26.7 C
İstanbul
Pazar, Ağustos 3, 2025

Tramvay Durağı 9. Bölüm

Hepsi aynı terane şu bölüme kadar ne yazdıysam. Hepsi aynı gibi görünen ayna gibi sorular ki cevaplarının ya sizde ya da bende olduğunu zannetsem bile belki de hiçbirimizde yahut her birimizde. Laf olsun diye söylenmiş, iş bulamazlıktan düşünmüş olmak için öylesine akıldan geçivermiş kelime yığınları.

Durak çok uzakta. Her gün bıkmadan banklarına oturup olmayan treni gözleyen (affedersiniz) öküz gibi seyrettiğim tramvayın gelmeyişi… Gereksiz geliyor bu anlamsız uğraşım şimdi. Gözden ırak olması, gelişi olmayan bir bekleyişi, gönülden de ırak ediyor gibi.

“Bekleyiş” denen ne idüğü belirsize rastladınız mı siz hiç hayatınız boyunca? Eminim, defalarca…

Gözden ırak dedim, bir yayla başında püfür püfür esen rüzgârı penceremin sinekliğinin boşluklarından sızan sesiyle izliyorum. Soğuk almışım da biraz, üstünüze afiyet, belki koronayımdır diye bir odaya tıktılar beni, bildiğiniz kırmızı burunlu bir gribin karantinasındayım. “Rüzgârın Ardından” isimli bir kitabı hemen şu pencerenin ardındaki yemyeşil bahçemizde bana el sallayıp duran salıncağımda hafif hafif sallanarak, rüzgâr yanaklarıma dokuna dokuna okumak dururken, bir üçlü kanepeye uzanıp burun silerek küllük küllük öksürerek okuyorum. Ne çok ikileme kullandım şu cümlede! Editörler birkaçını silip düzeltebilir, benden söylemesi.

Gönülden ırak dedim, bekleyişler özlenilesi şeyler midir? Hani önce acısı, sonra mayhoş tadı, sonra resmen tastamam tadı gelir. Sonrasında sadece yorgunluğu kalır üzerinizde. Bir bıkkınlık çöker. Ve derler ya, tam ümidinizi kestiğiniz anda! Hayır hayır, henüz o durakta değilim zira hissediyorum hâlâ. Ne kadar istemesem de “bekleyiş”i, o kadar da her an, hani “bir ümit”miş gibi… İşte bu yüzden korku sarıveriyor ihtiyar ruhumu, sanki gözlerimi kapadığımda bir daha hiç açamayacakmışım gibi…

Ben Türk’üm

Ben Türk’üm
Bayrağım aldır
Tarihimde kan, hüzün, keder
En çok da şeref vardır

Ben Türk’üm
Vatanım, devletim
Türkiye’yim, Anadolu’yum
Ciğeri yanık, mendili ıslak
menzili puslu
Ana doluyum
Anadolu’da misafire
açılır sonuna dek kapılar
Misafirdir, hâneye bereket dolar
fakat
Açılmaz sonuna kadar
Gelsin diye misafir
Hırlısı var hırsızı var
Evde çoluk çocuk
Torun torba
Sapığı var arsızı var
Rızka Allah kefildir de
Şeytan delikten içeri dolar
Deftere katipler kul hakkı yazar
Aman kapılar kapalı dursun
Misafirin de merdi var namerdi var

Ben Türk’üm
Kırılırım da
eğilip bükülmem
Ölürüm de
ezilip büzülmem
Öyle bildiğiniz gibi de değildir
benim ölümüm
Eren gibi ölürüm
İsmim Bülbül olur
Süzülür göklerde
Şahin gibi ölürüm
Semada olduğum gibi
Yerde de bir başıma
Dolaşırım alevden ummanlar arasında
Aybüke gibidir benim ölümüm
Yalçın kayalıklar ardında
İlim olur, irfan olur
Kazınırım kalplere, akıllara
Düşman bitmez
Düşman, hâyâsız; bitmez
Ben ölürüm Ömer gibi
Sanki gövdem Ömer(r.a) gibi
30 kurşunluk kanın rengi
Başımdaki berem gibi
Siz bilmezsiniz
Ben ölürüm Necmettin Öğretmen gibi
Ölürüm, yılmam; ölür, Yılmaz
Ben ölürüm Selçuk Paker gibi
Naaşım tabuta sığmaz
Gülşah’ım, Kübra’yım, Cennet’im
Şehadetimde saklı
Toprağıma olan minnetim
Güneydoğu’da değil
Ege’de Fırat’ım
Yirmi itin üstüne
Yürüdüğü kır atım
Şahlanırım göklere
Ben ölürüm
Ölümüm, benzemez sizinkilere

Ben Türk’üm
Çanakkale’yim, Malazgirt’im
Seyit Onbaşı’yım, Nene Hatun’um
Ne elemim biter ne umudum
Helaldir boğazımdaki yudum
Helaldir aşım
Helaldir sütüm
Emaneti de bilirim ihaneti de
Bu vatana el uzatan
Dalaleti de
Öfkem dinmez
Nefretim sönmez
Düşman ölür de bitmez
Çıkaramayınca porsuk
ininden kafasını
İnip şehre
tutuşturur dört bir yakasını

Ben Türk’üm
Bağrımda taşırım cehennemi
Dokunur mu itin köpeğin alevi
Külümden gül doğar benim
Toprağım gül kokar benim
Gölgem hudutsuz
Koca bir çınarım
Gövdemde çizgiler
Zulüflerimde aklarım
Kabul etmem
Ye’se düşüp ufka dalmayı
Tarihim olmazlarla dolu
Olmazları oldurur Anadolu
Ah, her tarafı yara dolu..

Ben Türk’üm
Bayrağım aldır
Dicle’den Fırat’tan Basra’ya akan
Göğe bulut bulut yükselip kokan
Manavgat’ta yangın olup yanan
O şerefli kandır
Vatanımı yok etme hayali
Ne gülünç bir zandır

Dipnot: Şiirimdeki mecbur kaldığım benzetmelerden ötürü tüm porsuklardan, itlerden ve köpeklerden özür dilerim.

Seni Aramak

Gidilen her yerde
Dalınan her düşte
Düşülen her yolda
Bazen bir kuş cıvıltısında
Bazen çimen sallanışında
Bazen bir yağmur, bir kar damlasında
Her yerde her bakışta seni
Seni aramak

Zamansız yolculuklarda
Vakitsiz gelen misafirde
Beklenmedik bir anda çalan kapıda
Sessizliği bozan seste
Uykuyu bölen kabusta
Hayatı değiştiren bir sallantıda
Her yerde her bakışta seni
Seni aramak

Şiir İçimizdeyken

Geceye sarmalanan belli hisler
Koca bir yaprağa bürünen yeşil orman
Gözlerinin ışığındaki tanıdık sima
İçimde kıprayan aziz, ulu çınar
Ay gökteyken, gök içimizdeyken…

Ruhumu sıvazlayan konuk yabancı
Boşluğumu okşayan el yokken ne acı
Sabır ağacımın yeşermesidir heyecanlı
Meyveden öte dallardır ömürden alacaklı
Umut yaşamdayken, yaşam içimizdeyken…

Sır verme bana! yağmur yüklü bulutum
Şimşekler ayazım olurken büyür kalbim
Hasretler yazım olurken yürür, kırılırım
Son kalan yaprak düşer ırgalanır yaşım
Ömrüm soluğumdayken, soluğum içimdeyken…

| İçimizin boşluğundan, hayatımızın boşunalığından geçmişiz de; yanımızdakinin yoldaşlığını seçememişiz, yolundan geçememişiz gibi… |

HAFÎ

Üflemişler, gümrâh eylemişler, saçlarındaki güfteye, çehrenin fısıltısını,
Bir sabayı koklar, bir şiiri öper gibi demlenmişsin…
Serden geçmişsin de, sîracından men etmiş yellerin,
Gözlerin derim,
İcrâ makamının yollarını meth eylemiş gözlerin,
Narâlanmış toy gözyaşlarıma cevher kılınmışsın mâhım,
Dolunay vurunca leyline aşkımı ihyâ etmiş suretin,
Gel derim,
Nutkun dem vurmadan parmak uçlarıma,
Oku derim,
Ellerimde hoşça oku, yeniden yenilenen sadâsını meylerin,
Kal derim,
Bülbüle tutun, esrârına kan kuytularımın,
Seherimde ol, mahrem kalsın bakışların canânım…
Yan derim,
Derdime köz olana yan, meded eyle avuçlarının nârına benliğimi,
Ervâha sarhoş eyle, gizleyip mührünü, serdârını…
Ariftir bir yanı, fedadır hakkına,
Hâr ol, inayetimin her hafsına, parça parça…

Tramvay

  • Bir şehir bilirim ;
  • İçinden tramvay geçer.
  • Eski zaman tramvaylarının
  • Biri gelir, biri gider idi.
  • Modern zamanda
  • Lüks vapurlar, hızlı trenler,
  • Kalabalık şehirler var.
  • Ama tramvay yok aralarında…
  • Emiyor bizi yalnızlık
  • Umarsızca gezdiği raylarda..
  • Bir tramvay gibi;
  • Yalnızlar durağında.

Filistin Şiirleri |5| Kubbetü’s Sahra

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Gökyüzüne daha yakınım sizden
Peygamber kokusu süzülüyor semada
Miraç’tan kalma mı? Yoksa
şehitlerini öpmeye mı geliyor Habibullah..

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Esareti, zincir vurmak sanıyorlar Aksâ’ya
Esaret hahamın başındaki kipada
Arş kapılarının açıldığı noktada
Gücü arıyorlar silahta, bombada
Korkuyorlar, bedenleri çelik zırhlar içinde
Korkuyorlar, mümin zırhı görünmez üstünde
Yürekleri yok bir küçük çocuk kadar
Mermileri çok, gözyaşlarımız kadar
Bizimse taşımız, sapanımız
Muktedir Rabbimiz var..

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Küesal kuşunun kanadı kırıldı
Uçamadı yetmiş üç senedir
Doğu Kudüs ‘Altı gün’de yıkıldı
Evler artık yahudi evleridir
Düşman güçlü lakin ahmak
Ateş korkutur sandı ümmeti
Yürekleri ezelden tutuşturmuştu
Aksâ’nın nûru
Göremedi ufukta hiç batmayan güneşi

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Şam Kapısı şimdi berzah kapısı
Ey Nebi, orduna nefer mı toplarsın?
Gazze Şeridi’nde tankları tepişiyor
Düşman! Niçin hutameyi harlarsın
Bir sabiyi vurunca, niçin gülüp oynarsın?

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Gövdeme bakmayın büsbütün yarayım
Kollarımı açıp ümmeti sarayım
İsa’nın, Davud’un, Muhammed Mustafa’nın
Çiğnediği toprak, tattığı hurmayım

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Kudüs tarihinin mahzun şahidi
Kudüs davasının kutlu şehidi
Müminlerin dinmeyen hasreti
Yeryüzünün en kıymetli ziyneti
Sidret’ül Münteha’ya aralanan kapıyım..

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Semaya açılan ellere yağan rahmet
Kabul olunan duayım

Altın başlıklı Kubbetü’s Sahra’yım
Kudüs hür olsun,
Ben sonsuza dek yanayım..

Niçin Unutulmuş Bahar?


Gökyüzünü çiziyorum
Kaldır kafanı
Ve bak!
Çerçeveli camını, kapını aç.
Gölgesiz bir gün batımı doğuruyorum
Buralardan dağlara.

Kapalı bir kapıymış ya hayat
Unutulduğun kapılar ardında
Ölü bir gökyüzünün
Uyanışına şahit olmak istiyorsan,
Minik bir aralık aç
Ve izin ver
Gökyüzüyle birlikte
Rüzgarın da soluklanmasına.

Gökyüzü, günbatımı ve rüzgar…
Sözcüklerden ördüğüm birer minik duvar…
Koşa koşa unutulmaya çalışılan
Bütün iyiliklere inat, görmek istiyorsan
Gökyüzünü
Kalbimize sessizce dolar.
Hem değil mi ki kalp
Bunca uzaklığa
Bunca karmaşaya rağmen
Bilir nereye gideceğini
Ve niçin
Unutulmuş bahçemizde bahar.


Tanrı Parçacığı

FELSEFİ VE TEOLOJİK DEĞERLENDİRMELER

Her insan içinde onlarca soru ile var olur aslında. Sorgulama yeteneğini yitirmek hafıza kaybı ile aynı zannımca. Kişi her şeyden ve herkesten emin olamayacağı gibi bildiği şeylerin doğruluğundan da emin olamaz.

Doğru nedir? Kime göre doğrudur? Doğru kavramını şekillendiren nedir? Buna kim karar verir? Bir şeyin doğru olması kabul göreceğini mi gerektirir? İnsanlar ömürleri boyunca kaç doğru biriktirir? Benim doğrularım kimlerde kaç yanlış götürür ya da benim yanlışlarımı kimler doğru görür? Sorgulamalarımıza bir pencere daha açmak adına, emek yüklü bir eseri daha sizler için özetledim. Kısacık bir kitaba verilen kocaman emek ve yığınla bilgi yükü bir solukta okunmayı hak ediyor.

Bir göz atalım Tanrı Parçacığı kimde ne uyandıracak.

Öncelikle Tanrı Parçacığı nedir? Ve kim tarafından kaç yılında gündeme gelmiştir? Yazarı kimdir? Neleri konu alır?

Bu küçük soruları cevapladıktan sonra kısa bir tanıtım ile kitap önerimi sonlandıracağım.

Caner Taslaman Kimdir?

Caner Taslaman Kimdir?
Caner Taslaman Kimdir?

Caner Taslaman, Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyoloji alanında lisansını bitirdi. Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü’nde “Big Bang Teorisi’nin felsefe ve teolojiyle ilişkisi” üzerine yazdığı teziyle yüksek lisans çalışmasını; aynı bölümde “Evrim Teorisi’nin felsefe ve teolojiyle ilişkisi” üzerine yazdığı teziyle doktora çalışmasını tamamladı. İkinci doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Küreselleşme Süreci’nde Türkiye’de İslam” isimli teziyle yaptı. Doçentlik tezinin konusu ise “Kuantum Teorisi’nin felsefe ve teolojiyle ilişkisi” oldu.

Tanrı Parçacığı Nedir?

Bozonu, Higgs Parçacığı veya kısaca Higgs denil- mektedir; Bu parçacığın sonradan popüler olan is- miyse “Tanrı Parçacığı”dır. CERN’den yapılan açık- lamalara göre Higgs’in teorik çalışmasından 48 yıl sonra, 2012 yılında, bu parçacığın varlığı (dolayısıyla Higgs Alanı’nın varlığı) deneysel olarak doğrulandı.

2500 Yıl önce bazı Antik Yunan düşünürleri, atom bölünemeyen görünemeyen, bu en küçük parçadan hareketle ontoloji oluşturup, “değişimi” ve değişimin arkasındaki “değişmeyen özü” açıklamaya çalışıyorlardı.

Daha sonra İslam felsefesinde yer alan, “Kelam Atomculuğu” gibi yaklaşımlarla da mikro dünya, felsefi ve teolojik yaklaşımların da gündemdeydi.

19 yüzyılda John Dalton, kimyasal bileşikler üzerinde çalışarak atomu doğrudan gözlemleyemediyse de deneysel ve gözlemsel verilerden hareketle bir atom teorisi oluşturdu. 1897 yılında Cambridge’de John Thompson’un atomun hareket halinde parçacıklardan oluşumun açısından önemli bir dönüm noktasıdır.

20. yüzyılda atom ve atomaltı parçacıklar felsefe ve teolojiden çok bilimsel çalışmaların konusu oldu. Proton ve nötronlar da yüksek teknolojisi harikası parçacık hızlandırıcılarla bölündü, ve bunları oluşturan ‘’ kuark ‘’ denen daha temel parçacıkların varlığı öğrenildi. Eş parçacıklar şeklinde gözüken kuark çiftlerinden (up and down kuarklar gibi) eş parçacıklar şeklinde gözüken lepton çiftlerinden  (elektron ve elektron nötrino gibi)  ayrıca kuvvet taşıyıcı bozonlardan oluşmaktadır (matematiksel ve deneysel olarak doğrulandı ). Bu standart model, bahsedilen parçacıklar, birbirlerinden oldukça farklı kütlelerini nasıl kazandığı sorusuna yanıt veremez.

1964 yılında Peter Higgs, temel parçacıkların her yerde mevcut olan bir alan ‘’ Higgs Alanı ‘’ile sürekli etkileşimleri sonucu kütle kazandıkları modelini ortaya koydu. Bu alanın parçacık olarak gözlenmiş haline Higgs Bozonu, Higgs Parçacığı, veya Higgs denildi. Sonra da popüler ismi ise “Tanrı Parçacığı”dır.

Bir şaka neleri doğurur. Ya da şaka, şaka olarak kalır mı işte bir kanıtı daha.

Bilim adamlarından birinin bu parçacığa  “Allah’ın belası parçacık” demesi üstüne bu isim konulmuştur. 2012 Yılında Higgs Alanının varlığı deneysel olarak doğrulandı. Kütle, harekete karşı dirençtir, ve kütle olmasaydı, her şey kütlesiz fotonlar gibi savrulurdu. Abdus Selam ve Steven Weinberg elektromanyetik kuvvet ile zayıf nükleer kuvveti birleştirerek önemli bir başarıya imza attılar.

Higgs Alanı, evrenin her yerinde mevcut olan bir alanı ifade etmektedir. Higgs parçacığının kütlesi bir protonun kütlesinden 100 katından büyük olduğu için çok yüksek enerji değerlerine çıkmak gerekiyordu, bu değerlere çıkıldığı zaman ise bu parçacık saniyenin çok küçük dilimlerinde hemen kayboluyordu (çok yüksek bütçe ve çok büyük parçacık hızlandırıcı gerekliydi).

Bunun için Fransa-İsviçre sınırında CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) yüzlerce metre yer altında 27 km uzunluğunda Büyük Hadron Çarptırıcısı yapıldı. Binlerce mıknatıslı bir sistem yardımıyla, çok yüksek hızlarda (ışık hızına yakın) saniyede yüz milyonlarca proton çarptırıldı. 2012 yılında Higgs’i bulduklarını açıkladılar (ayrıca Atlas adlı bağımsız grup 2012’de aynı sonuca vardı).

Caner Taslaman’a göre, Tanrı parçacığının bulunması ile Tanrının varlığı veya yokluğu lehinde bir durum oluşmamıştır.

Yani bu parçacığın bulunması ile insanoğlunun tanrıya ihtiyaç duyup duymadığı mı kanıtlanacaktı? Filozoflar, araştırmacılar, hassas din düşünürleri ve ateizm destekçilerinin tepkileri ve yorumları neler oldu?

Einstein’nın görüşü; Tanrı inancına, Tanrının üstün zihnini açığa çıkaran evrendeki rasyonal yapının yol açtığıdır. İkincisi, insanın bilinç ve mantıksal kurallarla işlemek gibi özellikleri sayesinde rasyonal zihne sahip olması. Üçüncüsü ise insan zihni ile evrenin uyumlu olması neticesi evrenin anlaşılabilmesi.

Sonuç olarak, Tanrı Parçacığını bulmak insan zihninin ve modern bilimin en büyük başarısıdır. Fakat bu başarı ile fiziğin ve bilimin epistemolojik sınırları olduğundan daha geniş gösterme yanlışına düşülmemelidir.

Tüm evrenin bir matematiği olduğunu her araştırmada kanıtlayan zihinler var oldukça, sorgulamayı reddeden ve evrenin muhteşem sistemini görmezden gelen ve sadece eleştiren zihinler de var olacak. Bu kitap ve daha fazlasına, www.canertaslaman.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Ve murdarlığı, âkilâne düşünmez kimselerin üzerine kılar. YUNUS-100

Öyle ise aklın yaratıcısının, aklını kullanmayanları hüsrana uğrattığını kanıtlayan bir delil daha sunup iyi okumalar diliyorum.

Hemen Editleyelim Efendim: Editörler

Gözümüzün nuru, başımızın tacı ve yazılarımızın ilacı, dermanı editörleri gelin hep beraber bu yazımda yad edelim. Ee ne demişler: Giriş, Gelişme, Sonuç ve Editör.

Bu yazımda kitap, içerik ve haber editörlüğünü ele alacağım. Bunlara ek olarak bir de video editörlüğü var.Tabii sistemlerin ve ekipmanların farklı olduğu bir alan. Editörler, şöyle ki yayınevlerinin, haber ve sosyal sitelerin olmazsa olmazı. Metinlere son noktayı koyan bu kitle, imlamızdan noktamıza, cümlemizden konumuza metine dahil olan her şeyi düzenler, hizaya getirir.

Editör; kitap, gazete, dergi veya web içeriği planlar, gözden geçirir ve revize eder. Kısacası editörü bu şekilde tanımlıyoruz. Editörler, bağlı olduğu edebi kuruluşun ilgisi, alanı dahilinde, imla, yazım ve noktalama işaretleri kurallarına bağlı kalarak yazarların hatalarını düzeltme görevini üstlenir. Metinleri, yazıları ince eleyip sık dokuyarak ve ortaya koyulan emeği sahiplenerek eserin yayımlanma aşamasındaki son düzeltmelerini yapar.

Editörlük öyle gözüktüğü gibi kolay iş değil. Oturduğu yerden oh ne güzel iş falan diyenler lütfen durun ve düşünün. Bana göre editörlük efor gerektiren bir iş. Zaman zaman sinir bozucu olduğu oluyor. Editör olmayı pek istemem açıkçası. Bir kere genel kültürün iyi olmalı ki yazı kaleme alanı yakalayabilsin. Gözlerin kartal gibi olmalı, dereceli göz asla, gibi nüanslar işin şakası tabii. Ve ayrıca bunlara ek olarak yazar/şair tribi, noktası, virgülü… Kim uğraşacak arkadaş?

Siz yazın, noktasına virgülüne karışmayın, gözünüz arkada kalmasın, biz düzeltiriz efenim… Editörlüğün sabır gerektiren meslekler arasında ilk sıralarda yer aldığı kesin. Yüksek motivasyona ihtiyacınız olmalı. Hele işinde iyi, kaliteli ve metni kaleme alana “yuh onu nasıl gördün ya” dedirtiyorsa inanılmaz… 7/24 çalışma düzenleri olmasa da günün herhangi bir saatinde karşılarına ne çıkacağı belirsiz. Gecenin beşi yahu. Azıcık sıkı tutuverin ilham perilerinizin ağzını. Sabah ola hayrola demişler.

Bende ‘R’ harfi bozuk ya, sen ekleyiverirsin. Editör abi bizim deneme ne oldu? Hala yolda mı? Al bir de buradan yak. Yarım saati var kardeşim, noktalamaları koyuyorum, neredeyse hazır… Editörlerin her an çok farklı kafa yapısıyla karşılaşmaları mümkün, kestirilemez. Zamanla insan psikolojisi alanında da kendilerini geliştirmişlerdir. Ülkede yabancı dil bileni havada kapıyorlar. SEO bilmek şart. Office programlarını söylemiyorum bile, adın gibi.

Dönemin şartları gereği zamanlarının çoğunu bilgisayar başında geçiren bu gözlüklü arkadaşlarımızın -akıllarda gözlüklü diye canlanıyor değil mi?- yazarlarla araları zaman zaman limoni olabilmekte. Tabii sonradan orta yol bulunuyor. Amaç ortaya eksiksiz eser koyabilmek. Herkesin noktasına, imlasına kimse karışamıyor gibi bir söz tarihe geçerken editörler çekiyor kılıcını. ‘Savunun ey bre noktasızlar!’ diye çıkışmıyor tabii de sonuçta yayımlama aşaması onun elinde. Abartılar ve espriler bir yana emekleri, çabaları, farklılıklarıyla pek ön planda olmasalar da onlara çok ihtiyacımızın olduğu tartışılmaz. Bu özverileri ve gayretleri takdir edilesi. Alınlarındaki teri, gözlerindeki feri ve bizim gönlümüzdeki bu değeri asla es geçilmemelidir.

Yazımı kısa ve sevecen tutmaya özen gösterdim. Şimdilik bu kadar diyelim. İnceleme için yazımı editör safhasına gönderirken herkese esenlikler diliyorum.

Vâveyla’nın Ölümü / Göklere Son Mektup IV

Ne önemi vardı ki taze yaprakların

Gül bahçelerinin yanında, yağmurun duruluğu

Gözlerindeki aykırılık, sabaha varan gürültün

Aklıma çakılan o koku, korkuların varlığı

Kalbimde hüznünün yaldızlı kahrı

kimin umurundadır batan güneşe veda eden çocuğun yalnızlığı

Nasılsa aklımıza kazınmış, nasılsa geçen zaman

Bizden hesap sormayacak, pişman olmayacağız

Hakim koltuğunda oturan yalancı yandaşım

Senin ne mutluluğuna ne de parçalanışına şahit olacak

O zaman sorarım yıldızlar her an pencereme konuşunuz

Sonra gecenin karanlığı perdeme koşuşu

Güneşin bu aceleciliği bundan mıdır? Sizi mi kıskanıyor yoksa!

Ama ben derim ki eğer yoksa bizi kutuplaştıran o korku

Ne önemi vardır ki gül bahçelerinin varlığı

Bir de gözlerine bir vuslat ağırlığı çöktüyse

Ölümle yüzleşen yanım elbette yıldızlara kanar

Elbette güneşin üstüne yorgan vadesini dolduran yaprak

Ayakların altında kurban edilen yüzüm, alnımın açıklığı

Evrenin bizim için olan bu fedakarlığı

Bulutların kesintisiz ve kusursuz bu süzülüşü

Hepsi ama hepsi yaşamak sanatının gayreti

Gayretin içindeki pamuk ipliğine asılı inancım

Aklayacağım sol yanımı ve yürüyüşümdeki çarpıklık

Gözlerime işlenen şaşılık, kulağımın pası

Dudağının iki ucuna sapladığın cümlede

Mektupların suçu ne ola ki? Kaleme reva görülen bu fenalık

Cümlelerin küskünlüğü, içine düştüğümüz mana alemi

Sana da tanıdık gelmiyor mu? Bak, kendi ile helalleşen dünya

Oysa ölümü sen hatırlattın bana, ölüm ile yüzleşen ilk sendin

Duvarlara saklanan gölge, yansımasını kaybettiğinden beri

Çiçeklerin kökleri karalar bağladı, sudaki bu küskünlük

Yeryüzünün sallanması ve dağların hızla yürümesi

Yaklaşmakta olduğumuz şey nedir sence?

Nuh tufanıyla paklanamayan insan, ölümün gerçekliği ile yüzleşti

Sonra ölümü kitli sandıklara koyduk, gitmesini bekledikçe

Ona yaklaşan biz olduk, yine o sandığı açan o eller

damarlarımızda hızla akan kan bizi ona sürükledi

Bir türlü temiz toprakla kirlenemedik, çamura yattık, balçığa battık

Ama gelmedi o içimizin aydınlığı, hilesinden yırtamadık

Ve karalar bağlayan çiçekler gül açtı

Bahçeler doldu, böcekler, kuşlar, ağaçlar yaprak açtı

Gecenin karanlığına sakladığımız o son

Bizi, evreni yenme planları yaparken yakaladı

Halen anlamadın di mi? Ben sevgiyi ölümle akladım

Ölümle yaşlandıkça kalbim ruhumla döneceğim ona

Yön tayin edemiyorum içimin uçurumuna

Bir anda körükleniyor ateşi aklımın ucuna

Fikirlerimin öksüzlüğü, gönlümün karalığı bundan

Son kez açtım gözlerimi

son kez değiyor belki de sözlerin dilime

Aklımla yendiğim bu savaşı her defasında gönlüme kaptırıyorum

Ve zaman, elimde avucumda ne varsa alıyor

Geriye edindiğim davam ve kavgam

Ruhum ve denkliğim

Geriye sadece o kalıyor işte; ölümün çıplaklığı ve hakikatin izharı…

“Hasretinden Prangalar Eskittim” Şiir İncelenmesi

Ahmed Arif, 23 Nisan 1927’de Diyarbakır’ın Hançepek semtinde doğmuştur. Asıl adı Ahmet Hamdi Önal’dır. Diyarbakır Lisesi’nden mezun olmuştur. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünde okumuştur. Fakat bölümünü yaşadığı sıkıntılardan dolayı rahatça tamamlayamamıştır. 1940-1955 yılları arasında değişik dergilerde yayınladığı şiirlerinde kullandığı kendine has lirizmi ve hayal gücüyle Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Ahmet Arif, Diyarbakır’ın yetiştirdiği en önemli şairlerden biridir. Toplumcu gerçekçi bir çizgide eserler vermiştir ve bir sanatçı duyarlılığıyla duygularını eserlerine yansıtmıştır. Çoğunlukla altyapıyı, ezilen ve sömürülen halkları, doğunun yaşama zorluklarını konu edinmiştir. Ülkemizdeki Marksist şairlerin başında gelmektedir. Fakat Ahmet Arif’i diğer Marksistlerden ayıran en önemli yön; şehir yaşamı yerine köy ve dağ yaşamını konu edinmesidir diyebiliriz. Bu konuda Cemal Süreya’nın tespiti önemlidir. “Nazım Hikmet: Şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden… Ahmed Arif ise: Dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları “âsi” dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. “Daha deniz görmemiş” çocuklara adanmıştır.” demiştir.

Ben kitabı detayına kadar anlatmak isterdim ama bu güzelliği anlatmaya yetmez, keza okumadan güzelliği keşfedemez. Eğer hâlâ okumayanınız varsa okusun derim, ben üstten özet geçtim sadece okumanıza vesile olması için, şimdiden iyi okumalar dilerim.

Bir ben uyumadım , kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim

“Bir ben uyumadım, kaç leylim bahar” bu dize ile devreye bahar mevsimi girdi. Bunu “leyl” kelimesi ile bir bütünlük sağlamak açısından düşünebiliriz. Leyl gece demektir. Arapça kökenlidir. Bununla beraber leyl ve bahar kelimelerini bir arada kullanmıştır. Leyl, gece gibi karanlıktan, zifiriden ziyade daha çok hülyalı geceleri, mayhoş havaları yani yaz akşamlarında sıcacık gecelerde esen hafif, tatlı rüzgar hissini canlandırmıştır sanki. Leylim kelimesi için iki farklı çağrışımda bulunmuştur sanki. Birincisi Leyla Erbil ile mektuplarınadır. Leyla Erbil’e yazdığı mektuplarının birkaç tanesinde “Leylim” diyerek hitap eder Erbil’e.[6] Burada “gece” yerine “leyl” kelimesini kullanmasının en büyük sebebi bu şiiri ithaf ettiği kişinin Leyla Erbil olmasıdır belki de.

Şiirin belki de en can alıcı dizesi şiirin de başlığı olan hatta Ahmed Arif’in tek şiir kitabının da adını taşıdığı “Hasretinden prangalar eskittim” dizesidir. Bilindiği üzere pranga uzun yıllar önce ağır ceza mahkûmlarına takılan bir zincirdir. Eski film ve dizilerden akılda kalan prangalı mahkûm sahneleri vardır. Ard arda dizilmiş, ayaklarında paslanmış, eskimiş kocaman zincirli prangalar takılı ağır cezalı mahkûmlar. Şiirin başında oluşturulmaya başlanılan mahkûm imgesi burada pranga ile devam ediyor. Pranga suçlulara, ağır ceza mahkûmlarına takılıyorsa ve buradaki özne de hasretten pranga eskittiyse demek ki sevdası ile başı dertte. O zaman şöyle diyebiliriz; bu sevda öyle kötü bir sevda, kara bir sevda ki uğrunda hasretiyle yanıp tutuşan kalp, prangalar eskitmiş.

Şiirlerindeki bireysel aşklar belli bir noktadan sonra şekil değiştirmiştir. Anadolu sevdası ve bireysel aşk birleşmiştir. Bu aşkların içerisinde, mücadele, aykırı ses ve bir direniş vardır.

O kadar şey yaşanılmasına rağmen şiirlerinde karamsarlık olmaması dikkatlerden kaçmıyor. Ahmed Arif’te, en büyük acılarını dile getirirken bile karamsar bir havadan daha çok geleceğe umutla bakan bir tavır mevcuttur diyebiliriz.

Ahmed Arif hem edebi hem de ideolojik ve toplumsal yönden önemli bir şahsiyettir. Her şiirinde muazzam bir sesleniş vardır. Halka hitap ettiği kadar gönüle de hitap etmiştir.

Bir Akşamüstü

Bir akşamüstü,
Ellerin hayata doğru uzarken,
Kendini görmeyi diledin yıldızınla.
Göremesen bile,
Biliyorum, sorun değil
Sorun değil, yıldızım.

Biliyorum, sorun değil.
Ayna karşısında kaldığın zorlukları,
Biliyorum ve bu sorun değil,
Bu siyah dünyada.
Ellerinde bir şeyin olmaması.

Sorun değil göz kapaklarının ıslanması,
Zaman geçiyor tik tak,
Durmayan bir otobüsün içinde gibiyiz,
Biliyorsun, sorun değil.
Bir zamanın olmaması.

Sorun değil bir denize yabancı olmak,
Ellerinin kalemden siyah olması,
Ve bir cümleden kaçamaman.
Sorun değil,
Ellerimdesin, yıldızım.

Sorun değil hayat adlı ormandan ürkmen,
Dizlerin kanarcasına koşman,
Ve nefeslerini tüketircesine ağlaman,
Sorun değil,
Nefes al, yıldızım.

Bir yıl geçiyor bahar geliyor gözünün önüne,
Yaprakların hızlı geçişi gözünü kamaştırıyor,
Güneş kalbini ısıtmak istercesine duruyor gökyüzünde,
Biliyorsun, sorun değil.
Sorun değil, yıldızım.

Yağmurlar yağıyor küçük dünyana,
Belki de kendi fırtınamda titreyen bir yaprağımdır, diyorsun.
Belki de kendi fırtınasını yenmiş bir yapraksındır, bilmiyorsun.
Biliyorsun, sorun değil.
Sorun değil yıldızım.

Mektuplar dağıtıyorsun çevrene,
İçlerinde bir kini avuçlayan hüznünle,
Kim bilir kaç kişiyi siyahlaştırdın o kalemde,
Biliyorsun sorun değil,
Sorun değil, yıldızım.

Bir kağıda düşecek incilerin,
Belki de kayboldum diyeceksin.
Biliyorsun, yolların durmadan geçtiğini,
Ve zamanın bittiğini,
Küçük bir yıldız olduğunu ve döneceğini,
Biliyorsun, yıldızım.
Biliyorsun ve bu sorun değil.

Küçük parçası olacağız bu hayatın,
Birkaç masal bırakıp gideceğiz,
Belki de bir müziğe düşeceğiz,
Biliyorsun, sorun değil.
Sorun değil, yıldızım.

Ait olmadığım bir zamana,
Ait oldum, diyorsun.
Herkes kendi zamanını yaşar, yıldızım.
Ve bir parçası olur yalnızlığın.
Biliyorsun, sorun değil.
Sorun değil, yıldızım.

Nefes al, yıldızım.
Gökyüzünü paylaşabiliriz, seninle.
Ve birkaç umudu verebiliriz birbirimize.
Kendini kaybettiğin bu çemberde,
Elleri tutabilirim, yıldızım.
Biliyorsun, sorun değil.

Uluslararası Yarışmalar

Evettt yaklaşık 1 aydır beklediğiniz “Uluslararası Bilim Yarışmaları” yazımla sizlerleyim. Dünyamızın küreselleşmesi sonucunda teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte ihtiyaç duyduğumuz bilgiler de giderek farklılaşmakta. Bu sebeple de sadece kendi milletimizin veya ülkemizin eğitimleri zaman geçtikçe yetersiz kalıyor. Eğitimli bir dünya vatandaşı olabilmek için tüm dünyaya ayak uydurmamız gerekiyor. Bunun da en kolay yolu farklı ülkelerin eğitim sistemlerinde nelerden bahsettiğini anlamaktan geçiyor. Ben yazımda bu derslerden sadece matematik alanına değindim.

Daha önceki yazıma erişebilmek için https://www.24okur.com/ulusal-matematik-yarismalari/ linkini kullanabilirsiniz.

Dilerseniz şimdi yarışmalar kısmına geçelim.

1. Caribou Yarışması (https://cariboumatematik.com/)

Yarışmanın düzenlenme amacı öğrencilerin matematik dersine olan ilgilerini arttırmak ve matematik ile ilgili soruları çözerken sıkılmalarına engel olmaktır. Yarışma dünya çapında online şekilde düzenlenmektedir. Bu yarışmanın diğer yarışmalardan en büyük farkı yılda 6 kez düzenlenmesidir. Ayrıca yarışmanın sonuçları da 1-2 gün içerisinde öğretmenin mail adresine gönderilmektedir.

Yarışmaya 2. sınıftan 12. sınıfa kadar bütün öğrenciler katılabilmektedir.

2. Kanguru Yarışması (https://www.kanguru-tr.com/)

Öğrencilerin matematik dersine olan ilgilerini artırmayı hedefleyen bir yarışmadır. Amaç matematikte yetenekli olan öğrencilerin motivasyonlarını artırarak başarılarının artmasını sağlamaktır. Ayrıca görsel ve eğlenceli sorularla öğrencilerin zihninde bulunan matematik dersinin zor olduğu yönündeki negatif tutumları da pozitif tutumlarla yer değiştirmek hedeflenmektedir.

Yarışmaya 1. sınıftan 12. sınıfa kadar tüm öğrenciler katılabilmektedir.

3. PISA Yarışması (https://pisa.meb.gov.tr/)

PISA yarışması daha önceki yarışmaların aksine bireysel değil ulusal çaptadır. Her 3 yılda bir düzenlenerek ülke bazındaki genel durumları ortaya serer. Yarışmanın temel amacı 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini ölçerek ülkeleri kendi aralarında sıralamaktır. Bu sınavda matematik okuryazarlığı, fen bilimleri okuryazarlığı ve okuma becerileri ölçülmektedir.

Yarışmaya katılacak olan okul ve öğrencilerin belirlenmesi tesadüfi diye adlandırılan rastgele seçimle yapılmaktadır.

4. TIMMS Yarışması (http://timss.meb.gov.tr)

TIMMS yarışması dünyadaki en büyük ve en kapsamlı öğrenci başarısı değerlendirme çalışmasıdır. Fakat TIMMS yarışması PISA yarışmasına göre daha az ders içerir. Yani PISA yarışmasında matematik okuryazarlığı, fen bilimleri okuryazarlığı ve okuma becerileri ölçülmekteyken TIMMS yarışmasında sadece matematik ve fen eğitimine ilişkin beceriler ölçülmektedir. TIMMS yarışması her 4 yılda bir gerçekleşmektedir.

Yarışmaya katılacak olan okullar ve öğrenciler tesadüfi örnekleme yöntemiyle yani rastgele bir şekilde belirleniyor. Fakat yarışmaya katılım sadece 4. ve 8. sınıf öğrencilerinden olmaktadır.

5. Uluslararası Bilim Olimpiyatları (https://www.formulo.org/tr/olymp/2020-math-tr/)

Uluslararası Bilim Olimpiyatları matematik, fizik, kimya, bilişim, biyoloji, felsefe, astronomi, coğrafya, dilbilim, genler bilim, astronomi ve astrofizik, son olarak da yer bilimleri anadalı olmak üzere toplam 12 anadaldan oluşmaktadır. Bu anadallardan en eski olanı matematik anadalıdır.

34. Uluslararası Bilim Olimpiyatları ülkemizin en güzel illerinden biri olan İstanbul’da yapılmıştır. Ne yazık ki ülkemiz bu yarışmada hiç 1. olamamıştır.

Yarışmaya her ülkeden sadece lise öğrencilerinden oluşan 6 kişilik bir takım katılım yapabilmektedir. Olimpiyatlara katılacak olan takımda bir takım lideri, bir yardımcı lider ve gözlemciler bulunmak zorundadır.

Şimdilik sizinle paylaşacağım bilgilerimin sonuna geldim. Gelecekte bu konuya dair yazacağım yazılarda görüşmek üzere. Sağlıcakla ve sevgiyle kalmanız dileklerimle…

Mangalda Köz

Doğru kapıdan girdik fakat yanlış yöne yürüdüğümüz için göremedik. Genişçe bir alanı dolaştık, göremedik. Yorulduk. Sıcaktan çok bunalmıştık. Son bir hamle ile seslenmek geldi içimden;

“Ananeeee! Neredesin? Misafir kabul etmiyor musun?”

Birden ayaklarım yön değiştirdi. Birkaç adım sonra başucunda idik.

Oturduğu sedirler gibi heybetli konuşlanmıştı. Çevresi rengarenk çiçeklerle doluydu. Çok severdi çiçekleri. Bizim eve geldiğinde de hep balkonun en çiçekli köşesine kurulur otururdu. “Buranın da ayrı bir havası var” derdi. Yemeğini orada yer, çayını orada içerdi. Gecenin ilerleyen vakitlerinde de o güne özel bir mâni ile günü kapatırdı:

“Mangalda köz

Tükendi söz

Kalkıp gidin siz

Yatacağız biz”

Dediği zaman uykusu gelmeyen bile yatağa yönelirdi. Gece bitmek bilmezdi ki ertesi gün olsun.

Başucuna oturdum. Konuşmaya başladım:

-Şart mıydı gitmen? Kocanı çok seviyorsun biliyorum da sen asıl kumanı kıskandığın için gittin değil mi? Onlar orda bir arada ben burada yalnız kaldım dedin değil mi?

Halbuki sen yalnız değildin! Biz vardık. Ben vardım. Torunların vardı. Hani, “sizin yanınızda ömrüm uzuyor sanki” derdin. Ne oldu? Ömrün uzadı da mı gittin? Hem öksüz hem yetim olduk, öylece arkandan bakakaldık.  

Gitmek zorunda mıydın? Biraz daha bekleyemez miydin? Bizden bile sağlıklı olduğunu söylüyordun. Seni sevmeyenlerin sağlıklı ömründen aldığını söylüyordun. Çok genç olduğunu söylüyordun…

Anaanee! Üşüdüğümde ellerimi kollarının altına alırdın. Isıtırdın beni. Şimdi buz gibi beton yığınına oturttun. Şu sıcak havada üşüttün beni.

Anaanem… Gidişin elbette ki hikmete binaendi. Sadece biz hazırlanamamışız demek ki. Ya da belki kabullenemedik hala hepimiz için mukadder olanı. Şimdi fotoğraflarına bakıp, konuşmanı taklit ederek kendimizi mutlu etmeye çalışıyoruz. Önerdiğin gibi.

Sen de bizi hiç yalnız bırakma manen olur mu? Söz verdiğin gibi.

Boğazım düğümlendi. Daha fazla dayanamadım. Kendi hıçkırıklarımın arasında çoktan kayboldum.

***

Konuşmaktan büyük keyf alırdı anneannem. Anlatacak ne çok hikayesi vardı. Espriliydi. Muzipti. Karnımıza ağrılar girerdi anlattıklarına gülmekten. Her söylediğimize bir cevabı vardı. Hiç lafın altında kalmazdı. Hazırcevaptı. Mutlu olurduk onun yanında. Kendimizi değerli hissederdik.

Şimdi sadece biz konuşuyoruz. O cevap bile vermiyor. Fakat her gelmemizde bizi karşıladığını, anlatacaklarımızı merakla beklediğini hissederiz. Dizine oturuyormuş gibi yanıbaşına otururuz. Biz anlatırız o sadece dinler.

Evet her söylediğimi duyduğunu, dinlediğini hissediyorum.

Ruhun şad olsun ananem. Kabrin nurla dolsun. Sen dünyada kimseleri incitmedin. Gittiğin yerlerde incinmeyesin.

***

Hayata tutunmuş sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin. İncitmiş olabilme ihtimaline karşı hep gönül alıcı olun. Hele bayramlarda ve başka özel günlerde gözlerini yolda, kulaklarını telefonda bırakmayın.

İyi bayramlar.