33.3 C
İstanbul
Pazartesi, Temmuz 28, 2025

Yasaklı Şair

Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum 

Sonra sıyrılıyorum tüm acılardan gök yüzüne bakıyorum. 

                                                 Mayıs 1973

İşte bir şairin yasaklı yılları bu dizelerle başladı. 

Şair İrfan derdi çevresi ona. Şiirlerinde geçim sıkıntısından, adaletsiz düzenden, rant peşinde koşanlardan, yozlaşan bir toplumdan bahsetti. 

84 yılında ilk ve tek şiir kitabı olan “Direne direne kazanacağız” yayımlandı. 

Bazı üniversiteli gençler tarafından yoğun ilgi gösterilen bu kitap. Elbette bürokratlarında dikkatini çekmişti. Halkı galeyana getirmekle suçlanan şair İrfan (İrfan DÖNMEZ). 

85 yılında ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 

Kitabı yasaklandı. Daha önce “Yakamoz” gazetesinde “Sarı amir” mahlasıyla yazdığı yazıları da yasaklandı.

Gelin şimdi hep beraber Şair İrfan’ın bazı şiirlerini okuyalım.

Ne bu hırs bu direnç 

Bu topraklarda yaşayan onlarca genç

Direne direne kazanacağız ergeç

O gün işte bahar çiçekleri açacak ve gülecek herkes

                 “Direne direne kazanacağız” 

Ben bir avcıyım 

Şu rant için yakılan ormanlarda

Ben bir savcıyım

Bu güzelim saraylarda

                                “Kır çiçeği” 

Eylülüm sevda tomurcuğum

Canım kızım. 

Baharım, güneşim, ayım, şafağım, 

Baş parmağım,ayak izim. 

Oku kızım oku. 

Mutluluk orada. 

                                     “Kızıma” 

Şarkılar Büyütür Yüreğin: Ahmet Kaya

Bir sürgünün resmidir o, yarım kalmış bir şiirin son mısrası.
Başkaldırısıdır bir türkünün, isyanın koyu kırmızı rengiyle sulandığı.
Kanının son damlasına kadar özgürlüğü yaşatmasıdır bir güvercinin.
Kardeş olmasıdır mahnıların, helbestlerin, isyanın ve özgürlüğün…

Ey özgürlüğün çocuğu, Ahmedom iki gözüm…

Özgürlüğün resmi bir ekim sabahı Malatya’da çizildi. Adıyaman’dan Malatya’ya iş için göç etmiş Kürt bir baba ile Erzurumlu Türk bir annenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Faşizm tohumunun ekildiği ve tomurcuk tomurcuk gelişim gösterdiği 57’nin Türkiye’sinde yaşamak elbette kolay olmayacaktı, olmadı da…


“Onlarla konuşmuyordum çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda, herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: “Biraz seninle konuşacak beş dakika, kaçıyorsun hep”… Bana dedi ki: Rica ederim. Öyle bir ağrıma gitti ki: Ben de sana rica ederim dedim… Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim.”

Çıkardığı sayısız albümle müzikseverlerin gönlünde taht kurmayı başaran Ahmet Kaya’ya, 1999 yılında düzenlenen bir ödül töreninde yaptığı konuşma nedeniyle hakkında 10.5 yıl hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı ve aynı yıl içerisinde Türkiye’den ayrıldı.

Cumhuriyetimizin 75. yıl dönümünde daha güzel günleri yaşamak, cumhuriyeti daha özgür yaşamak, inanca saygının, düşünceye özgürlüğün olduğu cumhuriyetlerde yaşamak dileğiyle ve artık şarkı söyleyenlerin ve şiir okuyan insanların tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde bir daha görüşmek üzere. (29 Ekim 1998)

Yıllar boyu hasret çekmeye mahkum edildi gurbet elde, canından çok sevdiği vatanının aşkıyla kavrulurken yüreği.

Firarilerin uzmanı olmuşum, bütün istasyonlarda afişim durur, beni bir çocuk bile vurur…

Ama o canından çok sevdiği vatanında hakkında yalan yanlış şeyler yazılıp çiziliyordu, belki de onu en çok bu üzüyordu, tek dostu, biriciği olan şarkıları ev sahipliği yapıyordu hüznüne.

Yüzlerce soğuk namlu üzerime çevrildi, yüzlerce demir tetik aynı anda gerildi.

Ve zifiri karanlık, soğuk bir kasım gecesinde o korkunç ayrılık gerçekleşir, vatan toprağını son kez doya doya avuçlayamadan, öpemeden,  koklayamadan…

Yıl 2000. Kasımın 16’sı… Kaya, Fransa’nın Paris şehrinde Porte de Versailles semtindeki evinde bir gece kalp krizi sonucu hayata veda eder,  geride içinde hüznünü barındırdığı şarkılarını bırakarak…

İki gözüm yer yer özgürlük, yer yer isyan kokan şarkılarınla sen hep yanı başımızdasın. Kasetlerimiz, senin tok sesinle dolduruyor yüreklerimizi. Düştükçe yüreklerimizin tenhalarına şu sözlerin gelir aklımıza. Bir vedanın, bir ayrılığın en ince, en nahif hali dizilir dudaklara;

Doğum günün kutlu olsun
Mutlu ol senelerce
Sana boncuktan kuş yaptım
Konacak pencerene
Karakollar beni alır
Sorgular gecelerce
Hiç bekleme belki gelmem
Gelemem senelerce

Umut Uçurtmanın İpinde

uçurtma olsam gökyüzünde bir rüzgara kapılsam gitsem öylesine bir yere

Oysaki çocuk olmak duru kalmanın en önemli şartıydı…

Şimdi size tam da bu cümleyi konu edinmiş bir (kısa) filmden bahsetmek istiyorum. Aslında başında belirteyim filmin bir yerine kadar anlatıyı sürdüreceğim. Geri kalanını sizlere bırakıyorum tamamlamanız için. Ama önce zihninizde…

İki küçük kardeşin bir gün bisiklet sürerken sınırın hemen diğer yanının bombalandığının görmesiyle başlıyor film.

Ve küçük olan düşünür: Orada neden masum insanlar vurulur diye.
Daha sonra kendisinden belki iki yaş büyük abisine bir fikirle gider: Uçakları durduralım diye.

Hazırlıklar başlar. Civardaki tüm çocuklar toplanmıştır. Büyük kurul sonuçta. Savaş uçaklarını durdurma kurulu…

Ellerinde çok güçlü iki tane silah vardır; biri inanç diğeri uçurtma.
Ve ellerinden geldiğince uzun tutarlar uçurtmaların iplerini.
Sonuçta onlar uçakları engelleyeceklerdir.

“-Ya uçak bizi bombalarsa ne olacak?
-Bizi bombalamayacak çünkü biz çocuğuz.
-Ama orada hiç çocuk yok mu?”

https://youtu.be/G2aVxLgisKo

Nakit Döviz Çekiminde Müşteriden Alınan Komisyon Kararı İptal Edildi!

Hatırlandığı üzere; bankadan nakit döviz çeken müşteriden komisyon alınmasını sağlayan Merkez Bankası talimatnamesi, bazı hukuki tartışmaları da beraberinde getirmişti. Süren çeşitli itirazlar ve başvurular ardından alınan komisyon bu sabahtan itibaren kaldırıldı. Müşterinin de beklediği şekilde artık bankadan nakit döviz çeken kişiden komisyon alınmayacak. Uygulamanın kaldırılmasının nedeni ise; işleyen sistemin sağlığına şüphe yaratacağı ve olumsuz şekilde etkileyebileceği gerekçesiyle ekonomi yönetiminin bankaları uyarması neticesinde kaldırıldığı belirtiliyor.

Alınan karar ile vatandaş kendi hesabında duran parasını çekeceği zaman artık herhangi bir komisyon ücreti ödemeyecek. Komisyon alınması gerektiği haberleri yaklaşık üç hafta önce çıkmıştı. Bankaların talebi ile düzenlemeye giden Merkez Bankası nakit döviz işlemlerinden komisyon alınmasının önünü açmak amacıyla çeşitli düzenlemeler yapmıştı. Fakat yapılan düzenlemeler çeşitli tepkileri de beraberinde getirmişti. Bazı hukukçular bankanın müşteriden komisyon alabilmesi için önceden bilgilendirmesi gerektiğini savunmuş ve düzenlemenin bundan sonraki süreçte bankada dövizini değerlendirenler için yine bilgilendirmenin yapılmasını şart koşarak düzenlemenin geçerli olabileceğini belirtmişlerdi.

Bankalar Farklı Düşünüyordu

Diğer hukukçuların aksine banka hukukçuların farklı fikirdeydi; bu bağlamda bankalar kendisinden dövizini almak isteyen vatandaşa “Eğer nakit çekersen komisyon ödersin” şeklindeki söylemin onay alınması anlamında olduğunu öne sürüyordu. Ayrıca bankacılar, yeni düzenlemeyi şubeler vasıtasıyla internet sitelerinde duyurulmasının zorunlu görülen haber verme sürecinin onay için yeterli olduğunu belirtiyordu. Ancak ekonomi yönetimi, bu düzenlemenin uygulanmasını sisteme olan güvende çeşitli aksaklıklar doğurabileceğini kaydetti ve yapılan bu uyarılar nedeniyle bankaların bundan vazgeçtiği konuşulan haberler arasında.

Komisyonu Geri Alanlar Bile Var!

Bugün alınan yeni karar neticesinde uzmanlar, şu ana kadar alınan komisyonların geri ödenmesi gerektiğini savunuyor. Hatta eğer banka komisyon vermeyi reddederse Tüketici Hakem Heyeti’ne gidilebilir. Konuyla ilgili konuşan Özcan Kadıoğlu ise kendisinden kesilen komisyonu bankaya dilekçe vererek geri aldığını belirtti.

Tartışma Yaratan O Maddeler

FİNANSAL TÜKETİCİLERDEN ALINACAK ÜCRETLERE İLİŞKİNUSÛL VE ESASLAR HAKKINDA TEBLİĞ’İN 5’İNCİ MADDESİ:

(3) Sözleşmeler kapsamında ücret alınabilecek her bir ürün veya hizmet için finansal tüketicinin onayının alınması zorunludur. Sözleşmede ücreti belirlenmiş olan ürün ve hizmetler haricinde bir ürün veya hizmetin kuruluşlar tarafından ücret karşılığı verilebilmesi için işlemin gerçekleştirildiği alanın yapısına uygun bir şekilde, finansal tüketiciye işlem öncesinde ücrete ilişkin bilgi verilmesi ve finansal tüketicinin onayının alınması gerekmektedir. Kuruluşlar tarafından finansal tüketicinin onayının alındığı ispat edilemediği takdirde, onay alınmamış sayılır.

TALİMATNAME:

Sözleşmeler kapsamında ücret alınabilecek her bir ürün veya hizmet için finansal tüketicinin onayının alınması zorunludur. Sözleşmede ücreti belirlenmiş olan ürün ve hizmetler haricinde bir ürün veya hizmetin kuruluşlar tarafından ücret karşılığı verilebilmesi için işlemin gerçekleştirildiği alanın yapısına uygun bir şekilde, finansal tüketiciye işlem öncesinde ücrete ilişkin bilgi verilmesi ve finansal tüketicinin onayının alınması gerekmektedir. Kuruluşlar tarafından finansal tüketicinin onayının alındığı ispat edilemediği takdirde, onay alınmamış sayılır.

Soğuk Bir Ruhum

Ben soğuk bir ruhum,
Biraz donuk biraz da asabı bozuk..!
Bir gece yarısı,
Issız sokakların kaldırımlarında öptüğü(n)m.

Ben boğuk bir ruhum,
Biraz sessiz biraz da sevgilere hissiz..!
Bir gurbettir yüreğim,
Karavansız, ekspreslerde gitmediği(n)m.

Ben buruk bir ruhum,
Biraz demle biraz da özlemle..!
Bir çay muhabbetinde yudum yudum,
Şiir gözlerimde kendini gömdüğü(n)m.

Ben yaraya kabuk bir ruhum,
Biraz sargı biraz da yargı..!
Bir sabah başını koyduğun,
O yumuşak yastıkların nefesinde düşleri(n)m.

Ben soluk bir ruhum,
Biraz izsiz biraz da bizsiz..!
Bir goncanın ahı,
Günahıdır diken sarılı güllere hasret bülbülün.

Ben soğuk bir ruhum,
Biraz kutup biraz da unutup..!
Bir bedenin taşkatı kesildiği,
Buğulu anılar(ın)da donup kaldığı(n)m.

Dedim ya ben soğuk bir ruhum,
Biraz donuk biraz da asabı bozuk..!
Bir gece yarısı,
Kollarının bedenime sarılıp da ruhuma ulaşamadığı…

Şimdi:
Soğuk bir kadın!
Soğuk bir adam!
Yanıyorken de ruhları…

Boyner “Arabaya Servis Hizmeti”

Boyner’den müşterilerin hayatını kolaylaştıran yepyeni bir hizmet

BOYNER “ARABAYA SERVİS HİZMETİ”

Müşterilerinin hayatını kolaylaştırmak ve onlara değer katmak için geliştirdiği yenilikçi hizmetlerine bir yenisini ekleyen Boyner, sektöründe bir ilki gerçekleştirerek arabaya servis hizmetini başlattı. İnternet mağazası boyner.com.tr üzerinden yapılan alışverişlerde, mağazadan teslim almak istiyorum seçeneğini tercih eden müşterilere bir de ayrıca arabaya teslimat seçeneği sunuluyor. Siparişlerini mağazaya girmeden teslim almak isteyenler bu seçeneğe tıklayarak paketlerini otopark alanında, araçlarından inmeden teslim alabiliyor.

Alışverişte yenilikçi ve müşterilerine değer katan hizmetler geliştirmeye devam eden Boyner, arabaya servis hizmetini hayata geçirdi. Sektöründe bir ilki gerçekleştirerek yeni hizmetini devreye alan Boyner, müşterilerinin internet mağazası boyner.com.tr’den yaptığı alışverişlerini arabalarına teslim ediyor.

Müşterilerin hayatını kolaylaştıran bir deneyim

Günün yoğun temposunda zaman kazanmak isteyen ve pandemi kaygısı nedeniyle AVM’ye girmeyi tercih etmeyenler için geliştirilen arabaya teslimat hizmeti için boyner.com.tr alışverişlerinde mağazadan teslim almak istiyorum seçeneğinin seçilmesi ve ardından arabaya teslimat seçeneğinin işaretlenmesi yeterli oluyor. Gelen SMS ile randevuları oluşturulan müşteriler belirtilen gün ve saatte alışveriş merkezinin otopark alanında araçlarından inmeden ürünlerini teslim alabiliyor.

6 mağazada hizmet veriliyor

Boyner, arabaya servis hizmetini ilk aşamada İstanbul’da; Metropol İstanbul, Capitol, Forum İstanbul, Vadistanbul AVM ile Ankara’da; Ankamall ve Panora AVM olmak üzere 6 mağazada başlattı.

Boyner, seçili mağazalarda başlattığı bu hizmeti önümüzdeki dönemde diğer mağaza ve şehirlere de yaygınlaştırmayı hedefliyor.

Bir Türk Dünyaya Bedeldir

Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa, yüce Türk askerinin paha biçilemez değerini tarihler tam da bugünü gösteriyorken yani 24 Ağustos 1924’te; tarihe altın harflerle yazılacak bir cümle ile belirtmiştir. Bir gün Kastamonu’da asker koğuşlarını ziyaret eden Gazi Paşa’nın gözüne; “Bir Türk, on düşmana bedeldir” yazılı levha çarpar.

Subaya levhayı işaret eder ve sorar:

-“Öyle midir?”

-“Evet Paşam.”

Ve Gazi Paşa ekler:

-“Hayır, çocuğum. Öyle değildir bence. Bir Türk dünyaya bedeldir.”¹

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Karadut Ağacının Hikâyesi: Thisbe ve Pyramus

Çok severek yediğimiz o karadut ağacının koyu renkli meyvesi bir zamanlar kar beyazı rengindeydi.

Peki O Kar Beyazı Rengindeki Meyve Nasıl Koyu Bir Renge Büründü?

Karadut ağacının hikâyesi bugün bizleri çok gerilere götürecek: Yunan Mitolojisine. Bu hikâyede karşımıza Thisbe ve Pyramus adında iki genç aşık çıkıyor. Thisbe Babil’in en güzel kızı, Pyramus ise en yakışıklığı erkeğidir. Bu iki gencin evleri bitişiktir. Yani komşudurlar. Bu komşuluk zamanla aralarında bir aşkın filizlenmesine yol açmıştır. Birbirlerine olan aşkları ilerledikçe artık bu aşkı evlilikle taçlandırmak istemişlerdir. Bunun üzerine ailelerine bu konuyu açmışlar, fakat aileleri evlenmelerine karşı çıkmış, görüşmelerini, hatta konuşmalarını dahi yasaklamışlardır.

Bu genç aşıklarımız yine de ne yapıp edip görüşmenin bir yolunu bulmuşlar. Evlerini birleştiren duvarda tesadüfen bir delik keşfetmişlerdir. Artık birbirlerine olan sevgilerini o küçük delik sayesinde yaşatmaya başlamışlardır. Bu delik onlar için bir avuntu niteliğinde olmuştur. En azından artık birbirlerinin sesini duyabiliyorlar ve birbirlerine sevgi dolu sözcükler fısıldayabiliyorlardır.

“Acımasız duvar!” diyorlardı; Bu iki aşığı neden ayırıyorsun?” Ama gene de sana nankörlük etmemeliyiz; hiç değilse birbirimize olan aşkımızı kelimelerle de olsa ifade etmemizi sana borçluyuz.

Aylarca böyle konuşmaya devam ettiler. Fakat bir gece artık Pyramus, bu hasrete dayanamadığını söyledi ve Thisbe’ye yaptığı planı anlattı. Plan, Ninos’un mezarının yanındaki dut ağacının altında buluşmaktı. O gece geldiğinde Thisbe sessizce evden ayrıldı ve mezarın olduğu yere gelip beklemeye başladı. Daha Pyramus gelmemişti. O sırada ağzından kanlar akan dişi bir aslan gördü. Çok korktu. Hemen kaçıp boş bir kayanın içine saklandı ve aslanın gitmesini bekledi.

Thisbe kaçarken pelerinini yere düşürmüştü. Aslan o kanlı ağzı ile pelerini parçalayıp oradan ayrıldı. Tam o sırada da Pyramus geldi. Yerde kanlar içerisinde Thisbe’nin pelerinini görünce onun öldüğünü düşündü. Onu tehlikelerden koruyamamıştı. Bunun verdiği üzüntüyle pelerini eline alıp: “Seni ben öldürdüm.” dedi ve kılıcını çıkartıp dut ağacının olduğu yere gitti. “Sen de benim kanımı içeceksin şimdi.” dedikten sonra kılıcı göğsüne sapladı. Ağaçtaki bembeyaz dutlar Pyramus’un kanıyla kızıla boyandı.

Thisbe’de o sırada artık aslanın gittiğini düşünerek ve sevdiğini çok bekletmemek için buluşacakları yere doğru gitti. O aşina olduğu beyaz dut ağacının yerinde artık kara bir dut ağacı vardı. Bu karadut ağacının altında yatan birini gördü. Orada yatan kişi sevdiği Pyramus’tu. Onu kanlar içerisinde görünce Thisbe, bu acıya dayanamadı ve o da kılıcı göğsüne saplayarak kendini öldürdü.

Tanrılar bu iki aşığa acıdılar ve Pyramus’un kanını meyvesine, Thisbe’nin gözyaşlarını yaprağına verdiler. Karadut ağacının hikâyesini okuduğumda aklıma uzun zaman önce bir yerde rastlamış olduğum bir söz geldi. Mutlaka siz de bir yerlerde okumuş veya duymuşsunuzdur.

Karadut ağacı meyvesinin lekesi yalnızca yaprağı ile silindiğinde çıkar.

İki İğne Arası Mesafe

Alman filozof Arthur Schopenhauer insan ilişkilerini, 1851 yılında yayınlanan eserinde kirpilerin hikayesi ile şu şekilde ele almıştır:

Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaşırlar. Az sonra, oklarının canlarını acıttığını  fark ederler ve ayrılırlar. Fakat bu sefer de üşümeye başlarlar ve birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaşırlar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürer…

Schopenhauer’e göre  ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar insanları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme  arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez.

İnsan sosyal bir varlık olması dolayısıyla yaşamı boyunca diğer insanlara ihtiyaç duyar.
İnsanlarla ilişkilerimizi yara almadan sürdürebilmenin yolunun iki iğne arası mesafeyi ayarlayabilmekten geçtiğini gösteriyor bize filozof. Her ne kadar zıt görüşlere sahip olsak da soğuktan donmamak için görüşlerimizle birbirimizi incitmeyeceğimiz bir mesafede bir arada olmamız gerekiyor.


İnsanlar arasıdaki samimiyet bazen söz ve davranışların ayarının kaçmasıyla sonuçlanabiliyor. Bundan rahatsızlık duyunca da uzaklaşıyor, yalnızlaşıyoruz. Doğru mesafeyi koruyarak insanlarla olan ilişkisini belirli sınırlar içerisinde devam ettirebilenler ise  oklara takılmadan ısınmayı başarmış oluyorlar.


Peki bizler kimlerin oklarından zarar görüyoruz? Ya da oklarımızla kimlerin canını acıtıyoruz?

Kendi kişisel sınırlarımızdan ne kadar taviz veriyoruz?

Ve en önemlisi iki iğne arası mesafeyi doğru ayarlayabiliyor muyuz?

Doğru mesafeyi ayarlamak pek kolay olmasa da insanlar arası sevgi, saygı, hoşgörü ve nezaket kavramları oklarıyla birbirlerinin canını yakmadan ısınmanın en güzel yolu gibi görünüyor.

Wonder Woman 1984 fragmanı Yayınlandı!

DC Comics ‘in süper kahramanı Amazon prensesi Diana yani Wonder Woman yeniden ekranlara dönüyor. Başrolü Gal Gadot olan Wonder Woman 1984 filminin fragmanı DC FandDome sanal etkinliği sırası paylaşıldı. Fragmanda dikkat çekici kısım prensesin aşkı Steve Trevor ‘la görüşmesiydi. Filmin vizyona girmesi pandemi nedenlerden dolayı geciktirilerek 2 Ekim’e kadar uzatıldı. Hasılatı 820 milyon dolar olan filmin, ilk serisinde de olduğu gibi bu filminde yönetmeni Patty Jenkins.

2020 Minimalist Fotoğrafçılık Ödülleri Sahiplerini Buldu!

Minimalist Photography Awards diğer adıyla Minimalist Fotoğrafçılık Ödülleri ‘nin kazananları belli oldu! Geçen yıl düzenlenmeye başlanan yarışmada bu yıl da  “Less is more” (Az daha çoktur) mottosu ile dünyanın çeşitli yerlerindeki fotoğrafçılar arasında en iyileri ödüllendirildi. Toplam 42 ülkeden 4200’ün üstünde fotoğrafın değerlendirilmeye tabii tutulduğu yarışmada, abartılı detaylardan kaçınmış sade ve akıcı fotoğraflar ödüle layık görüldü.

Yılın Minimalist Fotoğrafçısı 
George Byrne
Yılın Soyut Fotoğrafçısı
Stanislas Augris
Yılın Havadan Fotoğrafı
Roberto Corinaldesi
Mimari Fotoğraf Dalında
En İyi Fotoğraf: Dev Kulkarni
Kavramsal Fotoğraf Dalında
En İyi Fotoğraf: Kaat Stieber
Güzel Sanatlar Dalında
En İyi Fotoğraf: Klaus Lenzen
Yılın Manzara Fotoğrafı
Holger Nimtz
Yılın Uzun Pozlama Fotoğrafı
Max Morawski
Yılın Gece Fotoğrafı
Rachel Warne
Yılın Açık Fotoğrafı
Heloisa Lodder
Yılın Fotomanipülasyon Fotoğrafı
George Byrne
Yılın Portre Fotoğrafı
Vicky Martin
Yılın Sokak Fotoğrafı
Santiago Martinez de Septien

Kahve İçmek İçin İyi Bir Neden

Kahvesiz olmaz diyenlerden misiniz yoksa olmasa da olur diyenlerden mi? Hangi tarafta olursanız olun bir bardak kahve yapmanız için sebepler sıralayacağım size.

Uzmanlar, günde 2-3 fincan kahvenin karaciğer kanseri riskini yüzde 38 oranında azalttığını açıkladı.

Spordan yarım saat önce içilen sade türk kahvesi ya da filtre kahve yağ yakımını hızlandırıyor.

Hepimiz biliyoruz ki içerisindeki kafein sayesinde uykuyu açıyor.

Ağrı kesici etkisi olduğunu da biliyor muydunuz? Özellikle baş ağrısını azaltmakta çokça etkilidir.

Moral bozukluğu ve depresyon için birebirdir.

Kışın bir fincan sıcak kahve içimizi ısıtır, yaz aylarında ise soğuk kahvelerle kendimize geliriz.

Bunun gibi onlarca sebep var, kahve içmek için sebep aramayan da var tabii. Haydi bir kahve içelim 🙂

Tabii her şeyde olduğu gibi kahvenin de fazlası zarar, ölçüyü kaçırmayalım..

Elma Ağaçlarına Çiçek Açan Şarkı

– Bu… Bu sensin… Uzun süredir yoksun. Çok uzun süre… Ama ne kadar geçerse geçsin, zaman nerede isterse dursun, mevsim ister kış olsun, sen bani hep elma ve armut ağaçlarının çiçeklendiği aylara götürürsün. Hiç değişmemişsin, biliyor musun? Hâlâ seni görünce kalbim eskisi gibi atar. Memleket sevgisini koruyan bir kalbin marşını duyduğunu düşünsene. O kalp nasıl atıyorsa benim kalbim de seni her duyduğunda öyle çarpacak.
Seni ilk tanıdığımda öyle bir heyecanlanmıştım ki, etrafımdaki herkes bana “böyle yumuşak kalple hiçbir şey kazanamazsın” derdi. Oysaki, bir ruh sevgisiz kaldığında kaybeder ve en kötü tarafı kaybettiğini bilemeyip güçlü olmak için daha da zalim olur. Ya kendine karşı, ya da sevdiklerine… Belki de herkese. Ama biz seninle son kez ayrılırken o anki durum şu andan çok farklı. Şimdi insanlar bir ses için heyecanlanmaz artık. “Savaş” her tarafa yayılmış. İnsanlar güzellik uğruna bile bir savaş, bir rekabet içindeler. O kadar çok savaşıyorlar ki, sonunda kendileriyle savaşmak zorunda kalıyorlar. Bu yüzden de mutsuz aileler, mutsuz insanlar, mutsuz ruhlar yazın ağaçlardan kopan tozlar gibi yayılır. En son ayrılığımız hiç iyi olmadı, ama eğer o gün bomba patlamasaydı, duyma yeteneğimi tamamen kaybetmeseydim ben seni hep dinlerdim. Ama yeni dünya düzeninin getirdiği “her şeyden sürekli şikayetçi” haline girmeyeceğim. Bunca
sene sonra ben bu kadar yaşlanmışken duymak için bana yeniden duyma şansımın olduğunu dediklerinde aklıma ilk seni dinlemek geldi. Ama nereden bulacağımı bilmiyordum. Evet, çok yaşlandım; isimleri unutuyorum, ama sebep bu değil. Zaten, senin ismini torunuma verdim, o da şu an okulda. Birazdan çıkıp yanıma gelecek. Ancak seni yeniden bizim zamanlarımızdaki radyodan dinlemek isterdim hep. En son arzum da gerçekleştiğine göre, hep bahar gibi hissedeceğim. Elma, armut ağaçlarının çiçek açtığı bahar gibi…

— Dedee! Merhaba!
— Merhaba, küçük meleğim, nasılsın?
— İyiyim, dedecim, sen nasılsın? Az önce ne konuşuyordun?
— Biriyle konuşuyordum.
— Kiminle?
— Şu kitapçıdan gelen şarkıyı duyuyor musun?
— Evet!
— İşte, o şarkıyla konuşuyorum.
— Nasıl yani, bir şarkıyla mı konuşuyorsun?
— Aynen öyle. Bazı şarkılar çok değerli olur ve öyle bir zamanda dinlenir ki, senin için en büyük sevgiye dönüşür.
— Buldummm! Sen onu benim bugün okulda anlattığım II. Dünya Savaşı sırasında duydun, değil mi?
— İlk kez o zaman duydum. Ve nihayet, bugün.
— Ama dede, senin kulağına işitme cihazını takalı altı sene oldu. Neden şimdi dinliyorsun? —-Şöyle anlatayım. Bazen bazı insanların nerede olduğunu biliriz, ama yine de gidemeyiz. Gitmek isteriz, ama hazır değiliz. Hazır olduğumuzda karşılaşırız ve aslında, istediğimizin hep bu olduğunu o zaman anlarız. Belli ki, ben bu şarkıyı yeniden eski bir radyodan dinlemeye hazır değilmişim, ama şimdi oldum ve şu ani seninle dinliyoruz.

–Belki de dedecim…

Masal

Bir varmış bir yokmuş.
Meçeçille kaçmış,
Salak dev bakakalmış.
Eeee adı üstünde
Bu bir masalmış.
Bir gün
Balıkçı Hasan
Uyumuş, uyumuş
Bulutların üstünde uyanıvermiş.
O da ne yapsın
şaşkınlıktan düşeyazmış.
Ama Allah’tan
Ayakkabısının bağcığı
Buluta takılmış.
Gökyüzünde asılı kalmış.
Sonra bir rüzgar çıkmış,
Katmış önüne bizim Hasan’ı
Sürüklemiş de sürüklemiş.
Gelmiş bir sağanağa
‘Benden bu kadar.’ demiş.
Hasan kalmış mı yine havada?
Amanın! Bu çocuk da
Düşmekten bir türlü kurtulamadı.
Şappur şuppur yağarken yağmur
Birden güneş bey
Koşmuş imdada,
Işık saçmış etrafa.
Gökkuşağı çıkmış,
Bizim Hasan’ın bahtına.
Bu çocuk da ne şanslı ama.
Hasan’ın saçı aklına karışmış.
Korkmuş da baya
Sonra biraz akıl yormuş.
‘Ya güneş giderse.’ demiş.
Birden kaymış gökkuşağından
Düşmüş içi altın dolu sandığa.

Duvar, İnci, Eksik

Derdimi geride bıraktım geldim
Yarım kalmış gülüşüm, çıldırmış ellerim
Kırmızı kırmızı bakışlarda
Kendimi aramaya koyulmuşum
Dudaklarda tebessüm ve küfür
Kavga halinde, susmuşum.

Empati kurmuşum aklımla ruhum arasında
Çıkmışım bir yola
Neler neler geçirmişim içimden
Neler geçirdimde yine de kurtulamadım
Şu gıcık iç sesimden

Son bir yudum almışım ziftimden
Hiçlik bastırıyor en ağır haliyle
O an karar vermeliydim işte
Bir tarafı duvar bir tarafı inci
Bir tarafı eksik halimle…