazetesinde de yayımlanmıştır. Bir süre bu şekilde kişisel şiirler yazmaya devam etmiştir. Hatta bu şiirleri “Varlık”, “Oluş” gibi edebiyat dergilerinde de yayımlanmıştır.

Bir süre Nazım Hikmet ile de çalıştığı biliniyor. Hatta Nazım Hikmet Rıfat Ilgaz’dan umutlu olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir:

Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var, hepsinin ismini aklımda tutamıyorum. İsimleri henüz yer etmedi ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra tefriki yapmadan sayayım: Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Orhan Kemal, Saffet Irgat vesaire…

Hepimiz Rıfat Ilgaz’ı “Hababam Sınıfı” isimli romanıyla tanıdık. Bizi bu romanla yeri geldi kahkahalara boğdu, yeri geldi gözyaşları içerisinde bıraktı. Aslında yazmış olduğu bu romanı oğlu Aydın’ın okul maceralarını anlatmasından esinlenerek kaleme almıştır. Bu romanı 1966 yılında oyunlaştırılarak Ulvi Uraz Tiyatro topluluğu tarafından sahnelenmiştir. Asıl ününü de bu şekilde kazanmıştır. En sonunda da Ertem Eğilmez tarafından beyaz perdeye aktarılmış ve bizim şu an bile çok severek izlediğimiz şeklini almıştır.

Rıfat Ilgaz Hababam Sınıfı’nı yazma amacını şu şekilde açıklamıştır:

Hababam Sınıfı bir eğitim yergisidir. Mizah beyazdır, olumludur. Mizahta gülme ana öğe değildir. İsteyen ağlar, isteyen güler. Ben yergi yapıyorum, komedi bile düşünmüyorum. Hababam Sınıfı’nda üç şeyin yergisi yapılmıştır; kopyanın, ezberin, uydurma saygının. Benim mizahım düşündürmeye dayanır. Hababam Sınıfı’nda bize yakışmayan eğitimsel şeylerin yergisini yapıyorum.

2 Temmuz günü hepimizin bildiği o acı olay yaşanmıştır: Sivas MADIMAK Olayı. Rıfat Ilgaz da başta yakın dostu olan Asım Bezirci olmak üzere diğer ölen tüm insanlar için çok üzülmüş ve bu olaydan tam 5 gün sonra yani 7 Temmuz günü hayata gözlerini yummuştur. Saygı ve özlemle…

Rıfat Ilgaz’ın kendisinin seslendirmiş olduğu “Bilsem Ki” şiirini buraya bırakıyorum. Keyifli dinlemeler.

Hasankeyf Öldü!

Fotoğraflara iyi bakın. Bu fotoğraflar; Dicle Nehri’nin ve insanlığın binlerce yılda ilmek ilmek işlediği, yaşı insanlığın yaşına denek, doğu ve batı uygarlıklarının doğum yeri, ilk köylerin ve şehirlerin kurulduğu, tarımın keşfedilip ekildiği, yukarı Mezopotamya’nın kalbi… 12.000 yıllık koca bir tarihti Hasankeyf.

Ilısu Barajı nedeniyle sular altında kalan dev tarih, ünlü gezgin Hasan Söylemez tarafından yapılan bir paylaşımla büyük bir yankı uyandırdı. Hasan Söylemez, Hasankeyf’in son halini şu sözlerle paylaştı.

İşte Hasankeyf’in son hali:

Sosyal medyada da büyük yankı uyandıran paylaşımdan sonra gelen yorumlardan bazıları şöyle:

Hasretim

Gündüzü, geceye eklerim,

Gece bitmez benim için,

Ya seni düşünürüm ya da hayalinle konuşurum.

Resmin, ağlamam için yetecek,

Ey Ay’ın parıldamasını söndüren Güneş’in kuması,

Gözlerin, ölmem için yetecek,

Tel tel saçların musallamı hazırlayacak,

Seninle ecele gülerim,

Aşkım selam olsun Azrail’e.

Sensiz deli, divane, viraneyim,

Sensiz güneş açmaz, su yolunu bulmaz,

Sensiz yıldızlar sönük, bulutlar her gün ağlar,

Sensiz bu can ölü, cenaze, kabir,

Sensiz ben mezar taşı olmayan bir meyyit.

Hasretimi mi anlatayım?

Yok yere ağlamayalım şimdi,

Aşkımı mı anlatayım?

Yok yere sönmesin Mecusi ateşi,

Yok yere yıkılmasın koca dağlar,

Dayanamaz kainat.

Kaygılarımla…

Duygu karmaşası yaşıyorum bu aralar,

Bir yanım yaşam karşısında ayak ayak üstüne atmış saygısızca otururken,

Diğer yanım ağırbaşlı, efendice

Ceket ilikliyor ölüm karşısında.

Özkan Uğur İkinci Kez Kanseri Yendi

MFÖ grubunun solistlerinden Özkan Uğur, sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile ikinci kez yakalandığı kanser hastalığını bir kez daha yendiğini sevenlerine duyurdu. İkinci kez lenf kanserine yakalanan Özkan Uğur, sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile son testlerinin temiz çıktığını duyurdu.

Özkan Uğur yaptığı açıklamada “2. kez karşılaştığım bu maçtan da galip çıktım dualarınız iyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim. İnşallah en kısa zamanda bu korona virüs belasından da kurtuluruz Yakında konserlerimizde görüşmek üzere Herkese sağlıklı günler dilerim Sevgilerle” ifadelerini kullandı.

özkan uğur

Ankara Uzaydan Fotoğraflandı

uzaydan ankara

Anakara uzaydan görüntülendi. Amerika Birleşik Devletleri, Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA) tarafından Uluslararası Uzay İstasyonundan çekilen Ankara fotoğrafı NASA’nın Instagram ve Twitter hesaplarından paylaşıldı.

Uluslararası Uzay İstastasyonu tarafından 25 Mart 2020 tarihinde çekilen fotoğraf, NASA’nın Instagram hesabından “Ankara, Türkiye’nin kalbi, karanlık gece ve uzayda bir parıltı.” notu ile paylaşıldı.

Fotoğrafın açıklamasında ise “ISS’de görevli NASA astronotları tarafından çekilen bu fotoğrafta, elektrik ışıklarının ağ gibi ördüğü ve ip gibi uzanan otoyollarla birbirine bağladığı Türkiye’nin başkenti görülüyor. Işık renklerindeki farklılık, değişik ampul türlerinin kullanılmasından kaynaklanıyor ve sanayi bölgeleri ile yerleşim yerlerini birbirinden ayırıyor.” ifadeleri kullanıldı.

uzaydan Ankara

Amâk-ı Hayal

Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi (1846, 17 Ekim 1914)

Tanınmış Türk mutasavvıf, düşünür ve aynı zamanda tanzimat döneminin en verimli yazarlarından. Maddeciliğe karşı çıkmış, çağdaşı ve materyalistleri yoğun biçimde tenkid etmiş, metafizik eserler kaleme almıştır. Filibe doğumlu olan Ahmet Hilmi bu nedenle Filibeli olarak anılmaktadır. Babasının görevi (şehbender/konsolos) nedeni ile de şehbenderzade olarak anılır. Eğitimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladıktan sonra Düyûn-ı Umûmiyye’de çalışmaya başlamış, Beyrut’a atanmıştır. Siyasi meseleler yüzünden buradan kaçmış en sonunda da İstanbul’a dönmüş. Fakat burdan da Fizan’a sürülmüştür. Bu yıllarda tasavvufa olan ilgi alâkası da artmış, Vahdet-i Vûcud inanışına bağlanmış, fikirlerinde tasavvufun büyük etkisi olmuştur.

Masonluk ve siyonizm gibi maddecilik ve dinsizlikle uğraşmak adına, meşrutiyetin ilanıyla İslam’a hizmet düşüncesiyle 1908’de İstanbul’a dönmüş ve burada İttihat-ı İslam adlı gazeteyi çıkarmaya başlamıştı ki çeşitli siyasi engeller ve daha birçok neden yüzünden  gazete, uzun soluklu olmayı başaramamıştı. Koordinede bulunduğu gazetelik mecrasını kapattırmış olsalar da başka (ör. Hikmet Gazetesi) gazeteler çıkarmaktan ve yazmaktan vazgeçmemiştir.

Önüne çıkan engellerle mücadele etme yollarından biri, karşı fikirli insanların da yaptığı faaliyetten yola çıkarak o zamanda kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni eleştirmekten geri kalmamıştır. Ekim 1914 yılında masonlar tarafından İstanbul’da zehirlenerek öldürüldüğünü söyleseler de daha sonraları bakır zehirlenmesi olarak değiştiriliyor.

Hayatını felsefeye karşı tasavvufu savunarak geçiren yazar, 1910 yılında kaleme almış olduğu ve bizim de incelemek üzere ele almış olduğumuz amak-ı hayal (hayalin derinliklerinde) eserindeki Raci, karakterinin kişiliğinde, felsefenin insan hayatına mutluluk katamayacağını ancak Allah’ı anmakla mutlu olabileceğini (rad suresi), yaratıcının birliğini, vahdetini kabul etmekle olduğunu savunmuştur. Büyük arzu ve önemle yazılan kitap, Tasavvuf Edebiyatı arasına girmeyi başarıyor.

Zübde-i âlem olarak dünyada anılan “insan”  Mahluktan Halik’te (evrenin yaratıcıda) olması, Tanrı ile evren arasında öz bir bağın ve birliğin bulunması görüşünü de aktarmıştır. İslamiyetten önce de bu görüşü savunan; Permenides’le başlayan Eflatun’la büyüyen ve daha sonraları Hallac-ı Mansur, Nesimi, Muhyiddin Arabi gibi bilginleri tarafınca da devam ettirilmiş bir görüştür.

                                         

19. yüzyılda ise bu görüşün en iyi savuncusu ve ispatlayıcısı olarak kaleme almış olduğu eserden de anlaşılacağı üzere Filibeli Ahmet Hilmi olmuştur. Tasavvufun anlaşılması, hadiselerin değerlendirmelerinin yerinde yapılması gibi olayları ele alarak amak-ı hayal (hayalin derinliklerinde) eserinden önce de kırka yakın eser bırakmıştır.

Kitabında materyalistlerin düşünce sığlıklarını ve muhayyalin gücünü göstermek niyetiyle yazılmış bir eser diyebiliriz çünkü eserde fazlasıyla hayale yer vermiş ve şu konulara değinmiş bir şekilde: varlık, hiçlik, kainatın sırları, yaratılışın gayesi ve ruh gibi sıradışı sorular ve cevaplarıyla okuyucularını şaşırtıyor.

Eserin tamamı 23 “fantastik” hikayeden oluşarak; iki bölümden meydana gelir. Ağır bir dil kullanılmış olması münasebetiyle bizlere üstad Bediüzzaman Said Nursi’ye ilham ettirilmiş olan Risale-i Nur hatırlatılıyor.

Raci yani rücû eden anlamına gelen ve bu ismi taşıyan kitabın baş kahramanı Ahmet Raci, rüya alemine dalmalarını anlatarak çoğu yerde söz sahibi olurken bazı yerlerde de yazar konuyu ele alarak anlatmaktadır.

Eserin birinci bölümü daha çok fantastik maceralardan, mistik olaylardan bahsederken; ikinci bölümü ise gerçek hayata daha yakın bir şekilde anlatılır…

Kitap “Raci’nin Aynalı Baba ile karşılaşması” ve “Manisa Tımarhanesinde” olarak önümüze getiriliyor.

Birinci bölüm dokuz günden, gece gördüğü ya da daldığı hayallerden oluşmaktadır diyebiliriz.

Bu bölümde felsefeye susamış bir âvare baş karakter olan Raci, dindar iyi bir ailenin çocuğu, iyi eğitim almış bilimsel diyebileceğimiz her şeyle ilgilenmiş fakat manevî sorularına bir türlü yetinmemiş ve şüphe ejderhasıyla baş edememiştir. Raci, küfür ile iman, inkar ile ikrardan, tasdik ile şüpheden meydana gelmiş bir halet-i ruhiyeye sahip olmaktan öteye gidememiştir. Bütün bu halet-i ruhiyeye iyi gelecek sorularına cevap verebilecek bir mürşide, şeyhe ihtiyaç duyuyordu.

Derken bir gün mezarlığın önünden geçerken kapının açık olduğunu fark eder ve kendisinin de bilincinde olmadığı manevi bir kapı açılır. Onu ruh ve madde âleminden söküp tarikat-ı âliyye’ye ulaştıracak meczup Aynalı Baba ile tanışır. Aynalı Baba’ya  dışarıdan bakıldığında sefil ve ezik gibi görünürken içeriden feylosoflara taş çıkartacak bilgilere sahipti. Aynalı Baba’yla her gün buluşup hayalinin derinliklerinde yatan cevapsız sorulara kanat çırpan Raci’nin anıları, hikayelerin çeşitliliğiyle anlatılır.

Buddha ile hiçlik zirvesinden, Zerdüşt diyarına Ehrimenle (kötülük/karanlık) Hürmüzün (iyilik/ışık) savaşı, kaf ve Anka’ya…  Nihayetinde ilahi aşka doğru yapılan göç, ruhun teslimiyeti ve ejderhanın yenilişi gibi muazzam ontolojik olaylar içeriyor.   

Raci’nin Yakaza Boyutu

– Birinci gün – Zirve-i Hiçi (hiçlik zirvesi):

Nirvanaya ulaşmaya çalışan Raci’ye rehberlik eden Buddha Gotama, arzusunu bir kenara bırakması, canlı cenaze konumuna geçmesi ve dünyadan yüz çevirmesi gerektiğini anlatmış ve nefsani duygularını bırakamazsa hurilerle dolu şaşalı saraylardan geçemeyeceğini anlatsa da Raci, arzusunu yenmeyi başaramamıştır. Buddha, cadıyı dünyaya, arzuyu ejderhaya, Raci’yi ise dünyanın köpeklerine benzeterek huzurundan sert ithamlarla kovar.

– İkinci gün – Ya Nur (Ey yaratıcının ışığı zalimleri yok et!):

Karanlığın değeri ışıkla, ışığın değeri ancak karanlıkla anlaşılabilir bir meydanda, Zerdüşt’ün sarayında Bel şehrinde açar gözlerini. Ehrimen (kötülük) ve Hürmüz (iyilik) taraftarlarının savaştığı ok meydanında; Nifak, Muhabbet, Gazap, Hikmet (Raci) Nefs-i emmare gibi pehlivanlarının birbirine ölüm darbeleri salladığı, bir tarafın karanlığın yok olması adına çarpışırken diğer tarafın ışığı karanlıkla sarmak hayaliyle vuruşur. Vuruşmaların ardı ardına kesilmeksizin yaşandığı cenk muharebesinde ters giden bir şey olmuş ve iki tarafı ikna eden “Aşk” pehlivanı çıkar gelir. Savaştan sonra Raci her şeyin kıymetine daha çok varmıştır ve  yeryüzünden kötülüğün yok edilemeyeceğini anlamıştır.

– Üçüncü gün – Bilgelik Yolu:

Bu günün sonucunda, gözlerini açtığında kendini Devri Daim şehrinde görür. Suda gördüğü aksiyle bütünleşerek hiçliğe varmaktadır.

– Dördüncü gün – Meydan-ı İmtihan (sınav meydanı):

Bilginlerle yapılan sınavlara katılan Raci, gerçekleri görmekte ve gerçeğe verilen önemin arpacık soğanı oranında değeri olduğunu anlamıştır.

– Beşinci gün – Saha-ı Azamet (büyüklük meydanı):

Rehberi Anka Kuşu ile çıkmış olduğu bu yolculukta Tanrı olmadan dünyanın nokta olduğunu ve kendi varlığını da yine bir nokta ibaresinden olduğunu anlar.

– Altıncı gün – Kaf-ü Anka (masal kuşu, masal dağı):

Bu hayal âlemine kralın oğlu olarak uyanır fakat bir soru(n) vardır ortada. Her yıl halka soru sorup cevabını alamadığı müddetçe yedi kız ve yedi erkek kurban alacağını duyuran bir canavarla boğuşmak zorundadır. En sonunda Raci, canavarın sorduğu şu  sorusuna; “bu kervan nereye gidiyor” cevaben “parçanın bütüne kavuşması” diyerek canavarı alt etmeyi başarıyor.

– Yedinci gün – Umman-ı Azamet ve Girdab-ı (büyüklük denizi ve heybetli kibriya girdap):

Manevî yönden anlamış olduğu bin kapılı efsaneli şehirden; “ilahi ilmin karşısında bilinen, gaip bir nokta olduğu”.

– Sekizinci gün – Muammayı Ebedi (sonsuzluk bilinmezlik):

Raci gözünü açtığında Çin’dedir. Burdan aldığı ders; “Ölmek” için önce “olmak” gerektiğini kanısıdır.

– Dokuzuncu gün – Mahfel-i Azam (yüce insanların cevapları):

Hz. Adem, İbrahim, Musa ve diğer birçok peygamber ve âlimle görüşmesinden sonra onlara bir soru yöneltmişti ki cevabı şöyle olmuştur; “Hakiki saadetin yalnız Hz. Muhammed eliyle dünyaya dağıtılır.”

Raci Aynalı Baba’nın ney üflemeleriyle hayalin derinliklerine inip cevap bulduğu sorularından mutluyken, şeyhinin bilmiş olduğu “fenafişşeyh” kavramından dolayı müridini terk eder. Uyanıp şeyhini bulamayan Raci sürekli her yerde onu arar.

Manisa Tımarhanesi

Arkadaşlarıyla mektuplaşan Raci’nin fikirlerinin sabit ve somut olmadığını söyleyerek artık ona “deli” gözüyle bakılıyordu. Tımarhanede yatan Raci, başta delilerle uğraştıktan daha sonraları inzivaya çekilir, kendisini tatmin eden, şüphelerden arındıran hayallerine kavuşturarak bunu sağlayan Aynalı Baba’yı düşünür. Günler sonra tımarhanede ilgi gören bir adam belirir ve Raci’nin de dikkatini çeker, bakmaya gider ve anlar ki o şeyhi Aynalı Baba’dır.

Tasavvufu anlamaya çalışarak mürit mürşit ilişkisinden fantastik hayallere dalma, Aynalı Baba gibi gerçek olmuş olabilir, şüphesiyle Ahmet Hilmi bizleri bununla yalnız bırakıyor.

Birçok yayın evi tarafından basılmış olması gibi güzel bir huyuyla karşımızdayken bunun verdiği bir diğer duyguyu da peşinde getiriyor; “üzüntü”. Çünkü fazla sadeleştirilmiş olması sonucu, kelimenin manasını bile kaybettiği yerler olmuştur.

Roman tekniği açısından zayıf olsa da kitap mana bakımından değerli addedilmiştir. Çoğu yeri ilk okumada anlayamacağımız şekildedir ki bununla beraber tek başımıza halledemeyeceğimiz yerler de mevcut.

Filibeli Ahmet Hilmi’nin Buddha’yı hiçlik zirvesinde konuşturduğu yerde Raci’nin hata yapıp arzularına yenilmesi üzerine, “kadın yaratılışlı insan” demesiyle Ahmet Hilmi’nin kadınlar hakkındaki görüşünün çok da olumlu olmadığı az çok anlaşılıyor ve de yadırganmaktadır.

Aynalı Baba’yla Raci’nin arasındaki güzellik ve derinlik  Şemsi Tebrizi ile Mevlana hazretlerinin arasındaki meseleye benzer.

Günümüz Dünyasına Küçük Bir El Aynası

  Ya bu özlem sarı gökyüzüne lacivert güneşe ise? Ya mutluluk insanlığa gün ile güneşin yer değiştirilmesiyle bahşedilecekse. Alengirliyiz ondan pimpirikliğimiz bir de asıl galeyan uçsuz bucaksız düşüncelerimiz. Tüm bunların içinde insanlığın huzurunu çalan insanlık; kendi bünyesinde huzuru barındırdığına inandırıyormuş. Hem suçlu hem masum. Ne iki düzden bir ters ne de iki tersten bir düz oluyormuş. Hepsinin toplamı düzensizlik eden bu sistem; masum insanlığın öldüğü, zalimin el emeği, beyninin nuru şüphesiz (!) İnsanlık hem gösterişe, şöhrete hemde sadeliğe, sıradanlığa özendiriyor. Ne güzel seçenekler öyle değil mi? Sonrada “Yeni savaşa merhaba. Bugün güne bir barışın daha ölümüyle başladık. Gösteriş severler sadelik severlere savaş açtı.” Akabinde olaylar olaylar… “İnsanlık Öldü mü?” “İnsanlık öldü.”  Hayır! İnsanlığı öldürdüler. Her gün az az. Temeli güvenden sarstılar, öldürmeyi sıradan, kavgayı – şiddeti baş tacı yaptılar. Kirli ruhlara aşkı bahşetmeyi marifet, ceplerine para girmesinde her yolu mübah saymayı görev bildiler. Kalpsiz makinelere, eşyalara gönül verdiler. Öyle ki pencereyi açmaktan aciz yattıkları yerden bilmem kaç inç.’le gökyüzünü seyrettiler. Özlemler arttı toprağa, maviye, yeşile. İnsanlığı öldüren insanlık; herkesi birbirine düşman edip toprağı, yeşili de yok etti. Kardeşiz dediler içlerindeki nefretle. İki yüzlülüğe masumane maske dediler.     

Görüntü güzelinin başına taç, çirkin dediklerinin bedenine silikon taktılar. Sonra da “Asıl önemli olan  iç güzelliktir,” dediler; kimsenin ruhunun kapısını bile tıklatmadan. Oysa ben televizyonda en fakirinin evinin bile çoğumuzun evinden kat kat güzel olduğunu gördüm. Hem aldatanı ayıplayıp aldatılan da suç buldular hem de şu dizide kim aldatılmış bu programda kim aldatmış büyük bir merakla izlediler. Ağzından yalakalık damlayana -çıkarları uğruna- “Al sana rütbe hem de en koltuklusundan,” dediler. Artık herkes laf ebesi bunu unuttular. Sonra da buyurun sizi en üst kattaki bilmem ne görevlisine oradan bir yan odaya oradan da bir alt kata yönlendire yönlendire biz bıktık onlar bıkmadılar…


     

Pozitif Haberler

Her gün televizyon kanallarında, gazetelerde, internette birçok farklı habere rastlıyoruz. Çoğumuzun dikkatini çektiği üzere günümüzde bu haberlerin büyük bir çoğunluğunu hepimizi sarsan üzücü haberler oluşturuyor. Dünyada olup biten şiddet, pandemi, ırkçılık gibi olaylara göz yummak tabii ki mümkün ve doğru değil.

Etrafımızda gelişen olayları öğrenmek çok önemli ama bu sadece negatif içerikli haberleri okumamız gerektiği anlamına da gelmiyor. Dünya’nın dört bir yanında hepimizi sevindirici gelişmeler de yaşanmakta ve biz tüm bu endişe ve hayatın meşguliyeti arasında bu gelişmeleri fark edemiyor olabiliriz. İnsanlığın, doğanın gidişatına dair bizi umutlandıracak birkaç haberi her hafta sizler için derleyeceğiz.

Her gün iyi olmayabilir ama her günün içinde iyi bir şey mutlaka vardır. -Alice Morse Earle

İşte yeni bir haftaya pozitif başlamamızı sağlayacak, gergin yüzlerimizde güzel bir tebessüme sebep olacak haftanın haberleri:

1- Almanya Tek Kullanımlık Plastik ve Strafor Üretimini Yasaklıyor!

Almanya hükümeti Avrupa Birliği’nin çevre dostu hareketinin izinde büyük bir değişikliğe gidiyor. Saatte 320 bin plastik ürünün çöpe gittiği Almanya’da 3 Temmuz 2021’den itibaren tek kullanımlık plastik ürünler ve strafor tüketimi yasak olacak. Alman Çevre Bakanı Schulze bu yasağın “kullan-at” kültüründen uzaklaşmanın büyük bir parçası olduğunu belirtiyor.

2- MIT Bilim İnsanları Bulunduğu Ortamı 30 Dakikada Dezenfekte Eden Bir Robot Geliştirdi!

Göremediğimiz, dokunamadığımız her türlü madde bizler için bugün Covid-19 tehlikesini oluşturuyor. Neyse ki kimyasal ürünlerimiz temizlik konusunda oldukça etkili. Ama ne yazık ki kimyasal ürünler bazen pahalı, tehlikeli veya zaman öldürücü olabiliyor.

Tam da bu sebepten Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) robotik takımı, Ava Robotics ve Greater Boston Food Bank ile işbirliği yaparak yüzeyleri kısa bir sürede korona virüsünden dezenfekte eden bir robotik sistem geliştirdiler. Geliştirdikleri bu sistemde UV-C ışınları kullanan robot otonom bir şekilde 30 dakika içerisinde Boston Gıda Bankası’nı dezenfekte etmeyi başarıyor.Bu teknolojik gelişmenin korona virüsü ile mücadelede büyük bir yeri olduğuna inanılıyor.

3- Ankara’da Umutlu Yaşam Uygulama Merkezi açılıyor!

8 bin metrekarelik bir alana kurulacak olan Umutlu Yaşam Uygulama Merkezi’nde engelli bireylerin tüm ihtiyaçları karşılanacak ve sosyalleşmeleri için birçok faaliyet düzenlenecek. Gölbaşı Belediye Başkanı Ramazan Şimşek,”Doğal yaşam alanı ile vatandaşlarımızı buluşturacağımız bu merkezimizde havuzlu bahçe ortamını sunmuş olacağız. El sanatlarından takı tasarımına halk oyunları, seramik, robotik kodlama gibi çok yönlü atölyelere ev sahipliği yapacağız. Bu sayede Gölbaşı’nda yaşayan engelli vatandaşlarımız, hem kendi başlarına mücadele edebilme hem de yeteneklerini geliştirip meslek edinebilme imkanına sahip olacaklar.” sözleriyle merkezin detaylarını belirtti.

4- Yapay Zekanın Etik Olmayan Kararlar Vermesini Önleyecek Bir Matematik Formülü Açığa Çıkarıldı!

İngiltere ve İsviçre’den araştırmacılar iş yerlerinde etik olmayan ve potansiyel dahilinde masraflı kararlar verilmesini önleyecek bir formül buldular. Warwick Üniversitesi, Londra Imperial College, EPFL ve strateji firması Sciteb işbirlikçileri yeni bir “Etik Olmayan Optimizasyon Prensibi” oluşturarak yapay zekanın tüm kararlarını etkileyecek basit bir formül geliştirdiler. 1 Temmuzda tüm detayları Royal Society Open Science adlı bir gazetede açıkladılar.

5- Sağır İnsanlar İçin Yoga Teknikleri Geliştirildi!

Yeni bir yoga okulu, duyma güçlüğü çeken insanlar için işaret dili ile dersler hazırladı ve karantina süreci sebebiyle şu anda çevrimiçi olarak ders vermekte. Öğrenciler derslerden çok memnun ve hayatlarında daha önce hiç bu kadar huzurlu ve sakin hissetmediklerini belirtiyorlar. Sıradan yoga derslerine kabul edilmediklerini belirten ve bu gibi bazı aktivitelerden geri kalmak zorunda kalan işitme engelli insanlar için umut verici bir gelişme.

6- Paris’te Her Sokağa Bir Bisiklet Yolu!

Paris’in ilk kadın başkanı Anne Hidalgo her sokağa bir bisiklet yolu yapılacağına dair bir kampanya başlattı. Birçok vatandaş tarafından pozitif oylanan kampanyanın çevre kirliliğini büyük oranda azaltacağına inanılıyor.

Her hafta pozitif haberlerin katlanarak artması dileğiyle, huzurlu bir hafta dileriz!