11.7 C
İstanbul
Pazar, Mayıs 11, 2025

En Güzel Ben Sevdim

Devrimizin kıymetli sanatçılarından biri olan Eflatun’un “En Güzel Ben Sevdim” şarkısı 2 Kasım itibariyle müzik severlerle buluştu. Bu şarkıda Eflatun, söz, müzik, aranje ve klip yönetmenliğinin hepsine birden imza atıyor. Bütün Eflatun şarkıları gibi bu şarkı da sözlerindeki anlamlarla dinleyenleri büyüledi. Kısa film tadındaki klip aşağıda sizleri bekliyor.

Seni en çok ben mi sevdim bilmem ama
En güzel ben sevdim…

En Güzel Ben Sevdim:

Sıktığın yumruk kadar derlerdi kalbin
Hayır vurduğun yumruk kadardır yüreğin
Arkasında duramıyordun madem
Keşke hiç sevmeseydin

Sıktığın yumruk kadar derlerdi kalbin
Hayır vurduğun yumruk kadardır yüreğin
Daha ateşi keşfetmemiş ilkel kalbin
Aşkı nereden bilsin

Bir uçurumu sevmişim düşmüşüm de düşmüşüm
Kağıttan kanatlar takmışlar bize yırtmışlar bizi Gökyüzüm, bir yalanı sevmişim kanmışım da kanmışım
Ayaklarına bir taş bağlayıp aklımı denize atmışım

Seni en çok ben mi sevdim bilmem ama
En güzel ben sevdim…

Hafta Sonu Yapabileceğiniz 5 Öneri

Hafta sonu hepimiz için tüm hızıyla başladı. Stresli ve yoğun bir haftanın ardından, kimimiz daha sakin programlar yaparken, kimimiz kendimizi hareketin ritmine bırakabiliyoruz. Benim yapacak hiçbir planım yok diyenler için önerilerim aşağıda. Herkese kahkaha ve huzur dolu haftasonları…

  • Okumak sizin için olmazsa olmaz. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü 24 saat okuyanların buluştuğu bu platformdasın. O zaman hemen edinmen için bir öneri. Haftasonuna Nevzat başkomiserle başlayabilirsin.
Ahmet Ümit, Aşkımız Eski Bir Roman
  • Sonbaharla birlikte vizyona giren filmlere göz atmak isteyenler için, unutulmaz terminatör filminin son serisi ‘Kara Kader’ i severek öneriyorum. Sinemasız sonbahar, biraz yarımdır bence.
  • Şehrin genelinde ayazlar başlamadan ılık havanın tadını çıkartmalıyız. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur atasözünü unutmuyoruz. O halde haydi ya bisiklete bin, ya da yürü. Yerinde oturmak yok!
  • Evden çıkamıyorsun, fakat ruhun kıpır kıpır. Unutma yaşadığın yeri hayal ettiğin yere çevirmek senin elinde. Tak kulaklığını ve dans et. Kendini müziğe kaptırmak isteyenler için bu günlerdeki favori şarkım : Zeynep Bastık & Mustafa Sandal, Mod
  • Yemek yapmak her zaman rahatlatıcı ve kreatif bir işlemdir. Hem ucuz hem de lezzetli bir sofrayla sevdiklerine güzel bir sofra kurabilirsin. Harika bir hafta sonu menüsü öneriyorum. Tavuklu kremalı mantarlı makarna ve domatesli roka salatasını kolaylıkla uygulayabilirsin. Yapman gereken şey içine sevgini de katmak 🙂

Nahif Bir Dokunuş

Ruhunuz bu asrın dengi değil dedik ve sizler için Türk sanat müziğinin en nahif bestelerinden birkaç derleme yaptık. Elinize kahvenizi alın ve her şeyin daha güzel olduğu bir zamana gidiyoruz…

Zeki Müren, Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

Bir gülüşün var ki, kaş çatar gibi
En sıcak sözlerin azarlar gibi
Hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi
Ah bu şarkıların gözü kör olsun

Zeki Müren, Gitme Sana Muhtacım

Gitme sana muhtacım
Gözümde nursun, başımda tacın muhtacım
Beni öldür öyle git
Yaşamak için senin sevgine muhtacım

Esmeray, Unutama Beni

Bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca
Unutma beni, unutama beni
Ayrılığın acısını kalbinde duyunca
Unutma beni, unutama beni

Kamuran Akkor, Bir Ateşe Attın Beni

Dost üzülür, düşman güler, böyle derde gülünür mü
Bilseydim hiç sever miydim aşkın sonu bilinir mi
Umudumdun, dileğimdin, sen benim göz bebeğimdin
Seni kimler değiştirdi, yüreğinden attın beni
Seni kimler değiştirdi, yüreğinden attın beni

Müzeyyen Senar, Bir İhtimal Daha Var

Vuslatın başka âlem
Sen bir ömre bedelsin ah
Sen bir ömre bedelsin
Vuslatın başka âlem

Konuşarak Anlaşamayanlar Ülkesinde, Bakışarak Anlaşmak Devrim Değilse Nedir?

Günümüzde en kolay ulaşılabilirlik ağı, takdir edersiniz ki iletişim üzerine. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızın adını soyadını arama motorlarına yazıyorsunuz, hop karşınızda. Hayran olduğunuz sanatçılara mail yoluyla ulaşabiliyorsunuz. Artık görüntülü arama yoluyla sevdiklerinizi görmemek mümkün değil. Peki hal böyleyken, iletişim ağları bu denli kolay erişilebilirken, neden kimse kimseyi anlamıyor? Neden herkes yalnızlığından dem vuruyor? İletişimde kalmamız için teknoloji seferber olmuşken, biz neden konuşarak anlaşamıyoruz?

Konuşabilmek yeteneği, duyma yetisiyle birlikte gelişir. Önce duyarız, sonra taklit ederek konuşmayı öğreniriz. Demek ki, konuşabilmek için önce karşımızdakini dinlememiz gerekiyor. Dinleyip, karşımızdakinin ne dediğini anlamamız gerekiyor. Ve karşımızdaki yerine düşünüp, konuşmayı bırakmamız da doğru iletişimin önemli adımlarından.

Kişisel gelişim çok önemli bir yapılanma durumu. İnsan, ilk insandan beri gelişerek ilerlemiş. Toplum, bireylerin gelişimi açısından önemli bir etken olmakla birlikte, asıl ışık senin içinde olmadığı sürece hiç bir yerde parlayamazsın.

Günümüzün en büyük sorunlarından biri olan iletişim problemlerini ortadan kaldırabilmeniz için okuyabileceğiniz kitap önerilerime göz gezdirebilirsiniz. Güzel konuşup, güzel dinlendiğiniz hoş sohbetleriniz olması temennisiyle…

  • Doğan Cüceloğlu, İletişim Donanımları
  • Marshall B. Rosenberg, Şiddetsiz İletişim
  • Leylâ Navaro, Gerçekten Beni Duyuyor musun?
  • Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati

Yağmura Ve Gün Batımına “Yaşamak”

Yaşamak var!
Düşünceye gem vuran korkuya,
Ruha dokunan hummalı kıyıya rağmen
yaşamak…

Onca nefese karışan kimsesizliğe,
Varoluşun içinde kaybolan sessiz hiçliğe,
Mıhlanmış yüreğin teşne değişmezliğine
Yaşamak…

Belki de demir atılmış limanların harabelerinde,
Kulaklara çalınan ince bir sükunun sızısında,
Divane olmuş gönüllerin köşesine kurulmuş da bekleyen
Yaşamak var!

Karıştık ya
Gün batımının kızıllığına,
Birbirine tutunan yağmur damlalarına,
“Yaşıyoruz” umarsızca işte.

I Am Mother

Netflix’in en iyi bilim kurgu filmlerinden olan I Am Mother, bir robot tarafından büyütülen genç bir kızın hayatını konu alıyor. Dünya üzerinde insanların nesli tükenmiştir. Ve Dünya’yı büyük bir yıkım beklemektedir.

İnsan ırkını tekrar canlandırmak için bir robot tasarlanmıştır. Robota ‘anne’ ismi verilmiştir ve görevi, genç bir kızı büyütmektir. İkili arasındaki ilişki, yaralı bir yabancı insanın gelişiyle tamamen değişir. Genç kız dış dünya ile ilgili aldığı bilgilerle, her şeyi sorgular. Daha fazla bilgi ve gerçeklere ulaşmak isteyen genç kıza anne engel olmaya çalışacaktır.
Bilim kurgu severler için izlemeye değer bir film. Keyifli izlemeler..

Bir Garip Orhan Veli

1914 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Orhan Veli, ilk okulun son sınıfındayken şiire başladı. Lise de öğretmeni olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın desteğiyle de kalemi iyice kuvvetlendi. Milli Eğitim Bakanlığında tercümanlık yapmaya başladı.

1950 yılında Ankara’da karanlık bir sokakta, belediye tarafından etrafına hiç bir işaret ve lamba koyulmayan bir çukura düştü. Kafasını çarptı. 2 gün sonra İstanbul’da bir arkadaşının evinde beyin kanaması geçirerek hayata gözlerini yumdu.

Garip akımının öncüsü, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden, şiirlerindeki özgünlük ve duygusuyla kendisine hayran kaldığımız Orhan Veli Kanık’ı, aramızdan ayrılışının 69. yılında özlem ve sevgiyle anıyor, ölümsüz eserlerinden birkaçını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

  • Bir Garip Orhan Veli

İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir garip Orhan Veli’yim
Veli’nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim

Urumeli Hisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

İstanbul’un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım…
Senin yüzünden bu halim.

İstanbul’un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne

Sevdalım…
Boynuna vebalim

İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli’yim

  • Anlatamıyorum

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epiyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

  • Gün Olur

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!…
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…

Gizli Takıntı

Genç ve güzel bir kadın olan Jennifer’ın (Brenda Song) hayatı, bir kaza yüzünden mahvolur. Gözlerini bir hastahane yatağında açan Jennifer, geçirdiği kaza dahil hiçbir şey hatırlamamaktadır. Odasında baş ucunda duran Russell (Mike Vogel), kocası olduğunu söylemektedir.


Russell’ın yardımıyla kısa sürede iyileşen Jennifer’ın taburcu olup evde dinlenmesi gerekmektedir. Russell, eşini eve götürdüğü zaman tek isteği, hafızasını tetikleyip tekrar her şeyi hatırlamasını sağlamaktır. Evlerinde bir süre vakit geçiren Jennifer, içgüdüsüne dayanarak bir şeylerin yanlış olduğundan şüphelenir.

Bu sırada Jennifer’ın başına gelen kazayı araştıran dedektif Frank (Dennis Haysbert), genç kadının hayatıyla ilgili bir çok tutarsızlık bulur. Jennifer’ı hastahaneden kocası olarak çıkaran Russell, aslında çok tehlikeli biridir.

O zaman bu kadar spoiler yeter diyelim ve sizlere şimdiden keyifli izlemeler diyorum…

Yalnızlığın Antolojisi

“Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım Bilmiyorsunuz, darmadağın gövdemi çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.”

Siz hiç bilir misiniz bayım aydınlığın da karanlıklar doğurduğunu? Dışların kalabalığından payına düşenin içlerin yalnızlığının olması, boynunu sıkı sıkıya saran bir urgan gibi peyda etmiyor mu canına. Canını yakan şeyin hoyratça sözler, hoyratça dokunuşlar değil de gönlüne değen sıcacık bir tebessüm olduğunu bilebilir misiniz bayım?

Hayır, bilemezsin…

Yalnızlığın boyutu hakkında bilgi verebilir misiniz bayım? Hüznümün sekiz oktavlık isyan şarkıları ile bestelenmiş olabileceğini, yüzünde tebessümün gölgesi dururken ruhunun yalnızlığın acı şarabı ile mayalandığını ve ruhunda güzelliğe dair her şeyi ıhlamurların çiçek açtığı zamana saklamanın ne demek olduğunu bilebilir misiniz bayım?

Hayır, bilemezsin…

Bayım bir sürgündedir ruhum ve o sürgünde her akşamüstü mavi bir kuş gelir konar yanıma, bana özgürlükten bahseder. Kelamı bitince de beni kelamsızlığın diyarında, hoyrat rüzgarların ağuşunda bırakıp gider. Söyleyin ona bayım; mavi kuşlar kendi türünden olanları sürgüne mahkûm eder mi?
Bunun cevabını duyamayacağım galiba, çünkü bayım ben mavi kuşumu öldürdüm…

Haykırış: Çav Bella

 Çav Bella yani “Hoşça kal Güzelim” bir İtalyan halk şarkısı olarak pirinç tarlasında çalışan bir erkek işçinin evde bıraktığı eşine ithafen yazdığı rivayet edilen bir ezgidir. Şarkının orjinal ismi Bella Ciao‘dur.
Şarkının sözleri 2.Dünya Savaşı sırasında Mussolini faşizmine karşı direnen direnişçiler tarafından değiştirilerek partizanlar arasında bir direniş marşı haline gelmiştir.

İşte bir sabah uyandığımda
Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun

Mussolini İtalya’sında, faşizmin altında ezilen köylü ve işçi sınıf 2.Dünya Savaşının da başlamasıyla birlikte vatanlarının ellerinden kayıp gitmesine izin vermemek için faşizme karşı direnişe geçmiştir. Çav Bella şarkısının sözlerinde yapılan değişiklikler direnişin ruhunu tam olarak yansıtmaktaydı.

Her yanı işgal altında
Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun
Her yanı işgal altında


Cepheye giden erkeklerin eşlerine seslendiği bu şarkı direnişin dalga dalga İtalya’ya yayılmasında en önemli etken olmuştur.

Sen ey partizan beni de götür
Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav
Beni de götür dağlarınıza

Savaşın simgesi haline gelen şarkı bir İtalyan halk şarkısı olmaktan çıkıp dünya çapında sosyalist devletler tarafından benimsendi. Şarkı SSCB tarafından Kızıl Ordu marşı haline getirildi. Şarkı 23 yabancı dile çevrilmiştir.

Dayanamam tutsaklığa
Beni de götür dağlarınıza
Dayanamam tutsaklığa

Şarkının son zamanlarda tekrar gündeme gelmesinde tabi ki de La Casa De Papel dizisinin etkisi büyüktür. Şarkı popüler kültürün de etkisiyle çeşitli versiyonlarla karşımıza gelmektedir.

Eğer ölürsem ben partizanca
Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav
Sen gömmelisin ellerinle beni


Çav Bella bir sokak şarkısıdır. Nasıl ki bir çiçek dalında güzelse Çav Bella da sokakta güzel. Çav Bella özgür ruhların şarkısıdır onu belli bir kalıba sokamazsınız. Zaten özgürlük savaşının simgesini prangalamak ne kadar doğru olur?

Ellerinle toprağına
Sen gömmelisin ellerinle beni
Ellerinle toprağına…

Aklını Tutan, Ruhunu Çaldırmaz!

“Sürekli sıkılıyoruz”

Bulunduğumuz duruma isyan ediyoruz, sefaletin derecelerini düşünmeden. Sıkılmamız, elde ettiklerimizle yaşamak zorunda kalıyor olmamızdan. Bu oluş, insanın terbiye edilmemiş doğası gereği olandan fazlasına ulaşabilme arzusunu tetikliyor.

Arzularına ulaşamama gerçekliği, arzulama isteğinizi çoğaltıyor. Arzularındaki çoğalma şiddeti isyana dönüşüyor ve bu durum seni ulaştıklarından daha çok uzaklaştırıyor. İşte o an akıl senin en büyük düşmanın; çünkü sadece arzuların için savaşacak. Gergin, gözünü kan bürümüş, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir cahil gibi…

Önerim şu ki;

Aklını tut, tutarken de mantığından yardım al. Mantığın arzularına yenik düşmez. Çünkü mantık başkaları olur; doğruyu bulana dek gezer durur…

Çünkü aklını tutan, ruhunu çaldırmaz!

Aykut Nasip – Kelebek

İNZİVA

Sokaklarımızdaki paradoksa bak, küfür özgür ancak inanç kalplerde tutsak yüzlerde maske. Üstüne maske var ama bedenler çırılçıplak, görmüyor musunuz? Vücudumuzu açtıkça hakikati örtüyoruz; plajlarda güneşten tenimiz kararıyor, günahtan ruhumuz… Yeter oyalandığımız bu kurak kalabalıkta. Yeşerip meyveye durabilmek için sulak yalnızlığımıza hicret edelim arada. Cebraille karşılaşmayacak, vahiyle şereflenmeyeceğiz ama bizzat ayet olduğumuz sonucuna varacağız. O güzel inzivamızda ölümden sonrasına kafamızı yormayalım, ölümden öncesiyle çıkacağız çünkü

Tanrı’nın karşısına…?

Ölüm ve Aşk Şairi “Cahit Sıtkı Tarancı”

Bugün konuğumuz ölümün ve aşkın hisli şairi, “Yaş 35 yolun yarısı eder” deyip 46 yaşında hayata gözlerini yuman Cahit Sıtkı Tarancı. Tarancı 4 Ekim 1910 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelmiş. Çocukluğuna dair pek bir şey bilmiyoruz ama kendisi için çocuk olmak ne demek anlattığı şiirini biliyoruz. Çocukluk adlı şiiri bize özlem duyduğu çocukluğunu anlatır gibi.

Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.


Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.


Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!

Doğunca bir isim verilir bize fakat büyüyünce bu yetmez, insanlar ismimizin yanına unvanlar, sıfatlar koyar bir kimlik oluşturur. Şiirin başında bundan yakınıyor Tarancı, artık ne yaşım var ne adım derken. Şiir boyunca da çocuğun mutluluğunu, dertsizliğini anlatıyor. Bir de çocuğun dünyaya bakışını anlatıyor. Bir yetişkin ve bir çocuk aynı yere bakınca aynı şeyi görmüyor çoğu zaman. Düşünelim, bir baba bir oğul bir fıskiyeye bakıyor. Çocuk şunu düşünür,

Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.

Baba şunu düşünür, verdiğimiz vergiler buna mı gidiyor, bu su yeniden kullanılıyor mu, bu kadar suyu ben kullansam ne kadar fatura gelir. Bundan olacak ki Cahit Sıtkı “Hiç bitmese horoz şekerim!” diyor, büyümemek için.


Peki ismi nereden geliyor şairimizin? Asıl adı “Hüseyin Cahit”.  Rivayete göre ailesi pirinç ekimiyle uğraşıyordu ve bu yüzden akrabaları ailesine Pirinççioğlu diyordu fakat soyadı kanunu çıktığında pirinç ekiminden zarar eden şairimizin babası Sıtkı Bey pirince sinirlenip çiftçi anlamına gelen Tarancı soyadını alıyor. Çiftçilik deyince de Cahit Sıtkı’nın o muhteşem şiiri aklımıza geliyor. Memleket isterim.

Orta öğrenimi için Fransız Saint Joseph Lisesine, lise eğitimi için ise Galatasaray Lisesi’ne gitti. Şiir yazmaya da Galatasaray Lisesi’nde başlamış.

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.


Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.


Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Galatasaray Lisesi’nde de şöyle ilginç bir hikayesi vardır Rivayete göre okul yıllarında tüm arkadaşlarının sevgilisi varken Cahit Sıtkı’nın yokmuş. O, kendisini çirkin sandığı için de kimseye yanaşamaz, utangaç olduğu için de bunu asla söyleyemezmiş. Sınıfta, yatakhanede arkadaşları hep sevgililerinden gelen mektupları birbirlerine okur caka satarlarmış. Bazen de şairimize takılırlarmış. O da gizlice kendi kendine haftada bir-iki mektup yazmaya başlamış. Yazıp postaya atar, sonra da mektupları sevgilisinden geliyormuş gibi alır arkadaşlarına okurmuş. Bu mektupları o kadar romantik olurmuş ki, bir süre sonra, arkadaşları da postacının yolunu büyük bir merakla beklemeye başlamışlar. Bunun üzerine insan Tutsam Ellerinden Ağlarsın şiirini okuyunca daha iyi hissedeceğimizi düşünüyorum;

Tutsam ellerinden ağlarsın.
Benek benek büyür karanlığım.
Nokta nokta korkutur seni.
Tutsam ellerinden ağlarsın

Toprak kokar avuçlarım, kan kokar.
Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım.
Geceleri çok yakınım yıldızlara,
Işığa çıkınca bir karışım.

Tutsam ellerinden ağlarsın.
Doğduğum köyü bir bilsen.
Gece gecemden büyük,
Acısı acımdan derin.
Tutsam ellerinden üşür ellerin!

Lisedeki bir başka anısını da bir arkadaşı şöyle anlatıyor,

“Cahit, Galatasaray’da bizden dört beş sınıf büyüktü. Alt sınıflarda okuyan bir akrabasını görmeye gelirdi. Biz de o zaman kendisini görürdük. Okulun, Yaşar Nabi, Ziya Osman Saba ile birlikte dergilerde şiirleri basılan üç isminden biriydi. Ufacık tefecik, zarif, çok efendi bir hali vardı. Hani teneffüste ayağına bir top çarpsa, çamurlanmasın diye ayağının ucuyla dokunan tipler vardır ya, onlardandı. Tertemiz giyinirdi. Küçücük zarif ayakları ve hep boyalı iskarpinleri vardı. Gel zaman git zaman, Diyarbakırlı Cahit, Türkiye’nin en ünlü şairlerinden biri oldu. Müstesna incelikte, bütünüyle kendini şiire adamış bir insandı. İnsan onun hesap yaptığına, günlük alelade şeyler konuştuğuna inanamazdı. Belki de bunlardan çok uzaktı.”

Bu naif şairin sevda dolu şiirleri de kendisi kadar naif. Mesela “Desem ki” şiiri, hayran olmamak mümkün değil. Sizlerle yine “Desem ki” tadında bir şiir paylaşmak istiyorum;

Biz neredeyiz sevgilim

Gecesi benden, mehtabı senden
Bir bahçesi var ki aşkımızın,
Mevsimlerdir dolaşırız, bitmez.

Kim demiş ki zamanla gül solar?
Bülbül hiç yorulur mu türküden?
Dilbersin işte, delikanlıyım.

Ne hikmettir bu Yâ Rab ne güzel!
Herhalde yeryüzünde değiliz;
Sahiden biz nerdeyiz sevgilim?

Liseden sonra çalkantılı bir mektep ve memuriyet hayatı oluyor Cahit Sıtkı’nın. Bunlardan değil de size bir askerlik anısından bahsetmek istiyorum.

Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapar, yani astsubaydır. Bir de o zamanın tabiriyle emir eri veriler emrine.

Birliğindeki künye defteri sorumlusundan aldığı deftere baktığında bir isim dikkatini çeker. Abbas oğlu Abbas. Eli çolak olduğu için muharip birlikten ayrılmış biridir Abbas. Şairimiz bu askeri görmek ister.
Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp;

-Abbas oğlu Abbas Emret komutan! der.

Cahit Sıtkı şöyle bir süzer ve sorar,

-Nerelisin?

-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.

-Sen benim emir erim olur musun?

-Sen bilir komutan!

Abbas’a eşyalarını toplamasını, kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını emreder.


Abbas komutanını tabir-i caizse gözü gibi bakar. Sabah erkenden kahvaltısını hazırlar, öğlen yemeğini akşam da mezesini eksik etmez.

Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Zaman zaman dertleşecek kadar yüreğindeki saflığı ve sadakati sevmiştir Cahit Sıtkı


Akşamları mey sofrası kurup mezeleri hazırlar Abbas. Yine böyle bir keyif akşamında Cahit Sıtkı sorar;

-Sen İstanbul ‘ u bilir misin Abbas?

-Bilir komutan.

-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?

-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim.

-Orda benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?

-Elbet komutan!

Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş hazırlanmış.

Cahit Sıtkı sorar;

-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?

-Ben istanbul ‘a gidecek komutan!

-Ne yapacaksın sen İstanbul ‘da?

-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!

Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı…

Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.

Akşam olur, mey sofrası kurulur ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme alır,

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.

Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana.

Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan…

Bu şiirin hikayesi aslında bu kadar değil. Bu Beşiktaşlı sevgilinin de bir hikayesi var tabi.

O hikaye de şöyle,

Bu meltemli geceler
Su sesi, ay ışığı
Uzayan türküleri
Cırcır böceklerinin,
Bu cümbüş, bu muhabbet
Bu tatlı uykusuzluk
Hep senin şerefine
Esmer güzeli yârim…” dediği

Beşiktaşlı sevgili…  Lisede yazdığı aşk mektupları gibi hayali olduğu söylenir. Ancak Cahit Sıtkı’nın teyze oğlu, Reşid İskenderoğlu 1993 yılında yayımladığı anılar kitabında, yıllar sonra “Beşiktaşlı Sevgili”nin izini bulduğunu, kendisi ile görüşmek istediğini, ancak olumsuz yanıt aldığını anlatır. 2004 yılında 93 yaşında hayata gözlerini yuman, anne tarafından şairin akrabası olan Vedat Günyol’un anlattığına göreyse Cahit’in yıllarca gönlünde bir sır gibi sakladığı Beşiktaşlı sevgili meğerse kendisinin kız kardeşi Mihrimah Hanım imiş… Bunu, yıllar sonra, bir gün birlikte Paris’te dolaşırlarken Cahit Sıtkı bizzat Vedat Günyol’a itiraf etmiş. Vedat Günyol o gün çok hayıflanmış; “Ah Cahit, keşke o zaman söyleseydin, seni kız kardeşimle evlendirmeye çalışırdım…” demiş.

Ah bu şairler, sevgiliden çok sevmeyi seviyorlar bazen.

Ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölümü… Hayatının son zamanlarını geçirdiği felç dolayısıyla yatalak olarak geçirir. 46 yaşında, yolun yarısı dediği yaştan sadece 11 yaş sonra hayata veda eder. Bu şiirin incelemesini de yapmak isterdim ama bu hüzünlü hikâyeye sadece bu şiiri sizlere yazarak son vermek istiyorum.

Otuz Beş Yaş ŞiiriYaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Türkiye’nin Televizyon İlkeleri

John Baird’in, 1926’da televizyonu icat etmesiyle bu mucizevi icat 1930 yılında tamamen hayatımıza dahil oldu. Büyük bir buluş olan televizyon, ilk yıllarında yalnızca birkaç evde bulunuyor; herkes tarafından ilgiyle karşılanıyordu. Bir kesim tarafından “Şeytan Kutusu” olarak isimlendirilen icat, izleyenleri hayrete düşüyordu. İnsanlar kendilerini ekranlarda gördükçe izlemeye çekiniyorlardı. Ancak çok kısa bir süre sonra “Şeytan Kutusu” denilen icat, evlerimizde olmazsa olmaz eşya kategorisine girmeyi başardı…

Sizler için televizyon tarihinin en şaşırtıcı ilkelerini derledik. Keyifli okumalar!

  • İlk Uzun Süren Özel Yayın

1973 yılında ilk kez yılbaşı için kesintisiz özel yayın yapıldı. Bu yayın 11 saat sürdü.

  • İlk Spiker

Televizyon tarihimizin ilk spikeri olan Fatih Pesiner, ekran karşısına geçen seyircilere ilk kez “Sayın seyirciler” diye hitap etmişti.

  • Televizyonda İzlenen İlk Maç Yayını

İlk maç yayını: İTÜ TV’de 2-1 yenildiğimiz Türkiye ile Sovyet Rusya maçıdır. Ve bu maç kaçak olarak yayınlanmıştı. Profesyonel anlamda ilk maç yayını 1973 yılında Beşiktaş- Fenerbahçe rekabetiydi. Ve o efsanevi maç berabere bitmişti.

  • İlk Piyes Yayını

1954 yılından itibaren düzenli olarak yapılan yayınlardan biri de hava durumudur. Hava durumlarının aktarılmasını ilk defa Ali Esen yapmıştır.

  • İlk Yayın Yasağı

‘Türkiye’nin Kalbi Ankara’ adlı belgesel, Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla Rus yapımcılara çektirilmişir. TRT’de yayınlanan belgesel, 1969 yılında TRT’nin genel müdürü İlhan Öztrak tarafından kuruma baskın yapılarak yasaklanmıştır.

  • İlk Reklam Filmi

1972 yılında Meysu markasının çektiği meyve suyu reklam filmi, yayınlanan ilk reklam filmidir.

  • Renkli Televizyona İlk Geçiş

1 Temmuz 1984 yılında siyah beyaz ekranlara veda edilmiş, her şey renklenmiş ve ilk kez tamamen renkli yayına geçilmiştir.

Zeynep Bastık ve Mustafa Sandal’dan Düet: Mod

Zeynep Bastık’ı çoğumuz “Fırça” şarkısı ile tanıdık. O günden bugüne de genelde akustik şarkılar söylerken gördük onu. Şimdi karşımıza Mustafa Sandal ile beraber düet yaptıkları “Mod” şarkısı ile çıkıyor.

Klibi izlediğimiz zaman içimiz kıpır kıpır oluyor. Mustafa Sandal ve Zeynep Bastık’ın o muhteşem enerjilerini iliklerimize kadar hissediyoruz. Kalkıp dans etmek geliyor içimizden hemen. Gözümüzden kaçmayan küçük ve tatlı detaylar da var tabii ki. Zeynep Bastık, Mustafa Sandal’ın o aşina olduğumuz figürlerini kapmış hemen. Muhteşem bir uyum yakalamışlar beraber. Ben sözü fazla uzatmadan bu enerjisi tavan olan şarkıyla sizleri baş başa bırakıyorum. Keyifli dinlemeler. 🙂