27.3 C
İstanbul
Cumartesi, Ağustos 2, 2025

Beşinci Mevsim

Güneşin yorgunluğunu hissediyorum;
bir türlü bitmeyen günlerden.
Uyuşmuş duygularım,
hissizleşen yüreğim.
Hangi aylar hangi mevsimdir bilmem,
zaten mevsimleri de pek bilmem,
Ama ortalık sıcaktan kavrulurken,
insanın yüreği hangi mevsimde üşüyorsa,
o mevsimde olmalıyız.
Penceremde büyüttüğüm bitkiler kurumuş,
her gün buğdayımdan paylaştığım kuşlar,
kapımın önünden yeri tokatlarcasına geçen insanlar…
Yüreğimin üşüdüğü bu mevsimde,
yalnızlığımı vurgulayarak terk etmişlerdi.
Evin sessizliğini bastırmak için aldığım muhabbet kuşları,
kirden pasaktan meydanda cirit atan karıncalar,
yatağımı paylaştığım kabuslarım,
gitmişlerdi.
Gürültülü sessizliklerim,
kalabalık yalnızlıklarım
ve cesur titreyişlerim kalmıştı bir tek.
Artık tabuttan farksızdı evim,
benim ölüden tek farkım;
kesik kesik nefeslerim.
Onun tabuttan tek farkı ise
içinde sadece bir ölüyü değil,
bir asrı,
bir yaşamı,
yaşanmışlıklarıyla,
zamanıyla,
mekanıyla
ve hiçbir zaman hayat belirtisi vermeyen kahramanıyla
taşıyor olmasıydı.

Gerçekler Astroloji Değil Astronomidir

Astronomi nedir? Astronomi (gök bilimi ya da gökbilim), kökenleri, evrimleri, fiziksel ve kimyasal özellikleri ile gök cisimlerini açıklamak üzere gözlemleyen bilim dalıdır. Astronomi; kıpır kıpır olduğumuz, gökte kayacakken koştura koştura dilek tuttuğumuz yıldız kaymasını şöyle ifade eder: Dünya’nın atmosferine giren bir meteoridin sürtünmeden dolayı yanarken ortaya çıkardığı olayın ismidir. Ama siz bu bilimsel gerçeği bırakıp dilek tutmayı unutmayın. Her an kafanıza bir musibet çarpabilir aman ha!

Siz değerli okuyucularımızla konuyu derinden inceleyelim. İnsan tabiatı gereği korkak bir varlıktır. Bir çok nedenin altında yatan gerçeği tetikleyen duygu korkudur. Duygular arasında en güçlü olanıdır. Örneğin karanlık örneğin gök gürültüsü veya bambaşka bir doğa olayı. Bunlar elbet içimizde ürpertileri ve korkuları yaratır. Bir neden ararken insanoğlu, basit olana ,içinde bilimsel tekniklerin olmadığı hurafelere başvurur. Bilimin çok gelişmediği yerlerde bu gibi inançlar doğarak iyice trajikomik bir hal alarak günümüze kadar gelmiştir.

Bir komplo teorisinin meydana gelmesi tamamen insanın zaafları, duygularıyla ilgilidir. Tabi ki bir uğraş, bir eğlence veya bir hobi olarak hayatında yer edinenlere saygı duymak gerekir. Fakat bu ritüellerle geleceğini tahmin edip şu anki ve yarınki hayatını inşa etmek gülünç olacaktır. Burçlardan değil şu görkemli ve gerçek olan yıldız kümelerinden feyz alalım.

Din bilimleri ve ilimleri içinde zaman zaman yer bulan bu alan kutsal kitaplarda geçen bazı kutsal sözlerle bağdaştırılıyor. Bağdaştırılmasının sebebi tabi ki tam idrak edilmemiş olaylardan kaynaklıdır. Kutsal kitaplar gerçeği, bilimi işaret etmiş ve böyle hurafelere inanmamamızın gerektiğini bizlere bildirmiştir.

İncil’de geçen bir vahiyde şöyle yazar:

Tekvin 1: 16-17 – “Tanrı, iki büyük ışığı, güneşi ve ayı, yeryüzünü parlatmak için yaptı. O ayrıca yıldızları yaptı. Tanrı gökteki bu ışıkları yeryüzünü aydınlattı. ”(NLT)

Bereket için, aydınlık için ve gerçeği görelim diye bu varlıklar Allah tarafından yaratılmıştır. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de de bu konuyla ilgili ayetler mevcuttur. Astronominin tek gerçek olduğunu bilimsel verilerden ve kutsal kitaplardan öğrenebilirsiniz.

Kuran-ı Kerim’de geçen bir ayette Yüce Yaratan bizlere yüce kelamlarıyla mesaj vermiştir:

Yunus/5: O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır.

Yanlışların ardındaki gerçeği aydınlatan bir ışıkta payımızın olmasını isteriz. Elimizden geldiğince bir şeyler yapmak, bir konuya açıklık getirmek gerekir. Yargılamadan, kızarak değil tatlı dille ifade etmek prensibimiz olmalıdır. Gökteki gerçekleri görmek için bir zorumuz olmamalı ve bilimsel verilere dayanarak anlamak hepimiz için daha doğru olacaktır. Bir yıldız gibi gönlünüz, ruhunuzun ve fikirlerinizin parlak kalması dileğiyle…

Mavi Dolunay Zamanı Geldi

Çanlar kimin için çalıyor? Güneş, Regulus sabit yıldızında ve Jüpiter derecesine yakın bir dolunay olduğu için artık bir süredir rafa kaldırdığınız o müthiş kararları verme, genişleme, netlik ve içimizdeki değişiklikleri onurlandırma zamanı geldi.

Dolunay birazdan kolumuzdan tutup kaldıracak, sırtımızı da ufaktan sıvazlayıp gözlerimizin içine bakarak “Zamanı geldi.” diyecek. Zamanı gelmedi mi sizce de? Sanki evren tüm olup biteni anlamış ve kırıp dökmeden cevaplaması için Ay’ı sözcü ilan etmiş.

Egodan sıyrılana : )

~ Dolunay Mottosu ~

“Kula bela gelmez
Hak yazmadıkça
Hak bela yazmaz
Kul azmadıkça”

Bu satırlar öyle iyi tamamlar ki gündemi, ne anlamlar var öyle bulacağımız? Mottomuzu da başa tutturduğumuza göre, 22 Ağustos 2021, bugün, Kova Burcunun son derecesinde gerçekleşecek olan Dolunaya hazır mısınız?

Mavi Dolunay kapımızda. Tıpkı sevgili Zülfü Livaneli’nin Serenad’ında dediği gibi:

“Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünya’nın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru… İnsanlara karşı kendini koru.”

Her ay bir Dolunay oluyor ama iki ay üst üste aynı burçta dolunay olması “once in a bluemoon” yani olayın nadirliğini vurgulayan bir durum, durumların bilinmezliklerindeki netleşme gökyüzündeki düğüm. Başrolde Kova, Aslan, Akrep ve Boğa burçları var ve 29 derecede olması ani ve beklenmedik olayları tetikleyecek. Artık kendi sınırlarımızı çizip alanımızı belirleyeceğiz canlar.

Kendimizi koruyacağız yani; çocukluğumuzdaki gibi tebeşirle bir nevi bulunduğumuz yerin etrafına daireyi çizeceğiz. Kavga, gürültü yerine faydalı sonuçlar almak için uğraşacağız bu sefer.

Olay ya bitecek ya da bittiği yerden hayata tutunacak; sınırlardayız, etkilerin şiddeti ve tipini bireysel haritalarımızdaki açılar aydınlatacak. Yaşadıklarımızın anlamını Aralık ayında tamamen çözmüş olacağız. Bu Dolunayı unutmayın. Tamamlanma enerjisini hissedeceğimiz bütünün hayrına olacak bir mavi dolunay zamanı geldi.

Her seçiş bir vazgeçiş, her son bir başlangıçtır aslında. Gözünüzü kırpmadan yola devam artık, sınırlarımızı çizdik. Ciğeri kül ettikten sonra gelip üflemeye çalışanlara bir selam çakın. Bilsinler ki; adama sorarlar, yanarken neredeydin, diye. Hadi canım bu vesileyle bize müsade : )

Çabalıyoruz ve Tükeniyoruz


İnsanız. Başta var olabilmek, yaşayabilmek için çabalıyoruz. Bir nefes almak için bile, bir lokmayı yutabilmek için bile çabalıyoruz.

Ama bazen ne kadar çabalasak da olmuyor bir şeyler. Üstelik olmadığı gibi gittikçe tükeniyoruz.
Özellikle de ruhsal konulardaki çaba, eğer karşılığını bulamazsa öyle tüketiyor ki insanı…

Neden biliyor musunuz?

Kendimizi çok fazla yoruyoruz.
Sevmeyene sevdirmeye çalışıyoruz.
Anlamayana anlatmaya çalışıyoruz.
Dinlemeyene duyurmaya çalışıyoruz.
Bakmayana gördürmeye çalışıyoruz.
Vermeyenden zorla almaya çalışıyoruz.
Özür dilemeyeni affetmeye çalışıyoruz.
Bir şeyin olası yoksa bile oldurmaya çalışıyoruz ve bu gereksiz çaba; ruhumuzu yoruyor ve tükeniyoruz.

Bu aşırı çaba özellikle insan ilişkilerinin bir motifi. Hele ki biz fedakar, hoşgörülü, hassas; daha derinden hisseden, daha derinden bağlanan ve kurduğumuz bağın devam etmesini önemseyen tarafsak, en çok biz çabalıyorsak en çok da biz yoruluyoruz.

Çünkü fazlaca çabalıyoruz, uğraşıyoruz, alttan alıyoruz, bazen görmezden geliyoruz kısaca fazlaca fedakarlık yapıyoruz. Sürekli veriyoruz, sürekli harcıyoruz. Oysa bu fedakarlık normal değil. Hayatın akışına, hatta doğaya ters.

Bir düşünün;


Bir düşünün, doğada hiçbir canlı elinden gelenin fazlası için çabalamaz. Bir aslan av peşindeyken o avı yakalayamayacağı anladığında fazla efor harcamaz ve o avın peşini bırakır.

Bir çiçek tohumu düşünün. Özünde çok güzel bir çiçek taşısa bile; toprağa, havaya, ışığa yani ortamına göre şekil alır. Hiçbir çiçek yoktur ki içindeki cevheri ortaya çıkarmak için uğraşıp dursun! Tohum sadece ona sunulanı alır ve elinden geleni yapar, fazlasını değil. Eğer siz hassas bir tohumu verimsiz bir toprağa ekerseniz onun size vereceği belki birkaç yaprak, biçimsiz bir çiçek olur. Ama siz aynı tohumu onun kalitesine uygun bir kaba, toprağa ekerseniz; işte o zaman o tohum özündeki tüm güzelliği size sunar. Halbuki tohum, aynı tohumdur sadece ona sunulanlar farklıdır.

Biz ne kadar iyi bir tohum olursak olalım karşıdaki insanın kalbi, idraki, empatisi çorak bir toprak misali kıt ise, ihtiyacımız olanı veremeyecekse biz o toprakta en iyi halimizle var olamayacağız demektir.
Bu durumda yani var olamadığımız durumlarda kendimizi yetersiz görüp daha fazla çabalamak yerine olanla yetinmeyi ve o ilişkiden, o kişiden beklentiyi azaltmak gerek sanırım en doğrusu.

Oysa biz insanlar bazen çok fazla çabalıyoruz ve toprak uygun olmasa, ışık az olsa bile elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyoruz.
Yorulan çabalayan ama hiçbir şey elde edemeyen gene biz oluyoruz.

Oysa belki de bizim öğrenmemiz gereken şey daha fazla çabalamak, daha fazla fedakarlıkta bulunmak, daha fazla anlayışlı olmak değil;
Olanla yetinip oldurmaya çalışmadan, kendimizi yormadan, bazen vazgeçmeyi, bazen umursamamayı, bazen önemsememeyi öğrenmek belki de.

Özetle, sizi hak etmeyen, varlığınızın idrakinde olamayan ve değerinizin karşılığını veremeyen topraklarda çiçek açmak için çabalamayın, aksi halde tükenen siz olursunuz.

Ezelden Ebede

İnsanlık neyde, sevgi ne ile
Kim nerde, kimin derdinde?
Kiminle hemhal, kimin haline hâl,
sözüne kâl, diline lâl…

Varılmaz ve aşılmaz dağlara ulaşan güç kimde?
Yapmam dediğini yaptıran duygu nerede?
Olmaz dediğini olduran yâr…
Öldü dediğinde dirilten
Kurudu dediğinde yeşerten
Bitti dediğinde yeni bir başlangıç yazan

Ey derdiyle sınanan insanoğlu!
Şükür kime, isyan kime?
Dünya için çalışırsın insan eline
Aldığın nefesin vergisi kime?
Konuşan dilin yönelir gıybete
Yine aynı dil değil mi, yönelir Rabbe
Günahkâr dille dökülen duanın
Varışı kaç arşındır arşa
?..

Vücudun sporu namaz
İbadet olarak gör çünkü; farz
Dünyalık haz bu, gelip geçici
Yaşarken ölümü düşünen seçici
Müslümanlık bir nimet gerçi
Ebedi olarak kalan; ahiret seçildi
Meyil ile kalma, dar-ı dünya senden geçti

"...Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım..."
/İbrahim Suresi ayet;7/

Elhamdülillah;
” Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur. “

Hayalime Sesleneceğim Bugün

Bunu ben yazmıyorum çünkü;

Hayalime seslenmek istiyorum bugün.

“Gözlerimi kapattığımda seni görüyorum dersem, alınma. Biliyorsun, ben gözlerimi açtığımdan beri seni arıyorum. İki kelimeyi bir araya getirecek gücüm olursa eğer, gözlerinin içine bakarak da söylemek istiyorum. Seni öyle çok seviyorum ki varoluşum bu sevgiye borçlu gibi geliyor. Sanki ben bu sevginin hizmetkarı olarak doğmuşum. Burada olmak, seni anlatmak, seni dinlemek ve senin için çalışmak; sanki benim kaderime senin sözcün olmak yazılmış.

Herhalde bu yüzden gece gündüz demeden çalışıyorum. Bu yüzden mutluluk o boş günlerden çok parmaklarım sana dokunduğunda geliyor. Bu yüzden bu anı değil de hayalleri yaşamayı seviyorum. Belki bu yüzden başkalarının aksine benim içimde bir ateş yanıyor. Belki bu yüzden bütün belkiler bile sana çıkan yollar üzerine beliriyor.

Buradan sana sesleniyorum hayalim. Duyuyor musun beni? Görüyor musun çabalarımı? Ben sana koşsam, sen de koşar mısın bana doğru? Yolda nefesim tükense, uzatır mısın o su bardağını?

Haydi gel hayalim, seninle bir anlaşma yapalım. Ben senden vazgeçmeyeceğime söz vereyim. Sen de günün birinde, ben bugünü unutsam bile, gerçek olacağına söz ver. Günler gecelere karışsa, yılların takibi bile kaybolsa, ben içimdeki ateşe sadık kalacağım.

O zaman konuşma sırası sende. Haydi, söyle hayalim. Peki sen ne yapacaksın?

Ben sözümü tutarsam, sen de sözünü tutar mısın?”

Bildiğiniz Kedileri Unutun

Hafta sonuna yetiştirmek istedim. Fakat o kadar özel bir çalışma ki; hemen bitsin istemedim. Tane tane, sindire sindire, düşüne taşına okudum. Öyle keyifli bir okuma idi ki siz kıymetli okurlarımızla paylaşmasam haksızlık etmiş olurdum.

Kaptansız!!!

 Hem maneviyat hem huzur arayan her kaptanın gemisine güzergah çizen türden bir eser olmak konusunda oldukça başarılı. Her okuyanın kendisinden çok şeyler bulacağı çalışmayı Astrolog Can Aydoğmuş kaleme almış. Benim okuduğum nüsha beşinci baskı idi. Talep öyle artmış ki arzı beşinci baskıya sürüklemiş.

Dilin kullanımından örneklerin zenginliğine, hikâyenin özgünlüğünden gerçekliğine kadar hiç usanmadan okunası bir çalışma gerçekten. Genç yaşına rağmen oldukça seviyeli bir bilgi birikimine sahip yazar, son derece içten ve samimi duygularını tam yansıtmış. Sevgiyi gerçekten  temiz kelimeleri ile yazarak adeta yaşatmış. Hz Mevlana’nın konu olduğu hangi hikaye sevgiden eksik olabilir ki?

Artık Her Şeyde ve Her Yerde Olmak İstiyorum

Kitapta hiçbir satırı üzerinde biraz düşünmeden geçemedim. Altını çizdiğim bazı cümleler ise saatlerce üzerinde konuşulacak türden:

*…kitaplar okuyarak fazlasıyla farkındalıklar sağladım ve özgüvenimi kazandım. Dünya birbirinden güzel başarı hikayeleriyle doluydu.

*Dünya dediğimiz bu diyarda aslında hiçbir yaşanmışlık yok olup gitmiyor.

*Çiçeği açmamış bir dalken dalımdan dallar yeşerdi.

*Bakan ile gören dinleyen ile duyanın arasındaki fark…

Mevlana’nın Kedisi

Bir kediden bile öğrenilecek çok şey varmış diyenlerdenseniz…

Bir iç derinlik arayışında iseniz…

Bir öze yolculuk deneyimlemek isterseniz…

Kötülüğün nasıl daha iyiye hizmet ettiğini merak ediyorsanız…

Yaşadığım her şeyi iyi ki… iyi ki yaşadım diyebiliyorsanız…

Tüm bunları yaparken de güzel bir roman okumak niyetinde iseniz…

Bu kitap tam aradığınız gibi.

Okuyun.

Eğer bir insanın kokusu tüm kokuları bastıracak kadar güçlü değilse kendi doğasının güzelliğinde değil, karanlığındadır.”

Güzelliğine siz de ulaşacaksınız. Tadı damağınızda kalacak.

İstifadeli okumalar dilerim.

Kelebek Katilleri

Çorak şehirlerin,
boş mabedlerinden sesleniyorum
Dilleri itikat eden,
kalplerini afaret şeytanları yöneten; günahkar bir kavim arasından.
Kız çocukları katilleri ile dolu bir diyardan,
Bütün iğrençlikleri üstlerine giyinmiş,
Yaradan’ın korkusundan bihaber,
zalim insanlar arasından…
Oysa ben hiç kimseyi sevmedim;
Saçlarına baba eli değmemiş kız çocuklarından başka…
Hiç kimseye açamadım yüreğimin kilitli kapılarını,
Dünyayı bir elma şekerine sığdıran;
O masum kız çocuklarından başka…
Dimağımda yabancı bir kalabalık,
Zincir vuruyor yalnızlığımın ayak bileklerine.
Çığlıklarımı uyandırıyor;
Bedenimde adres sormaksızın gezen sızı…
Sonra,
Sonra bütün düşüncelerimi astım,
Gözlerimi dikip seyrettiğim o boşluğa…
Kan kokan,
İçinde katı yürekler ve ölü kız çocukları taşıyan bu şehirde;
Bir mahkumdum artık,
Ellerine “Töre” kelepçesi vurulan,
Özgür bir mahkum…

Kaç Bin Kez Yüzleştim

Bin kez

I.
Kendime bahaneler sunuyorum
Kalanlarımla yüzleşmemek için
Kaçmak için benden
Kaçırılmayacak olanı almak için
-Kaçanı bulmak için- senden
Bin kez yüzleşmeli aynada
Gök perdeyi aralayan yafta
Elime sunulan binlerce yalanla
İşte kapıma asılan yine o hain iftira
Bundandır bin kez yüzleşmeli insan
Bin kez düşmeli, bin kez izlemeli
Dinlemeli ve kaçmalı yırtık dağdan
Ay ışığı ile sağıma soluma
Düştüm düşeli kahrın bağrına
Soluklanamıyorum gecenin altında
Gitmeli mi, gitmeli bu yılışık ağrı
Ve kulaklarımdaki sinsi, çıplak çağrı
Bin kez vurmalı, vurmalı tufanımı yuvasından

Kaç kez

II.
Haftanın kaçıncı günü
Evine dönen o yorgun, hoyraz
Akıllanmaz gönlüm
Kaçıncı kez öldüm
Kaç kez gömüldüm
Bu ayık tarlaların başında
Derenin öbür yanından el sallayan
Kızıl elma, kızıla çalan gök
Semasında kanat çırp
Yüksel, yüksel ve düş
Düş ve yüksel…
Bu kaç kez yaşandı hatırlamıyorum
Affına sığınıyorum zerresi gafletimin
Kaçtım bu kıştan ve saklandım
Olası bir hatadan, sonra sızlandım
Şarkısı kulağımda, duraksadım
Söylesin bu tohum açan ahım
Kaçıncı kezdir kapınızda
Söz dinlemez oldu
Söz dinlenmez oldu
Bana bakan karanlığından
Doğuşu olan güneşe
Bu kaçıncı kezdir uğrayamadım kapına…

Yüzleştim

III.
Oysa bu biçare gafil göremedi
Kalbine saplanan hissizliğin sivri ucunu
Sapından yakaladı onu iyice inceledi
Biliyordu aynı yer aynı elin teri
İncelen ve kırılan tahta kurusu
Kurtlanan yara kanını emen binlercesi
Çaresiz yüzleşti, ay’ın, güneşin ve günün
Göze yansıyan, gözüyle kesişen yanını
Hakikat bu kadar mı kör ederdi insanı
Bu kadarı ile mi yıkıldı onca düş
Onca içe çekilen kahırlı ahlar!
Ve tozlu bir rüzgara kapılan yapraklar
Anlaşılmaz kıldı sonbaharın getirdiğini
Bilmiyorlar, bilemezler kaç bin kez yüzleştim!
Kaç bin kez yüzleşti gönlüm
Kaç bin kez yüzleşti yüzüm
Tahirin yakındığı yanıyla
Zehra’nın yakalanan sırrıyla
Geceye doğan o ısırgan ıslık
Sabahları bin kez yüzleşti duvarların bana anlattığıyla…
Ve soldu çiçek, soldu bağ bahçe
Binini bin kez yağdırsa da yağmur
Küstü çiçek, küstü bağ bahçe…

Uzun Gece

gölge ve tirad

Yokluğunun üstünü geçmişimle örtüyorum,

Üşümüyorum ama hissetmiyorum da…

Bir başıma direniyorum yalnızlığa,

Bir başına var olmak yetmiyor olsa da.

Düne dönüyorum aradığımı bulabilmek için.

İşte o an içimde birtakım fısıltılar beliriyor,

Dışımın duymadığı çığlıklar halinde.

Sana sesleniyor, seni arıyorlar,

Ve bu gece;

Seni bulmak ihtimal, umutlu el fenerleriyle

İlkin yüreğimdeki inanç tohumuydun,

Sonra gönlümün bahçıvanlığını üstlendiği,

Yaseminlerle dolu bahçesi.

Sana çok özenirdim sevgilim.

Öyle ki! Kış uğramazdı bize,

İklimler boyu korurdum.

Öyle içimden, öylesine derindeydik ki,

Yüzüm sadece sana dönük.

Gökyüzünü, yeryüzüyle ayıramayacak kadar,

Aşka kamburdum.

Bugünse bedenimi,

 Sana hibe edilmiş zannederken,

Yokluğuna yenik düştüm yeniden.

Bu zifiri günlerde,

Seni bulmak ihtimal, umutlu el fenerleriyle…

Rüyalarda yaşamak için seni,

Gece uyutmaya çalışıyor beni.

Gel sevgilim, gel!

 Gün ağaracak birazdan.

Zaman öldürmeye zorluyor içimden seni,

Gelmediğin her an…

Bendeki Sen

Çocukluk anılarımda biriktirdiğim bilyelerim vardı avuçlarımda.

Tek tek takacağım saçlarına.

Her renginde bir dünya kuracağım.

Havanın ayazında kirpiklerini ört ruhuma.

Sızlayan, çatlayan kemiklerim nefes alacak melteminde.

Yüzüne düşen birkaç tel saç,

Yüzündeki gökkuşağını okşamıştım nefesimle hiç dokunmadan.

Yanaklarında hissettiğin esinti, ürpertici gelmesin gönlüne.

İlkokulda başına düşürdüğün sarı masa mıyım?

Alnından düşen gül tanesi mi?

Savrulurcasına koşan hissiyatın mı?

Küçüklük anılarından kalan kaşlarındaki yaraların mıyım?

Ben neyim?

Kuruyan topraktaki çatlaklar gibiyim.

Bir yağsan diyorum, kapanacak bütün çatlaklarım.

Zeyna

      Zemheri gecelerin bekçisidir suretin,
      Odamdaki son ışık kırıntısı yenilince karanlığa;
      zihnim çizer duvarlarıma yüzünün en ince çizgilerini... 
      Gözlerimi kırpmadan,
      Şafak ve karanlığın boğuşacağı ana kadar izlerim seni... 
 
      İşte şimdi kovalıyor şairler kelimeleri,
      söyle bana ey nefesimin celladı;
      Hangi ananın rahmine sığamadın da,
      yüreğimde doğdun gecenin bir vakitleri?

      Hangi şairin şiirisin sen Zeyna?
      Yahut hangi şiiri mısrasız bıraktın da,
      Benim kalemimden sızdın dizelerime... 

      Seni izlerken,
      bir ressam gibiyim Zeyna!
      gözlerimi, kelimelere bulayıp;
      yüreğime şiirlerle çiziyorum seni... 

      Nedir bu ansızın gelişlerin Zeyna?
      söyle bana,
      hangi türkünün bağrından kopup da dilime doladın adını?
      sen hangi ozanın sazını notasız bıraktın?


      Korkuyla seviyorum seni,
      sanki birilerinden seni çalmışım da kaçmışım gibi,
      Bilmiyorum zeyna; 
      aşıklar bunu da dahil eder mi sevdaya?

      Zeyna... 

Biçare Umutlar

Güzel günlerin geleceğine inandık,

Giden günlere sayıp söverken.

Yeni düşler edindik,

Eskileri kırık, bin parçayken.

Ayrılıklara düştük,

Vuslatı beklerken.

Işıldayan umutlar büyüttük,

Karanlıklar çöktü üstlerine çok geçmeden.

Gelip geçse de beklediğimiz tarihler,

İstediğimiz olmadı günler.

Biz yine hayaller ekmeye devam ettik,

Mutluluğa elverişsiz topraklara.

Bu Yaz

Canım güller soldu bu yaz.
Öyle taç yaprakları uçtan uca kurumadı bile,
Büsbütün yok oldular ansızın zifiri karanlıkta.
Sabah ezanıyla uyandı Ruhi Bey bu yaz.
Koca sokakta aydınlık bir onun evi,
Daha ne hikmetler saklar kalbi!
Yeni savaşların habersiz çıkarmasıydı bu yaz.
Postallarını kaybetmiş Amerikan rüyası
Dişleri takırdıyor Sibirya soğuğunda
ve alınları terliyor Orta Doğu'da
Aç, huysuz ve bir o kadar da farkında...

Kimsin Sen?

Kimsin sen?

Ruhumda derin bir iz bırakan

Yüreğime sevda kıvılcımını koyan

Kimsin sen?

Sen ki bilinmeyen

Ama hayallerimi süsleyen

Bil ki gönlümdesin

Bil ki bendesin

İsterim ki senin de gönlün

                                          beni desin

Hissediyorum

Bir gün mutlaka karşılaşacağız

İşte o zaman tanışacaksın

                                          bendeki senle

Bekliyorum o efsunlu karşılaşmayı

Belki yine aynı yerde

Yine aynı gökte

Ama bu kez daha farklı

Bu kez daha sevdalı