30.7 C
İstanbul
Salı, Ağustos 5, 2025

Karanlıklaradır Sitemim

Umutlarından vurulmuş bir kalp,
Umuda küser mi?
Hangi acıdır yüze gülen?
Sararmış yaprak arası bahar…
Nerden gelir nereye gider boşluktaki nidalar?
Soru yüklü zarflarım da biter elbet;
Bitmeyen karanlıklaradır sitemim…

umutlar içinden gelen aydınlık

Mavi yüklü gün dolar pencereme.
Kaç zaman bekler?
Kaç yerde yaban kalır ellerim?
Aşamadığım yolların kahrını çekerim adım adım…
Adım ki en karmaşık bilmece;
İçimde toplanır kalbimden uzaklara savrulur sözcükler.
Yine de uzaklara değil karanlıklaradır sitemim…

karanlıklaradır sitemim

Her gecenin sabahını karşılar hüzünlerim.
Onlar bilinmeyen sevdaların misafiridir.
Dünden arta kalan bugünün yarısı,
Bugünler yarınların sancısı;
Yüreğimin çektiği sancılara değil karanlıklaradır sitemim…

Sevde Aktaş

 

 

HAR

iklimler boyu koştum durdum elimde kandille
kandil vardı, vardı ve evet yanıyordu
ben, güze ulaştım sandığımda
parmak uçlarımdan alevler yükseliyordu
afak, haşyetten yarılmıştı

öteki meşalesiyle çırpınıyordu
gelsene bana, haydi bana gel!
kurşun burada işlemiyor ve tabi hançer de
ben
sıkıca sarabilirim seni
sen
titreyebilirsin
korkma
sana bir nefes üfleyeceğim kendi canımdan
tekrar gözünü açtığında
kendini bulacaksın
amaannerde
yükseklerde, çok yükseklerde bulacaksın kendini
selamlayacaksın sakince gelip geçeni
orası senin ve dahi benim emin yerim

gecenin teri gözümden düşerken
ölüm dinletiyor kendini
kervan değil, biz göçüyoruz
yollar, alabilene, olabildiğince müttefik

Fil & At

“Yine öne geçiyor at. Fil yoruldu artık, biraz da korkuyor. Usulca bakıyor atın arkasından. Koş, sakın durma, asla arkana bakma. Arkana bakarsan çok geç kalırsın. Dinlenmeye vakit yok. Sadece atın bıraktığı ayak izleri kaldı. Hoşçakal fil, artık sana ihtiyacımız olmayacak.”

O günler geride kaldı artık. Fil yolun ortasına oturdu. At geçmek için bir çözüm yolu arıyor ama yeterince zeki değil. Fil neden mi oturuyor? Onu ben de bilmiyorum. Yaklaşık birkaç aydır böyle. Fili herkes seviyor, ayağa kalkıp koşmadığı sürece. Böylesi ne de tatlı ama. Sessiz, sakin, huzurlu. At yarım saatte bir fili dürtüyor, debeleniyor. Fil sendeliyor biraz ama kalkmaya pek niyeti yok gibi. Fil de kalkmalı mı? Beraber aynı anda koşsalar, en iyisi böyle mi olur? Ama at izin vermez ki, yol açıldığında o fili beklemez. Fil yine üzülür, hayat yine eskisine döner.

Belki de ata güvenmeliyim. O da tempolu koşmanın çok hızlı koşmaktan daha doğru olduğunu öğrenmiştir belki artık. Peki ben ata güvensem de fili ikna edebilir miyim ki? Bir kere daha güvenini boşa çıkaramam, işte o zaman beni terk eder. Ben atla yalnız kalamam ki, çok korkuyorum. Kimse atı sevmez, kimse atla oynamak istemez. Ama ben onu çok seviyorum, o da benden bir parça değil mi sonuçta? Onu sevdiğimi kimseye itiraf edemem ama, o zaman fil yoldan çekilir. Her şey için çok geç olur.

Denemeden durabileceğimi mi sanıyorum?

Saçmalıyorsun tavşan.

Fil çoktan kalkmaya hazırlanıyor bile. Bu defa o da zıplamayı deneyecek, imkansız olduğunu bile bile. Ata eyerle-. Bekle tavşan, bu sefer eyerleri kullanmak istemiyorum. O zaten nereye gideceğini çok iyi biliyor. Artık benim kontrolümde değil.

Koşuşa hazır.

3.

2.

1..

Mâverâ

İçim içime sığmıyor, ama bu seferki sevinçten değil, içimde yankılanan belirsizlik fazlalığı.

Kurda kuşa yem oldu bu gönül neden hâlâ hiç kanmıyor sevgiye? İçinde kopan fırtınalar durulmadan, denizlerin şiddeti dinmeden kabarıyor göğüs, çekiliyor damarlarındaki kan.
Pusuya geçmiş bütün hüzünler, en can alıcı noktadan vurmak için… Çekmiş bütün karaları, heyhat! Ateş ediyor kurşun misali.
Ferman yok, her yeri sarmış kıvılcım.
Tutuşmuş paçalar, âşikâr etmişiz bir kere sırrı
Geceye vurmuş yine damgasını, hedeften şaşmamış ok.

Yürü boylu boyunca görünmesin gönlündeki kambur. Sesin kısılmış bir çığlık, pervazlara tıkanmış birkaç cümle. Eşikten sızmış mâverâ

Bu akşamlar çok şahittir bize…
Bu akşamlarda dinledik, yüreğimizden oluk oluk akan acıları
Bu akşamlarda seyrettik gecenin zifiriliğini
Bu akşamlarda coştu gönül, aktı kalem
Bu akşamlar çok şeye sığınak, bu akşamlar çok derde perişan, bu akşamlar çok yüreğe tanıdık. Ahh bu akşamlar çok dumanlı, çok dağınık.

Gel beriye, öteden uzak düşer.
Yanaş manaya, oku cümlelerimi
Perdeleri kaldır, gözlerin sîneme kör
Oku da sığınak yaptığım virgüllerimi, noktalarımı gör…
Yaram dert değil, derdi yoldaş yapan gönlümü gör…


Selametle

Serv-i Sîmin

Cuma’nın kaderi Perşembe’den belliydi
Gökyüzündeki kuşlar garip, elemliydi
Özgürlüğü arayan idamlık Aliydi
Uyu, hiçbir şey olmazsa sabah olur

Çekmiş sinesine gam ve yük
Urbalar can yakar, militanlar sönük
Toprağa saklanmış bedenler çürük
Uyu, hiçbir şey olmazsa sabah olur

Kafesteki kuş ne bilir mevsimleri
Ruhlar ölür, kalır cesedi
Musalla taşında duyulan selâ sesi
Uyu, hiçbir şey olmazsa sabah olur

Ölen benim, toprağın altında başkası
Kuşlar göç ediyor, özgürlüğün nidâsı
İçim almasa da bu yalnızlığı
Uyu, hiçbir şey olmazsa sabah olur…

Dilhun

  • Sen nasılsın peki?
  • İçindeki fırtınalar dindi mi?
  • Huzura  bıraktı mı yerini?
  • Bugün nasıl geçti…
  • Bensizlik ;
  • Gözlerinde ki hüzün,
  • bazen açığa çıkarıyor.
  • sesimde ki sessizliği…
  • Hissedebiliyor musun?
  • Halbuki şiir kokmalıydı yüreğim..
  • Bir yanım bahar oysa ,
  • Bir yanım yağmur yalnızlığı…
  • Bazen örtüyor,
  • Sessizlik ;
  • Her dilde sustuğumuz zamanlar.

Gitme Çocuk

Iraq, February 2014. 3 year old Hakim is peeping out a worn tent in the Domiz refugee camp in Northern Iraq. (children's names have been changed) Notes from the field: We saw a small boy (Hakim, 3 – name changed) peeping out of a worn tent. Inside, we met his mother (Fatema) and younger sister, along with a pregnant family friend. The two women are friends and neighbours in the camp. They have been in Domiz for a year. oLife in the camp: They were worried about the condition of their tents. The most afraid of the storms in Domiz because their tent won’t withstand it. They said they were “worried, lonely, cold, tired and a bit fed up because there were things like no nappies”. Being pregnant in the camp is difficult and the pregnant mother isn’t having regular check-ups. They said the water provision was really good and that they had enough (UNICEF) blankets. They have been getting clean water and that was good. oLeaving Syria: The families left Syria because their husbands were being threatened with conscription and joining the military. Their husbands left Syria urgently. The pregnant mother’s husband had to go without her or the children, leaving her to follow, with her little boy and only the items she could get on the donkey. Hakim’s family walked for three hours in the Winter to escape (at the time Hakim was 2 years old and his sister was just 5 months). oLife in Syria was terrifying. They talked about the explosions and about seeing men who had been slaughtered. Some of their friends had family members, where they had been slaughtered and then the family had been sent a video afterwards. There were also incidences of kidnapping of women as well. oIn Hakim’s home in Syria they had planted onions and enjoyed eating them – they can’t do this any more. The children didn't understand anything that was happening in Syria, but they were still very frightened by the noises. They talked about how husbands would go out to get bread for

İnsanlığımız üşüyor çocuk.
Düşlerimiz çalındığından beri kalbimiz açıkta.
Söylesene nasıl kıydılar yarınlarımıza?
Sadece yaşayacaktık oysa…
Zaten yaşamak dediğin nedir ki;
Bir gülüş bir göz yaşı arası,
Bizimkisi umut yarası.

Acılar yetişmiyor zamana.
Yasak bir türküye hasretiz.
Dinleyen yorgun düşüyor,
Dinlemeyen suskun.
Halimizi sorsana çocuk.

Zincirleri pas tutmuş yüreğimizin.
Yokuşları dik, rüzgarı sert
Sevemediysek bu zamanı,
Sevilmeye layık değil ki çocuk.

Ekmeğimizi, sevgimizi bölüştürmediler.
Karnı tok, gönlü sefil insanlar
Merhametini fiyakalı gömleğine gizler
Kirli gömleğinde yamalı kalır vicdanları.

Yüzümüze küsen aynalardan
Çok yorulduk be çocuk.
Bitmeyen karanlıklar seni de almaya niyetli.
Bırakma bizi, tut elimizden,
Tut ki gülüşümüze eştikleri çukurlar çiceklerle dolsun.

“Küçük Sevinçler”

Değişmeyiz seni değişken dünyanın işine
Ne yoldan dönebilen ne aynı yolda yürüyebilenler çağı
Bu çağ da bir sen kaldın vefalı.
Sen bizden gitme çocuk!
Çünkü bilirim ansızın gidenler bir daha geri dönmez.

Söylenmemiş Sözler Üzerine

“Sana söyleyemediğim şeyler var”

Bazı sözler vardır… İnsanın önce diline tutulur. Kelimeler saklanacak yer arar ağızda. Söz ne kadar istese de ses kapısına gelmez, bir nefes bulamaz kendine… Biçare sözler gider boğaza vururlar kendilerini. Harfler düğüm olur, gittikçe batmaya başlar insanın içine. Her soluk biraz daha dibe batırır onları. Söz her ah dediğinde, göz acıdan inler…

İnsan sessizlik kuyusuna attığı her sözün yasını sahipsiz bakışlarıyla tutarmış. Belki her çaresiz dalıp gitme de bir sözü kuyusundan çıkarmak için atılan beyhude bir adımdır. Sessizliğin sesi de bu kuyulardan çıkan seslerden ileri gelir. Hiçbir söz düştüğü kuyuda usluca oturmaz çünkü. Çıkmaya çalışır, çıkmaya çalıştıkça gönlün surlarını aşındırır, gözün ferini söndürür, dilin kemiğini sızlatır, sürünür, süründürür… O sebeptendir sessizlik çoğu sesten daha güçlü basar bam teline, azığındaki gam güfte olur gönül diline… Çünkü söylenmemiş sözler sessizlikte tekrar çıkar sahneye, bir kez daha söylenmemek üzere…

Söylenmemiş sözlerin yaşanmamış hikayeleri, hiçbir albümde yer etmeyecek gülmeleri, hiçbir mendilin silemeyeceği gözyaşları ve hiçbir zaman anlatılamayacak anıları olurmuş. Öyle ki olumsuzluk ekinin bile içinde geçmeye tenezzül etmediği bu bedbaht cümleler, hayal aleminin paralel evrenlerinde kendilerini mesut edecek dostluklar arar, kendilerini teselli etmeye çalışır, sahiplerinin itinayla hiçbir şeyi fark ettirmemek adına diline yama ettiği cümlelerden onu üzmemek için uzak dururlarmış. Sahiplerinin bu cümleleri dünya namına kendisine sorulmadan kendisine verilen ve kendisinin aslında hiç sevmediği birtakım vazifeleri yerine getirmek için kullandığını bilirlermiş. Sahiplerinin konuşurken ki sessizliğini onlardan başka duyan yokmuş. O sebeptendir ki insanlığın gam yükünü söylenmemiş sözler çeker, kelimeler kervanlarda düş kırıklıklarını taşır, yüzün solgun yerlerinde dinlenir, tebessüm kuyularında saadeti yudumlar, adına devran dedikleri bu çölde, hiçbir yere varmamak üzere, dönüp dururlarmış…

Söylenmemiş sözler insanlığın nakıs tarihi olarak hep var olmamaya, yokluğun sarp ve dik yokuşlarında konaklamaya ve insan ruhunun derinliklerinde bir yerlerde kendini aramaya devam edeceklerdir. Kendilerini hep hatırlatacak, kâh bir şiirde kâh bir şarkıda ya da hayatın içinde hiç beklenmedik bir anda kuyusundan bir ses verecek, o ses gidip kabuğu daha yeni bağlanmış bir yaraya çarpacak ve bir sızı bedenin en ücra köşelerine kadar oradan yayılacaktır.

Söylediği sözlerle kaderini yazan insan, söyleyemediği sözlerle de kederini yazarmış. Olduğu kader, olmadığı keder…

Demli Doldur

Seneler öncesi yazılmış şiirler,
Günler geçtikçe daha da güzelleştiler.
Şiiri demlendirmeyi öğrendim,
Kelamlarımda uçsuz bucaksız cümleler.

Başı kesik bir edebiyatçıyım,
Kanım mürekkep, damarlarım satır aralığı,
Arasında dolaşıyor, mürekkebimin koyu varlığı,
Şiire nokta olur, kesilmiş başımın ağırlığı.

Başlamaz noktadan sonra küçük harfli cümlem,
Başlar ise kaldırırım kollarımı, olur artık ünlem,
Bir şair yazamaz satırlarını, sade bir beyinden,
Bozguna uğramış bir meydan, yazar işte o kalpten.

Silinen kelimeler her anında iz bırakır,
Üstünü karalarsın ama o iz belli kalır,
Düşüncelerde tıpkı öyledir,
Unutmaya çalışırsın, mazi der kalp kor kahır.

Cümlelere sığınmış kelimeler var,
Yaşadığı hayat boyunca köle olarak kalan,
Zindanlarda harap olmuş bir yürek var,
Demlendi artık hadi doldur, yürek beyaz bir kar.

Bay Kimse’ye,

Bay Kimse’ye,

Bu ara düşüncelerim simsiyah büyük bir kara tren gibi. Basıncı boşaltmak için ‘pof pof’ buhar vermem gerekiyor. Daha sonra aklıma bir kara tren olmadığım geliyor ve beynim, düşüncelerimin altında, basıncın da etkisiyle eziliyor. Makul kalmayı başaran bir yanım, otokontrolümü sağlamamda yardımcı oluyor bu sırada. “Mayısçığım diyor, sen eşrefi mahluksun. Bir kara teninin yapabileceğini bilhassa sen de yapabilirsin.” Kendimi telkin etmem işe yarıyor sanki. Patlayacak gibi hissetmiyorum artık. Sadece patlamış da nasıl toparlanacağını düşünen, bir yanardağ gibi hissediyorum.

Bunu için ajanda almak bir çözüm olabilir. Günü gününe, saati saatine yapılan bir program beni rahatlanır mı? Tanrı’dan rica etsem o halde? Kaderimi nakış nakış işlediği o cildi görme hakkı benden çok kimin olabilir ki? Sonra tövbe ediyorum. Cahillik, mutluluktur diyorum ve yanardağımın içine çekiliyorum.

Ben sevgilim,

Kanatları külden bir ağ olan kuşum.

Ben sevgilim,

Kayan yıldızları yakalamaya çalışırken takılıp düşen bir yavru kuşum.

Ben sevgilim,

Yanardağın içindeki Anka kuşuyum.

Bir fitil yeter cihanı kora çevirmeme,

Beni alıkoyan sükunetim, çırpınıp duran kalbimin feryadı.

Bir fitil ya da ben duyman yeterli sevgilim…

Sönmüş ve Aktif Yanardağları Koruma Kollama Derneğinden,

Mevsimsiz Mayıs.

Sevdam Ki

Altın saçlarının semasında yıldızdan bir hâledir,
Gözlerine yuvalanmış sevdam

Sevdam ki,
Yemyeşil bir çayırdır doğu’mda.
Çan seslerinin uğultusu duyulur epey uzaktan.
Duyar mısın beni?
Tutar mısın elimden,
Gelip peşimden sürgünüme, hasret diyarlarına

Sevdam ki,
Kapkara bir ölüm ordusudur çağımda
Köhnede bekler ikimizi yalnız alaca atlarım
Haberdarım şu aynadaki mahluktan
Korkar mısın ondan?
Tutar mısın elimden,
Gelip ardımdan harbe, düşman mevzilerine

Kaşın, gözün zapt eder umutlarımı 
Gönül kafesimde.
Ah, terk etmedi sevdan
Zehir zemberektir
Zira kırıldı zihnimin cam vitrinleri
Yol senindir.

Vicdan Pusulası

Issız sokaklarda birbirine karışan yağmur taneleri gibiyiz, doluyoruz hep bir yerlere ve birikiyoruz. Kendi içimizdeki boşlukları unuturcasına başka yüreklere akıyor zaman…

Her insan bir pusula taşır gönlünde onun adı vicdandır. Varlığını unutursa yönünü şaşırır, savrulur hiçlik rüzgarında. Sonunda savrulan bir ömür adına kaybeder benliğini… Susmak ne eksiltir diyemezsin çünkü kalbi en çok yarım bırakan şey susturduğun sessiz haykırışlarındır. Düğümlenir sözlerin çözemezsin, kabuğuna gizlenen kaplumbağa misali kaçamazsın içindeki korkulardan.
Kader denen bilmecenin cevabını bulmak için çıktığın yoldur hayat. Bu yolda iyi niyetlerinden bir kere yargılandı mı insan hükmünü verir vicdanının. Artık ya yok sayacaktır onu ya baş tacı edip elinden tutacaktır ömür boyu. Seni yaralasa da pusulasını kaybetmiş insanlar, sen yönünü sağlam tut. Tut ki ruhun saygısını yitirmesin bedeninde.

“Hassas Terazi”

Küçük bir çocuk gibi kollarında uyuttuğun masum düşleri hatırla, en saf haliyle gelir sarılırdı sana. İşte sana onu hatırlatan yüreğindeki pusulandır, seni hep koruyan iyi yanındır o. Yüzüne kızgın bakan huysuz amcanın hala pamuk şekere hayır diyememesi gibi 🙂 Vazgeçmek zordur. Farkında olursan seni farklı kılar, pamuklara sarar yumuşatır huzur deryasında gezdirir. Elinden tutacağın vicdanın, vadesi tükenmiş bu hayatı değerli yapar. Kaybedeni çok olan bir savaştan sağ çıkan olursun. Tutamazsan onun elinden galibi olduğun savaşın tek kaybedeni olursun, kendi bedeninin kiracısı olur ruhun. Bu devirde kiracılık almış başını gitmiş insanlık fahiş fiyatlara satıyor pusulasını. Toprak değil ki bu nadasa bırakasın bitti mi bitiyor, kaybettin mi son buluyor. Üzülüyor, hala vicdanı hayatta olanlar vicdanının ölümüne seyirci kalanlara.

“Nasıl bir devir bu…” diye tamamlanamayan sancılı cümlelerin ağırlığını taşıyamaz hassas kalpliler. Şairin dediği haklı serzeniş gibi “insanlık 25’inde ölür 70’inde gömülür”; tek kabul etmediğim nokta vakitsiz ölümlerdir çünkü ölümü hayatta tutacak olan şey vicdandır. Herkes zaten bir gün toprakla kucaklaşacak asıl mühim olan toprağına kavuştuğunda tohum misali ebediyete çiçek açabilmendir.

“Ümitler”


Vicdan pusulasını hala yüreğinde taşıyan bahtiyar insanlar, sizler sonsuz kere çiçek açacak bir tohumu içinizde saklıyorsunuz, lütfen bunu unutmayın ve ona iyi bakın.

Acıya Beş Kala

İşte yine kederdeyiz
Yine ayrılıklarda
Ayrık garı yollarda
Güneşin batıp doğmasına benzemeyen
Tarihin tekerrüründen uzak bir zamanda savrulan biziz.
Hal kalmadı bu bedende ölüp ölüp dirilmekten.
Kan yataklarına dönüşen gönülleriz artık
Sularımız rengini maviden kırmızı dönmüş gayrı.
Ne vakitte ayrıldın benden?
Can çekişirken ruhlarımız mı?
Yabancı diyarlardan gelen iki yabancı misali.
El alemin kötü mızraklarına bırakmamalıydın en derin yaralarımı.
Öfke ve nefretle tuz basmalıydın gönül ırmaklarıma.
Ben neyleyim aldığım her güzel sözlerde sen yoksan.
İyi miyim diye şüphe ediyorum kendimden.
Bir boşluğa yenilecek biri değilim.
Sana karşı çıkan herkesin alnına çatarcasına vardı sözlerim.
Ellerimden tutup düşürmemeliydin toprağa.
El birliğiyle toprak atmak zorunda değildiniz hayallerime.
Dikenli yollardan geçtik seninle.
Nerede kapanın dişlerinden kurtaran cesaretin.
Şimdi ışıklı bir yoldan geçiyorum
Sana geldiğim ilk günkü gibi parlak değil hiçbiri.
Tenimi incitir her biri bu sana dönüşüm değil.
Gözlerimi bağlayıp karanlığa gömdünüz beni.
Bir otobüsün dokuz numaralı koltuğuna bıraktın yalnız, tek başıma.
Işıkların gölgeleri üstümden geçerken sildin sildin mi gönlünden.

Sayende (İ)Ki

Nasıl olduysa bir sayede buluştuk,
Bihaber ki okuyorsunuz canımı.
Mühürlü dudakların çıkmaz sözleriyle böyle kavuştuk!

Aralık girdikçe daha bir ısıtır kanımı.
Engelimsi bir noktalı virgül varken görünmez;
Kabullenişlerin sarışları kavradı her yanı-mı…

Kalbin hissediş saatinde kelimeler örtünmez,
Ki değeceğini bilirsin olsan dahi kabirde,
Ses-sizce bir seslenişle, kimse, düşünmez??

Saye(n)de düşündüm, düşürdüm ve düştüm. Ha bir de…
Sır sandıklarının içine girip -kendi kendime- kilitlendim.
Anahtardan cevap gelmez (mi) sizdeki tabirde?!

Tedbirsizce, Sayende (i)ki şeye ümitlendim…
Dediklerimle dolu diyemediklerime, iki rekat farz olunca..!
Şimdi anladım ki, Bergüzar‘a sayendeki kadar sabitlendim.

Sabah Oldu

Sabah oldu, uyan kalbimin vurgunu!
Sen orada vuruldukça kanlandın.
Karanlık da kalkarken karanlık düşüncelerden…
Sen doğmadan, önce yüzümde canlandın.

Nasıl belli edeyim de uyandırayım?
Cumanın selası, Perşembe’den okundu.
Nasıl baş ucuna gel(emey)ip duygulandırayım,
Rûya makamından kim kime dokundu?

Sabah oldu, uç kalbimin kuşu!
Sen kafeste kaldıkça tutuştun.
Diğer yarımın da nükseden hep yarım kalışı,
Sen batmadan, uzakta ümitli susuştun.

Meraktayım, kader-i muallaktayım.
Mahfuzun sırrına mahsus iken…
Bir ervahın sev(il)diği firaktayım!
Biraz daha bahçelere bergüzar diken.

Sabah oldu, göster kalbimin pusulası!
Sen yönünü aradıkça kalb(im)e saplandın.
Ben o canşikarın aşikarı ettim kendimi
Sen saatine bakmadan, sakladıklarımla (H)ak’landın!