14.7 C
İstanbul
Çarşamba, Mayıs 15, 2024

Haykırış: Çav Bella

 Çav Bella yani “Hoşça kal Güzelim” bir İtalyan halk şarkısı olarak pirinç tarlasında çalışan bir erkek işçinin evde bıraktığı eşine ithafen yazdığı rivayet edilen bir ezgidir. Şarkının orjinal ismi Bella Ciao‘dur.
Şarkının sözleri 2.Dünya Savaşı sırasında Mussolini faşizmine karşı direnen direnişçiler tarafından değiştirilerek partizanlar arasında bir direniş marşı haline gelmiştir.

İşte bir sabah uyandığımda
Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun

Mussolini İtalya’sında, faşizmin altında ezilen köylü ve işçi sınıf 2.Dünya Savaşının da başlamasıyla birlikte vatanlarının ellerinden kayıp gitmesine izin vermemek için faşizme karşı direnişe geçmiştir. Çav Bella şarkısının sözlerinde yapılan değişiklikler direnişin ruhunu tam olarak yansıtmaktaydı.

Her yanı işgal altında
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun
Her yanı işgal altında


Cepheye giden erkeklerin eşlerine seslendiği bu şarkı direnişin dalga dalga İtalya’ya yayılmasında en önemli etken olmuştur.

Sen ey partizan beni de götür
Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav
Beni de götür dağlarınıza

Savaşın simgesi haline gelen şarkı bir İtalyan halk şarkısı olmaktan çıkıp dünya çapında sosyalist devletler tarafından benimsendi. Şarkı SSCB tarafından Kızıl Ordu marşı haline getirildi. Şarkı 23 yabancı dile çevrilmiştir.

Dayanamam tutsaklığa
Beni de götür dağlarınıza
Dayanamam tutsaklığa

Şarkının son zamanlarda tekrar gündeme gelmesinde tabi ki de La Casa De Papel dizisinin etkisi büyüktür. Şarkı popüler kültürün de etkisiyle çeşitli versiyonlarla karşımıza gelmektedir.

Eğer ölürsem ben partizanca
Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav
Sen gömmelisin ellerinle beni


Çav Bella bir sokak şarkısıdır. Nasıl ki bir çiçek dalında güzelse Çav Bella da sokakta güzel. Çav Bella özgür ruhların şarkısıdır onu belli bir kalıba sokamazsınız. Zaten özgürlük savaşının simgesini prangalamak ne kadar doğru olur?

Ellerinle toprağına
Sen gömmelisin ellerinle beni
Ellerinle toprağına…

Aklını Tutan, Ruhunu Çaldırmaz!

“Sürekli sıkılıyoruz”

Bulunduğumuz duruma isyan ediyoruz, sefaletin derecelerini düşünmeden. Sıkılmamız, elde ettiklerimizle yaşamak zorunda kalıyor olmamızdan. Bu oluş, insanın terbiye edilmemiş doğası gereği olandan fazlasına ulaşabilme arzusunu tetikliyor.

Arzularına ulaşamama gerçekliği, arzulama isteğinizi çoğaltıyor. Arzularındaki çoğalma şiddeti isyana dönüşüyor ve bu durum seni ulaştıklarından daha çok uzaklaştırıyor. İşte o an akıl senin en büyük düşmanın; çünkü sadece arzuların için savaşacak. Gergin, gözünü kan bürümüş, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir cahil gibi…

Önerim şu ki;

Aklını tut, tutarken de mantığından yardım al. Mantığın arzularına yenik düşmez. Çünkü mantık başkaları olur; doğruyu bulana dek gezer durur…

Çünkü aklını tutan, ruhunu çaldırmaz!

Aykut Nasip – Kelebek

İNZİVA

Sokaklarımızdaki paradoksa bak, küfür özgür ancak inanç kalplerde tutsak yüzlerde maske. Üstüne maske var ama bedenler çırılçıplak, görmüyor musunuz? Vücudumuzu açtıkça hakikati örtüyoruz; plajlarda güneşten tenimiz kararıyor, günahtan ruhumuz… Yeter oyalandığımız bu kurak kalabalıkta. Yeşerip meyveye durabilmek için sulak yalnızlığımıza hicret edelim arada. Cebraille karşılaşmayacak, vahiyle şereflenmeyeceğiz ama bizzat ayet olduğumuz sonucuna varacağız. O güzel inzivamızda ölümden sonrasına kafamızı yormayalım, ölümden öncesiyle çıkacağız çünkü

Tanrı’nın karşısına…?

Ölüm ve Aşk Şairi “Cahit Sıtkı Tarancı”

Bugün konuğumuz ölümün ve aşkın hisli şairi, “Yaş 35 yolun yarısı eder” deyip 46 yaşında hayata gözlerini yuman Cahit Sıtkı Tarancı. Tarancı 4 Ekim 1910 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelmiş. Çocukluğuna dair pek bir şey bilmiyoruz ama kendisi için çocuk olmak ne demek anlattığı şiirini biliyoruz. Çocukluk adlı şiiri bize özlem duyduğu çocukluğunu anlatır gibi.

Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.


Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.


Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!

Doğunca bir isim verilir bize fakat büyüyünce bu yetmez, insanlar ismimizin yanına unvanlar, sıfatlar koyar bir kimlik oluşturur. Şiirin başında bundan yakınıyor Tarancı, artık ne yaşım var ne adım derken. Şiir boyunca da çocuğun mutluluğunu, dertsizliğini anlatıyor. Bir de çocuğun dünyaya bakışını anlatıyor. Bir yetişkin ve bir çocuk aynı yere bakınca aynı şeyi görmüyor çoğu zaman. Düşünelim, bir baba bir oğul bir fıskiyeye bakıyor. Çocuk şunu düşünür,

Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.

Baba şunu düşünür, verdiğimiz vergiler buna mı gidiyor, bu su yeniden kullanılıyor mu, bu kadar suyu ben kullansam ne kadar fatura gelir. Bundan olacak ki Cahit Sıtkı “Hiç bitmese horoz şekerim!” diyor, büyümemek için.


Peki ismi nereden geliyor şairimizin? Asıl adı “Hüseyin Cahit”.  Rivayete göre ailesi pirinç ekimiyle uğraşıyordu ve bu yüzden akrabaları ailesine Pirinççioğlu diyordu fakat soyadı kanunu çıktığında pirinç ekiminden zarar eden şairimizin babası Sıtkı Bey pirince sinirlenip çiftçi anlamına gelen Tarancı soyadını alıyor. Çiftçilik deyince de Cahit Sıtkı’nın o muhteşem şiiri aklımıza geliyor. Memleket isterim.

Orta öğrenimi için Fransız Saint Joseph Lisesine, lise eğitimi için ise Galatasaray Lisesi’ne gitti. Şiir yazmaya da Galatasaray Lisesi’nde başlamış.

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.


Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.


Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Galatasaray Lisesi’nde de şöyle ilginç bir hikayesi vardır Rivayete göre okul yıllarında tüm arkadaşlarının sevgilisi varken Cahit Sıtkı’nın yokmuş. O, kendisini çirkin sandığı için de kimseye yanaşamaz, utangaç olduğu için de bunu asla söyleyemezmiş. Sınıfta, yatakhanede arkadaşları hep sevgililerinden gelen mektupları birbirlerine okur caka satarlarmış. Bazen de şairimize takılırlarmış. O da gizlice kendi kendine haftada bir-iki mektup yazmaya başlamış. Yazıp postaya atar, sonra da mektupları sevgilisinden geliyormuş gibi alır arkadaşlarına okurmuş. Bu mektupları o kadar romantik olurmuş ki, bir süre sonra, arkadaşları da postacının yolunu büyük bir merakla beklemeye başlamışlar. Bunun üzerine insan Tutsam Ellerinden Ağlarsın şiirini okuyunca daha iyi hissedeceğimizi düşünüyorum;

Tutsam ellerinden ağlarsın.
Benek benek büyür karanlığım.
Nokta nokta korkutur seni.
Tutsam ellerinden ağlarsın

Toprak kokar avuçlarım, kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara,
Işığa çıkınca bir karışım.

Tutsam ellerinden ağlarsın.
Doğduğum köyü bir bilsen.
Gece gecemden büyük,
Acısı acımdan derin.
Tutsam ellerinden üşür ellerin!

Lisedeki bir başka anısını da bir arkadaşı şöyle anlatıyor,

“Cahit, Galatasaray’da bizden dört beş sınıf büyüktü. Alt sınıflarda okuyan bir akrabasını görmeye gelirdi. Biz de o zaman kendisini görürdük. Okulun, Yaşar Nabi, Ziya Osman Saba ile birlikte dergilerde şiirleri basılan üç isminden biriydi. Ufacık tefecik, zarif, çok efendi bir hali vardı. Hani teneffüste ayağına bir top çarpsa, çamurlanmasın diye ayağının ucuyla dokunan tipler vardır ya, onlardandı. Tertemiz giyinirdi. Küçücük zarif ayakları ve hep boyalı iskarpinleri vardı. Gel zaman git zaman, Diyarbakırlı Cahit, Türkiye’nin en ünlü şairlerinden biri oldu. Müstesna incelikte, bütünüyle kendini şiire adamış bir insandı. İnsan onun hesap yaptığına, günlük alelade şeyler konuştuğuna inanamazdı. Belki de bunlardan çok uzaktı.”

Bu naif şairin sevda dolu şiirleri de kendisi kadar naif. Mesela “Desem ki” şiiri, hayran olmamak mümkün değil. Sizlerle yine “Desem ki” tadında bir şiir paylaşmak istiyorum;

Biz neredeyiz sevgilim

Gecesi benden, mehtabı senden
Bir bahçesi var ki aşkımızın,
Mevsimlerdir dolaşırız, bitmez.

Kim demiş ki zamanla gül solar?
Bülbül hiç yorulur mu türküden?
Dilbersin işte, delikanlıyım.

Ne hikmettir bu Yâ Rab ne güzel!
Herhalde yeryüzünde değiliz;
Sahiden biz nerdeyiz sevgilim?

Liseden sonra çalkantılı bir mektep ve memuriyet hayatı oluyor Cahit Sıtkı’nın. Bunlardan değil de size bir askerlik anısından bahsetmek istiyorum.

Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapar, yani astsubaydır. Bir de o zamanın tabiriyle emir eri veriler emrine.

Birliğindeki künye defteri sorumlusundan aldığı deftere baktığında bir isim dikkatini çeker. Abbas oğlu Abbas. Eli çolak olduğu için muharip birlikten ayrılmış biridir Abbas. Şairimiz bu askeri görmek ister.
Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp;

-Abbas oğlu Abbas Emret komutan! der.

Cahit Sıtkı şöyle bir süzer ve sorar,

-Nerelisin?

-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.

-Sen benim emir erim olur musun?

-Sen bilir komutan!

Abbas’a eşyalarını toplamasını, kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını emreder.


Abbas komutanını tabir-i caizse gözü gibi bakar. Sabah erkenden kahvaltısını hazırlar, öğlen yemeğini akşam da mezesini eksik etmez.

Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Zaman zaman dertleşecek kadar yüreğindeki saflığı ve sadakati sevmiştir Cahit Sıtkı


Akşamları mey sofrası kurup mezeleri hazırlar Abbas. Yine böyle bir keyif akşamında Cahit Sıtkı sorar;

-Sen İstanbul ‘ u bilir misin Abbas?

-Bilir komutan.

-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?

-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim.

-Orda benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?

-Elbet komutan!

Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış.

Cahit Sıtkı sorar;

-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?

-Ben istanbul ‘a gidecek komutan!

-Ne yapacaksın sen İstanbul ‘da?

-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!

Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı…

Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.

Akşam olur, mey sofrası kurulur ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme alır,

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.

Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana.

Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan…

Bu şiirin hikayesi aslında bu kadar değil. Bu Beşiktaşlı sevgilinin de bir hikayesi var tabi.

O hikaye de şöyle,

Bu meltemli geceler
Su sesi, ay ışığı
Uzayan türküleri
Cırcır böceklerinin,
Bu cümbüş, bu muhabbet
Bu tatlı uykusuzluk
Hep senin şerefine
Esmer güzeli yârim…” dediği

Beşiktaşlı sevgili…  Lisede yazdığı aşk mektupları gibi hayali olduğu söylenir. Ancak Cahit Sıtkı’nın teyze oğlu, Reşid İskenderoğlu 1993 yılında yayımladığı anılar kitabında, yıllar sonra “Beşiktaşlı Sevgili”nin izini bulduğunu, kendisi ile görüşmek istediğini, ancak olumsuz yanıt aldığını anlatır. 2004 yılında 93 yaşında hayata gözlerini yuman, anne tarafından şairin akrabası olan Vedat Günyol’un anlattığına göreyse Cahit’in yıllarca gönlünde bir sır gibi sakladığı Beşiktaşlı sevgili meğerse kendisinin kız kardeşi Mihrimah Hanım imiş… Bunu, yıllar sonra, bir gün birlikte Paris’te dolaşırlarken Cahit Sıtkı bizzat Vedat Günyol’a itiraf etmiş. Vedat Günyol o gün çok hayıflanmış; “Ah Cahit, keşke o zaman söyleseydin, seni kız kardeşimle evlendirmeye çalışırdım…” demiş.

Ah bu şairler, sevgiliden çok sevmeyi seviyorlar bazen.

Ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölümü… Hayatının son zamanlarını geçirdiği felç dolayısıyla yatalak olarak geçirir. 46 yaşında, yolun yarısı dediği yaştan sadece 11 yaş sonra hayata veda eder. Bu şiirin incelemesini de yapmak isterdim ama bu hüzünlü hikâyeye sadece bu şiiri sizlere yazarak son vermek istiyorum.

Otuz Beş Yaş ŞiiriYaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Türkiye’nin Televizyon İlkeleri

John Baird’in, 1926’da televizyonu icat etmesiyle bu mucizevi icat 1930 yılında tamamen hayatımıza dahil oldu. Büyük bir buluş olan televizyon, ilk yıllarında yalnızca birkaç evde bulunuyor; herkes tarafından ilgiyle karşılanıyordu. Bir kesim tarafından “Şeytan Kutusu” olarak isimlendirilen icat, izleyenleri hayrete düşüyordu. İnsanlar kendilerini ekranlarda gördükçe izlemeye çekiniyorlardı. Ancak çok kısa bir süre sonra “Şeytan Kutusu” denilen icat, evlerimizde olmazsa olmaz eşya kategorisine girmeyi başardı…

Sizler için televizyon tarihinin en şaşırtıcı ilkelerini derledik. Keyifli okumalar!

  • İlk Uzun Süren Özel Yayın

1973 yılında ilk kez yılbaşı için kesintisiz özel yayın yapıldı. Bu yayın 11 saat sürdü.

  • İlk Spiker

Televizyon tarihimizin ilk spikeri olan Fatih Pesiner, ekran karşısına geçen seyircilere ilk kez “Sayın seyirciler” diye hitap etmişti.

  • Televizyonda İzlenen İlk Maç Yayını

İlk maç yayını: İTÜ TV’de 2-1 yenildiğimiz Türkiye ile Sovyet Rusya maçıdır. Ve bu maç kaçak olarak yayınlanmıştı. Profesyonel anlamda ilk maç yayını 1973 yılında Beşiktaş- Fenerbahçe rekabetiydi. Ve o efsanevi maç berabere bitmişti.

  • İlk Piyes Yayını

1954 yılından itibaren düzenli olarak yapılan yayınlardan biri de hava durumudur. Hava durumlarının aktarılmasını ilk defa Ali Esen yapmıştır.

  • İlk Yayın Yasağı

‘Türkiye’nin Kalbi Ankara’ adlı belgesel, Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla Rus yapımcılara çektirilmişir. TRT’de yayınlanan belgesel, 1969 yılında TRT’nin genel müdürü İlhan Öztrak tarafından kuruma baskın yapılarak yasaklanmıştır.

  • İlk Reklam Filmi

1972 yılında Meysu markasının çektiği meyve suyu reklam filmi, yayınlanan ilk reklam filmidir.

  • Renkli Televizyona İlk Geçiş

1 Temmuz 1984 yılında siyah beyaz ekranlara veda edilmiş, her şey renklenmiş ve ilk kez tamamen renkli yayına geçilmiştir.

Zeynep Bastık ve Mustafa Sandal’dan Düet: Mod

Zeynep Bastık’ı çoğumuz “Fırça” şarkısı ile tanıdık. O günden bugüne de genelde akustik şarkılar söylerken gördük onu. Şimdi karşımıza Mustafa Sandal ile beraber düet yaptıkları “Mod” şarkısı ile çıkıyor.

Klibi izlediğimiz zaman içimiz kıpır kıpır oluyor. Mustafa Sandal ve Zeynep Bastık’ın o muhteşem enerjilerini iliklerimize kadar hissediyoruz. Kalkıp dans etmek geliyor içimizden hemen. Gözümüzden kaçmayan küçük ve tatlı detaylar da var tabii ki. Zeynep Bastık, Mustafa Sandal’ın o aşina olduğumuz figürlerini kapmış hemen. Muhteşem bir uyum yakalamışlar beraber. Ben sözü fazla uzatmadan bu enerjisi tavan olan şarkıyla sizleri baş başa bırakıyorum. Keyifli dinlemeler. 🙂

Tutku Dolu Bir Hikaye: Kader

Sevda Yarışının Mağlupları - Mehmet Kahraman | 24Okur.com - Kültür
Kader Filminden Bir Görsel

Yönetmenliğini Zeki Demirkubuz‘un yaptığı Kader (2006) filmi, yönetmenin başka bir filmi olan Masumiyet’in (1997) başlangıcı niteliğindedir. Masumiyet filmi her ne kadar daha önce çekilmiş olsa da kronolojik sırada Kader’den sonra gelmektedir. 2006 yapımı olan Kader Filmini mutlaka Full HD olarak izlemelisiniz. Bu yazımızda filmin oyuncuları, konusu ve replikleri ile ilgili bilgileri bulabilirsiniz.

Zeki Demirkubuz’un KADER ‘ine dair…

Kaderin temelinde tutku var. Bekir’in Uğur’a, Uğur’un da Zagor’a duyduğu bu tutku sınırlarını aşıp sapıkça kimi zaman da hayvani bir tutkuya dönüşmektedir. Kendi halinde otoriter bir ailenin tek erkek çocuğu olan Bekir uysal ve hayattan herhangi bir beklentisi olmayan bir delikanlıyken hayatı Uğur’un, bir gün kendi işlettiği mobilya dükkanına gelmesiyle değişir. Varoluşsal bir boşlukta olan Bekir Uğura öyle donuk gözlerle bakar ki ağzından sözcükler zor dökülür. Bekir’in yaşamı o ana dek her günü öteki günün tekrarı şeklinde geçmektedir.. Bekir kişilik bunalımında olan bir gençtir. Bekir’in dünyasını değiştiren bir fotoğraf mı yoksa bastırılmış duygularının dışa vurması mıdır?

Uğur: Bekir ne istiyorsun? Gerçekten ne istiyorsun Bekir? Bu iş nereye gidecek böyle? Bekir: Nereye giderse! Uğur: Ne demek nereye giderse! Bekir: Öyle işte, olmuyor sensiz!

Uğur baskıcı olmayan bir aileden yetişmenin verdiği bir rahatlıkla oruspuluğa uzanan bir yaşam sürmektedir. Zagora olan tutkusu onu Zagor’un peşinden memleket memleket, pavyon pavyon dolaştırmıştır. Zagor, Uğur için bir sembol adeta bir kahraman. Sınırlı iletişimleri olmasına rağmen birbirinden kopmayan bu ikili yelkeni yırtılmış bir gemi gibi oradan oraya sürüklenmektedir. Uğur’un Zagor için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Zagor onun için bir ilah niteliğindedir.

Bekir: Herkesin inandığı bir şey vardır bu a* koduğumun hayatında. Benim kisi de sensin. Ne yapayım…”

Bireyin yaşamında dönüm noktaları vardır. Bekir için bu nokta Uğur’un o mobilyacı dükkanına gelip Bekir’e başka bir yaşamında var olabileceğini göstermesiyle başladı. Bu nasıl bir tutkudur ki sevdiğin kadına, kadının sevdiği erkek için yardım etmek. Kaç yürek dayanır buna? Bekir’in kaç kez onuru kırıldı kaç kez erkekliği ayaklar altına alında ama o sevdasından vazgeçmedi. Bekir bize sevginin ve tutkunun dirayetini gösterdi.

Kader Filmi - 2006 - Oyuncuları Konusu Replikleri - Youtube Full HD İzleBekir: Geçen gece çocuk hastalandı. İlacı bitmiş almak için dışarı çıktım. Sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyorum. Birden durup dururken içim cız etti. Bir baktım gene aynı karın ağrısı. Öyle özlemişim ki seni. Dönerken bir meyhane gördüm, bir içeri girdiğimi hatırlıyorum bir de rakıya yumulduğumu. Arkasından en az dört cigaralık. Sonra gözümü bi açtım karşıdan karlı dağlar geçiyo. Bir daha açtım başımda bir çocuk, kalk abi diyor Kars’a geldik. Otobüsten indim yürümeye başladım. Dedim Allahım neredeyim ben, burası neresi? Sonra güç bela burayı buldum. Kapının önünde durup düşündüm, dedim Bekir bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü. Bu seferde geçersen bir daha geri dönemezsin, iyi düşün. Ama olmadı, dönemedim. Sonra bak oğlum dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok kaderin böyle. Yol belli, ey başını usul usul yürü şimdi!

Peki ya Uğur onu Zagor’a olan sadakatinden dolayı takdir mi edeceğiz yoksa Bekir’in sevgisine karşılık vermediği için kötü sözler mi yakıştıracağız. Uğur, Bekir’in sevgisine karşılık verseydi kendisine ve Zagor’a ihanet etmiş olmaz mıydı? İhanet en kötü virüstür insan ruhu için, bir kere içinize nüfus etmeye dursun devamı gelir sizi ele geçirir içten içe çürütür sizi. Uğur kendisine kötülük ettiğini bile bile bu yoldan dönmez. İnsan bile bile kendisine ne için kötülük eder? Bunun cevabı çok basit Uğur’un içinde Zagor’a beslemiş olduğu sapıklık derecesine varan tutkusu buna neden olmaktadır.

Bekir: Nasılsın Şükran teyze?
Şükran: İyiyim Bekir.
Bekir: İyi iyi. İyi olmayıp da ne yapacağız. İyi olacağız be iyi

Bekir karısını ve küçük çocuğunu bırakıp Uğur’un her peşinden gidişinde geriye hiç bakmaz onun kafasında Uğur’dan başka hiçbir şey yoktur. Uğur için vurulmayı ve akıl hastanesinde yatmayı göze alacak kadar tutkuludur.
Uğur ve Bekir’in varoş bir kenar mahallesinde başlayıp ucuz otel odalarından ve en son olarak Kars’ta yıkık bir gecekondu da süregelen yaşamları iki karakterin tutkuları uğruna yaşamlarını bir kenara attıklarını gözler önüne seriyor.
Bekir’in Uğur’a karşı duyduğu bu aşk platonik olmasaydı belki de bu denli bir tutku olmazdı aralarında. İnsan ulaşamadığı şeyi daha çok arzular, arzuladığı şeyi de ele geçirip hevesini aldıktan sonra da bir kenara bırakır. İnsan doyumsuz bir hayvandır yenisini daha güzelini arar.

“Kimse seni sevmeyecek benim kadar, bu bir gerçek
İster kul ol ister köle, tüm aşklar bir gün bitecek..”

Zeki Demirkubuz’un da dediği gibi Uğur’la Bekir birbirlerini sevseydi ne güzel olurdu. Uğur Bekir’i sevseydi Kader, Kader olmazdı. Bazı şeyler olmamasıyla güzeldir. Bizler Bekir’i sevdasının peşinden koşan, Uğur’dan başka gidecek yolu olmayan Bekir olarak sevdik. Bizler Bekir’in yaptığını yapamayanlarız.

Kader Filmi – 2006 – Oyuncuları Konusu Replikleri – Youtube Fragman Full HD İzle

Zeki Demirkubuz’un yönetmenliğini üstlendiği Kader filmi, sert ve derinlikli anlatımıyla izleyiciyi içine çekiyor. Film, toplumun dışına itilmiş insanların yaşamlarını ve insan psikolojisi üzerine derinlemesine bir çalışmayı konu ediniyor.

Filmin fragmanı, karanlık atmosferi ve sürükleyici müziği ile dikkat çekiyor. İki sevdiğim sahnesi ise; birincisi, başrol oyuncusu’ndan biri olan, kız kardeşini korumak için suça bulaşan Yusuf’un, polisin geldiği sırada pencereden kaçmaya çalışırken düştüğü sahne. İkincisi ise, film boyunca Yusuf’un içinde bulunduğu psikolojik durumu yansıtan, karanlık bir odada çaresizce yere yığılan sahne. Bu sahneler, filmdeki karakterlerin iç dünyasını yansıtması açısından oldukça etkileyici.

Filmin kırılma anlarından biri olarak nitelendirilebilecek “Öyle işte, olmuyor sensiz” repliği, filmdeki iki önemli karakter arasındaki ilişkiyi yansıtması açısından oldukça önemlidir.

 

Kader Filmi Oyuncuları (Jenerik Sıralaması ile)

Ufuk Bayraktar

Ufuk Bayraktar

Bekir

Vildan Atasever

Vildan Atasever

Ugur

Engin Akyürek

Engin Akyürek

Cevat

Müge Ulusoy

Müge Ulusoy

Ugur’s Mother

Mustafa Uzunyilmaz

Mustafa Uzunyilmaz

Ugur’s Father

Settar Tanriögen

Settar Tanriögen

Bekir’s Father

Erkan Can

Erkan Can

Otelci Irfan

Gönül Çalgan

Gönül Çalgan

Bekir’s Mother

Ozan Bilen

Ozan Bilen

Zagor

Güzin Alkan

Güzin Alkan

Emine

Hikmet Demir

Hikmet Demir

Kudret

Çaglar Çorumlu

Çaglar Çorumlu

Kamil

Müfit Aytekin

Müfit Aytekin

Cemil

Apo Demirkubuz

Apo Demirkubuz

Muzo (as Abdullah Demirkubuz)

“Kader Filmi” gibi farklı sinema ile alakalı 24Okur yazılarına göz atabilirsiniz.

Devrim Niteliğinde Bir Şiir: Kitabei Sengi Mezar

Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’ın “Garip” isimli kitabı çoğu kimse tarafından bilinir. İlk olarak 1941’de yayınlanmıştır ve Orhan Veli’nin “Kitabe-i Sengi Mezar” isimli şiiri de bu kitabın içindedir. Kitap zaten fazlasıyla ilgi ve tepki çekmiştir ancak tartışmaların odağı daha çok bu şiirdir. Şiirin başkarakteri günlük yaşamın sıradan akışında kolayca rastalayabileceğimiz herhangi bir Süleyman Efendi’dir. Esas yenilik de buradadır. Zira o zamana kadar şiir hep yüksek zümrelere, elitislere hitap etmiştir; başkarakterler sıradan vatandaşın yaşam tarzından uzak karakterlerdir. Ayrıca şiirde ölçü, uyak, redif gibi unsurlar önemsenmemiştir. Bu durum gelenekçi şairler tarafından hiç hoş karşılanmayıp sert ve acımasız eleştirileri beraberinde getirmiş olsa da, artık şiirin herkese hitap ettiğini savunup bu akımı destekleyen bir kesim de oluşmuştur.

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.

II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

III

Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."

İlk bölümde sıradan karakterimiz Süleyman Efendi’nin zor yaşam standartlarını görüyoruz.

“Hatta çirkin yaratıldığından bile o kadar müteessir değildi” Süleyman Efendi’nin dış görünüşünden şikayet edebilmesi için, önce temel gereksinimlerini karşılaması gerekir.

“Kundurası vurmadığı zamanlarda anmazdı ama Allah’ın adını, günahkâr da sayılmazdı” Süleyman Efendi’nin isyanının ve çaresizliğinin dilinde bir küfre dönüştüğü açıktır.

İkinci bölüme gelelim:

“Mesele falan değildi öyle, to be or not to be kendisi için” Süleyman Efendi’nin varoluş sancısı çekip “olmak ya da olmamak” diye felsefî düşünebilmesi için önce karnını doyurması gerekmektedir. Bu aynı zamanda daha önce hep bu tarz konuların işlenmesine karşı bir tepkidir.

“Bir akşam uyudu; uyanmayıverdi.” İşte bu kadar basit. Süleyman Efendi’nin ölümü hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Çünkü Süleyman Efendi zaten herkestir.

Üçüncü bölümde duygusal bir final yapıyor şair.

“Artık ne torbasında ekmek kırıntısı, ne matarasında dudaklarının izi; öyle bir ruzigar ki, kendi gitti, ismi bile kalmadı yadigâr”

Netflix’in En İyi Korku Filmi ‘Bird Box’

Yönetmenliğini Susanne Bier’in yaptığı, başrölünü Sandra Bullock (Malorie Hayes) oynadığı film Bird Box 21 Aralık 2018’de izleyicisiyle buluştu.



Görünmeyen Varlıklar İntihara Sürükledi!


Filmde bilinmeyen kötü bir güç, insanların aşılmaz korkularını, hüzünlerini ele geçirerek geçmişte kaybettiği yakınlarının şekline bürünür. Ve zihinlerini kontrol ettiği kurbanlarını intihara sürükler.

Olay 5 yıl önce başlamıştır. Bu zaman zarfında hayatta kalmayı başaran Malorie, iki çocuğunu güvende tutabileği bir yere götürmek ister.

Fakat bu o kadar kolay değildir. Çıkacağı yolculuk çok tehlikelidir. Üstelik gözleri bağlı bir şekilde yolculuk yapmaları gerekmektedir. Ne olursa olsun asla gözlerini açmamaları gerekiyordur. Sadece zekalarını ve çok iyi geliştirdikleri duyma yetilerine güvenmekten başka çareleri yoktur. 120 dakikadan oluşan film ‘En İyi Korkutucu Sahne Dalında MTV Film Ödülü’ almıştır. Filmin fragmanını linkini sizler için aşağıya bıraktık.

Ayrıca film, yazar Josh Malerman’ın “Kafes” adlı kitabından uyarlanmıştır.

https://www.youtube.com/watch?v=ObxRCQHsQmE

Güldüren Adam Kemal Sunal

10 Kasım 1944’te annesi Saime Hanım ve babası Mustafa Bey’in ilk çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. Ama o doğum gününü Atatürk’e saygı sebebiyle hep 11 Kasım’da kutladı.

Bazen dış dünyayla tüm bağını koparacak kadar içine kapanık bir çocuktu. Ancak yine de her çocuk gibi yaramazlıklarıyla meşhurdu. Dar gelirli bir ailenin en tezat üyesiydi.

OYNADIĞI FİLMLER

1972 Tatlı Dillim
1973 Oh Olsun
1973 Güllü Geliyor Güllü
1973 Canım Kardeşim
1973 Yalancı Yarim
1974 Salak Milyoner
1974 Köyden İndim Şehire
1974 Mavi Boncuk
1974 Hasret
1974 Salako
1975 Şaşkın Damat
1975 Hanzo
1975 Hababam Sınıfı
1975 Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı
1976 Tosun Paşa
1976 Süt Kardeşler
1976 Sahte Kabadayı
1976 Meraklı Köfteci
1976 Kapıcılar Kralı
1976 Hababam Sınıfı Uyanıyor
1977 Sakar Şakir
1977 Şabanoğlu Şaban
1977 İbo ile Güllüşah
1977 Hababam Sınıfı Tatilde
1977 Çöpçüler Kralı
1978 Yüz Numaralı Adam
1978 Köşeyi Dönen Adam
1978 Kibar Feyzo
1978 İyi Aile Çocuğu
1978 İnek Şaban
1978 Avanak Apti
1979 Umudumuz Şaban
1979 Şark Bülbülü
1979 Korkusuz Korkak
1979 Dokunmayın Şabanıma
1979 Bekçiler Kralı
1980 Zübük
1980 Gol Kralı
1980 Gerzek Şaban
1980 Devlet Kuşu
1981 Üç Kağıtçı
1981 Kanlı Nigar
1981 Davaro
1982 Yedi Bela Hüsnü
1982 Doktor Civanım
1983 Tokatçı
1983 Kılıbık
1983 En Büyük Şaban
1983 Çarıklı Milyoner
1984 Şabaniye
1984 Postacı
1984 Ortadirek Şaban
1984 Atla Gel Şaban
1985 Sosyete Şaban
1985 Şendul Şaban
1985 Şaban Pabucu Yarım
1985 Keriz
1985 Katma Değer Şaban
1985 Gurbetçi Şaban
1986 Yoksul
1986 Tarzan Rıfkı
1986 Garip
1986 Deli Deli Küpeli
1986 Davacı
1987 Yakışıklı
1987 Kiracı
1987 Japon İşi
1988 Uyanık Gazeteci
1988 Sevimli Hırsız
1988 Polizei
1988 Öğretmen
1988 İnatçı
1988 Düttürü Dünya
1988 Bıçkın
1989 Zehir Hafiye
1989 Talih Kuşu
1989 Gülen Adam
1990 Koltuk Belası
1990 Boynu Bükük Küheylan
1990 Abuk Sabuk Bir Film
1991 Varyemez
1999 Propaganda

Maziye ufak bir yolculuk: Teoman’dan Serseri

Sizleri yıllar öncesine, müziğin kaliteyi doruklara taşıdığı günlere götürelim dedik… İyi dinlemeler!

Bunlar güzel günlerimiz
Daha beter olacak her şey
Dünya zaten yalan dolan
Kaderden kaçamaz insan
Vurulmuş kalbinin ortasından


Aynaya bakmam kendimi bilmem
Hayat acıtınca dünyayı sevmem
Ne yazık ki tek tabanca
Serseri doğdum serseri öleceğim…

Sohrab’ın Yeryüzüne Mirası

Sohrab Sepehri (Iranian, 1928-1980)

Annemin sessiz geceleri için!

Kaşan şehrindenim
Fena sayılmaz halim,
Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım,
İğne ucu kadar da zevkim.
Annem var, ağaç yaprağından daha güzel,
Dostlar, akan sudan daha iyi…

Sayısız yıldızın altında tomurcuklar açan saf bir güzelin, buram buram merhamet kokan mısralarına sığındım. Kimi zaman topraktan şefkat diledim, kimi zaman suya kulak verdim…

Ey gökyüzüne şefaat eden kanlı toprak! Suyun ayak sesini işit; dünyaya iyilik meyvelerini bahşet. Çünkü, sen zifiri karanlığın da şahidi, güneşin de habercisisin…

Ve Allah, burada yakındadır,
Şebboylar arasında, uzun çamın altında
Suyun bilincinde,
Bitkilerin kanununda.

Ben müslümanım.
Kıblem bir kırmızı güldür,
Namazlığım bir pınar,
Mührüm ışıktır,
Ova seccadem.
Penceremi titreştiren ışık ile abdest alırım.
Namazımın içinden ay geçer, tayf geçer,
Namazımın bütün zerreleri billurlaşır,
Namaz kaybolur taş görünür,
Rüzgâr, selvilerin üstünde ezan okuduğunda,
Namaz kılarım ben.
Otların tekbirinden sonra,
Denizdeki dalganın kamedinden sonra
Namaz kılarım.

Tanırım, ne deruni bir sancıdır bu, etrafımı alev alev saran… Ne aşılmaz bir buhrandır genzimi yakan. Oysa ben, denize fısıldadım sevdayı, şefkati, merhameti. Masmavi deniz ne kirli; ne kanlı gizlerle dalgalanıyor…

Kâbem su kıyısında,
Kâbem akasyaların altındadır.
Kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye,
Şehirden şehre gider.

Hacerülesvetim bahçenin aydınlığıdır.

Kaşan şehrindenim.
İşim resim yapmaktır.
Bazen bir kafas boyar,
Size satarım.
Orda mahpus çayırkuşu, sesiyle
Yalnız gönlünüzü tazelesin diye.
Bu bir hayal, bu bir hayal, …
Biliyorum,
Tuvalim cansızdır,
İyi biliyorum,
Çizdiğim havuz balıksızdır.

Kurumuş kayısı ağaçlarından, yeşermeye küsmüş menekşelerden topladım umudu… O umut ki, Sohrab’ın en tutkulu portresi. O umut ki, karanlıkta ışıldayan sanatın eşsiz abidesi. Ey Sohrab, eteklerinden dök sevgiyi! Yeryüzü aşk görsün, merhamet görsün ki; toprakta kanlı ayaklar gezinmesin, su artık kirlenmesin…

Kaşan şehrindenim.
Soyum belki
Hint’de bir bitkiden gelir,
Belki “Sialk” toprağından yapılmış bir çömlekten,
Soyum belki de
Buharalı bir fahişeden gelir.

Babam, kırlangıçların iki kere gelmelerinden önce,
İki kardan önce
Babam terastaki iki uykudan önce,
Babam zamanlar önce ölmüştü.
Babam öldüğü zaman, gökyüzü maviydi.
Annem birden kalktı uykudan, kızkardeşim güzelleşti
Babam öldüğü zaman, bekçilerin hepsi şairdi.
Kaç kilo kavun istiyorsun? Diye sordu manav bana.
Sordum: Gönül hoşluğunun gramı kaça?

Baba Parası Filminden İlk Fragman

Yönetmen koltuğunda “Ailecek Şaşkınız”, “Çalgı Çengi”, “Düğün Dernek” gibi filmlerden de hatırladığımız Selçuk Aydemir’i görüyoruz. Selçuk Aydemir olur da Murat Cemcir ve Ahmet Kural olmaz mı hiç? Tabii ki var.

Bu filmde baba mirası peşine düşen bir aileyi göreceğiz. Aksiyon, komedi, macera… Ne ararsanız var bu filmde. Murat Cemcir ve Ahmet Kural’ın olduğu bir filmin de normal olması tabii ki beklenemez.

Filmde çok farklı mekanlarla da karşılaşacağız. Bunlar komedi filmlerinde pek de alışık olmadığımız mekanlar olsa gerek. Mekanları söylecek olursak : Üç farklı mezarlık, cami ve hastane şeklinde ifade edebiliriz. Film seyircisiyle 1 Ocak 2020’de buluşacak. Yeni yıla bol bol kahkaha ile gireceğiz desenize.

Yiğidim Aslanım

Ayrılıkların en acısını yaşadık yıllardan 1938’di, aylardan Kasım. Günlerden 10’du, saatler 09.05 te dondu kaldı. Bizler, Türk Milleti’nin fertleri, gencimiz, yaşlımız, yeni doğanımız ve hatta çoktan yitirdiklerimiz bile derin bir acıyla sarsıldık. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü, başöğretmenimizi sonsuzluğa uğurladık. Fikirlerini, ilkelerini, inkılaplarını bir gün bile unutmadık.

‘Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.’ dediği gibi Ata’mızın, bizler de Cumhuriyet’i sonsuza dek yaşatmak için elimizden geleni yapacağız. Çocuklarımıza veatorunlarımıza senin ileri görüşlülüğünü, zekanı, saygınlığını anlatacağız. Seni hiç bir zaman unutmayacağız Ata’m. Sen rahat uyu.

Hayattaki En Büyük Ders – Öğretmenim Mori’yle Salı Buluşmaları

24 saat okuyanlar için olmazsa olmazımız, yol arkadaşımızdır kitaplar. Biz kitapseverler, bulduğumuz her fırsatta, yarattığımız her boşlukta, iş yerinde molada, okulda teneffüste, otobüste ışıklar kapandığında kendi lambamızla okur ve kendimizi buluruz. İşte bende iz bırakan başucu kitaplarımdan birisi, Mitch Albom’un en çok satan kitabı: ‘Öğretmen’im Mori’yle Salı Buluşmaları’

Unutamadığı öğretmeni Mori’yi her salı ziyaret eden öğrencisiyle Mori arasında geçen bilgelik dolu diyaloglardan hem çok etkilenecek hem de çok şey öğreneceksiniz.

‘Birbirinizi sevmezseniz yok olursunuz.’ diye öğütleyen Mori’yle tanıştığınıza çok memnun olacaksınız.