Zihnimden geçenler bir yolculuğa sürüklüyor
kalmışım yolda tıkanmış nefesim
bozuk saatler ötüyor susturun
kim bu karşımdaki nereye bakıyor
çoğu seferinde yanlış kişiye çatıyor
bir yudum hayal üç beş damla kandan
kalır mı sandın ar yükselen cihanda
ardım sırılsıklam yolcu gemisi geçerken çağırın beni belki binerim
belki de hayal kurar geçmişe giderim
karşılayan olmaz genelde, malum gelecekten gelmişiz
gelecek dediğime bakma geleceğe göre geçmişiz
-nereye varacak bu gemi?
akdenizden kalkıp pasifiğe gelmişiz
yol üstünde durmadan atlası da geçmişiz
-yok mu kaptan bi mola? uzun yol tutar beni
midemi bulandırmasa da
tutar hep aynı yerde
tutarsızlık içine
bir orman peşine
dalgalanan ağaçlar
kumdan çıkmış süzülen ayaklar
durdur kaptan gemiyi
serap gördüm sanki
yalnız başına bir ada ve bir gemi
sessiz bir ada ve ıssız bir gemi
sirenler yol gösteriyor bana orada kaldırımlar
kaybettiğim ufkumu arıyorum gözlerim kapalı
Gelecekten Geçmişe Saatler
Tramvay Durağı 5. Bölüm
Hatırlar mısınız bilmem, İsimsiz Durak burası. Tabelası paslanmış bir teneke parçasından başka bir şeye benzemiyor. Havada hafifçe esinti olsa, gıcırt gıcırt…
Sesler beni çıldırtıyor. Oysa sessizlik ne iyidir. Sükûnet! Aah, sizlere suskun görünen şu doğanın muhabbet cümbüşlerinden söz edebilseydim keşke.
Siz şehir insanları! Doğa deyince kaldırım taşının kenarına insan eliyle dikilmiş kokusuz aşı çiçekleri anlarsınız belki. Ya da egsoz dumanının boğaz yakan kokusunu… Haksızlık etmeyeyim; ücret ödeyerek gittiğiniz yazlıklarınızdan veya internet aramalarından bulduğunuz görsellerden biliyorsunuzdur dağları, taşları, denizleri, ovaları… Tanışmışsınızdır oralarla.
Ben, ruhu sekseni çoktan aşmış bir köy insanıyım. Bizim oralarda doğa dediğiniz şey, Yaratıcı’nın (cc) bir lütfu olarak her sabah tertemiz bir havayla başlar, kır çiçeklerinin mis kokusu ve kuş cıvıltılarıyla devam eder. Size televizyondaki; ‘gezginçi’, yöresel yemekleri löp löp götüren program sunucuları gibi tanıtım yapmayacağım. Onlar ilk defa gördükleri, tattıkları güzellikleri ballandıra ballandıra anlatırlar.
Köy insanı öyle mi? Doğa, köy insanı için bir üstattır. Acıyı neşeyi öğrettiği bir kenarda dursun, ölümü öğretir asıl, insana. Ölmeden önce imanla şerefle ölmeyi… Saf ve berrak bir huzurun gücünü hissettirir göz bebeklerinde. Yolunuz bir köye düşerse ihmal etmeyiniz, hatta ilk işiniz; köy pazarında örgü patik ve yumurta satan ninenin gözlerinde hayatı aramak olsun. Pişman olmayı öğreneceksiniz. Neye? O zaman anlarsınız.
Vakit gece. Öyle uykum var ki… İnanır mısınız bilmem, dilimin ucunda bir yığın metaforları var anlatmak istediklerimin. Bir kapanıp bir açılan gözlerim ve bir yazıp iki silmek zorunda kalan kalemim adına özür diliyorum.
Bu İsimsiz Durak tam da şehrin göbeğinde. Büyük şehirlerde doğa namına gözleyebildiklerim; asfalt yollar, raylar, evler, arabalar, kir dolu gökyüzü, biraz deniz ve tanımadığım insanlar. Her sabah şehrin gürültüsüyle uyanıyorum. Doğanın latif sessizliği yok burada, kulaklığıma eklediğim türkülerde buluyorum insanımı. Yine kulaklığımdaki müziklerde kaybediyorum insanlığımı. Doğru duydunuz. Ritimlere eşlik eden kafiyeler anlatıyor bu şehrin hâlini. Kör kütük çıkmazlara gark olmuş sokak lambaları altında serkeş adımlar…
Şehir insanı ay ışığında komşu gezmesine yürümeyi bilir mi? Birçok köyde elektrik ve internet var artık. Köy insanı telefonun flaş ışığında gidip gelir oldu şehir meydanına. Şehir insanı; varını yoğunu terk edip köylere, yaylalara yerleşmeye başladı. Bir gariplik var bu işte.
Huzurlu yaşayan ve ölenler, uzun ve refah yaşamayı istiyor, gidiyor ve kaybediyor sahip olduklarını farkında bile olmadan.
Uzun ve refah içinde yaşayanlara artık ‘yaşamak suç’ geliyor ve terk ediyorlar malı melâli, kısa da olsa huzurluca, zahmetli de olsa “sahici” bir hayatı ve ölümü arzuluyorlar.
Hoş, ben de bu şehre geldim geleli gurbetle tanıştım. Özledim kendimi. Arıyorum hâlâ. Elektrik var, internet var, şu tramvay… Gelmek bilmeyen bir tramvayın getirmesini dilediğim bir ümidim var. Belki şehrin doğası da budur? Kaybolmayı, aramayı, beklemeyi, hatta zamanla beklentilerinden arınmayı öğretiyordur insana? Üstatlığı bu yöndedir…
Hiç, bir şehir insanının gözlerine bakmak gelmedi aklıma. Baksam, ne görürüm, hiçbir fikrim yok.
Gözlerimde
Uyku…
Uykum var…
Rasim Özdenören – Gül Yetiştiren Adam
Yazar, 1940 yılında Maraş’ta doğmuştur. Eğitimini Güney ve Doğu şehirlerinde tamamlamıştır. İ.Ü. hukuk fakültesini ve İ.Ü. gazetecilik enstitüsünü bitirmiştir ve ardından araştırma amacıyla ABD’nin çeşitli eyaletlerinde bulunmuştur. Devlet işlerinde görev yapmış daha sonra istifa etmiştir. “Çok Sesli Bir Ölüm” ve “Çözümlü” adlı hikâyeleri; ki, ayrıca bunlardan ilki TV filmi yapılmış ve Uluslararası Prag TV filmleri yarışmasında jüri özel ödülünü almıştır.
Rasim Özdenören’in hayatı böyleyken gel gelelim kitabın ana konusuna.
Kitap 1960 yıllarında basılmış ve Rasim Özdenören’in tek romanıdır. Yazarımız daha önce deneme-makale türündeki başarısını gösterirken ilk ve tek olan bu romanında da ne kadar başarılı olunabileceğini gösteriyor.
Kitap, Doğu-Batı sendeleyişi ve serzenişi üzerine toplanmış iki ana konudan oluşmaktadır.
Her yaş grubuna hitap eden sade, akıcı bir dile ve üsluba sahiptir. Kitap iki ana konudan oluşmuş ve bölümlere ayrılmadan yazılmıştır. Bu durum da geçişlerde sıkıntı teşkil etmektedir. Bu sorun haricinde kitabın noksan-i bir eksikliğinin olduğunu zannetmiyorum.
Birinci konusu kitabın başlığından gelip; yaşlı, gül yetiştiren ve milli mücadele savaşına katılmış, hayatı ve yaşamı protesto eden, evinden çıkmayan bir adamı anlatmaktadır.
Yaşlı amca yaşamış olduğu her şeyi anlamsız bulup kendini evine ve bahçesine adıyor.
Bu adamın durumu yobazlıktan gelen ve insanların sürekli eksi yönünde bir değişimde olmalarından dolayıdır.
Yaşlı adam kendini hayattan tam soyutlamışken küçük yaştaki torunu Ahmet’in ısrarı üzerine tekrar dışarı çıkıp camiye gitme kararı alıyor.
Bu arada yolda giderken gördüğü değişim pek de hoşuna gitmemiştir. Özellikle de caminin içerisinde olan olaydan pek memnun kalmamıştır.
Buradaki olaylar kitabın en özel yerlerindendir.
Kitabın birinci konusu böyleyken, ikinci konusunda Sitare adlı bir baş kahramandan söz etmektedir.
Sitare’yi okurken aklınıza gelecek ilk şey; günümüz insanlarının kopyası olduğudur.
Sitare, zengin koca bulup rahata ereceğini düşüncesindedir fakat hasta ve yaşlı bir adamla evlenir. Ayrıca kocasını da sürekli aldatmaktadır. Mutluluğu ve hakikati parayla bulacağını zanneden Sitare çapkın, alkolik ve kumar bağımlısı bir kadındır.
Ve bunların yanında her şeyi kafasına göre yorumlayan her şeyi bildiğini zanneden bir cahildir.
Sitare’de beni en çok etkileyen şey ise; konuşma esnasında Türkçe kelimelerin arasına yabancı kelimeler koyması veya Türkçe bir kelimeyi direkt yabancı dilde söylemesidir. Bu durum, günümüzü çokça yansıtan ve gerçeği ortaya seren cehl bilir tavırdır. En üzücü taraf ise bununla havalı olduğunu zannetmesidir.
Sitare’nin sürekli olarak, omuzlarına ağırlık veren bir mental rahatsızlığı vardır ve bundan nasıl kurtulacağını da bir türlü gözüne kestirememektedir, bilemiyordur da. Bu bölüm, yine günümüzü yansıtan bir olaydır. Omuzlarına ağırlık veren bu duygudan mesuliyet almadan değişim göstermek zorunda kalmadan yapmıştır…
Bütün bu evreye kadar sergilemiş olduğu hâl ve hareketler sonunu kaçınılmaz kıldı.
Faniye odaklı kalmış olması onu çok derinden etkiledi ve bir türlü hayata tutunma,devam etme olaylarına girişemedi. Bu hem Batı’nın vermiş olduğu bir lakayitlik, laubalilik hem de Doğu’nun vermiş olduğu gururunun arasında kalmışlığın bir sendeleyişti.
Sitare’nin sonu kitabın son sayfalarında.
Dediğim gibi kitap tek bir konu üzerinde toplanmış olsaydı veyahut iki ana konu hızlı geçişlerle bağdaştırmaya çalışılmasaymış çok daha güzel olabilirdi.
Yine de, Rasim Özdenören’in okunması gereken romanıdır Gül Yetiştiren Adam…
Ruhumun Varisi Kuzey Yıldızı
Denizleri göğsüme sığdıramadım diye tüm bu olup bitenler. Hoş, semayı sadrımıza sığdırabildik mi? Toprağın saçlarını okşarken en çok mest oluyor insan. Çünkü insan, insan oluyor severken. Alem, öylesine okşarken ruhumu nasıl kör olmamı istersin benden?
Kuzey, daha da kuzey varlığını kucaklayan toprak parçası. Ah bu ruhumun memleket intizarı ile seheri kucaklayan derin sancısı. Kelam-ı rakiki kafi değil midir gözlerini memleket kılmaya? Meçhul satırlarında kurduğum gönül sofraları, deryaya nazır şehrin balkonunda bahar bahçe. Gözyaşı nimettir fani alemde. Benliği, sarmaşığın alametidir işte.
Derya sayfalarına yazdığım tek mısralık ömrümüzün eceli bir sonraki haşin dalgasına kadar. Ey ruhumun varisi! Hududu zerre kadrince aşmadığımız sürece bu aziz varisliğin vadesi beyaz elbiseme kadar. Zerre artmaz, eksilmez. Bu mekanına ecnebi gurbetçi lider, can ciğerden öte bağlı hayaline.
Eğik başakların nakıs sayıldığı bu alemde ne hoştur o başka şey. Su, ancak tahiri tahir kılar gayrısına boynu bükük. Sağ elin kirliyse soluna bulaştırmadan usulca yalvar suya çığlıklarını duymasın şehir. Bulaştırmasın biri diğerine. Hatta kalbini tahir kılan aciz insan bedeni cemalete mahkumdur.
Yaratan, bizleri ahsen-i takvimde yaratmışken bu emaneti esfel-i safilinde çürütme aman. Beyaz işlemeli dantel arasında sakla ruhunu çarçabuk. Alemin sarhoşluğu bulaşmasın. Lal eden lisanı bu ayaz gece, yarın baharı kuracak bahçeye. İnanmam vechindeki soğuğa… Her bir uzvunun alfabesine yabancıyken, destan yazan kalemimin bundan haberi var mıydı?
Bazı kelimelerin izahı;
Sadr: Göğüs, bundan kasıt insanın dar kapasiteli gönlü.
İntizar: Beklemek
Kelam-ı Rakik: İnce ince söylenmeden evvel kırk kere düşünülmüş hoş kelam.
Kafi: Yeterli
Nakıs: Eksik
Tahir: Temiz
Cemalet: Güzellik
Ahsen-i Takvim: İnsanın diğer yaratılmış varlıklara nazaran en özel ve güzel biçimde yaratılmış olması.
Esfel-i safilin: Cehennemin en alt katmanlarından biri.
Vech: Yüz
Uzv: Organ
EURO 2020’nin En Değerli Futbolcuları

Geçen yaz yapılması planlanırken pandemi nedeniyle bu yaza ertelenen ancak adı baki kalan EURO 2020’nin başlamasına sadece 1 gün kaldı. EURO 2020’nin yıldızlarına dair kısa bir inceleme yapacağımız bu yazıda, verileri dünyaca kabul gören Transfermarkt’ın şu an en çok değer biçtiği 5 oyuncuyla birlikte; bu turnuvada en çok maça çıkan ve bu yılla beraber turnuvaya en çok katılan futbolcu unvanını da alacak olan, turnuvanın en büyük starı Cristiano Ronaldo’dan bahsedeceğiz.
1. Kylian Mbappé

Fransız yıldız kendisine biçilen 160 Milyon Euro piyasa değeriyle sadece turnuvanın değil şu an için dünyanın açık ara en değerli futbolcusu konumunda. 22 yaşındaki star, genç yaşına karşın bugüne kadar çok fazla başarı elde etti ancak Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu hayalini bu yıl da gerçekleştiremedi.
Mbappé ilk kez bir Avrupa Şampiyonasında forma giyecek olsa da bu turnuva milli takımıyla beraber mücadele edeceği ilk büyük turnuva değil. Mbappé, henüz 19 yaşındayken Fransa Milli Takımı’yla Dünya Kupası (2018) şampiyonluğu yaşamakla kalmamış, attığı 4 golle takımının öne çıkan ismi olmuş ve “turnuvanın en iyi genç oyuncusu” seçilerek ödüllendirilmişti. Dünyanın en değerli oyuncusu olarak gösterilen Mbappé’nin katılacağı bu ilk Avrupa şampiyonasında neler yapacağı en büyük merak konularından biri.
Milli Takım: Fransa
Yaş: 22
Piyasa Değeri: 160 Milyon Euro
2. Harry Kane

Listenin 2. Sırasında yer alan Harry Kane, tıpkı Mbappé gibi genel listede de turnuvada bulunduğuyla aynı sırada bulunuyor yani Kane, 120 Milyon Euro piyasa değeriyle dünyanın en değerli ikinci futbolcusu konumunda. İngiliz yıldız, hemen herkes için dünyanın en iyi birkaç santraforundan biri olarak gösteriliyor hatta kimileri için en iyisi ancak buna karşın 27 yaşını bitirmek üzere olan yıldız futbolcu, biri Şampiyonlar Ligi olmak üzere üç kez final mücadelesine çıksa da şu ana kadar tek bir kupa dahi kazanamadı.
Daha önce 1 Avrupa Şampiyonası’nda (2016) boy gösteren yıldız futbolcu için o turnuva hüsranla sonuçlanmıştı. Kane, turnuvayı gol atamadan tamamlarken İngiltere Milli Takımı da son 16 turunda İzlanda’ya elenmiş, çeyrek finali dahi görememişti. Oynadığı bir diğer büyük turnuva olan 2018 Dünya Kupası’nda ise 6 gol atarak turnuvanın gol kralı olmuş, takımıyla beraber yarı finale kadar ilerlemişti. İngiltere, Euro 2020’ye belki de son yıllardaki en iddialı kadrosuyla ve turnuvanın en pahalı gösterilen takımı olarak giderken Harry Kane de takımıyla beraber şampiyon olarak hem bu büyük zaferi yaşamak hem de ilk kupasına ulaşmak istiyor.
Milli Takım: İngiltere
Yaş: 27
Piyasa Değeri: 120 Milyon Euro
3. Jadon Sancho

Geldik bu listenin en genç ismine. Genç futbolcu, 2017 yazında yapılan U 17 Avrupa Şampiyonası’nda turnuvanın en iyi oyuncusu seçilerek dikkatleri üzerine çekmiş, aynı yazın sonunda henüz alt yaş takımlarında mücadele ederken kendisine ödenen 7.8 Milyon Pound bonservis bedeliyle Manchester City’den Borussia Dortmund’a transfer olmuştu. Dortmund’daki ilk sezonuyla birlikte profesyonel kariyeri başlayan İngiliz futbolcu, ilk sezonunda çok fazla forma giyemese de sonrasında bireysel anlamda 3 muhteşem sezon geçirdi ve piyasa değeri 100 Milyon Euro’ya kadar çıktı. Genç yıldızın kariyerinde 1 Almanya Kupası ve bir Almanya Süper Kupası şampiyonluğu bulunuyor.
Sancho, tahmin edilebileceği üzere profesyonel kariyerinde ilk kez bir Avrupa Şampiyonası’nda yer alacak. Aynı zamanda milli takımıyla katılacağı ilk büyük turnuva da bu. İngiliz yıldız, 100 Milyon Euro’luk değerine karşın belki de bu listedeki futbolcular içerisinde, sahadaki yeri garanti olmayan tek futbolcu. İngiltere Milli Takımı, Sancho’nun sahada görev alabileceği pozisyonlarda oldukça güçlü alternatiflere sahip ve bu da ilk 11’e girmek adına genç yıldızın işini zorlaştırıyor. Yıldızlar topluluğu İngiltere’nin turnuvada sahaya hangi futbolcularla çıkacağı ve neler yapacağı merak konusu.
Milli Takım: İngiltere
Yaş: 21
Piyasa Değeri: 100 Milyon Euro
4. Kevin De Bruyne

Tam anlamıyla bir kupa koleksiyoncusu olan Kevin De Bruyne, profesyonel futbol kariyerinde şu ana kadar tam 15 kupa kazanmış olsa da hem formasını giydiği kulüp takımları ile hem de milli takımı ile henüz uluslararası bir kupada şampiyonluk yaşayamadı. Geçtiğimiz ay takımı Manchester City ile Şampiyonlar Ligi finaline çıkan De Bruyne, bu maçtan yenik ayrılan tarafta yer almış, takımı yenik durumdayken sakatlığı sebebiyle oyundan çıkmak zorunda kaldığında gözyaşlarını tutamamıştı. Belçikalı yıldız, Şampiyonlar Ligi finalinde yaşadığı hayal kırıklığını Euro 2020’de ülkesiyle zafere ulaşarak unutmak istiyor.
Kevin De Bruyne, Belçika Milli Takımı ile daha önce 1 Avrupa Şampiyonası’nda (2016) forma giymiş, Belçika o turnuvaya çeyrek finalde veda etmişti. Yıldız futbolcu, ayrıca 2014 Dünya Kupası ve 2018 Dünya Kupası’nda da milli formayla görev almıştı. Belçika, De Bruyne’nin kadroda yer aldığı ilk Dünya Kupası’nda (2014) çeyrek finalde elenirken favorilerden biri olarak gösterildiği 2018 Dünya Kupası’nda ise üçüncülük başarısını elde etmişti.
Milli Takım: Belçika
Yaş: 29
Piyasa Değeri: 100 Milyon Euro
5. Romelu Lukaku

Turnuvanın en çok değer biçilen 5 oyuncusundan biri olan Romelu Lukaku, İnter ile birlikte kariyer sezonlarından birini geçirdi ve bu, kazandıkları İtalya şampiyonluğu ile taçlandı. 2019 yazında kendisine ödenen 74 Milyon Euro transfer bedeliyle İnter’in yolunu tutan Belçikalı futbolcu, burada geçirdiği 2. yılın sonunda Serie A şampiyonluğuna uzandı ve takmıyla beraber, Juventus’un 9 yıllık hegemonyasına son verdiler. Yıldız forvet, attığı 24 gol ve yaptığı 11 asistle, yıllar sonra gelen bu şampiyonluğun saha içindeki en büyük mimarı oldu.
Açık ara farkla Belçika Milli Takımı adına en çok atan futbolcu unvanına sahip olan Lukaku, Belçika formasıyla bugüne kadar çıktığı 93 maçta 60 gol attı. Lukaku, daha önce 2016 Avrupa Şampiyonası’nda ve iki Dünya Kupası’nda (2014, 2018) forma giymişti. İlk iki turnuvasına çeyrek finalde veda eden oyuncu, 2018 Dünya Kupası’nda takımıyla beraber dünya üçüncülüğü başarısını elde etti. Lukaku, bu başarıya 4 golle katkı vermişti. Bu turnuvanın da başlıca favorileri arasında gösterilen Belçika’nın, yine en büyük silahlarından biri Lukaku olacak.
Milli Takım: Belçika
Yaş: 29
Piyasa Değeri: 100 Milyon Euro
Not: Listenin üçüncü, dördüncü ve beşinci sıralarında olup aynı piyasa değerine sahip olan 3 oyuncu alfabetik olarak sıralanmıştır.
En Büyük Star: Cristiano Ronaldo

Ve geldik bu turnuvanın en büyük starına, Kimileri için gelmiş geçmiş en iyiye. 36 yaşındaki Ronaldo’nun bugüne kadar kazandıklarını yazmaya kalksam bu yazının sonu gelmez ancak Portekizli star için Real Madrid’ten ayrıldığı 2018 yazından sonra işlerin çok yolunda gitmediği aşikar. Juventus’a “yeni bir meydan okuma” için giden Ronaldo, ilk 2 sezonunda Serie A şampiyonluğu kazansa da asıl hedefleri olan Şampiyonlar ligi şampiyonluğunu yaşayamadı. Geride bıraktığımız sezonda ise Ronaldo, Serie A gol kralı oldu ancak Juventus hem Şampiyonlar Ligi’nde yine başarısız oldu hem de uzun yıllar sonra Serie A şampiyonluğunu kaptırdı.
Portekiz Milli Takımıyla en çok maça çıkan ve en çok gol atan futbolcu unvanını açık ara farkla elinde bulunduran Ronaldo, daha önce 4 Avrupa Şampiyonası’nda 4 de Dünya Kupası’nda yer aldı. Yarı finalist oldukları 2006 hariç, Dünya Kupaları’nda aradığını bulamayan Ronaldo için Avrupa Şampiyonaları çok daha parlak geçti. İlk turnuvasında (2004) final gören futbolcu, takımıyla beraber 2008 Avrupa Şampiyonası’na çeyrek finalde, 2012’ye ise yarı finalde veda etmişti. 2016’da ise 12 yıl önce yarım kalan işi bitirmek için Ronaldo, tekrar bir finalde sahadaydı. Ronaldo, 2016’da oynanan finalin henüz 25. Dakikasında sakatlık geçirip gözyaşları içerisinde oyundan çıkmak zorunda kalmıştı ancak uzatmalarla birlikte 120 dakika süren mücadelenin sonunda takımı sahadan galip ayrılmış ve Ronaldo da kupaya kavuşmuştu. Portekizli yıldız bu şampiyonlukla beraber, yıllardır süregelen “Messi mi, Ronalo mu?’’ tartışmalarında hanesine büyük bir artı eklemişti. O güne kadar her iki futbolcu da milli takımıyla kupa kazanma başarısı gösterememişti çünkü, ki Messi bunu hâlâ başaramadı. Bir dönem adeta ambargo koyduğu Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve Ballon d’Or (FIFA tarafından dünyada yılın futbolcusuna verilen ödül) ödülüne son yıllarda uzak kalan Ronaldo için bu şampiyonada gelecek bir şampiyonluk da en az ilk yaşadığı Avrupa şampiyonluğu kadar önemli. Ronaldo, ayrıca turnuvada en az 2 gol attığı takdirde Fransa efsanesi Michel Platini’yi geride bırakarak turnuva tarihinin en golcü futbolcusu olacak.
Messi mi Ronaldo mu?
UEFA tarafından açıklanan maç programına göre bu yıl turnuvanın finali 11 Temmuz’da yapılacak. Güney Amerika’da yapılacak olan ve Arjantin Milli Takımı’yla Messi’nin de yer alacağı, bir diğer büyük turnuva Copa America’nın da final maçı 11 Temmuz’da oynanacak. Eğer iki futbolcu da takımlarıyla beraber finale kadar ilerleyebilirse aynı günün çok erken saatlerinde Messi, son saatlerinde ise Ronaldo büyük bir final için sahada olacak. Belki de 11 Temmuz “Messi mi, Ronaldo mu?” tartışmalarının en çok alevlendiği günlerden biri olacak, kim bilir?
Arzuhalim
Solmayan gülüm, son bülbülüm
Acizane kapına lütûfkârım
Kor alevden perişan ellerim
Koy huzurundan kalbime civanım
Mahbubuna edeplice, gizliden aşinayım
İçimin ezelinden, görmeden aşikarım
Koyma ellere gelir de gidemez ayaklarım
Kalbi kırık, pak-u perişan sürûrum
Varıp döner, görüp kalır içimin ayazında
Gözlerim dalar, gönlüm dolar yazında
Bir tebessüm hecelerimi bağlar
Birkaç kelam kalemime vurur, ağlar
Kanadı kırık kuş, ürkekçe dalda ağyar
Birkaç damla su, bir kap yeme bel bağlar
Koy gönlüm hüzünlerini, sevinçlerime
Zira masaya yatırılacak ne çok anılar var

“Efradını cem’i, ağyarını mani”
(Ne eksik, ne de fazla)
Hasat Vakti

Esip gürlerim bazen, içimden, sessizce, üzüntüm başkasına ayak bağı olmasın diye gayret sarf ederim.
Gayret içinde bir gayret, bazılarımız seyir halinde, bazılarımız halen dağ uçlarında şehre ayak basmamış.
Üzüntüler, kıskançlıklar, hissettiklerimiz bu günler için var.
İnsan ayak basması için kendi evine, insan bazen de varmak için vardır.
Susayıp giden ömrüm, kırlangıçların şahadetine kadar yol alıp giderken
şöyle sakin yerlerde yalnızlığın tadını çıkarsak diye hayaller kurarız.
Güllerin, bağların, bahçelerin, taze meyvelerin lezzeti çok kolay kandırabilir hepimizi.
Eğer halen kandıramamışsa sadece namlu ucunda değilizdir, hedef şaşar ama hedefsizlik de şaşırtır.
Hedef olmayı beklemek, bağ bahçe hayalleri kurmaktan başka bir şey değildir.
Tarla tapan işlerinden yorgun argın çıkmış, kan ter içinde çeşmeye vararak kana kana su içip şükrün doruğuna varmak.
Şehrin insanı için büyük lakin kayıp bir hayal.
O şimdi düşünüyor ki bir sallıkda, hamak üstüne yayılmış, çayı yanında köyün havasıyla ciğerlerine bayram ettirecek.
Bunun yanında ekmek elden su gölden yaşayıp son ömrünü de orada geçirecek.
Kaçamak hayatımızın kaçamak hayali.
Yüzümden mutluluğun tablosu düşmezken, bir anda susarak düşkün olan ruhuma ne iyi gelecek diye duvarlara şikayetimi arz ediyorum…
Bu iğneleyici ve kahredici dünya sevgisi her defasında benden en büyük payı alıyor.
Defterlerimin hesabı görülmüş olduğu halde onca şeyden sonra helallik ve selamlığa dahi gelemeden dolmuş, yıpranmış, yırtılmış, eskimiş, en alt rafta gözlerini dikmiş bekliyor.
Garibim köy havası alacak, köyün halinden anlamaz ama köy havasının iyi olduğunu bilir.
Köylünün işinden, gücünden, sıkıntısından anlamaz ve ilgilenmez ama tereyağını yer, sütünden de lıkır lıkır bir güzel içer, üstüne de ‘’oooohhhh’’ demeyi unutmaz.
Şehir bizi yutup şehrin insanı olduğumuz vakit köylülerin gözünde Avrupalılardan farksızızdır.
Çünkü Avrupalı akranlarımız da buraya gelmeseler de sağ olsunlar unutmadıkları vakit bayramlarda konuşur sıkıntılarımızdan bahseder bir şekilde giderirdik.
Küçükken Şerife teyzenin bazlamasını, Hasan amcanın sütünü, ninemizin meyvesini, köyün de güzelim havasını bir güzel çekmişiz ki içimize emekliliğe kadar orası bizim için bekleyebilir.
Yazın köye vardığımız vakit tarla tapana yanaşmayız, neden? Çünkü cepte para, göğüste gurur, eller narin, turistlik yerlerini gezeceğiz eriğini yiyeceğiz.
Şöyle soğuk pınarından da suyumuzu içtik mi tamam! Bir dahaki yaza belki geliriz belki gelemeyiz, şehir işte işi çok…
Köylüyken şehirli olduk, şehirli iken köylü olamıyoruz! Köylü olmak ne zamandır yadırganır halde anlamış değilim.
Belki de ciğerlerimizi bozan fabrikaların dumanı, belki zihnimizi böylesine körelten o melet şey paradır.
Öze dönmek kendimizden uzaklaşmaksa eğer kaçımız kaçabilmiş ki halen kendinden.
Kaçımız reddedebiliyor ki halen, ayaklarımızı yakan bu asfalttan kaçıp toprağa yanaşmayı.
Kireçli sularla nehrin suyunu unuttuk, şehrin kalabalığı arasında da tahammülümüzü kaybettik.
Çamurlu yollarda koşuşturup temiz olmaya davet ettik, belki de en önemlisi ademoğlu olmaya çalışırken ademoğulları aramaya kalkıştık.
Ne savaştan önce savaşmayı ne de savaşırken hakkıyla ölmeyi bildik.
İçe ve dışa dönük olan bu yolculuğumuzda aç kalmayı, susamayı, görüp işitmeyi, sezip gitmeyi, alıp götürmeyi, öylesine insan olmayı özlemişiz ki.
Öylesine yara almış ki insan bu koca koca binaların altına gözü kapalı dinamitler yerleştirmeye hazır.
Para öyle bir şeydir ki ana ile baba arasına girer, evleri, aileleri, aşıkları yollarından eder.
Yetinmeyi ve kanaat getirmeyi bilmeyen birisi para için yapamayacağı son şeyi içtenlikle yerine getirir.
Çünkü temizliği öğrenmeden elleri çoktan kirletmiştik!
Gözler kalpte olanı görmedikçe cepte olanı görür, diller hakikati tatmadıkça haksızlıkta yürür.
Arkadaki çocuğu üzmüşler, kimsesiz bırakmışlar, örselemişler kimsecikler yok.
Kimseler uğramıyor, kimse yüzüne bakmıyor ta ki ağrıyana kadar, ta ki birisi kırına kadar.
Kapı çalınmasa, zaman amansız gelmese, kendine aynada bakamadan, bir avuç toprağa varamadan göçüp gidecek.
Zaten hep öyle olmuyor mu? Bu aç gözlülüğümüz, bu yüzsüzlüğümüz bizi ele vermiyor mu?
Varken varın değeri, yokken de yokun sabrından uzak yaşamıyor muyuz?!
Bu uzaklık bize çağın doyumsuz lezzetinden küçük bir lokma veriyor sonra bul bulabilirsen garibim köylüyü.
Atların üstünde bulduğumuz o aidiyet duygusunu cebimizin hırsızı olan arabalarda arıyoruz.
Gözlerimizi küle çeviren o ufuk çizgisini dar sokakların çıkmazlarına sürüklüyoruz.
Sonra kaybolup bulunmak için aranıyoruz, çaresiz ilk tosladığımız tatminkâr şeyde sürüklenip gidiyoruz!
Beyazlara bürünen bir tren garına ancak varabildim, yolda kalmış bu garibin imdadına koşan zaman elime tutuşturduğu işte o bilet:
Yarısı siyah yarısı beyaz, ortasına çekilmiş uzun ince yeşil bir çizgi, koltuk numarası 34, sayı numarası 38 Kayseri/Develi…
Bekle Ve Gör Tutulması

Merhaba arkadaşlar! Tutulanlar tutuluyor şu sıra. Size bugün için nasıl bir içerikle gelsem düşüncesi bir süredir heyecanla aklımdaydı. Bizi bilmeyen ne bilsin, bilenlere selam olsun diyeyim ve yazıyı bir mesajla başlatayım.
10 HAZİRAN GÜNEŞ TUTULMASININ BİZLERE MESAJI:
“Ve bilesin üstüne aşkı giydirdiğim bu yüreğe ben söz verdim. Hiçbir harfi, sensiz bir cümleye kurban etmedim.” Şems-i Tebrizi
Bu alıntıyı daha önce duymuş muydunuz ya da kimi zaman alıntıları yaşadığınızı hissediyor musunuz? Bu güneş tutulmasına en baştan Şems’in sözüyle tutuldum ve sizin için de yılın son yarısına tutturdum. Bu mesaja görüldü yapıp kenara çekilmeyin derim.
Bu Yeni Ay Güneş Tutulması yeni bir başlangıcı temsil ediyor. Yeni aylar başlangıç ve niyet etme evreleridir. Mayıs ayındaki Kanlı Ay bizim için hangi yolu temizlediyse artık nereye gittiğimizi görmeye başlayabiliriz.
Şu anda nerede olursak olalım, bu Güneş Tutulması doğru yönde ilerlememizi sağlayacak inşallah. Yeniyi kucaklama zamanını işaret ediyor gökyüzü. Sizin için mücadele eden, sizi seven her şeye güvenin. Bilin ki düşmesi gerekenler düşecek, kalması gerekenler kalacak. Tutulmaların doğası ve gücü budur.
Bu 10 Haziran 2021 Yeni Ay Güneş Tutulması, 19 derece İkizler burcunda gerçekleşecek. Gerçek yalanı alt edecek. Seven, güven veren, kalbi ateşin içinde yanıp yenilenenler kazanacak. Dünya’nın gölgesinin Güneş’in ortasına hareket ederek bir ateş çemberi oluşturacağı anlamına gelen bir Halkalı Tutulma ile karşı karşıyayız.
Bu Güneş Tutulması 2021’in ilk Güneş Tutulması olacak arkadaşlar. Tutulma 1.5 saatten fazla sürecek. Türkiye’den izlenmeyecek. Kanada, çoğu Avrupa ülkesi, Kuzey Batı Asya’dan, Kuzey Amerika, Rusya’nın kuzeyinden izlenecek. Yani izlendiği ülkelerde etkisi daha yoğun gözlemlenebilir.
Bu tutulmanın etkilerinden bahsederken burçlara fazla değinmeyeceğim. Neptün-Merkür karesinin sert açınasından değil de “İçinde içindekiler var” bilinciyle soyut bir boyut tarzında açıdan yaklaşmaya niyet ettim daha önceden.
İçe dönmeyi idrak ettiniz mi? Ruhlarımız da bedenlerimiz de ‘Ölüm ve Ölümsüzlüğü’ barındırır. Bu tutulma Dünya’da karşılaştığımız ikiliği temsil ediyor. Bizler fiziksel bedenlerimizle sınırlı ve maddi rahatlıklara ihtiyaç duyan insanlarız ama aynı zamanda sonsuz bir büyüme yolculuğunda sınırsız ruhlarız. İçimizdeki bu dualiteyi tanımak sarsıcı olabilir ancak yolumuza akan, değişen veya sarsıcı enerjilerde gezinirken uyanıp fark edecek, yenileneceğiz. Ve buna inanıp bürünen uyan’ık olmak varken…
Kendimize anlattığımız, inandırmak istediğimiz hikayeleri nasıl bir kenara bırakıp olaylara yeni bir pencereden bakabiliriz! Düşünüp yorumlamaya gidiyor musunuz hiç? Artık fark etmemiz gerek. Artık uyanmamız gerek. Çünkü “Uyanmış bir ruh tekrar uyumaz. Seven bir kalp, yara alsa da şifalanır!” hatırlatalım.
Neptün’ün bu Haziran Tutulması’na dahil olması ve Merkür’ün hâlâ (retroda) geri harekette olması nedeniyle, kendimizi yeni bilgilerle geliştirirken bunaltıcı veya kafa karıştırıcı hissedebilecek zihinsel süreçlerle yüz yüze gelebiliriz. Bu yüzleşmeye şaşırma eylemi gitmiyor artık, çok rutin bir şeymiş gibi geliyor ben anlatırken.
Bu Yeni Ay Tutulması yeni başlangıçlar vaat etse de tohum ekmek için verimli bir zaman olsa da, yavaş hareket etmemizi ve sezgilerimize güvenmemizi gerektiriyor. Bu yüzden BEKLE VE GÖR TUTULMASI dedim. Bir şey hissediyorsanız, dinleyin. Kendinizi kandırmadan kendinize dürüst olun! Rehberiniz kalbiniz olsun.
Şimdi kalbiniz dedim de sonradan da kalbiniz kırılmasın. Aslında bu tutulma enerjisinin altında iyi bir hatırlatma: Düşündüğünüz veya duyduğunuz her şeye inanmamanızdır!

Tutulma Sembolü’müze geçiyorum bizler için. Hatırlayın geçen ayki tutulmada taglar, geçişler, kapılarla ilgili sembolleri kullanmamızı söylemiştim. Bu sembolü de devam ettiriyoruz. Güneş Tutulması’nda da etkisi var. Tabi iki tutulma da çok kısa bir zaman aralığında birliktelik gerçekleştirdiler. Ayrıca Mrigasira Nakshatrası‘nı kullanacağız. (Nak: Gece Shatra: kuşak, bölge, zon Nakshatra: Gecenin yıkıcı karanlığından koruyan, demektir Vedik Astrolojisinde) Burada dişi yılan figürü de vardır. O nedenle kendi hayatımızda biraz daha yenilenip değişeceğiz, yılan kabuk değiştirir ya öyle. Bir de yılan tıpla ilgilidir ayrıca. (Pandemi ve yasaklar ile ilgili iyi gelişmeler olacağı varsayılabilir.) Bu konuda içimizdeki enerjiyi, aydınlanmamızı ortaya çıkarmak için kullanmayı umut ediyorum hepimize.
Mrigasira Nakshatrası‘nın direkt anlamı da YAZMAKTIR. Bol bol yazmaktır. Mottolu Mutlu sloganımız belli arkadaşlar. Bol bol yazılar yazmayı deneyimlemeliyiz. İstediklerimizi yazmalıyız, istediğimiz her şeyi yazarken aslında onları araştırmış da olacağımız için “araştırmayı, soruşturmayı, yeni bir şeyler öğrenmeyi” kendimize açacağız. Bu da Nakshatra’nın gücünü direkt getirecek arkadaşlar.
Tutulma ORION’dan geçiyor üzerimize. Bellatrix ve Betelgause, Orion takım yıldızının sağ ve sol omzundaki yıldızlardır. Bu çok çok etkili bizler için. Öncelikle hayvani tarafı dindirmek, bedeller ödemektir (Çünkü Bellatrix’in mitolojisine bakıldığı zaman o ego savaşını çok iyi görebiliriz.). Bellatrix’te Betelgause gibi bir güzellik, bir iyilik verir ama belirli bedeller ödetir.
Yani burada Vedik bilgileriyle de, yıldızsal bilgileriyle de ve kadersel alanlarda tutulmayı değerlendirdiğimiz zaman arkadaşlar özü şu ki:
“Hırsı bir kenara bırak. Ve istediğin ne varsa her şeyi yazıya dök.”

Yazı sana ilham verecek. Hani öyle klavyeyle falan bir şey yaz demiyor. Yani bildiğiniz eliniz kalem tutsun, yazı yazın, yazarken araştırın. Başkaları sizin bu konunuz hakkında neler yazmış neler yapmış… Bu konular sizde inanılmaz başarılar, müjdeler getirecek gibi gözüküyor. Yani bu sefer sabrın sonunda müjde var. Hani öyle boş boş beklemeyeceğiz diyebilirim arkadaşlar.
Seçimlerimiz, sözlerimiz ve düşüncelerimiz gezegeni daha yüksek bir frekansa yükseltmeye yardımcı olabilecek bir güce sahiptir. Başkalarının ne yaptığını kontrol edemesek de kendi düşüncelerimize, eylemlerimize ve seçimlerimize dikkat ederek gücü kendi elimize alabiliriz. Nasıl bir dünya istiyoruz? Neler yaşamak istiyoruz? Elimizdeki gücü yazarak ortaya çıkarmaya başlayabiliriz sembolümüzle birlikte.
İstemediğiniz şeyler yerine istediğiniz şeylere odaklanmak için Tutulmanın enerjisini kullanın. Düşüncelerinizin nerede olduğuna ve sizi nasıl hissettirdiğine dikkat edin. Bu, pozitif taklidi yapmamız gerektiği anlamına gelmez ancak düşüncelerinizin sizi yönlendirmesine nasıl izin verdiğinizin farkında olmak güçlü olabilir. Bir sevgi veya korku yerinden mi yönetiyorsunuz? anlamanıza yardımcı olacaktır. Tutulmalar perdeleri açar ve sezgilerimize daha kolay erişmemizi sağlar. Bize rehberlik ve daha yüksek bir varlık durumuna sıçrama fırsatı sağlarlar.
“Ve bilesin üstüne aşkı giydirdiğim bu yüreğe ben söz verdim. Hiçbir harfi, sensiz bir cümleye kurban etmedim.”
Şems-i Tebrizi
Peki biz neye söz verdik ya da hiç söz verdik mi ki unuttuğumuz? Neye kurban ettik sesli harflerimizi sessiz cümlelerde? Sensiz ve bensiz, O’na kurban olunur mu? İşte bu soru işaretleri sayesinde tutuldum ya Şems’in sözüne. Astrolojik yorumlar neyse de evren içinde her varlık O’nun izniyle tutulurken, içimize düşmeyi ve içimize düşürmeyi istedim. Bu tutulmada bilincimizi ve derecemizi yükseltmek için inşallah farkına vararak söz vermeye niyet ederiz diye bu yazıyla geldim sevgili arkadaşlarım.
İnanç ve ümitle…
Söz vermeyi, O’na kurban edilmiş cümlelerde buluşabilmeyi seçmek dileğiyle.
İyi niyetler tutulsun bu tutulmada.
Şeylan (ش)
İnsan asil vaktinde huzura vardığını düşünür. Huzur da yalnız huşuda bulunur, karanlıksa bir bakidir sonsuzluğa el açar. Asileye dönüştüğün de yer altı karanlığı ile yeryüzü karanlığı aynıdır. Kimi yer yüzü kimi de yer altı ölümlüsüdür fakat aynı yolda bir direniş vardır. HİÇTİR!
Tutkulu yaşanan hayat ve asla vazgeçilmez sandığımız hayat sen neredesin, var mısın ki ya-şa-mak hiç uğramazdın akıp giden zaman da, kısılan ömür evvelsi iken yokluğunu var ettiren ŞEYLAN!
Ölümü en çok hiçliğe benzeten ağaç fidanı gibisindir hiçlik, toprağın kök saldığı hayat insan evladının oluşunun yöntemidir, dallarından seçtiğin yol yaşamın yollarına benzer en kısa mabed. Uzun dalın yolu baht bilirken kaderi mahşer â-mad zirveyi etkiler. HİÇLİK!
İnsan evlâd-ı hayat zorluklarında ağla ama bilmez misin eyy insaan! Tekrar dirileceksin tekrar var olacaksın –ba’s ba’der mevt– her gecenin karanlığında aydınlık olmadı mı?
Hiçlik ile asile (tekrar dirilme) bir vakte kadar aynıdır fakat Ruhun Bakiliği Hiçlikte sonradır. ŞEYLAN!
Kara Bulutlu, Kasvet Duygulu

Şu kara bulutların zar zor dağıldığı yüreklerimizde, çiçekler yeşermesine yeşeriyor ama kokuları yok, kokusuz. Nemli, kasvetli ruhlarımızın da bundan aşağı kalır yanı yok.Gözlerimiz pek, dilimizde acı, ömürlerimizde çokça eksiklik mevcut. Bir belirsizlik havası almış başını gitmiş, giderken tüm varlığımızı sürüklemiş de sürüklemiş. Hiçlik kursağımızda, kaygı bir balon gibi midemizde şişiyor da şişiyor. Akıl sağlığımızın kaybedilmesi an meselesi.
İşte bu kasvete bulanmış fakat çoşkusu hala sönmemiş anda, duygular şiire dönüşüyor; hep bir ağızdan!
Bulutlar dağılacak gökyüzünde
Masmavi bir gökyüzü bizimle olacak
Bastığımız yerlerde çiçekler
Çiçek türleri, mesela papatya yeşerecek
Bir gün daha kızıllığıyla bitecek
Yağmur, dansımıza eşlik edecek
Belirsizlik bizimle, hiçlik yüreğimizde
Ama gözlerimizden huzur göğe erecek

Saat Zor’a Saniye Var
Ne kadar zormuş sevdiğini toprağın altına koymak. Ne kadar zormuş cansız bedenini öpmek, son kez görmek…
Biz insanlar bazı şeylerin kıymetini elimizden gittikten sonra anlıyormuşuz, kıymet sanki hep sonraki saatlere münhasır… Yıllardır söylenen “sevdiklerinin kıymetini bilin” sözü aslında ne kadar doğruymuş. En sevdiklerimizi hep kırıp döküyoruz. Sinir, stres, öfkeyle ne çok kırıyoruz onları. Hiç ölmeyecek gibi, hiç bedenimize bıçak saplanmayacak gibi, hiç o vicdandan sızımız gitmeyecek gibi… İnsanoğluyuz biz, 3 günlük dünyada 5 günlük plan yapmak sadece bize mahsus. Dünü yaşadık ama sanki bin yılımız da garanti gibi… Oysa bugün son, bu saat son, bu saniye son… Yarınlar bizim için çok büyük plan… Acizliğini bilemeyen tek canlıdır insan, ayakları bir türlü kaf dağından inmeyen… Ama ölüm bir nefes uzağımızdaymış meğer aldığımız ve asla geri veremediğimiz…
Özkan’ların Anısına…
Karıncalar, Yağmur ve Yürümek
İnsan korkar kendi dünyasından
Bir adım dahi uzaklaşmaktan.
Belki anlasa
Yeryüzünde hiçbir şeyin yeri yok,
Ve işte bu da
Karıncaların yuvarlandığı patika.
Beklemeyecek yola çıkmak için
Yağmurun yağmasını, belki anlasa.
Karıncalar,
Yağmurun elleri
Ve yürümek…
Haydi kalk artık Bay Antuan!
Sen de yürü.
*Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
*Adnan YÜCEL – Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek
Edebiyattaki Güzellik; Gönüllerimizdeki Nâbî
Şair olmak, şair diye anılmak ne büyük bir lütûftur insana. Yazıldığında tek hece, okunduğunda tek hece, anlamlandırıldığında büyük bir kazanç elde ediliyor. Aynı kıyafetin vitrinde durup kendine ait olana giydirildiğinde tamamlandığı, anlamlı olduğu gibi. İşte bizim de bazı kıyafetleri ruhumuza giydirme ve oldurma ihtiyacımız oluyor. Bir neşede, bir hüzünde, birçok acımızda, içimize çektiğimiz nefesi geri verebilmek için, dikenleri yutup sindirebilmemiz için ufak bir nâmeye, küçücük bir su birikintisine ihtiyacımız oluyor. Bizi Rahman’a ulaştıran, O’nu hatırlatan, dünyayla bir nebze de olsa ayrılabilecek yazılara ihtiyaç duyuyor ruhumuz.

Deyip devam ediyorum yazıma ve çoğu şiirlerimize taç olmuş, çoğu kez şiirlerimize dokunmuş mukaddes bir insanın hayatından özet geçeceğim Allah izin verirse;
Şâir Nâbi; hayatını okuyup birçok ibretler toplamaya çalıştığım, bazen tüylerimi diken diken eden noktalar bulduğum önemli bir insan.
Osmanlı divan şairlerinden. Asıl adı Yusuf’tur. 1642’de Urfa’da doğdu ve 1712’de İstanbul’da vefat etti. Hacı Gaffarzadeler isimli bir ulemâ ailesinden olup, kuvvetli bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı bu dilde şiir yazacak kadar iyi öğrendi. Urfa’da arzuhalcilik1 yaparken, vâlinin tavsiyesi ile, yirmi beş yaşında İstanbul’a gitti. Vezir, Musahip Mustafa Paşa’nın divan kâtibi oldu. Bu sıralarda, şâir Nailî ile görüşmek suretiyle şiir kabiliyetini geliştirebilme fırsatı buldu.
Aslında pek de araştırmayız bu isim kendisine nereden gelmiş. Anlamı nedir diye…

O halde bilmeyenlerimiz için söylemek, bilenler için de ufak bir hatırlatma yapmak isterim; Bu isim, Arapça’da “yok” manasına gelen “nâ” ve “bî” eklerini birleştirerek “Nâbî”yi kendine mahlas2 yaptı. ‘Kim kendine “yok” kelimesini mahlas yapabilir ki’ dedim kendi kendime ‘bu aşk kesinlikle derin bir ilahi aşk, bu nefsin tezkiyelenmiş, “yok” halidir bence’ dedim… Ve bundan sonra devamını okuma isteği daha da gelişti. Tabiri caizse ilgimi daha da çekti.
Divan kâtipliği esnasında Dördüncü Mehmed Hân’ın da iltifat ve ikramlarına kavuşan padişah ile beraber Lehistan (Polonya) seferine iştirak etti ve Kamaniçe kalesinin fethi üzerine tarih düşürerek yazdığı şiir, kale kapısına işlettirildi. Giderek devlet ricali ve aydınlar arasında hoş sohbet, tatlı ve tesirli söz söyleyen, geniş kültürlü birisi olarak tanındı. 1677’de hacca gitmek istediği zaman padişah kendisine Mısır vâlisine hitâben yazılmış olan şu fermânı verdi: “Refah üzre haccettirmek; murâd-ı hümâyunumdur. Nâbî efendinin hayırlı haccından teşekküre değen gayretlerinizin bulunmasını isterim.” Nâbî haccettikten sonra, “Tuhfet-ül Haremeyn” (Hicaz Hediyesi) isimli eserini yazarak dördüncü Mehmed Hân’a takdim etti.
Musahip Mustafa Efendi’nin Mora’ya, kaptan-ı dervalik vazifesi ile gönderilmesi üzerine Nâbî de onunla beraber gitti. Çok sevdiği Mustafa Paşa’nın vefâtı üzerine Halep’e yerleşti ve orada evlendi.
Kendisi Halep’teyken padişahlar cülus3 yazıp gönderiyorlar. Yani diyorlar ki; “gel hükümdarlık tahtıma otur”. Kendisi altı padişahın saltanatını görüyor. Padişahların hepsi de şiirlerini beğenip, ikramlarda bulunuyorlar. Yirmi beş yıl kaldığı Halep’te, fevkalade güzel gazellerin yer aldığı Hayriyye ile Hayrabâd’ı yazıyor. Şiirleri çok sağlam olup, atasözü ve vecize4 hükmüne geçmiş birçok mısraları bulunmaktadır. Daha çok öğretici mahiyette şiirler yazdı. İstanbul Türkçesini çok iyi kullandı. Hayriyye, 1857’de Fransızcaya tercüme edildi ve Paris’te yayınlandı. Bu meşhur eserinde, tecrübelerini ve İslamın esaslarından başlayarak, ilim edinme yollarını, san’at ve kültür merkezi İstanbul’un güzelliklerini, sosyal ve ferdi hayatla alakalı birçok meseleyi edebli bir şekilde, sade ve akıcı bir üslupla dile getirmektedir. Ahlâki meseleleri de çok güzel ve etraflıca anlatan Hayriyye, uzun zaman okullarda ders kitabı olarak okutulmuştur.
Baltacı Mehmed Paşa Halep Valisi iken ikinci defa sadrazamlığa tayini üzerine, Nâbî de onun yanında İstanbul’a geldi. Nâbî bu defa da Darphane emini ve Anadolu muhasebeciliği vazifelerinde bulundu. Kendisine zamanın edebiyatçıları tarafından “Şeyh-ül şuarâ5” ünvanı verildi. Kendisinden sonra birçok edebiyatçıyı etkiledi ve birer örnek teşkil etmiş oldu.
Nâbî efendi, şiirlerinde iyiyi ve doğruyu vermeyi hedef almıştır. O, bir düşünce ve hikmet şairidir. Şahsi duyguları, gönül arzularını aşmış, hakiki bir müslümanın hayatını hem yaşamış, hem de şiirlerinde yaşatmıştır. Fani dünyanın ahvaline aldanmamak, kimseye haksızlık, zulmetmemek, hep müşfik6, merhametli olmak, gurur ve kibirden sakınmak, şiirlerindeki nasihatlerinden en çok rastlananlarıdır. Dili sade, söyleyişi düzgün, rahat ve çekicidir.
Nâbî İstanbul’a geldikten iki sene sonra vefat ediyor. (Allah ondan razı olsun) Kabri; Karacaahmed Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi’ne giden yolun sol kenarında olup, İkinci Mahmud Han ve İkinci Abdülhamid Han tarafından tamir ettirildi.

Gelelim o etkileyici edebiyatı, bize iyice sevdiren şiirlerine…
Nâbî’nin Medine-i Münevvere’de Ravza’-ı Mutahhara’ya asılmak üzere yazdığı güzel manzume şöyledir:
Sakın, terk-i edepten kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu,
Nazargâh-ı ilâhidir Makam-ı Mustafa’dır bu.
Habib-i Kibriyânın hâb-gâhıdır hakikatte
Tefevvuk kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu diçûr-i âdem zâil
Amâdan kaçtı mevcudât çeşmin tûtiyâdır bu.
Felekte mâh-ı nev Bâb-üs Selâmın sine-çâkidir
Anın kandilidir hûr matlai nûr-i ziyâdır bu.
Mûrât-ı edeb șartiyle gir “Nâbî” bu dergâha
Metaf-ı kudsiyândır bûsegâh-ı enbiyâdır bu.

(İstanbul İçin…)
Etsin İstanbul’u Allah mamur
Andadır cümle maâl-i umur
Ne kadar âlemi devretse sipehi
Hep İstanbul’da bulur istikbâl
Ne kadar alemi devretse sipehi
Bulmaz İstanbul’a benzer bir şehr
Hüsn ile görmek ile müstesna
Ani âğûşuna çekmiş derya
GAZEL
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz.
Biz neşâtın da gâmın da rüzgarın görmüşüz.
(Biz, dünya bağının hem sonbaharını, hem de baharını görmüşüz. Yani, neșenin de, gamın da zamanını görmüş geçirmişiz.)
Bu şiirlerini ve daha nicelerini okuduktan sonra çok da lafla izahata gerek kalmıyor sanırsam. Belki bir Nâbi olamayız ama Nâbi gibi düşünebilmek ümidiyle…
- Arzuhalcilik: Para karşılığında dilekçe yazma işi.
- Mahlas: Genellikle Divan Şiiri ve Türk halk şiiri ozanlarının yapıtlarında kullandıkları ve ünlendikleri takma ad.
- Cülus: Tahta çıkma, hükümdarlık tahtına oturma.
- Vecize: Özdeyiş, kimin söylediği genellikle bilinen özlü söz.
- Şeyhül şuara: Şairlerin sultanı.
- Müşfik: Sevecen.
Ruh Bozumları
Tertemiz cinayetlerle yıkanırken
harikulade komalarla aşkının esrarına kapıldım
İçi boşaltılmış anılarımın kasvetiyle
yorgun düşen mısralarla avundum
Ardındaki matemin dayattığı
şahane ayrılığın belirsizliğinden
gövdemi söküp kurtaramadım
Tenim terk edilmiş bir akıl hastanesi
Nankör dualarla oyalanan kavuşmalar düşledim
Fevri dudaklarınla öpmeni isterdim
yüreğimin en kuytu köşesinden
Sinir sistemimde saklanan o gizli mahlûk
yüzüme gözyaşlarını serpti
Kendimce ağır bir mutluluğun pençesindeyim

Türkiye’nin İlk Kedi Müzesi Eskişehir’de Açılıyor!
Açmış olduğu müzelerle Eskişehir’i bu alanda Türkiye’nin önemli şehirlerinden bir tanesi haline getiren Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen sosyal medyada “17-24 Mayıs Müzeler Haftası‘nın son gününde bizleri son derece heyecanlandıran bir projeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sanatçı Berna Türemen’in 50 yıldır dünyanın çeşitli ülkelerinden temin ettiği kedi tabloları, heykelleri, bibloları, oyuncakları ve çeşitli ev eşyalarından oluşan koleksiyonunu belediyemize bağışlamasıyla, çocuklar ve gençler başta olmak üzere tüm hayvan severlerin ilgisini çekeceğine inandığımız Avrupa’nın ikinci, Türkiye’nin ise ilk Kedi Müzesi’ni şehrimize kazandırmak için çalışmalara başladık. Sanatçımız Berna Türemen’e destekleri dolayısıyla yürekten teşekkür ediyorum.” şeklinde bir paylaşım yapmıştı. Ben de bu haberi okuyunca çok heyecanlandım, bu heyecanlı ve güzel haberi hepinizle paylaşmak istedim.

Her yıl milyonlarca turiste ev sahipliği yapan Eskişehir bu müzenin açılması ile beraber önemli bir müze daha kazanmış olacak. Tarihi Odunpazarı Bölgesi‘nde açılması planlanan müze, Sanatçı Berna Türemen’in 50 yıldır dünyanın çeşitli ülkelerinden temin ettiği kedi tabloları, heykelleri, bibloları, oyuncakları ve çeşitli ev eşyalarından oluşan koleksiyonunu Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne bağışlamasıyla açılacak. Bu haberi okuduktan sonra elbette ki heyecanlanmamak elde değil. Ben de sabırsızlıkla bu müzenin açılmasını bekliyorum.

Müze açıldığında ziyaret etmeyi sakın unutmayın. 🙂