31.6 C
İstanbul
Pazartesi, Ağustos 11, 2025

Kat: -1

Güneş sana hayat verir ama gidip ona sarılamazsın. Su sana hayat verir ama altında nefes alamazsın. İçinde birden fazla mevsimler barındırırken çatıştığın tüm o duygular işte böyledir. Seni anlayamazlar çünkü senin kadar hassas değiller. Seni hissedemezler çünkü bu trende yer almıyorlar.

Uzunca vagonların olduğu bir trenin en sonunda yer alırken, en öndeki vagonun derin bir kavisle sola yöneldiğini gördüğünde, en arkadan baktığın bu kadrajın birazdan döneceğinin farkındasındır. Ben olamam. Bizim gibiler için o gerçekçiliğin sonuçları değişkenlik gösterebiliyor. Trenin sola kıvrılacağı gerçeğiyle benimsenmişken yol sana geldiğinde aşağıya inebilir, yukarıya tırmanabilir veya sağa dönebilir bile. Kasvetli bir güne merhaba dediğinde pencereyi açıp “ne harika bir gün!” diyebilir veya güneşli ılık bir ilkbahar sabahında tüm pencerelerini kartonla kapatabilirsin.

Bir olayın hatta bir kaosun içerisindeyken, haftalık planlar yapıp her şeyi mükemmel ve etrafındakilere en iyi şekilde yansıtacak şekilde hazırlarken, bir kasiste sendelediğinde basit bir olguyu başaramadığını zannedecekler. Her şeyin ne kadar mükemmel ve ileriye dönük olduğunu anlamayacaklar ve sen kafanın içindeki o harika kurguları aktaramayacağınla kalacaksın. Basit insanlar ve basit düşünceleri içinde tüm o harikalığını kimse göremeden göçüp gideceksin belki de.

Koca bir yıl içinde dört mevsim yaşarken tüm insanlar, sen gün içinde bile mevsimler geçirip durursun. İnsanlar yaz aylarında sıcak kumsallarda güneşlenirken, senin ruhun bir bayırdan poşetle kayar. Yazı tura atmak için fırlattığın bozuk para herkes için iki ihtimal beklentisinde merakla yere düşerken, sen havada geçen sürede tüm ihtimalleri zaten yaşayıp sindirirsin.

Ne sen hastasın, ne de onlar sağlıklılar. Seni sadece mevsimleri dörtten fazla olanlar anlar.

IHLAMUR DALI

İnsanın pınarına giden damarlarıyla olan eşsiz muhâkemesi.
Ona kuracağı bir salıncakla gönlünü hoş etmek istemesi.
Etrafında kımıl kımıl titreşen acı hüzmeleri, müsaadenizle..
Müsaade ediniz, debdebe nehrinde boğulan âciz kula.
Nefesi sayılı, uykusu nâkıs bu sabîye.
Şerha şerha kılınmış bu bedene, sabîye.
Lâl-ı deryaya, sabîye.
Elleri toprağa değmiş, gönlü başka memleketten ecnebîye.
Bu koku, riyâhının esintisi baş döndüren.
Muhkem râbıtanın teslimi.
Ân, anlık, bir an.
Muhtelif bambaşka.
Irak çok uzak.
Bir adım köşede, çok gönül ötede,
Bir adım nefes ama gönlü kafese,
Bu âleme göçüp gideceğim kutlu güne…

VEDA ŞİİRİ

Sokaklarda görünmez bir beden

Havada o günden kalma koku

Hızlı adımlarla sana koşuyorum

İçimde  kavuşamama korkusu 

Sana koştukça kaçıyorsun benden

Sanırım gideceksin gelmeden

Ve seni kaybettim sonunda 

Dünya küçüldü bir beden

 

Aşk Nedir?

Aşk kavgadır, özgürlüktür, direnmektir.
Kavgayı senden öğrendim çünkü
Gözlerine bakınca kavgayı görüyordum.
Aşk özgürlüktür çünkü gözlerin bana bir insanın ne kadar özgür olabileceğini öğretti.
Aşk direnmektir çünkü gözlerin her şeye karşı direniyordu.
Kısacası aşk senin gözlerindir.
Senin gözlerin ise benim dünyam…

29.12.2020 (Acıyı Kabulleniş)

Şimdi önümde koskocaman bir yol var beni yalnız bırakıp gittin.
Mutsuzum, beni hiç bu halde görmek istemezdin.
Sensiz geçen vakite düşman oluyorum ve asla bulamıyorum yolunu atlatmanın bir şekilde.
Olamıyor derman zaman bulamıyor çözüm,iş işten geçince.
Şimdi kim dinler beni anlar en içten ve yargılamaz beni her ne olursa olsun.
Arkamda kocaman dağdın şimdi nasıl bir anda yoksun, yok olursun?

….

Bu satırların devamı gelmedi,aynı senin geri gelemeyeceğin gibi.
Seni çok seviyor ve özlüyor olsamda artık yukarıdaki gibi sitem değilde senin hayatımda olmuş olduğun günler için teşekkür ediyorum. Umarım başka bir evrende yine karşılarız ve ben seni orda tanıyacağıma kesinlikle eminim. Güzel uykular dedecim.

İnsanın Demlenmesi

İnsanın demlenmesi

Bir gün, böylesine hissiz uyanacağı aklına gelmezdi. Gözünü açtı ve tavan ile karşı karşıya gelirken, hayatı gözlerinin önünden hızla geçti ve bir taraftan kalbi kendini yargılarken beyni de sorulara cevap aradı. Sorular cevapsız, yargı idamda, gözler boşlukta… Gözlerinin feri sönmüş, boynu bükük, yanakları al al, dudakları çatlak, yüreği ürkek, masumane bakışlarla, elleri toprak kokan çocuksu ruhu geldi ve başını okşadı. Gözlerinden yaş boncuk boncuk dökülürken, o sıcaklığa sarıldı, sarıldı. Öylesine  içine çekti ki tüm özlemini, hiç bitsin istemedi.

Zaman dursun, hasret bitsin, acılar dinsin istedi.

Pencerenin önündeki yatağının üzerine, hafif esen rüzgarın şiddetiyle tülün yüzüne değmesiyle sıçrayıp, yatağın üzerine oturup, ayağını yataktan aşağı sarkıtması çok zaman almadı. Donuk gözler karşıya öylece bakakaldı. Hani bir anne çocuğunu parka götürür de salıncakta sallarken karşı bankta da muhakkak oturan biri olur ve kendi çocukluğunu hayal ede ede anne ve çocuğu izler ya işte bomboş duvara salıncak kurdu ve bir de anne ve çocuk. Onları izlerken hafıza da unutulmuş anılar… Ya da olmayan anılar akla gelmez ya yoktur çünkü öyle işte kocaman bir boşluk… Korku bütün bedenini hızla sardı ve titremeye başladı. Kedinin verandadaki saksıyı düşürmesiyle çıkan sesle kendine geldi ve biraz bekleyip ayağa kalktı. Yüzünü yıkamak için banyoya yönelen ayakları, ayakta durmaya güçlük çekerken, kendisini banyoda ayna karşısında buldu ve gözler aynaya takıldı.

Akıl baştan gitmiş de geri gelmesini bekler gibi bakıyordu.

Durgun, ne yapacağını bilmeden duruyordu. Derin çok derin bir iç çekti ve eğilerek yüzünü yıkadı, kuruladı ve banyodan salona geçti. Perdeyi açmak istemesede eli istemsizce perdeyi açtı ve içeri giren ışık biraz gözlerini aldı. Pencereyi açtı içeri giren temiz hava onu aldı, yıllar öncesi bir zamana götürdü, ağacın hışırtısında, çiçeklerin kokusunda, kuşların cıvıltısında dolaştırdı ve salonuna geri getirdi. Ufak bir tebessüm ile yüzündeki gamzesi belirdi.

Konsol üzerindeki duran grafamona yöneldi ve müziğin nağmelerine kendini bıraktı. Nağmeler eşliğinde mutfağa gitti ve çaydanlığı ocağa koydu. Buzdolabından da kahvaltılıkları çıkardı ve çayın demlenmesini bekledi, “Tıpkı insanın da demlenip olgunlaştığı gibi.” diye söylendi kendi kendine ve geleceğe dair hayaller kurmaya başladı. Fokurdayan çaydanlığa bakarak, “Acı” dedi, “Acı insanı demleyip geleceğe yol gösteren rehber gibi, sağlam atılan bir temel gibi.” dedi ve devam etti. “ Bizi biz yapan yaşanmışlıklar, tecrübeler adeta kendi hayatımızın inşasını yapar gibi. “Hedefler” dedi, “Bina katları gibi hayatımızın katlarını çıkıyoruz her bir hedefe ulaştığımızda.” dedi ve çayını ince belli bardağına koydu ve sıcak sofrasına oturdu. Yalnızdı, kendi ile başbaşa, içinden söylenip güldü, bazen gözleri dolup “Aman boşver, takma kafana.” diye kendini teselli etti ve sıcacık çayını yudumladı, sanki hayatı içer gibi.

Zemin Kat

Sahilde oturmuş, kıyıdan ufukları ya da sonsuzlukları izlemeye benzemiyor içselleştirdiğim şeyler. Güvenin bana olduğum yerde ayaklarım yere değmiyor. Buradan bakınca herhangi bir kara parçası görünmüyor. Okyanusta alevlere kulaç atmak gibi bu hissettiğim içsel sancılarım. İlerleyemiyorum, yönümü bilemiyorum. İlerliyorsam bile bunu hissedemiyorum. Beni canlı görüyorsunuz çünkü başımı boğulmamak, nefes almak için dik tutuyorum. Açıkçası mucize beklemiyor değilim. Belki bir kütük parçası denk gelir ve biraz dinlenirim. Bildiğim tek şey bu açıklarda hala ayaklarımı yere basacağım o kara parçasını bulacağıma olan inancım. Biraz zaman alacak biliyorum ama sendelemekten öte, düşmek gibi bir şansım yok.

Sanki her şey tanrının oyuncağıymış ve ben vakti dolup kenarıya kaldırdığı oyuncağından başka bir şey değilim. Tozlu bir rafta, güneş bile görmeyen bir köşede, kenarıda… Yeniden başrolü bekliyormuşçasına tüm bu mucize bekleyişlerim.

Söyler misin tanrım; benim sende -ki işlevim neydi? Her oğul babasının sırrıdır dedikleri bu fani dünyada, söyler misin tanrım; ben senin hangi tarafınım? Söyler misin tanrım; benden neden vazgeçtin? Lütfen yeniden al beni oyuna.

Mukaddes hâmal

Ben ki saman yüklü
El yüz ayak toza batmış
Uyanmak isterim bu rüyadan
Ellerin saman yüklü hamal
Gözlerin buğday tanesi
Ben memnu bahar

Zamansız geldi Havin
Ne olacak bilinmez bu halim
Sen Nergiz topluyorsun gül kokan ellerinle
Ben saman yüklü bir hamal
İplik ki incecik
Rahvan atların kan kustuğu
Deli çağımız
Ütüsü bozulmuş gömleğimiz

Sen ıssız tarlalarda begonviller topluyorsun
Ben mukaddes bir yüke hâmal
Sen ki baharın rengârenk gülü
Ben ise yalnız kır çiçeği.
Belki de sen benliğinden şikayetçisin
Ben en keshif yükten
Sen bülbüle aşksın
Ben topladığımız güle

Geceler

 

 

Gün en koyusundan demini alınca güneşten, doğardı dünyamıza geceler…

 

Başlama girizgâhı olmaz bazen cümlelerin öyle ortasından başlar kıyıya doğru süzülür halet-i pür melalim.
Bir gecenin yarısında yola çıkar bütün ilhamlı sözler, gelir kalbin baş köşesine bağdaş kurup oturur.
İnsan dediğin en yüce varlık ya hani, geceleri bir başka renge bürünür ruhu. İnsanın en sarsılmaz gururu, her gününden geriye kalan pişmanlıkların yükü, çaresiz bir annenin gözyaşları, sevdaların en hasret kokanı gecelere tutunur alevlenir yürekten dökülür dile.

Gecenin derin kuyusuna gizlenirsin sessizce, kendinden kaçarken düşersin serin sularına ve öylece kaybolmamak için çırpınırsın.
Ne meşhur bir yazgıdır her günün sonuna yazılan geceler. Şarkılarda belirir ya izi “geceler kara tren geceler, yüklüyor seni bana geceler…” bir gecenin ortasında yükler insanın omuzlarına kaçmak istediği tüm şiirleri, şehirleri, insanları, anıları…

Ay karanlığa kavuştuğunda yürekte parlayan umuttur geceler. Kimi zaman bitmek bilmeyen acının en sancılı anı, kimi zaman en güzel günün filizinde açan çiçeğin habercisi, kimi zaman yalnızlığın dilsiz haykırışıdır geceler.
Bir yarası var gibi, yalnız kalan ve yüreği hüzün kokan gecelerin ama nasıl olsa hüzünlü gecelerin heceleri yalnızlığa bölünür, sonunda çıkarılan da toplanan da yine senin kalbin değil midir?

Sorular, bitmek bilmeyen insanı insanlığından geçiren sorular uykuya hapsedemediğin gecelerde firar eder.

Oysa her gün başka bir yalan bulurken, geceler gerçeklerini saklayamaz insanın. İşte insanın yüreğine ayna tuttuğu an bir gece vakti; kendine dürüst olduğun, yeniden doğabilmenin, yeni bir güne umutla başlayabilmenin anahtarı. Anahtar senin elinde kapı da senin benliğinin ardında, şimdi benliğinden süzülüp o kapıyı açabilirsin şimdi bu gece yeniden doğabilirsin, iyi kalabilmek iyiliğe tutunmak için bu gece kendine bir şans daha verebilirsin. Zira yalnızca hakikatin gölgesinde yaşayan iyiler sonsuz saadete  ulaşacaktır.

 

Yeis dolu gecenin en koyusunda, umudu kendine yoldaş etmiş iyiliğe tutunan  tüm iyi insanlara ithaftır…

Kişilik

kişilik

Sahilde dolaşırdı belki de deniz olsaydı. Deniz yoktu, sahil yoktu, liman yoktu ki çekip gitsin ya da beklesin. O dağların, taşların arasında kalmış, engellerin içinde debelenip duruyordu çaresizce. Kafası karışık, saçı dağınık, üstü pejmürde, biraz dalgın, biraz yorgun ve uykusuz, gözlerinin altı torbalanmış ve morarmış. Ne yaşlı ne de genç görünümlü, düzensiz dünyasının içinde nefes almak için uğraş veren dik duruşlu, içi kırık dökük bir kişilik

Bir gece ümit dolu hayallere daldı yine mutluydu.

O kadar mutluydu ki gözüne uyku girmedi sevinçten, oysa ortada hayalden başka bir şey de yoktu. Yine üzülecekti sabah uyandığında, kaldığı yerden devam edecekti yaşamına. Dağ ve taş arasında ne yapabilirdi ki kişilik? Engel üstüne engel aşmak için mi yaşayacaktı yoksa  dağın, taşın altında mı kalacaktı? İki yol vardı onun için, belki gökyüzü kadar özgür belki de deniz gibi gizemli ve heybetli olacaktı. Ama o üçüncü yolu seçti ve boyun eğdi, hayatına kendisi yön vermiyordu artık. Mutsuz ve güvensizdi, yorgunluğuna yenik düştü. Gönlünün sesine kulağı sağır, hayallerinin diline ahraz olmuştu. Berduş misali salınıp duruyordu ortada, bir kayaya çarpıp bir taşa çarpıyordu belki de artık nefes almamak istiyordu.

Her gece bir önceki gecenin aynısı ve her gündüz bir önceki gündüzün aynısıydı onun için ta ki bakmasını bilene kadar. Bu sabah farklı uyandı, ya da uyandığında farklı baktı etrafa, gözünü açar açmaz gece uyuduğu damdan gökyüzünün denize benzer berraklığını, dalgasını, rengini, hayallerini gördü.

Şaşkındı ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Aynı dünyasında sanki farklı yaşadığını fark etmiş gibiydi. Yani bakış açısını değiştirmiş, olaylara at gözlüğü ile değil geniş çerçeveden bakıyordu. Belki de her şey yeni başlıyordu onun için. Yapılması gereken o kadar çok şey vardı ki heyecandan nerden nasıl başlayacağını bilemiyordu. Artık farkındaydı olduğu hayatın içinde mutlu olabilmenin mümkün olduğunu.

Şimdi hayat yeni başlıyordu onun için.

Kendine bir dünya kurdu, kendi iç alemine döndü. Beyaz papatyanın yanında sarı papatyayı da gördü, gelinciği kopardığı zaman, yapraklarının döküldüğünü farketti. Yeşil yapraklı ağacın ötesinde kırmızı yapraklı ağacın olduğunu da farketti. Gündüz güneşin enerjisinden sonra gecenin bir yorgan gibi örttüğü karanlıkta parlayan yıldızın o muhteşem manzarasını gördü.

Sevgi ile bakmanın sevgisini buldu.

Sevginin her şeyi iyileştirdiğini anladı. Mutsuzluk yaratarak kendini çıkmaza sürüklemenin boş bir kuruntu olduğunu anladı. Yoldaki taşı kenara çekmenin sevabıyla sevinci doldu taştı. Farkındalık gerekti hayatına o farkındalığı yakalayarak hayatı yaşamayı öğrendi. Belki biraz görmek, biraz ümit, biraz da sevgi ile yoğrulmuş olmanın empatisini yaparak kişiliğini buldu.

Şimdi vakit yaşamanın zamanıydı. Acısıyla tatlısıyla ama huzuru elden bırakmayarak yaşamalıydı.

 

 

 

 

 

 

Benim Küçük Sevgilim

Bütün her şey manasız sensiz,

En güzel şarkılar bile dilsiz.

Ne çok önemsediğim her şey,

İlk defa bu kadar değersiz.

Mum ışığı kadar artık, hayallerimin saçtığı ışık.

 

Korkularım bile terk etti beni,

Üstünkörü bütün hislerim sensiz.

Çok istesem de olmuyor;

Üzerimden hüznün gitmiyor,

Kalbimden izlerin geçmiyor.

 

Sensiz kurulmuyor cümlelerim,

En dar açıdan da olsa seni yazıyor sözlerim

Ve çıkmıyor gözlerin gözlerimden,

Gitmiyor hayaletin içimden.

İsmin silinmiyor ömrümden.

Leyla oldum artık ben;

İflasa geri sayıyor zihnim,

Maçı kaybediyorum sevgilim.

kendime yenik düştüm

kendime gelemiyorum. kendimi nasıl ifade edeceğimi, ne yapacağımı, yaptıklarımın ne işe varacağını kestiremiyorum. yapılan şeylere gözlerimi yumdukça gözlerimden akarken yüzümü yakan yaşları durduramıyorum. çığlık çığlığa susuyorum. çığlık çığlığa özlüyorum eskiyi. kendime sarılamıyorum, kendimi sevemiyorum. beni üzen insanlara küsmeyip kendime küsüyorum. isyan çıkartamıyorum, iç savaşımda hem mağlubum. neye yenildiğimi ya da ne uğruna savaştığımı bilmiyorum bile. oturmuşum bir köşede boğazıma düğümlenmiş sözcükleri çözmeye çalışıyorum. nafile… daha da düğüm oluyor her biri. öfkemi dile getiremiyorum içimde patlamalar yaşıyorum. üzüntümü söyleyemiyorum yalnızca içime ağlıyorum. kendimle barışamıyorum, düşmanıma sarılıp kendime sırtımı dönüyorum. sessizleşiyorum, ağlayamıyorum, gülemiyorum. dibe çökmüş halde yukardan halat bile beklemiyorum. kurtarılmak istemiyorum çünkü kurtulunca neye yarayacak bilmiyorum. öfkem, kırgınlığım kime ya da kendimden ne istiyorum? 

bana “yap” denilenden kaçıyorum, kendi yapacaklarımı erteliyorum. düğümlediğim her kelimemde boğuluyorum, nefes alamıyorum. ciğerlerim yanıyor, saatlerce koşup bir saniye bile dinlenmemiş gibi nefesim yanıyor. içim kan ağlıyor. korkuyorum, kendimi sevmek beni korkutuyor. başkalarını sevmek daha kolayıma gelirken bir türlü kendimi affedemiyorum. savaşmayı seviyorum ama benim kendimle bitmeyecek savaşımda her seferinde mağlup düşmekten yoruldum.

Zalimler Devri

Bak dört bir yanına
Zalimlerin devrini göreceksin
Kendine zalim sevgiden uzak

Kalbinin üzerinde karanlığa tutsak
İşte bu zalimler devri!

Hakikate yabancı, susmaya alışkın
Rüyası hayal ötesi gerçeği kör bir kuyu
Düşenin elini tutamaz eller
Eller ki hep umudu düşler
Unuttuğu insanlığı aramayan
İşte bu zalimler devri!
Nerde bir sevda ışığı görse
Kara geceleri boynuna yükler
Sevenlerin ayrılığı en sevdiği oyun
Kan revan edercesine yüreği kanatır
İşte bu zalimler devri!
Bir devri kapatır bir göz yaşı
Kork o günden ey zalim!
Mazlumun göğünden hüzünle  dökülen tek bir damla
Kül ettiğin toprakları yeşertecek
İşte zalimler devri,
O gün bitecek!

Yoksun ki

Soğuk bir gece yarısı,
Bir duvarla bakışan şair var odada.
Geçiyor zaman, durmuyor dünya.
Elime verdiği çiçekleri koparıyor.
Bir hiçiz sanki, hiçlik için var olmuş.
Yok olmak için doğmuş,
Bir saate takılı kalsın diye mi doğdu gözlerim?
Kalem boğazımda yaşayayım diye mi doğdu bedenim?
Ne kendimi bilirim, ne de bu saati.
Ürktüğüm bir hayatın parçası da olmam ben.
Giderim bir şairin doğduğu yere.
Bilmem ki nedir bu gözyaşları?
Nedir bu ağlamak için doğan siyah kuşları?
Gökyüzünde kanat çırpsın diye tuttuğu umutları…
Ben bilmem ki.

Sabah uyan, akşam sekize doğru git.
Kendini anlamaya adadığın ince bedeni,
Toprağa gömmek için yürüdüğünü bil.
Dünya elinde değil ve birkaç umudun da.
Sen sadece var olmak için var oldun,
Başka da değil.
Gözlerinde süsleme insanları,
Ve sesini kıs tüm o yalanlara karşı,
Bitecek bir hikayenin başrolünde olan,
Bir şairsin sen.
Kapat gözlerini, yoksun sen.
Önemi olmayan bir oyunun içine doğdun.
Elini tutup, yüreğine koyduğun acın,
Şimdi nerede?
Götüremezsin hüznü, gittiğin her yere.
Ölüm ki saklayacak her bedeni,
Değiştirecek tüm zihnini,
Şimdi sus ve dinle sessizliği.
Öyle basitsin ki.
Aynalar insana güzel konuşur, değil mi?
Sen bil kendini, bir de kalemini.
Kapat gözlerini.
Yoksun ki.

Bir yağmur damlasında buldun kendini,
Rüzgarın şehri sarması tuttu kalbini,
Ne için var oldun sen bilmezsin ki.
Gökyüzün kaldırır tüm bedenini,
Sen bil diye kendini.
Kısa bir parçası ol bu hayatın,
Üzme yüreğini,
Sevsene kendini.
Sevenin gözünden bil yüreğini.
Sesler çok fazla, kapat gözlerini.
Yoksun ki.
Adımların yavaş, hayat hızlı.
Geçmek için geldi hepsi.
Sen bilirsin, bendekini.
Aynada gördüğün şairi.
Buradasın, yüreklere dokunmak için.
Bir şair var desinler diye buradasın.
Anlasınlar diye bedenini,
Buradasın.

Zaman sadece bir rüya,
Hayat bir masal,
Kapatsana gözlerini.
Yoksun ki.

Haset ve Kıskançlık

Nasıl Tanıştım?

Üniversite üçüncü sınıfının güz dönemindeydim. Psikoloji kuramları dersinde hocamız nesne ilişkileri kuramını anlatıyordu. Derinlemesine bir şekilde ele alınan bu kuramda, haset ve kıskançlık kavramları gündeme geldiğinde, bir an durakladım ve zihnimde bu iki duygunun arasındaki farkı düşündüm. Ancak hemen ardından hocam konuyu net bir şekilde açtı ve kavramları bize daha anlaşılır kıldı.

Hocamızın açıklamalarına göre, haset; sende olmayan bir şeyin başkasında bulunmasıyla duyulan bir tür arzu ve rahatsızlık duygusudur. Yani, senin sahip olamadığın bir şeyin başkasında olması, sana sıkıntı verir. Örneğin, bebek annesinden beslenir, ancak besin kaynağı yalnızca annede vardır. Bebek, annesinin bu kaynağa sahip olmasını bir şekilde içsel olarak kabul edemeyebilir ve ona karşı bir haset duygusu besleyebilir. Kıskançlık ise daha farklı bir duygudur. Kıskançlık, yine sende olmayan bir şeyin başkasında bulunmasına karşı duyulan bir tepkidir, ancak bu duyguda devreye üçüncü bir kişi girer. Yani kıskanmak, bir şeyin başkasına ait olmasının yanı sıra, o şeyi almak, sahiplenmek ve başkasından almak arzusunu taşır. Kıskanmak, özde, “Bunu ben de istiyorum, senin olmasın, benim olsun” hissiyatıdır. Bu durumda, bebeğin örneğinde olduğu gibi, bebek annesinin besin kaynağını başkasına, yani babaya verildiğini gördüğünde, babaya karşı kıskançlık duyabilir.

Böylece, bebek ilk başta annesine karşı hasetlik duygusu geliştirirken, annesinin kaynağını bir başkası (babası) ile paylaşması onu kıskanmasına yol açar. Bu kavramların ayrımı, o kadar ilginç ve düşündürücüydü ki, hocam bu kısmı bitirdiğinde, birden içimden “Bu konuda daha fazla şey öğrenmeliyim” diye düşündüm. Hocamız da konuyu bitirirken, Melanie Klein’ın Haset ve Şükran adlı kitabını önerdi. “Eğer bu konuda daha fazla bilgi edinmek isterseniz, bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim” diyerek bizlere bir kaynak sundu.

O andan itibaren, kitaba olan ilgim arttı ve dersin sonunda kitabı edinmeye karar verdim. Haset ve kıskançlık gibi kavramlar, insan ruhunun derinliklerinde nasıl şekillendiğine dair büyüleyici bir pencere açıyordu. Bir psikoloji kuramcısının bu duyguları nasıl ele aldığını görmek, elbette oldukça heyecan vericiydi. Kitabı alıp okumaya başladım ve gerçekten de kısa süre içinde hem büyük bir keyif aldım, hem de oldukça değerli bilgiler edindim. Şimdi, size Melanie Klein’dan ve kitabından biraz bahsedeyim.


Melanie Klein Kimdir?

Melanie Klein, Avusturya asıllı bir İngiliz psikanalistidir ve psikolojinin önemli figürlerinden birisidir. Çocukluğun ilk yıllarını temel alan psikanaliz kuramı ve oyun terapisi ile tanınır. Nesne ilişkileri kuramının kurucusu olarak kabul edilir ve çocukların gelişim süreçlerini, özellikle anne ile olan ilişkileri üzerinden analiz eder. Anne-çocuk ilişkisinde, özellikle bebeklik yıllarında besin kaynağının anne tarafından sağlanması, Klein’a göre, psikolojik gelişim açısından kritik bir öneme sahiptir. Klein, çocukların duygusal gelişimlerini ve bilinçaltı süreçlerini anlamak için psikanalitik yöntemleri kullanmış ve çocuğun yaşadığı içsel çatışmalarla başa çıkabilmesi için oyun aracılığıyla terapi yapmanın önemine inanmıştır.

Klein, aynı zamanda oyun terapisiyle de tanınır. Freud’un geleneksel psikanaliz anlayışına karşı çıkarak, çocuklarla, özellikle 2-3 yaşlarındaki çocuklarla da psikanaliz yapılabileceğini savunmuş ve bu tedavi şekline öncülük etmiştir. Freud’un kızı Anna Freud dahi, Klein’ın bu yaklaşımına destek vermiştir. Melanie Klein, psikolojik literatüre kattığı derinlikli kuramları ve yenilikçi bakış açılarıyla, bugüne kadar birçok psikolog ve terapist için ilham kaynağı olmuştur.


Haset ve Şükran

Melanie Klein’ın Haset ve Şükran adlı eseri, yalnızca akademik bir kaynak değil, aynı zamanda insan ruhunun en derin çatışmalarını anlamaya yönelik bir rehberdir. Kitap, bilgi ağırlıklı olmasına rağmen, aynı zamanda psikolojik iç görüler sunan ve okurunu düşündüren bir metin olarak tasarlanmıştır. Eğer siz de tıpkı benim gibi haset ve kıskançlık kavramlarını derinlemesine incelemek istiyorsanız, bu kitap bu konuda size sağlam bir temel sağlayacaktır. Ayrıca, anne-çocuk ilişkisini psikolojik bir bakış açısıyla anlamak isteyenler için de oldukça faydalıdır. Kitapta yer alan her bir alıntı, insan doğasının karmaşıklığını ve bu duyguların nasıl şekillendiğini anlamanızı sağlar.


Kitaptan Alıntılar:

“Sevgi, haset duymaz.”
“Haset, hiç kuşkusuz en büyük günahtır; çünkü bütün öbür günahlar yalnızca bir erdeme karşı işlenir, oysa haset her türlü erdeme ve bütün iyiliklere karşıdır.”
“Bana söylediklerinizi anlıyorum ama hissedemiyorum.”
“Kıskançlık, elinde olanı yitirmekten korkar; hasetse, kendi istediğinin bir başkasında olduğunu gördüğü için acı duyar.”
“Şüphesiz, hüsran ve mutsuz deneyimler, her bireyin yaşamında belli ölçülerde haset ve nefretin gelişmesine yol açar.”
“Her kaygı, en başından itibaren ona karşı geliştirilmiş savunmayla birlikte var olur.”
“Hasetli kişi, haz ve memnuniyet görüntülerinden sıkıntı duyar. Ancak başkalarının sefaleti huzur verir ona. Bu yüzden hasetli kişiyi tatmin etmeye yönelik her türlü çaba nafiledir.”


Bu alıntılar, Melanie Klein’ın psikanalitik bakış açısını ne kadar derin ve çok yönlü bir şekilde ele aldığını ortaya koyuyor. Kitap, haset ve kıskançlık gibi temel insani duyguları sadece teorik bir düzeyde değil, aynı zamanda bu duyguların bireylerin yaşamındaki etkilerini de detaylı bir şekilde inceliyor. Eğer siz de insan ruhunun bu karmaşık ve derin köşelerine ışık tutmak isterseniz, Haset ve Şükran kitabı, size bu yolculukta eşlik edecek mükemmel bir kaynaktır.