29.5 C
İstanbul
Pazartesi, Ağustos 11, 2025

Ey Sevgili!

 

Arıyorum seni
Esen meltemde, denizin sonsuzluğunda
Gecenin derinliğinde, yıldızların gülümseyişinde
Arıyorum seni

Bulamıyorum
Bakışlarımızın sıratı olan, bizim için duran ânı
Ruhundan ruhuma kopup gelen fırtınayı
Bulamıyorum

Ey sevgili!
Hisset varlığımı
Kelimelerimle anla aşkımı
Ve yönelt aşkını can özüme

Bir Yaşam İstiyorum

ferhat kılıç

İnsanların hayal kurarken gerçekleşeceğine inandığı, ekonomik sıkıntı yaşamadığı, hakkın yer bulduğu, adaletin doğru işlediği ve kişiye göre değişmediği, kişilerin düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, yol kenarında koynunda çocuğu olan annenin dilenmediği, çöp konteyneri yanında çöpten bulduğu yiyeceği sessizce yiyen,
mendil satan, kendinden büyük ağır arabayı sırtına yükleyen kağıt toplayıcı çocuğun ve babanın çaresizlik içinde olmadığı, ağlamadığı, kartonu önünde, boynu bükük, yüzü yere dönük adamın/kadının olmadığı bir yaşam istiyorum.
Ben insanın ilk önce bir değer olarak görülmesini istiyorum.

Nehirkent: Kurtlar Sürü Halinde Avlanır

Avlanmak, hem ava çıkmak hem de ava çıkanın yemi olmak manasında kullanılan bir tabirdir. Evet, kurtlar hem sürü halinde avlanır hem de sürü halinde avlanırlar.

Nehirkent’te, diğer her kentte olduğu gibi sokaklarında kast demokrasisi vardır. Demokrasi diyorum çünkü kastın bir üst basamağındakileri bir alt basamaktakiler seçer. Tabii bu çoğu zaman gönül hoşluğuyla olmaz. En alttaki bir üstü, o kendi üstünü, o da üstünü derken nihayet bir lider grubu vardır. Bunların çalışmaları genelde hayrâni yönde olmayıp şerrâni yönde olur. Yani onlar için Sokak Bozguncu Komitesi de diyebiliriz. Dolayısıyla bu SBK’lilere bulaşmak istemezsiniz.

Biz o zamanlar kastın alt kısımlarında bulunuyorduk. Dolayısıyla yukarıdakiler ne dese ne yapsa kabul zorunluluğumuz vardı. En azından konumumuz itibariyle. Ama daha önce belirttiğim gibi bir haksızlık olduğunda buna dayanamayan bir liderimiz vardı; Usta Kurt. Tabii ki bir olay esnasında biz de onun arkasında dururduk yavru kurtlar olarak. Ancak sokakta bizim dışımızda da kurtlar vardı. Bunlar yırtıcı kurtlar olup kendi türüne de hiç acımadan saldırabilir, kanını emmekle kalmaz ruhundan da bir parça alırlardı. Bu yırtıcı sürü, gözüne kestirdikleri küçük sürüleri asla affetmezlerdi. Ve bir gün bizi gördüler, onlara karşı dururken, sokak demokrasisini ihlal ederken gördüler.

Bir öğlen vaktiydi. Usta Kurt’un önderliğinde yine bir keşfe çıkmıştık. İstikamet üzere giderken solumuzda, top sahasının orada bir grup çocuğun etrafını sarmış yırtıcı kurtlar gördük. Sözde onların oyununa dahil olmuşlardı. Halbuki ne yaptıklarını görebiliyorduk; ruhlarından, bedenlerinden ısırıklar alıyorlardı. Biraz ilerledikten sonra Usta Kurt, nazik ama kesin bir tavırla, “Çocukları rahat bırakır mısınız, oyunlarını bölüyorsunuz. Ayrıca oynayış tarzınız hiç adil değil!” dedi. Bu bir başkaldırıydı. Aralarından bir yırtıcı kurt, süratle yanımıza geldi ve yaptıklarının bizi ilgilendirmediğini, buradan hemen gitmezsek bizim için hiç iyi olmayacağını söyledi. Bir anda öfkelenmişti. Bu büyük bir zaaftı, zira anlaşılan öfkesini kontrol edemiyor ve bunu dışa vuruyordu. Vücudundan bir enerji, büyük bir öfke yayılıyordu. Bunu hissedebiliyorduk. Artık anlamıştık ki arkamızı dönüp gitmeye kalksak bile bize saldıracaktı. O halde ilk hamleyi biz yapıp onu afallatmalıydık. Muhtemelen hepimiz aynı şeyi düşündük ve bu usta kurda ilham ve cesaret verdi.

Usta Kurt kararı hızlıca vermeliydi. Ben de o esnada kaçış planını tasarlıyordum. Gözüme çöp konteynerini, elektrik direğini ve otobüs durağını kestirip bir kaçış yolu planladım. Ve Usta Kurt ilk hamleyi yaptı. Rakibin yüzüne okkalı bir tükürük mezesi atıp hızla koştu. Bu rakibi afallatmış ve bizden birkaç saniye sonra harekete geçmesini sağlamıştı. Ardından üçümüz de ayrı yerlere koştuk. Zira birimizi dahi yakalarsa bu çok kötü olurdu.

Sinsi Kurt sahanın aşağısından, usta kurt ve ben gerisin geri kaçtık. Ustaya durağın aşağısına inip orada bir tur atarak rakibi ekmesini telkin ettim. Üst tarafa geçtiğinde hala yakınında olursa müdahale edeceğimi söyledim. Tabii bu iletişimimiz sözlerle değil bakış ve düşünce aktarımı ile gerçekleşiyordu. Zira olay saniyeler içinde cereyan ediyordu. Ardından Usta Kurt koştu. Rakip onu hızla takip etti. Neredeyse yakalıyordu ancak ustanın tur attığı durağın arkası sabit olmayan kumlarla doluydu, yani çok kaygandı. Tahmin ettiğimiz gibi orada kayıp yanı üzerine düştü ancak hızla ayağa kalktı. Çok hızlı koşuyordu. Ustayı yakalayacağından korkmuştum. Ancak ikinci planı devreye sokarsam bir kaçış ihtimali olurdu. Usta Kurt’a işaret edip buraya gelmesini söyledim. Hemen arkasında rakip kurtla beraber bayırı çıktılar. Anlatmak istediğimi anlamasını umarak pusuya yattım. Oval olan duvarın hemen yanından dönüp çöp konteyneriyle duvar arasındaki küçük boşluktan geçmesini bekliyordum. Ve Usta Kurt o dar aradan süratle geçmeyi başardı. Ben onu gördüğüm anda duvarın köşesinden çıktım ve tam aradan geçmek üzere olan usta kurda elini uzatmış rakip kurda, çıkmış olduğum mevziden aldığım birkaç metrelik ivmenin de enerjisi ile tüm gücümle bir omuz attım. Neyse ki tam olarak isabet ettirmiştim. Yere düşmese de tökezlemiş ve sokağa dalamamıştı. Ben ve sinsi kurtta hemen Usta Kurt’un arkasından sokağa, ardından da güvenli bölgeye, avluya girebildik.   

Heyecan ve umut veren bir başkaldırı ve dik duruştu bu. Ve başarmıştık. En önemlisi de buydu. Daha sonra bir tekrarı olacak olan bu savaş kayıtlarımıza Büyük İskender Harbi olarak geçecekti. Sürü halinde avlanan kurtların, adalet uğruna başkaldıran yavru kurtları avlayamamalarının hikayesi. Ve sürü halinde bir kurtuluşun mücadelesi. 

Âraf

Gün gelir açar çiçeklerimiz
Yokuşa çıkar tümsek gördüklerimiz
Gülücük saçan işçileriz biz
Bir hayli yorgun, hayli kederliyiz.

Yaşam ile ölüm arasıdır yolumuz .
Diken üstünde açar çiçeklerimiz.
Tomurcuk açan papatyalarız biz.
Ne kadar aciz, ne kadar yorgunuz.

Ölüm ile nefes arasıdır yolumuz
Kabrimiz içinde açar umutlarımız
Yaşamayı bilmez ulu çınarlarız biz
Boynu bükük ve sefiliz.

Terazi ile mizandır bizim yurdumuz
Şenlenir gönlümüz evimizdir bizim .
Sorulursa sual iyi bil.
Gönlü hazin, sevdalıyız biz

Doku

Hissettiğin kokunun bir sonraki evresi dokuyu görmek evresidir. Göz, alıştığını yitirmek istemez.

Pandemi süreci başlayalı tam bir sene oldu. Ne çok can gitti, ne çok şey kıymetsizleşti, nefes aldığımız milimden başka değerimiz yok. İnce eleyip sık dokumaktır emelimiz. Yoksa bir gazetede sudoku bulmacası çözer gibi beyinlere hükmetmek gayesini kastetmiyorum. Bilimde ‘Doku uyumu’ terimiyle ifadelendirilir. Fakat biz sözelciler, sağduyulardaki bileşimini kimya diye adlandırmayız. Buradaki doku, ruhun saydam, bakışın duruluğu, yüreğin kişiye ön yargı anestezisindeki tespitlerdir.

Mekanın fiziği insanın varlığınca mana kazanır. Jose Saramago romanında şöyle bir pasaj geçer; ’’Eczacı kalfası doktora konuşmak istediğini söyledi, yakalandıkları hastalık hakkında bir kanıya varıp varılmadığını öğrenmek istiyordu. Bunun şimdilik kesinlikle bir hastalık olarak nitelendirileceğini sanmıyorum diyerek söze başladı. Doktor, sonra gözleri kör olmadan önce kitaplarda okuduklarını çok basite indirgeyerek özetledi.’’ Hiçbir şey basit değildir.

Şaşkınlık içerisindeyim, katıldığım bir sempozyumda roman kurgusuna benzer olaya tanıklık ettim. Sosyal Bilimler Kent Tarihi hakkında düzenlenen programda eczacı hanımın görme engelli birey için ‘’Kör adam neden gelmiş ki?’’ Diyerek tık nefes yemeği yedikten sonra da sigara içmeye kapıya çıkması durumunda tamamen yorumsuz izledim. Sağlıklı düşünüyor muyuz? Her meslek ne kadar ruhuyla adanmış derecesinde üretim akıcılığında? Çalışmak ile hırs ve ihtiras bürünmesi arasındaki o muhteşem çizgi, ya bir duruşun vardır ya da göstermelik duruşun sır perdesini gizliyorsundur. Sanmak hissiyatının evvelinde işaretler görürüz. Mistik sezgilerden yeryüzünün hücre, doku, molekül ötesinde daha sinerjik yayıldığını kabul edelim. Neye hizmet ediyoruz? Varlığımızın amacını biliyor muyuz?

Cenk, çarpışmak, sahtelik ve gerçeklik taraftarlığı, şu çağın dokusuna; kimisi yarayı deşiyor mental yaraları çoğaltıyor, kimisi de tazelenecek sahi hayatın güz mevsimini silmek niyetiyle şeffaflığı irade paklığından kainata ışık merceği bırakıyor. Okyanus yüreklilerin bütünlüğü, dünyayı iyileştirecek.

Yangın Var Bana

Közü özü olanlara selam olsun!

İnançlarının alevini sormaya geldim,
Kendi kendime ne ettim?
Sabahlara kadar neyi beklettim?
Hakikaten de an bu andır…

Yangın var Baba! Yangın var!
Şu göğsümün içinde kıpırdanan, alevlerin coşkusu var.

Of içimde biriken şiirler de mi abayı yaktı!
Yaktı başını, bilmezken sonunu.
Alıp verdiğim nefes dahi ciğerimi kanattı,
Saplantıdan mı saplayandan mı bilirsin sorunu?

Yangın var Baba! Yangın var!
Şu göğsümün içinde saplanan, hançerin ateşi var.

Sevdiğim, gözüm, ciğerim, efendim…
Aşkın ateşinde tek emin yerdeydim.
Bu gerçeği ne zaman öğrenecektim?
En güzel saflaştırıcı ateş, en güzel vekilimden.

Yangın var Baba! Yangın var!
Şu göğsümün içinde sığmayan, ateşlerin cenneti var.

Aşktan haber verin bana, nerede aşkınız?
Derdi: Aradığı yolda seve seve teslim olmuştur.
Öylesine büyük sırlar taşıyan kalbin,
Aşık olmaktan başka çaresi yoktur.

Yangın var Baba! Yangın var!
Şu göğsümün içinde kurulan, aşığın yuvası var.

Yangın var bana! Yangın var!
Şu göğsümün içinde yokken var olan, bir bergüzar canım var.

Satırları Topla, Gözlerinde Ufala

İnsan cevaplamaktan korktuğu her sorudan kaçmakla, bilmediği topraklardan adımlarını kaçırmakla, kendisinin kıyısında durmakla meşhurdur. İnsanın kendisine ulaşması, iç’e konuşması kolay değil. Mesela sen Ormangülüm; kendi sesini kendine duyuramamakla tanınıyorsun yeryüzünde. Üstelik senin bir adın da Asude…

İnsan saatlerce oturabilir bir aynanın karşısında. Yürüdüğü yolların ayaklarında bıraktığı izleri seyredebilir. Dokunduğu duvarların dokusunu yeniden hissedebilir ellerine bakarken. Bakışları sol omzunun üstünde gezdiği anlarda tanıdık bir sızı acıtabilir içini. Yüzüne bakıp hikayesini okuyabilir çizgilerinde. Ama hiçbir aynada kendisinin karşısına oturup gözlerinin içine bakamaz insan. Çünkü gözlerin kulakla duyulmayan bir sesi vardır. İnsan gözlerine baktığında kalbinin konuşmasını dinlemeye başlar. Mesela sen Ormangülüm; kendi bakışlarını kendi gözlerinden kaçırmakla, kalbine sağır olmakla tanınıyorsun yeryüzünde. Senin bir adın da Ahraz hem de…

İnsan biriktirdiklerine rağmen devam eder. Toplasa, albümleri dolduracak fotoğraflara ve fotoğraflarda biriktirdiği gözlerine rağmen yeni bir şeyler görmeye devam eder. Kulağına değen veda konuşmalarına, yarım kalmış seslere rağmen yeni bir şeyler duymaya devam eder. Kırılan hayallerine, biten baharlara, defterlerde kuruttuğu güllere rağmen ummaya devam eder. Sen tüm biriktirdiklerinle, kendine sakladıklarınla, içinde çoğalttıklarınla koca bir kalabalığa gerçek bir bütün olduğunu haykırmaya yeltenirsin. Cesaretini sunmak istersin; tüm biriktirdiklerine rağmen devam ettiğini görsünler istersin. O anda kaçtığın soru yakalar seni. İnsanın nasıl devam edebildiğinin yanıtını vermeni ister…

İnsan biriktirdiklerine rağmen devam edendir çünkü neyi ne kadar biriktirirse biriktirsin muhakkak bir eksiği vardır. İnsanız, hepimiz bir eksiğiz, bazılarımız çok. İnsan eksiklerini tamamlamak için devam eder…

Yazmak kolay iş değil. Kelimeler insanı bazen kendisiyle burun buruna getiriyor. Satır aralarına gizliyor insan o anlarda nefes nefese kalışını. Yazmak; bir seferde yazamadığın kelimeyi harf harf dağıtmak başka sözcüklere…

Üfledim Hepsi Uçtu Gitti.

  • Dersimin kitabı, hâmûş dudaklar!
  • Duyulmamış sözler, duydu kulaklar!
  • Gönül bir misine, nefes oltası.
  • Akıl bir virane, meçhul rotası.
  • Yüreğime sığdırmadıklarıma,
  • Usulca üfledim gökyüzüne.
  • Belki yorgun gözlerden
  • Akıp giden bir anı yağmurudur onlar
  • Küllendi söndü derken alevlendi yanıyor.
  • Hasretle yandıkça için için kanıyor.
  • Üfledim hepsi uçtu gitti.
  • Gerçekler değil virüs hakim!
  • Bu devirde,
  • Kimse duymasın diye
  • Karanlığa gizlendim odama
  • Çığlığa tutundu yüreğim…
  • Üfledim hepsi uçtu gitti.

Ben bir şairim, şiire üfleyen bir şair..

Prehistorik

Prehistorik bakışların

Tek hücreli gölgelerin 

Şeffaf sularında

Sallanan saçlarına beni anımsatırken

Sonbahara senin adını verdim 

Astığım tanıksız mısraların 

Son faili olan gözlerine. 

Çıkıp gelsem 

İnceldikçe ıslık çalan 

Rüzgar dokunsa ruhuma 

Ve 

Yağmur nöbetleri evcil bir hüznün 

Son perdesinde seni anımsatsa

Onca bilinmezlik akacak 

Özlem ırmaklarına.

Küçüklüğümü Özledim Anne

Bir insan hiç gözyaşını özler mi Anne?!

Ben özledim…

Gırtlağım yırtılırcasına içten içe (o) ağlamalarım…

Bir tek ağlamalarımla kendimi başkalarının gözünde farklı tutabiliyordum, bir tek ağlamalarımla içimi ferahlatabiliyordum.

Küçükken her şeye duygulanan, kırılan, incinen (o) saf halimi özledim, çok özledim Anne.

Kendimi müziğin akışına bırakıp gözlerimden, yanaklarıma doğru akan gözyaşlarımı özledim…

Küçükken hep benden büyük ablaları görünce özenirdim, büyüyünce ben de onlar gibi olacağım diye hayal kurardım.

Büyümek için can atardım lakin bilseydim büyümek gözyaşlarını yitirmektir;

Değil büyümeyi hayal etmek, büyümekten bile bahsetmezdim…

Biliyor musun Anne?

Bu hayatta bana bir şans verilseydi belki de şansımı küçülmekten yana kullanırdım.

Saf, kırılgan, her şeyi gerçeğe alan hayallerle uyuyan, küçüklüğüme dönebilmek için, sırf küçükken başımı senin dizine koyup saçlarımdan okşayarak uyuyakaldığım günlere dönebilmek için.

Anne!..

Ben küçüklüğümü çok özledim.

Bahtiyar Şiir

Rüzgarın esintisi vuruyor yüzüme
Katıksız sevgiler atılmış
Göğümün koğuşu dolmuş şimdiden
Birer birer dökülüyor içimin yalnızlığı
Hülyalı akşamın deniz kenarında

Ufak bir gezintiye çıkıyorum
Bir akşamüstü serinliğinde seviyorum seni

Çocuklar koşuyor renkli balonların ardında
Artık onlar gibi şen gönlüm sevda aralığında
Ufukta güneş, içimde yaşama şevkim
Dalında bir gül tomurcuklanıyor
Yerinde bir tırtıl güzelliğe bürünüyor
Dalgalara sığınak oluyor sahiller
Denizin ilk dokunulmazlığında seviyorum seni

Şimdi bir kucak dolusu sevda getirdim
Yeşilliklerin ardında koca bir arsa
İçimin genişleyen ufkunda umut ışığı
Sesimin uzandığı yerden yanık türküler…
Ahenkli dizeleri bırakıyorum âşıklara
Nâmütenahi satırlara gizliyorum hevesimi
En bahtiyar şiirlerle seviyorum seni

Nâmütenahi
Gönül hun oldu ezele
Giren han buldu güzele
Yolu yokuş olsa da ebede
Yazacağımız vardır gazele

İçeriden Sözler

Yürüdüğüm yolda gölgem ne yana düştü
Ne ara kaybettim benliğimi ruhlar çarşısında
Zamanı harçlık yapan delik cebimde tutmuşum
Yine kapısı hüsran eşiğinde çocukluğum

Büyümek isterken delice
Tut ellerimden çocuk!
Diyemedim
Diyemediğim pek çok şey gibi tozlu sayfalar ardına sakladım
Bir sır ki kuyular içinde
Bir ışık ki umut içimde

Anlayanlar ağlarmış
Gün olur ağladığımı anlarım
Öznesiz yaşar bayramlık sevinçlerim
Gözü yaşlı annelerin yüreklerine takılır hüzünlerim

Kulaklar kapansa da konuşan kalbimin sesi duyulur elbet
Yalanın efendi olduğu çağ da hakikat köle
Sultan Süleyman’a ne kaldı söyle

Çocuk

Tarih atmadan yaşayamamak
Nasıl da önemsiz kalacaktı oysa
Dünyaya gelirken ve giderken atılan tarih dışında
Seni bir tek böyle yâd edecekler unutma!
Sakın ha sevmeyi yarına bırakma
Çünkü bilirim, yarına bırakılan hep yarım kalır

Kelebeğimin Etkisi

Yarın gelecektim halbuki aklına,

Şimdi neden geldi ki ölüm başıma!

Arayış

Gözden uzak bir köy buldum sevgilim.

Baktım, gerçekten de kokunu duyamıyorum.

Hemen gereken işlemlere başladım.

Bilirsin, bugünün acısını yarına bırakmayı sevmem.

***

Heyecanlandım, hangi şarkıyla veda etsem bilemedim dünyaya.

Bu arada sen hangi şarkıyla gelmiştin dünyaya?

Yanılış

Bir ateş yakmışlar meydanda, sebebini bilmiyordum.

Sordum, yüzyıllardır bunun sayesinde dünya ısınır, dediler!

Evet, ben de şaşırdım. Ne garip insanlar var gerçekten.

Kayboluş

Araştırdım, aşk teknolojisi gerçekten çok gelişmiş.

Mesela sen kalbinin %1’ini ihtiyaç sahibi bir kelebeğe bağışlıyorsun.

O da senin aşkının bir göstergesi olarak, sevdiğin kişinin karnında uçmak için ehliyet sınavına katılıyor.

Çıkmış acılara birlikçe çalışıyorsunuz tabii ki öncesinde ve nihayet beklenen an geliyor…

Aşk’ı Var Yaratanın

Yazmak ibadetimdir, ibadetimdir şiir
Kalemimdir askeri cihat meydanlarının
Göğsümde gizli şehir, efendim olur esir
Selvi boylu esirde izi var yaradanın

Denizin mavi kokusu sinmiş dudaklarına
Dağlar kadar heybetli yemyeşil bakışların
Her hecende kıyamet, üflüyor gibi sûra
Bu mahşer meydanında sesi var yaradanın

Dünya samanlığında ben bir iplik sen iğne
Kül etmiş samanları içimdeki yangının
Bulmuşum şimdi seni şaşılmaz bu ahvale
Kader içinde sonsuz gizi var yaradanın

Bulmak değilmiş murat aramakmış gaye
Simsiyah da olmuşsun hani nerde yangının
Ateş ateşi yakmaz sen bir korkak pervane
Cehennemde kaçılmaz közü var yaradanın

Yağmur indi büsbütün temizlemiş cildini
Özünü gördüm artık imtihan senin adın
O’nu ararken sende kaybetmişim kendimi
Kesmem ümidi yine affı var yaradanın

Yalnız yeryüzü değil, gökler de mahşer yeri
Her meftuna demişler bir yüzsüz dilber yazın
Binbir yıldız içinde, mecnun eden güneşi
Sûreti görünmez bir ayı var yaradanın

Bitmez mi senin çilen, hiç mi görmedin vefa
İmtihan mı zulüm mü yoksa bana yâr mısın
Sana değil inancım marifet sende sanma
Yokuşlar ötesinde düzü var yaradanın

Kalk artık ey perde kalk! Kalmadı tahammülüm
O’na giden yol nerde beni O’na götürün
Ara da bul dediniz, dümdüz yolda kayboldum
Aramakla bulunmaz yolu var yaradanın

Selvi dedim ay dedim güneş dedim yâr dedim
Tükettim nefesimi bulmak için, nerdesin!?
Çöle vurup kendimi aklımı da yitirdim
Derinlerde saklanmış aşkı var yaradanın

Bilmem Ki Belki De

Kalbim bir hovardanlık makinesi

İçine giren harap olur

Sen bile

Bilmem ki belki de

İki yüzlü derler bana

Cürret edemedikleri için saymaya, kinayeyle

Ben bile

Bilmem ki belki de

Ah! Şu nefsim, açtığı başıma dertlerle

Koydu beni bir başıma, kimse yok

O bile

Bilmem ki belki de