27.3 C
İstanbul
Çarşamba, Temmuz 30, 2025

Çok Hassas ve Özel Bir Şarkı: Elfida

Elfida, hepimizin kulaklarının aşina olduğu bir şarkı. Peki bu güzel Haluk Levent şarkısının altında yatan ve yüreklere dokunan hikâyesini biliyor musunuz?

“Yüzün geçmişten kalan
Aşka tarif yazdıran”

Şarkıda bahsedilen Elfida, aslında Beyzanur isimli küçük bir kız çocuğu. Haluk Levent Beyzanur’un babasıyla bir konserde karşılaştıklarını söylüyor. Beyzanur’un amansız bir hastalığa yakalandığını anlatıyor Haluk Levent’e Beyzanur’un babası.

“Bir alaturka hüzün
Yüzün kıyıma vuran”

Daha sonra Beyzanur’un yatmış olduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gidip gelmeye başlıyor Haluk Levent. Onu ziyarete gittiği her zaman ona şarkılar söylüyor.

“Anne karnı huzur
Çocukluğumun sesi”

Ona iyi bakılsın diye hastanede hemşireler gününde de sahneye çıkıyor. Bir gün Beyzanur’un doktoruyla konuşurken doktor ona ” Bu kızımızı gözden çıkartmamız gerekiyor.” diyor. İşte şarkının isminin neden Elfida olduğunu da bu sayede anlıyoruz aslında. Gözden çıkarılan kadını karşılayan kelime Osmanlıca’da Elfida’dır.

“Senden bana
Şimdi zamanı sızdıran”

Bu sayede Elfida şarkısını yazmaya başlıyor Haluk Levent. Şarkı bittikten sonra Beyzanur’a bu şarkıyı söylüyor ama Beyzanur bu şarkının ona yazıldığını bilmiyordu.

“Şımartılmamış aşkın
Sessizliğe yakın”

Ama maalesef ki bu amansız hastalığa daha fazla dayanamadı Beyzanur. Bu dünyadan göçüp gitti. Onun ardından hepimizin o çok sevdiği Elfida şarkısı kaldı.

“Kim bilir kaç yüzyıldır
Sarılmamış kolların”

Daha sonrasında Haluk Levent Beyzanur’un ailesiyle tekrardan konuşmuş ve onlardan bir çocuk daha yapmalarını rica etmiştir. Aradan bir yıl geçtikten sonra o ailenin bir kız çocuğu olmuştur.

“Sisliydi kirpiklerin
Ve gözlerin yağmurlu”

Ve onun adını Elfida koydular. Elfida artık bu hayatta kendi kardeşinin adıyla yaşıyor. Mekanın cennet olsun Beyzanur!

“Yorulmuşsun
Hakkını almış yılların”

Haluk Levent bu şarkıyı hiçbir zaman ticari amaçla kullanmak istememiştir. Hatta onun haberi olmadan kullanıldığı zaman şunları söylemiştir: “Ben bu şarkıyı ticari amaçla kullanmak ve vermek istemedim, vermedim de. Bu başka bir şeydi. Bir Akdeniz Akşamları faciası daha yaşamak istemiyordum. Biliyorsunuz Akdeniz Akşamları muazzam bir şarkıdır aslında. O dönemin bir öyküsüdür ama herkes okuya okuya artık içimizden gelmeyecek hale geldi. Elfida’nın öyle olmasını istemiyordum, o çok özel bir şarkıydı. Ama ben yurt dışındayken benim bilgim dahilinde olmadan Ankara’dan bir müzisyene verilmiş şarkı. Çok üzüldüm ve kızdım. Ailesi beni aradı, çok özür diledim. Gerçekten benim elimde değildi. Onlar da anlayışla karşıladı ve bundan sonra kimseye vermeme kararı aldık şarkıyı.”

“Elfida
Bir belalı başımsın”

Şarkının hikâyesini öğrendikten sonra şarkı bir kat daha duygulandırıyor beni. Çok hassas ve çok özel bir şarkı Elfida. Hiçbir zaman eskimeyecek en güzel şarkı. Bu dünyadan göçüp gitmiş olsa da o güzel melek, bu şarkıyla kalbimizin bir köşesinde hep yaşayacak.

Göç

Göçebe bir topluluğun acısıyla değişiyor mevsimler,

Ayak sesleri, günahın gürültüsünü çıkartıyor zamanın karanlık kuyusundan

Korkunun eli ağaçların gölgesine karışarak geçiyor köhne yerlerden

Ve göç tekrardan başlıyor.

Dikenli teller onmaz göçükler açarken yüz hatlarına,

Aylar eksiliyor takvimden.

Göçebeler sobeliyor kaybolan maktulleri

İyileşen bir yaranın kabuğu tekrardan var oluyor,

Ve göç başlıyor.

Yere düşen çocuk gökyüzüne dönüyor,

—Bak! kuşlar göç ediyor,

Oysa göç sana aittir.

Haziran’sın Sen

Bir haziran sabahının
Son demlerinde tanımımıştım seni.
O an karar vermiştim.
Kalbimde varolan tüm boşlukları,
Sen dolduracaktın.
Dostum, yoldaşım Haziran’ım…

Haziran’sın sen,
Kara günlerden güneşe kavuşan;
Umutsun, bir yaprakta yeşillenen.
Can bulan iki beton duvar arasında.

Geç fark ettim bana uzanan kollarını.
Haziran’sın sen,
Yeşilin her tonunda
Avuçlayan toprağı.

Kimi fark eder varlığını,
Kimine yokluğun vermez sızı.
Haziran’sın sen,
Uyanmadım ben sensiz bir yarına.

Sarsan beni sarıldığın gibi
Koymasam seni soğuk bir ruhun
Vefasız kollarına.
Haziran’sın sen,
Boylanan ruhumla…

Adalet Ağaoğlu’nun Çatıdaki Çatlak Eseri Bağlamında Kadın Profili – III

Çatıdaki Çatlak’ın Çürüttüğü Tavan

“FATMA HANIM: O kadar tutturmaya çalıştım.
Sanki kilit taşı olmayan bir kubbenin altındayız. Bir
 çürük tavanın. Bir yerinde bir çatlak var, ama nerede?”
 (Ağaoğlu, 1969, 181)

Adalet Ağaoğlu, Çatıdaki Çatlak tiyatrosunda kadın problemini çeşitli yönleriyle ele alırken iyilik olgusunu da irdeler. Yazar bu olguyu irdelerken yardımlaşma, dayanışma gibi toplum tarafından erdem olarak kabul edilen davranışlar üzerinde durur. Toplumun sınıflandırması paralelinde yoksul sınıfa dahil olan insanlar bu erdemler peşinde koşarak yoksulluk seviyelerini artırırken, toplumun elit olarak da değerlendirilebilen diğer azınlık bölümü bu erdemlerin reklamını yapar. Toplumun sergilediği tutum sebebiyle de çatıdaki çatlak büyür. Adalet Ağaoğlu bu durumu kendi sözleriyle de ifade eder; “Yirmi dokuz milyona karşın bir milyon seyirci. Bu bir milyon seyirci, çürük tavan altındaki yirmi dokuz milyonu ölesiye kışkırtmakta. Ekonomik düzensizliğin var olduğu toplumlarda güzel günler cennete kalacak elbet.”

Ağaoğlu’nun eserin ismini seçerken göz önünde bulundurduğu temel sorun toplumun kabullerine ve ortaya çıkardığı sorunlara duyarsızlaşan bireyler olarak yorumlanabilir. Bu durumlara duyarsızlaşan her bireyin daha sonra farkına varacağı durum ise gölgesinde yaşam mücadelesi verdikleri bir çatıya hapsedilmiş olduklarıdır.

Adalet Ağaoğlu, Çatıdaki Çatlak oyununda toplumun yüz yıllardır tartıştığı kadın sorunsalının eleştirisini yapar. Bu eleştiriyi yaparken toplumun yarattığı kadın erkek ayrımından toplumun kadına yüklediği sorumluluklara kadar birçok konuya değinir. Adalet Ağaoğlu eserinde yaptığı eleştirileri temellendirebilmek için kadının karşısına erkeği de çıkararak okuyucuya iletmek istediği mesajı güçlendirir. Eğer tartışma halen sürüyorsa tartışılan konuda herhangi bir sonuca varılamaz, tartışma sona ermiş olsa dahi söz konusu bir gerçek olduğu öne sürülemez.  Yazar, bu algı paralelinde eserini oluştururken toplumun yapaylaştırdığı ve yalnızlaştırdığı kadınların yine toplumun duyarsızlığı sebebiyle silik birer siluet olarak varlıklarını sürdürmeye çalıştıklarına dikkat çeker. Ayrıca Ağaoğlu eserinde, kadının sabırlı ve her zaman iyi şeyler düşünen bir yapıya sahip olduğunu da vurgular. Bu durum Murathan Mungan’ın “ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır…” sözüyle paralellik gösterdiği gibi yazarın yaptığı eleştirinin de temelini oluşturur.

KAYNAKÇA

Ağaoğlu, Adalet, Toplu Oyunlar – 1 (Çatıdaki Çatlak), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2009

Elon Musk İnsan Beynine Çip Takıyor

Arabayı Marsa gönderen, uzaya ilk özel uçuşu gerçekleştiren Güney Afrika asıllı Amerikalı İş insanı Elon Musk geçen sene yapılacağını duyurduğu insan beynine çip takımını, 28 Ağustos Cuma günü canlı yayınla dünyaya 3 küçük domuz üzerinde deneyerek gösterdi.

Elon Musk’ın kurduğu NeuraLink adlı şirket insan beynine yerleştirilecek çip için çalışmalara başlamıştı. Saç telinden daha ince olan sicimlere bağlı olan elektrotlar, 1.000 den fazla nöronun aktivitesini izlenmesine olanak sağlıyor.

Çip ile Hastalıklara Veda

İnsan beyninin yapay zeka ile birlikte çalışması sonucu üstün bir zekanın oluşturulabileceğini dile getiren Musk, bir noktada insanların yapay zeka ile bütünleşebileceğini ifade etti.

Neuralink ne işe yarayacak? Öncelike bu teknolojinin geliştirilmesi, engelli bireyler için umut ışığı olacak; zira fiziksel engele sahip olanlar için yeni ufuklar açılıyor. Musk, Alzheimer, demans ve parkinson gibi hastalıkların tedavisinin kolaylaşacağını savunuyor. İnsan deneylerinin önümüzdeki aylarda başlaması beklenirken domuz deneylerinden pozitif sonuçlar alındığı ve deney yapılan domuzları canlı yayında gösteren Musk, Çipin çıkartılarak şarj olabileceği ve güncelleştirmelere açık olduğunu da dile getirdi. Çipin kullanılan akıllı saatlere entegre olabildiğini ve çipi çıkarttıktan sonra da beyinde hiç bir zararı olmadığını da domuzlar üzerinde gösterdi.

HAFIZA KAYBINI DA TEDAVİ EDECEK

Elon Musk aynı zamanda hafıza kaybı, işitme kaybı, depresyon ve insomnia (uykusuzluk) gibi hastalıkların çaresini de kafatasının içine yerleştirilecek olan çiplerde gördüğünü söylüyor.

Cerrah Robot

Çip Nasıl Takılacak?

Elon Musk çipi takmanın insan beynine hiç bir zararı olmadığı, ayrıca takılırken de hiç kanama olmadan dikildiğini ifade etti. Özel robotla yapılan ameliyat kişinin aynı gün taburcu olmasına olanak sağlıyor. Cihazın takılması sırasında, yani operasyon esnasında anestezi gerekmiyor, kişi bilinci açık bir şekilde operasyon sürecini geçiriyor. İlk geliştirilen çipin kulak arkasına takıldığı fakat bu sene çok geliştirilerek artık kafa tasının üst kısmına takılması ön görülüyor. Bugüne kadar yapılan testlerin sonucunda herhangi bir enfeksiyon ya da yan etkiye rastlanmadı. Ancak araştırmalar sürüyor denildi.

Takıldığında 24 saat boyunca bataryası bitmiyor. Takılan her bir cihazın üzerinde 1024 adet elektrot bulunuyor. Bu elektrotların beyne ulaşan kabloları ise saç telinden daha ince bir yapıya sahip.

Çip Nasıl Kullanılacak?

Sıcaklık ölçümü yapabilen bu teknoloji, basınç değerlerini de analiz edebilme yeteneğine sahip.

Telefon, tablet, kulaklık dahil pek çok cihazda bulunan Bluetooth teknolojisi de Neuralink’in kullandığı teknolojilerden biri. Neuralink, basitçe internete bağlanabilen her türlü elektronik aletin beyin sinyalleri, yani düşünceler ile kontrol edilmesini sağlıyor. Gerçekten harika!

Örneğin Neuralink teknolojisini kullanan kişiler, bilgisayara bağlanan herhangi bir akıllı protezi, kablosuz olarak düşünceleriyle kontrol edebilecekler. Henüz açıklanmasa da Neuralink, artırılmış gerçeklik cihazlarına da bağlanabilir. Bu tip bir durumda insanların sadece gözlüklerle değil, beyinleriyle de dijital dünyalarda yer alması mümkün olacak. Yani görme engelliler için bir umut ışığı olabilir.

Neuralink, düşüncelerin okunabilmesi gibi şu an kulağa ütopik gelen bir durumu da gerçeğe dönüştürüyor. Bu cihaz takıldığında kişinin düşünceleri takip edilebiliyor; daha da önemlisi davranışa geçmeyen, akıldan geçen düşünceler dahi bu teknolojinin radarında.

Gertrude ismini taşıyan domuz, Neuralink için denek oldu. Canlı yayında cihazın bağlandığı bir domuzun beyin sinyalleri ekranlara aktarılırken, cihazın çıkarıldığı domuzda bir davranış değişikliği gözlemlenmedi.

Tabii bu teknolojinin korkulan yönleri de var. Düşüncelerin takip edilmesi ve okunabilmesi fikri kulağa pek hoş gelmiyor. Bir diğer nokta ise beyin ile bilgisayar arasında kurulan bağlantının ters yönde gerçekleşme ihtimali. Diğer bir deyişle bilgisayardaki elektronik sinyallerin beyin sinyallerine dönüştürülmesi ve yapay zekanın devreye girmesi fikri uzun bir süre tartışılacak gibi görünüyor.

Neuralink şimdilik geliştirilme aşamasında ve daha pek çok deney gerçekleştirilecek.

Bu canlı yayını Türkçe olarak Barış Özcan‘ın anlatımıyla dinlemek isterseniz Youtube kanalında şu linkten izleyebilirsiniz.

Yaratıcı ve Elçileri

NÜBÜVVETİN  MÂHİYETİ 

İnsanoğlu  her yöne gidebilen,  dilediğini yapabilen, doğru  ve yanlış hareket edebilen, çok  farklı hatta birbirine zıt şeyler  söyleyebilen beşer olması hasebi ile kendisine yol gösteren gerektiğinde akıl ile gerektiğinde de sadakat ile canı pahasına bağlanmak istediği, yanında olduğunda kendisini emîn hissettiği bir mürşide ( aydınlığa kavuşturucu) muhtaçtır.

 Bu  yol gösterici rehber akıl olamaz. Çünkü akıl,  şu varlık âlemini kimin yarattığını, insandan  neler istediğini, hangi işlerden razı olduğunu,  ölüm ötesinin hangi beldeye çıktığını ve böyle daha  nice soruları mukni, yâni ikna edici bir tarzda cevaplandıracak güçte  değildir.

Misâlen: Nasıl maddi alemde uzaktaki bir cismi çıplak gözle göremediğimizden dolayı, yakınlaştırmak için dürbün kullanırız; soyut mana ve olguları bulabilmek için üstüne somut simge ve semboller koyarız; derin ve ince şeyleri görebilmek için mikroskoba müracaat ederiz; dağınık ışıkları toplamak için mercek kullanırız. Aynı şekilde manalar ve maneviyat alemindeki ince, derin, uzak, dağınık ve soyut manaları anlamak ve görebilmek için, maddi alemdeki mercek, mikroskop, dürbün gibi materyallere kendimizi muhtaç hissediyorsak, yaratılış gayesini hatırlama mevzusunda da bir mürşid-i kâmile ihtiyaç elzemdir.

 İşte  insan aklının metafizik  sahadaki acizliği, ilâhi iradenin tensibi ile gerekli yerde ve zamanda müşkilleri çözüp, gaybî işaretlerle (mûcizeler )  ilâhi hareket ettiği tescillenen peygamberlerdir.(aleyhimüsselâm) 

Peygamber,  Cenâb-ı Hakk’ın  razı olduğu insan  modelidir. Taklit edilmesiyle  hakikate ve hidayete kavuşulan örnek  şahsiyettir. Vasıfları ile rol-model tavır sergileyen  peygamber, İsmet sıfatına sahiptir. Yani ondan, Allah’ın  razı olmayacağı hiçbir söz, fiil ve hareket sâdır olmaz.  O, bu noktada ilâhî bir murakabe ve Rabbanî bir sigorta altındadır.  Hem sözleri, hem işleri, hem de hâlleri insanlar için birer hidayet meşalesidir. 

Nübüvvet’e yönelik eleştiriler :

 İnsanlar    Allahın varlığı    ve birliğinden daha    çok nübüvvet kurumu hakkında şüpheye    düşmüşlerdir. Peygamberleri inkar eden inkârcılar,      inanmama gerekçesi olarak peygamberlerin insan olmalarını    ileri sürmüşlerdir. Mekkeli müşrikler peygamber olarak olağanüstü vasıflarla  vasıflanmış melekleri istediler.. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliğinin    delilleri, nübüvvetin imkânı ve gerekliliğinin delillerinden daha kuvvetli  ve açıktır.

    Zira    pek çok    filozofun Allah’a    inanmalarına rağmen peygamberlere    inanmadıklarını bilmekteyiz. Nübüvveti    reddedenlerin ileri sürmüş oldukları en    önemli delil ise şudur: “İnsan aklının nübüvvete    ihtiyaç hissettirmeyecek derecede yeterli olması ve    peygamber göndermek suretiyle insanlara ilâhî emir ve   yasakları sunmanın abes olduğu iddiasıyla ilâhî hikmete uygun    düşmemesidir.” Bu iddia filozoflara ve asr-ı saaddette ki müşriklere ait. Yukarıda vermiş olduğum misâl tam bu noktada kilit mesâbesindedir.Tamam yaratıldık, kâinatta  bir yaratıcı var. Peki bu yaratıcı kendisini, yaratmış olduklarına hatırlatmak için ne yaptı? Hâşâ ve kellâ yaratıp boş mu bıraktı? Bir anne veyahut bir baba sadece çocuklarının olmasını mı ister yoksa yetiştirip bir huzurlu bir hayat idâme edip , anne ve babasına şükran duymasını mı ister? Bu yazıyı okuduktan sonra kıymetli görüşlerinizi bekliyorum……

Güzel Değilsin İstanbul

Güzel değilsin İstanbul

Sana olan bakışlarım kadar.

Ne maviliğin boyuyor gözlerimi

Ne de devasa yapıların.

Bir martının uçuşunda buluyorum senin özgürlüğünü

Ve yine martıya olan bakışlarımda.

Şair, gözlerini kapatıp dinliyor seni

Ben ise gözlerim açık var ediyorum seni.

Güzel değilsin ey İstanbul!

Sana olan bakışlarım kadar.

Boğuluyor sanki yalan sevdalar, denizin orta yerinde.

Naif bir rüzgâr eşlik ediyor sonrasında,

Bütün pisliklerinden arınıyor sanki İstanbul

Ve ben baktıkça oluyor hepsi.

Usulca kaybediyorum bir süre sonra,

Hiçbir engel kalmıyor aramızda

Ben sana, sen bana bakışıyoruz öylece.

Güzel değilsin İstanbul, diyorum sonra

Sana olan bakışlarım kadar.

Kendi ritmim

Su birikintisine okyanusları sığdırdım
Beklentilerimle kurudu
Yağmur yağdı ve tekrar inandım
Güneşle beraber inancım kurudu

Dün için derdim çok
Bugün hâlim yok
Yarına kaygım çok
Ben aynı ben miyim?

Senelerce kırmaya çalıştım kozamı
Herkes geçmişine seslenirken
Ben geleceğime sesleniyorum
Bir kişi için hemen verme kararını

Yanlış yaparsan bil ki bir yol değiştirir hayatını
İyi bir yere gelirsen de risk alıp bozma rahatını
Kafanı toplayıp hayalini yaşıyabiliyorsan
Görüşmek üzere yaşa hayatının baharını

Birazdan Ölecek Adam

Bir adamı katlettiler
Tam da gözlerimin önünde
Kapkaranlık zifiri çıkmaz bi sokaktaydı
Sırtı dönük iki adam
Dayamıştı namluyu
Birazdan ölecek olan adamın kafasına

Birazdan ölecek adam
Yalvarıyordu ağlayarak
“abi yapmayın diye”
Ve o silah sesi
Bir anda aydınlatmıştı geceyi

Gözlerim yerinden ok gibi fırlamıştı
Korkudan küçük dilimi yutmuştum
Adamlar kaçtı, bende kaçtım
Yerde yatan bir ölü

Merak edip sabah aynı yere geldim
Etraf kalabalık
Yerde bir ölü
Üstü gazeteyle örtülü

Kerbela’ya Farklı Bir Bakış

Sizce hangi pencereden bakarak yazmalıyım bu yazıyı?

Nerede Bu Kerbela?

Kerbela Nerede?
Kerbela’nın Google Haritalar’daki konumu/görünüşü.

Bağdat’ın yaklaşık 100 km. güneybatısında yer alan Kerbelâ’nın müslümanlarca meşhur oluşu sanırım Hicri 10 Muharrem 61 (Miladi 10 Ekim 680) tarihinde, İslam peygamberi Muhammed’in torunu Hüseyin’in ve savaş arkadaşlarının öldürülmesiyledir.

Hz. Hüseyin’i Kimler Öldürdü?

Bu soruya günümüz sözcükleriyle verilebilecek cevap sanırım ‘Emevi hükümeti‘ demek olur! Evet, bazı kesimlerce iktidarı kabul edilmeyen bir müslüman yönetimce öldürüldü.

Yüzyıllarca bu ölümün anılmasının sebebi nedir?

Acaba müslümanlar başka hangi şahısların ölümü için de yas tutmayı âdet hâline getirdi?

Kerbela'da Hz. Hüseyin'i anmak için toplanmış (şii) müslümanlar.
Kerbela’da toplanmış müslümanlar.

Mezheplere, Şiî ve Sünnî ayrımına da mı değinmemiz lazım şimdi?

Haritadan da gördüğünüz üzere Kerbela denilen yer Türkiye sınırları içinde değil. Konum itibariyle Şia mezhebini benimsemiş Şii müslümanların çoğunlukta olduğu bir yerde. Buna rağmen acaba Sünni mezhebinden olan Türk vatandaşları bu mateme nasıl katılacak? Ya da katılmak gibi bir dertleri var mı? Bu ve benzeri ayrıştırıcı ifadelere dalmadan başka bir konuya geçiş yapalım en iyisi.

‘Zincir veya Kılıç’ lazım mı?

Acıyı hissetmek, ölüp gideni anmak için neleri tercih edersiniz?

Zaman zaman ülkemizde de benzerlerine rastladığımız ve çoğu insanı hayrete düşüren bir gösteri. Çektiği eziyeti hissederek ona (Hüseyin’e) bağlılığını/sevgisini gösterme arzusunda olan müslümanlarca tercih edilen bir şey.

Kerbela Edebiyatı

Türklerin edebiyatında da çokça işlenen ama genellikle belli bir tarihte okunan bir konu haline geldi Kerbela olayı da.

Acemi Zihni

        Çocuk başlı başına gizemli ve gizemini yalnızca 10-11 yıl koruyabilen bir canlıdır. Sürekli gelişim ve değişim içinde olan bu eşsiz varlığın gelişimine yardım etmek için onun gizemine derinlemesine bir yolculuk yapmak gerekir.

Çocuk gizemli bir varlıktır.

Çocuğun gizemine yolculuk

Çocuğun gizemine bir yolculuk ise yalnızca ondaki iç kuvvetin farkına varmamıza bağlıdır. Çocuk güçlüdür, farklıdır ve daima kendinin farkındadır. Farkındalığı bu denli yüksek olan bireyin, haliyle öğrenme kapasite ve kalitesi de bir o kadar yüksektir. Peki neden her çocuk anlamaz veya anlaşılamaz ?

Çocuklar neden anlamaz veya anlaşılmaz ?

Bunun en büyük sebebi çocuğun eğitiminden sorumlu kurum ve kişilerin çocuğun önüne koyduğu engellerdir. Çocuk, en iyi yaparak – yaşayarak öğrenir. Onun öğrenememesine sebep olan yalnızca sistem veya kişilerdir. Çocuk acemi zihninin en somut halidir. Yetişkin zihni, acemi zihninin öğrenmeye karşı gösterdiği doğal çabayı bir tarafa bırakır ve daima bilgiye bir çerçeve getirir. Çocuk da bilgiye konulan bu sınırların tam içine düşer. Bu sayede yetişkin, çocuğun zihnine bir gölge gibi çöker.

Çocukları anlamak için ne yapmalıyız?

Bilgiye ve bilime meraklı çocukların var olması için, biz yetişkinlerin kayda değer tutumlar göstermesi gerekir. Bunlardan ilki çocuğun zihnini “O öyle olur mu ?, Niçin böyle yapıyorsun?, Saçmalama artık, Yeter, Doğru düzgün yap şunu ! ” gibi ifadelerle baltalamak yerine, çocuğun bulunduğu bilgi alanındaki gelişimi uzaktan keyifle izlenmeli ve bu sayede çocuğun sahip olduğu enerjinin serbest bırakılmasına şahit olunmalıdır. 

Bir diğer tutum ise “Ben senin gittiğin yolları çoktan geçtim.” kalıbını “Bu yolu beraberce aşabiliriz.” ile değiştirmektir. Çok daha açık bir tabirle; çocuğun önünde durmak yerine arkasında durarak iç kuvvetin ortaya çıkmasına yardımcı olmak gerekir. Bu durum bir tohuma benzetilebilir. Çocuğun daha önce görülmemiş o gizemli enerjisi, artık somut eylem ve anlamlı düşünme becerisi olarak kazanılmaya başlar.

Bu nedenledir ki , onları sahip olduğumuz bu zor dünyanın kalıplarına girmiş mutsuz bireyler olarak yetiştirmek yerine, hayalini kurduğumuz o eşsiz dünya düzeninin başarılı kahramanları olabilecek şekilde yetiştirmek; hem bizleri hem de mevcut dünya sistemini bir çocuğun zihni kadar saf ve temiz yapacaktır.

GİBİ

gibi

İnsan bir eşyaya haddinden fazla değer verir bazen
Bir yazarın kalemine verdiği değer gibi…
Senin için beş para etmeyen, onun için altındır bazen
Tıpkı senin bana giderken bıraktığın tokan gibi…

Gerçi zaman artık eski bildiğimiz zaman değil
Çok şey değişti, şairlerin kalemi gibi…
Bunlarla birlikte sevmeler de değişti kadın
Bu yüzden artık hiçbir kalem ne Nazım Hikmet ne de Cemal Süreya gibi…

Belli ki hiç yas tutamamışım ardından
Nasıl ki ekmeğin tok olana değil, aç olana değerli olduğu gibi…
Hangi deli çıkmak istemez ki yangından
Benim senin sevginden çıkmak istemediğim gibi…

Sen adıma şiirler yazmadın dediğin zaman
Ben yaşıyordum seni şiir gibi…
Gülüşün kadın, o gülüşün var ya hiç çıkmıyor aklımdan
Son olduğunu bilseydim durur doya doya izlerdim, güneşin batışı gibi…

Uyanış ve Gece

Bir gün bir masala uyanırsın..

Sabah olmuşta, nedenini bilmediğin bir enerjiyle uyanmışsın gibi. Yürürken herkes sana beğeniyle bakıyormuş gibi. Her zaman yaptığın yemeği yapmışsın, tadını herkes çok beğenmiş gibi.

Bu uyanışta seni korkuyla mutlu eden bir şeyler var. Hazırlıklısın düşmeye, ”Ne zaman böyle olsa bir şeyler olur.” diyorsun. Alışılmamış mutluluk bu. Ara ara uğrayan, ama çok kalmayan.

Düşünme! Ağlarken de gülerken de aklından çıkmayan “Neden?” sorusu yok olmuş gibi bir sabah.

Bilmediğin bir hayata uyanış bu. Elin ayağına dolaşıyor, bu özgürlük seni şaşırtıyor. Engel yok, zaten hiç yokmuş.

Güneş mesela, doğuyor her zamanki gibi, ama pencereden bakmak, hayatı görmek bugün aklına gelmiş. İnsanlar bir başka bugün. Herkes aynı ama kimsenin kamburu yok.

Sorular yok olmuş. Her adım attığında arkandan gelen elalem peşinde değil bugün.

“Oh hayat varmış..”
Sanki bu gün tüm tecrübelerinle yeniden doğmuşsun.

İçin içine sığmıyor, sevgi dolusun. Kendine bakıyorsun, en son ne zaman bu kadar güzel gözükmüştün? Aranızın bozuk olduğu alt komşu bile aklına gelmiyor, yeni yürümeyi öğrenmiş çocuk heyecanıyla pat pat yürüyorsun evde.

Öğreniyorsun işte. Ama o kadar çabuk öğreniyorsun ki, her şeyi yapabilirim diye düşünüyorsun. Sabırlı ol.

Öğrenceğin en önemli şey sabır. Olmuyor zamanı gelmeyince. Görmediğimiz tarihler var, dakikasına kadar bekletir seni.

Çok istiyorsun, elinden geleni yapıyorsun, mutlusun, umutlusun, belki çok da sabırlısın, hayatının merkezinde. Bu uyanış uzun sürmezse eğer, her şeyden vazgeçmen gerekiyor gibi, buralardan gitmen gerekiyormuş gibi acele saracak seni.

Sabahlar olmayacak, gece tüm kasvetiyle içinde doğacak ve sen çok güçlü hissedeceksin. Beklemesi gereken güç çıldırtır.

Öğrenmeni istiyorum ki, uyanış ve gece seninle kalmayacak. Kendi kuralları olan bu ikileme uyum sağlamalısın. Her şey dozunda olunca yararı dokunuyor.

Bir masala uyanış, bir kabusa uyanış hepsi senin pencerenin dışında. Ne görmek istiyorsun gözlerini açtığında?

Gün yanığı

smart

İklim serin
Kış mı
Hazan mı
Yüreğim derin
Çöp mü
Kazan mı
Dünya küçük
Aşk mı
Mezar mı
Yolcuyum ben
Giden mi
Kalan mı?

Kitap Okuma Alışkanlığı Nasıl Kazanılır?

Aslında hepimiz kitap okumanın mükemmel bir aktivite olduğunu biliriz. Kitap okumayı sevenlere de gıpta ederiz. Fakat iş uygulamaya geldiği zaman, bu o kadar kolay ve sürekli olmaz. İnsanları, kitap okumayı sevenler ve mecbur olduğu için kitap okuyanlar ve de kitabı fotoğraf için kullananlar olarak üçe ayırsak yanlış olmaz sanırım.

Peki, kitap okuma alışkanlığı nasıl kazanılır? Severek kitap okumak nasıl mümkün olur? Gelin bir kaç maddeyle kitap okumayı severek yaptığımız alışkanlıkların içine dahil edelim.

1- İlginizi çekecek bir kitap seçin.

İlk etapta, kalın, tarihi ya da bilimsel, ağır bir dille yazılmış kitapları seçmeyin. Daha az sayfalı, konusu ilginizi çeken, merak ettiğiniz, seveceğiniz bir kitapla başlayın. Akıcı ve sade bir dille yazılmış, cümleleri tekrar tekrar okumanıza gerek kalmayacak kitapları seçmeye özen gösterin.

2- Bir kitapta ısrar etmeyin.

Başladığınız kitaptan belirli bir sayfaya -mesela 50 sayfa- geldiğiniz halde, ilginizi çekmediyse o kitabı bırakın. Başka bir kitap alarak okumaya devam edin. Aksi taktirde kitap okunsa bile bu, severek değil, mecburiyet kaynaklı bir alışkanlık haline gelebilir.

3- Yanınızda kitap bulundurun.

Gün içinde fırsat bulduğumuz boş vakitleri değerlendirmek ve kitap okumayı unutmamak adına, yanımızda, çantamızda bir kitap taşımak faydalı olacaktır. Mesela; sıra beklerken, toplu taşıma kullanırken telefonla meşgul olmak yerine bir kaç sayfa da olsa kitap okumak, çok şey değiştirecektir.

4- Okuduğunuz kitaptan çevrenize bahsedin.

Okumaya başladığınız kitaptan bir kaç cümleyi sevdiklerinizle paylaşın. Ve okuyup bitirdiğiniz kitapların listesini yapın. Bu sizi motive edecek, okuma isteğinizi arttıracaktır.

5- İstikrarlı olun.

Bir süre belirleyin, mesela 15 dakika, her gün mutlaka 15 dakika kitap okuyun. Ve bu 15 dakikadan ne olursa olsun taviz vermeyin. Alışana kadar aynı sürede devam edin. Bir gün 15 dakika okuyup ertesi gün yarım saate çıkarmanız, ağır gelip, sıkılmanıza neden olabilir.

Not; her şeyden önce kitap okumayı bir mecburiyet olarak görmek yerine, ufkumuzu açan, bizi bir kaç dakikada bambaşka alemlere seyahat ettiren, kaliteli yaşamamıza, karakter gelişimine katkı sağlayan bir vasıta olarak düşünmeliyiz. Unutmayalım, her işin başı sevmektir. Aksi taktirde, okuduğumuz cümleleri satırdan gönle aktarmak mümkün olmayacaktır.