Hikayesi Ufuk Bayraktar tarafından kaleme alınan Dayı filmi, Uğur Bayraktar ve Serkan Öztürk tarafından senaryolaştırıldı. Yönetmenliğini Murad Zaloğlu’nun üstleneceği Dayı: Bir Adamın Hikayesi için çalışmalara başlandı. Filme ilişkin ayrıntılar henüz paylaşılmasa da, film geçmiş yıllarda yaşayan bir kabadayının hayat hikayesini beyaz perdeye aktarılacak.Filmin 2020’de vizyona girmesi bekleniliyor.
Gerçek adı Hali Özdemir Arun olan şair, Mehmet Asaf ve Hamdiye Hanımın çocuğu olarak, 11 Haziran 1923’te dünyaya geldi. Dönemin Şûrâ-yı Devlet azası (Danıştay, Yüksek Yargı Kurumu) olan babası Mehmet Asım Bey, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle Ankara’ya taşındılar. Mehmet Asaf 1930 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sebebi ile 1930 yılında hayatını kaybetti. Ailede tekrardan İstanbul’a dönmek zorunda kaldı.
Atatürk, iki kardeşin eğitimiyle yakından ilgilenir. Özdemir Asaf, Fransız Erkek Lisesi’ne kaydolur. Fakat kısa süre sonra okulu kapanır. Galatasaray Lisesi’nden sonra 1941’te sınavı kazanarak Kabataş Erkek Lisesi’ne geçti. Buradan mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’nde hukuk okumaya başlayan şair, 2 yıl sürdürebildiği hukuk eğitiminde ilk eşi Sabahat Selma Tezakın’a aşık oldu.
“Sabahat; Sana mektup yazmaya lüzum kalmayacak olan zamanları düşünmek; seni daima görebileceğim günleri hatırlamak; bana verdiği sarhoş edici, çıldırtıcı heyecanlı zevkleriyle senin yakınında bulunmak tehlikeli olabilecek derecede beni sevindiriyor…” (10 Nisan 1944)
“Sabahat;
Zira baba Mustafa Tezakın, iki gencin evlenmesi için fakültenin bitirilmesini şart koşmuştur. Özdemir Asaf, üç yıl iktisat bölümüne ve bir yıl gazetecilik bölümüne devam etse de hiçbirinden mezun olamadı. Özdemir Asaf, Sabahat Hanım’a duyduğu aşktan dolayı yataklara düşmüştür. Oğullarının ince hastalığa tutulmasından korkan aile büyükleri, Sabahat Tezakın’ın babasının evliliğe onay vermesini sağlarlar.
Sigorta şirketinde sigorta prodüktörlüğü yapar, ancak kişiliğine uygun bir iş değildir. Dün Yağmur Yağacak adlı öykü kitabında bulunan, Garıdan Gadı biyografik hikayesinde bunu şöyle anlatır:
Sigorta prodüktörlüğü yaptığım yıllar hayatımın hareketli çağlarına rastlamıştır. Para kazanıyordum. Gençtim. Fakat gözüm parada değildi. Başka isteklerim vardı. İnsan tanımak, değişik günler yaşamak, yer görmek isteyordum. Bu yüzden boyuna geziyor, cebime giren paraları yalnız yeni çevreler yaratmak için harcıyordum. İyi bir sigortacı olamadım. Ama işi yaptığım sıralarda gördüklerim beni doyuruyordu…”
İlk çocukları Seda 1947’de dünyaya gelir. Özdemir Asaf, Mart 1948-1949 yılları arasında askere gider. Askerliği Gelibolu’da, sonra Ankara Piyade Okulu’nda ve Erzurum’da yaptı. 1961’de ise eşinden ayrıldı.
Daha sonra Özdemir Asaf, Bebek’te Şimdi-Biblio Bar’ı açar. Bar o dönemde, sanat dolu sohbetlerin yaşandığı nezih bir mekândır. Barın hemen üstünde Asaf’ın bir şiiri yazar: “Bana ıslak bir bez verin, dünyanın tozunu alayım.”
1979 yılında, çocukken geçirdiği akciğer rahatsızlığı tekrarlayan Özdemir Asaf, 1980’de barını kapatır. Aynı yıl Aralık ayı başında, beyninde, tümör tespit edilir, 28 Ocak 1981’de vefat etti.
Lavinia
Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia.
Akıl Gözü
Seni bulmaktan önce aramak isterim. Seni sevmekten önce anlamak isterim. Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de, Sana hep, hep yeniden başlamak isterim.
Ansızın
Ben sensiz olanlara seni aratıyorum, Ben sensiz kalanlara seni yaratıyorum, Seni saklayacağım, seni yazıp-andıkça Kendimi çoğaltıyor, seni kuşatıyorum.
Unutturmayacağım, seni yaşatacağım, Kendimi çoğalttıkça, seni kuşatacağım, Her zamanda, her yerde sen bende yaşadıkça… Sen evreninde sana seni aratacağım.
Sözün özü her sevdanın yeri yalan dünya değildi.Nice Mecnun Leylasını göremeden göçtü bu gafletten.Bense,bekliyorum.
Beklemek ne demek sahi? 8 kelime nasıl olurda gurbeti,hasreti,içindeki koru böylesine yansıtırdı? Yüzyıllardır değişen her şeyde aynı kalan sevgiydi.İnanması zor ama evet,sevgi hep bakiydi.Nasıl bir insan olursa olsun onu gördüğünde 5 yaşında çocuk gibi oluyorsa içinde baharın tomurcukları filizlendiyse,evet bu aşktı.Peki neden aynı kaldıysa bu zamanlarda sevda yok diyoruz?
Çünkü sadakat bitti.Görmeden sevmenin nimet olduğunu bilmeden büyüdük bizler.Amacımız iyi okullar,iyi kariyerler oldu ama sevgi neydi,bilemedik..
Ölmeden toprağa koyduklarımız var bizim.
Benim de çok sevdiğim birini yollamışlığım var oralara.Umarım sever
‘Dünya’m
Sanırım ona hitabımı o kadar çok benimsemişti ki,o da yalan oldu.Başka hikayelere başrol olurken mutluydu.Yeşil sokakta onu gördüğüm gün tarifini yapamadım.Seneler sonra kavuşmak,belki de yüzleşmek.
İnsanın öldürdüğünü karşısında görmek ne büyük yüzleşmeymiş öyle..
Ağıtlarla uğurladığı dünyası,o an başına yıkılmış kadının.Ela gözleri,kavruk esmer teniyle karşısındaymış yine.
Koşup sarılsa ne olurmuş ki o an? Nerelerdeydin diye sorsa,biraz kızıp sonra kıyamasa yine?
Yapamamış,adam da gitmiş çoktan.
Unutmuş çoktan.
Aklındaki bataklığın arasından bir ışık hüzmesi seslenmiş kadına:
“Gökyüzüne bakmayan insanlarınkalbi daha evvel kararır.“
Omzunu çökertip,yorgun bir nefes vererek çenesini göğe kaldırmış.Sonsuz maviliğe.Ne zamandır görmediği bu güzellik karşısında mahcup olmuş.Ve kirpiklerinden bir damla süzülmüş vuslata feda.Rüzgar huşu ile okşamış saçlarının telini.
Devrimizin kıymetli sanatçılarından biri olan Eflatun’un “En Güzel Ben Sevdim” şarkısı 2 Kasım itibariyle müzik severlerle buluştu. Bu şarkıda Eflatun, söz, müzik, aranje ve klip yönetmenliğinin hepsine birden imza atıyor. Bütün Eflatun şarkıları gibi bu şarkı da sözlerindeki anlamlarla dinleyenleri büyüledi. Kısa film tadındaki klip aşağıda sizleri bekliyor.
Seni en çok ben mi sevdim bilmem ama En güzel ben sevdim…
En Güzel Ben Sevdim:
Sıktığın yumruk kadar derlerdi kalbin
Hayır vurduğun yumruk kadardır yüreğin
Arkasında duramıyordun madem
Keşke hiç sevmeseydin
Sıktığın yumruk kadar derlerdi kalbin
Hayır vurduğun yumruk kadardır yüreğin
Daha ateşi keşfetmemiş ilkel kalbin
Aşkı nereden bilsin
Bir uçurumu sevmişim düşmüşüm de düşmüşüm
Kağıttan kanatlar takmışlar bize yırtmışlar bizi Gökyüzüm, bir yalanı sevmişim kanmışım da kanmışım
Ayaklarına bir taş bağlayıp aklımı denize atmışım
Seni en çok ben mi sevdim bilmem ama
En güzel ben sevdim…
Hafta sonu hepimiz için tüm hızıyla başladı. Stresli ve yoğun bir haftanın ardından, kimimiz daha sakin programlar yaparken, kimimiz kendimizi hareketin ritmine bırakabiliyoruz. Benim yapacak hiçbir planım yok diyenler için önerilerim aşağıda. Herkese kahkaha ve huzur dolu haftasonları…
Okumak sizin için olmazsa olmaz. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü 24 saat okuyanların buluştuğu bu platformdasın. O zaman hemen edinmen için bir öneri. Haftasonuna Nevzat başkomiserle başlayabilirsin.
Ahmet Ümit, Aşkımız Eski Bir Roman
Sonbaharla birlikte vizyona giren filmlere göz atmak isteyenler için, unutulmaz terminatör filminin son serisi ‘Kara Kader’ i severek öneriyorum. Sinemasız sonbahar, biraz yarımdır bence.
Şehrin genelinde ayazlar başlamadan ılık havanın tadını çıkartmalıyız. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur atasözünü unutmuyoruz. O halde haydi ya bisiklete bin, ya da yürü. Yerinde oturmak yok!
Evden çıkamıyorsun, fakat ruhun kıpır kıpır. Unutma yaşadığın yeri hayal ettiğin yere çevirmek senin elinde. Tak kulaklığını ve dans et. Kendini müziğe kaptırmak isteyenler için bu günlerdeki favori şarkım : Zeynep Bastık & Mustafa Sandal, Mod
Yemek yapmak her zaman rahatlatıcı ve kreatif bir işlemdir. Hem ucuz hem de lezzetli bir sofrayla sevdiklerine güzel bir sofra kurabilirsin. Harika bir hafta sonu menüsü öneriyorum. Tavuklu kremalı mantarlı makarna ve domatesli roka salatasını kolaylıkla uygulayabilirsin. Yapman gereken şey içine sevgini de katmak 🙂
Ruhunuz bu asrın dengi değil dedik ve sizler için Türk sanat müziğinin en nahif bestelerinden birkaç derleme yaptık. Elinize kahvenizi alın ve her şeyin daha güzel olduğu bir zamana gidiyoruz…
Zeki Müren, Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun
Bir gülüşün var ki, kaş çatar gibi En sıcak sözlerin azarlar gibi Hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi Ah bu şarkıların gözü kör olsun
Zeki Müren, Gitme Sana Muhtacım
Gitme sana muhtacım Gözümde nursun, başımda tacın muhtacım Beni öldür öyle git Yaşamak için senin sevgine muhtacım
Dost üzülür, düşman güler, böyle derde gülünür mü Bilseydim hiç sever miydim aşkın sonu bilinir mi Umudumdun, dileğimdin, sen benim göz bebeğimdin Seni kimler değiştirdi, yüreğinden attın beni Seni kimler değiştirdi, yüreğinden attın beni
Müzeyyen Senar, Bir İhtimal Daha Var
Vuslatın başka âlem Sen bir ömre bedelsin ah Sen bir ömre bedelsin Vuslatın başka âlem
Günümüzde en kolay ulaşılabilirlik ağı, takdir edersiniz ki iletişim üzerine. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızın adını soyadını arama motorlarına yazıyorsunuz, hop karşınızda. Hayran olduğunuz sanatçılara mail yoluyla ulaşabiliyorsunuz. Artık görüntülü arama yoluyla sevdiklerinizi görmemek mümkün değil. Peki hal böyleyken, iletişim ağları bu denli kolay erişilebilirken, neden kimse kimseyi anlamıyor? Neden herkes yalnızlığından dem vuruyor? İletişimde kalmamız için teknoloji seferber olmuşken, biz neden konuşarak anlaşamıyoruz?
Konuşabilmek yeteneği, duyma yetisiyle birlikte gelişir. Önce duyarız, sonra taklit ederek konuşmayı öğreniriz. Demek ki, konuşabilmek için önce karşımızdakini dinlememiz gerekiyor. Dinleyip, karşımızdakinin ne dediğini anlamamız gerekiyor. Ve karşımızdaki yerine düşünüp, konuşmayı bırakmamız da doğru iletişimin önemli adımlarından.
Kişisel gelişim çok önemli bir yapılanma durumu. İnsan, ilk insandan beri gelişerek ilerlemiş. Toplum, bireylerin gelişimi açısından önemli bir etken olmakla birlikte, asıl ışık senin içinde olmadığı sürece hiç bir yerde parlayamazsın.
Günümüzün en büyük sorunlarından biri olan iletişim problemlerini ortadan kaldırabilmeniz için okuyabileceğiniz kitap önerilerime göz gezdirebilirsiniz. Güzel konuşup, güzel dinlendiğiniz hoş sohbetleriniz olması temennisiyle…
Belki de demir atılmış limanların harabelerinde, Kulaklara çalınan ince bir sükunun sızısında, Divane olmuş gönüllerin köşesine kurulmuş da bekleyen Yaşamak var!
Karıştık ya Gün batımının kızıllığına, Birbirine tutunan yağmur damlalarına, “Yaşıyoruz” umarsızca işte.
Netflix’in en iyi bilim kurgu filmlerinden olan I Am Mother, bir robot tarafından büyütülen genç bir kızın hayatını konu alıyor. Dünya üzerinde insanların nesli tükenmiştir. Ve Dünya’yı büyük bir yıkım beklemektedir.
İnsan ırkını tekrar canlandırmak için bir robot tasarlanmıştır. Robota ‘anne’ ismi verilmiştir ve görevi, genç bir kızı büyütmektir. İkili arasındaki ilişki, yaralı bir yabancı insanın gelişiyle tamamen değişir. Genç kız dış dünya ile ilgili aldığı bilgilerle, her şeyi sorgular. Daha fazla bilgi ve gerçeklere ulaşmak isteyen genç kıza anne engel olmaya çalışacaktır. Bilim kurgu severler için izlemeye değer bir film. Keyifli izlemeler..
1914 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Orhan Veli, ilk okulun son sınıfındayken şiire başladı. Lise de öğretmeni olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın desteğiyle de kalemi iyice kuvvetlendi. Milli Eğitim Bakanlığında tercümanlık yapmaya başladı.
1950 yılında Ankara’da karanlık bir sokakta, belediye tarafından etrafına hiç bir işaret ve lamba koyulmayan bir çukura düştü. Kafasını çarptı. 2 gün sonra İstanbul’da bir arkadaşının evinde beyin kanaması geçirerek hayata gözlerini yumdu.
Garip akımının öncüsü, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden, şiirlerindeki özgünlük ve duygusuyla kendisine hayran kaldığımız Orhan Veli Kanık’ı, aramızdan ayrılışının 69. yılında özlem ve sevgiyle anıyor, ölümsüz eserlerinden birkaçını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.
Bir Garip Orhan Veli
İstanbul’da Boğaziçi’nde Bir garip Orhan Veli’yim Veli’nin oğluyum Tarifsiz kederler içindeyim
Urumeli Hisarı’na oturmuşum Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul’un mermer taşları Başıma da konuyor martı kuşları Gözlerimden boşanır hicran yaşları Edalım… Senin yüzünden bu halim.
İstanbul’un orta yeri sinema Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne
Sevdalım… Boynuna vebalim
İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim Bir garip Orhan Veli’yim
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epiyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum.
Gün Olur
Gün olur, alır başımı giderim, Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, Yelkovan kuşlarının peşi sıra. Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; Çiçekler gürültüyle açar; Gürültüyle çıkar duman topraktan. Hele martılar, hele martılar, Her bir tüylerinde ayrı telaş!… Gün olur, başıma kadar mavi; Gün olur başıma kadar güneş; Gün olur, deli gibi…
Genç ve güzel bir kadın olan Jennifer’ın (Brenda Song) hayatı, bir kaza yüzünden mahvolur. Gözlerini bir hastahane yatağında açan Jennifer, geçirdiği kaza dahil hiçbir şey hatırlamamaktadır. Odasında baş ucunda duran Russell (Mike Vogel), kocası olduğunu söylemektedir.
Russell’ın yardımıyla kısa sürede iyileşen Jennifer’ın taburcu olup evde dinlenmesi gerekmektedir. Russell, eşini eve götürdüğü zaman tek isteği, hafızasını tetikleyip tekrar her şeyi hatırlamasını sağlamaktır. Evlerinde bir süre vakit geçiren Jennifer, içgüdüsüne dayanarak bir şeylerin yanlış olduğundan şüphelenir.
Bu sırada Jennifer’ın başına gelen kazayı araştıran dedektif Frank (Dennis Haysbert), genç kadının hayatıyla ilgili bir çok tutarsızlık bulur. Jennifer’ı hastahaneden kocası olarak çıkaran Russell, aslında çok tehlikeli biridir.
O zaman bu kadar spoiler yeter diyelim ve sizlere şimdiden keyifli izlemeler diyorum…
“Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım Bilmiyorsunuz, darmadağın gövdemi çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.”
Siz hiç bilir misiniz bayım aydınlığın da karanlıklar doğurduğunu? Dışların kalabalığından payına düşenin içlerin yalnızlığının olması, boynunu sıkı sıkıya saran bir urgan gibi peyda etmiyor mu canına. Canını yakan şeyin hoyratça sözler, hoyratça dokunuşlar değil de gönlüne değen sıcacık bir tebessüm olduğunu bilebilir misiniz bayım?
Hayır, bilemezsin…
Yalnızlığın boyutu hakkında bilgi verebilir misiniz bayım? Hüznümün sekiz oktavlık isyan şarkıları ile bestelenmiş olabileceğini, yüzünde tebessümün gölgesi dururken ruhunun yalnızlığın acı şarabı ile mayalandığını ve ruhunda güzelliğe dair her şeyi ıhlamurların çiçek açtığı zamana saklamanın ne demek olduğunu bilebilir misiniz bayım?
Hayır, bilemezsin…
Bayım bir sürgündedir ruhum ve o sürgünde her akşamüstü mavi bir kuş gelir konar yanıma, bana özgürlükten bahseder. Kelamı bitince de beni kelamsızlığın diyarında, hoyrat rüzgarların ağuşunda bırakıp gider. Söyleyin ona bayım; mavi kuşlar kendi türünden olanları sürgüne mahkûm eder mi? Bunun cevabını duyamayacağım galiba, çünkü bayım ben mavi kuşumu öldürdüm…
Çav Bella yani “Hoşça kal Güzelim” bir İtalyan halk şarkısı olarak pirinç tarlasında çalışan bir erkek işçinin evde bıraktığı eşine ithafen yazdığı rivayet edilen bir ezgidir. Şarkının orjinal ismi Bella Ciao‘dur. Şarkının sözleri 2.Dünya Savaşı sırasında Mussolini faşizmine karşı direnen direnişçiler tarafından değiştirilerek partizanlar arasında bir direniş marşı haline gelmiştir.
İşte bir sabah uyandığımda Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun
Mussolini İtalya’sında, faşizmin altında ezilen köylü ve işçi sınıf 2.Dünya Savaşının da başlamasıyla birlikte vatanlarının ellerinden kayıp gitmesine izin vermemek için faşizme karşı direnişe geçmiştir. Çav Bella şarkısının sözlerinde yapılan değişiklikler direnişin ruhunu tam olarak yansıtmaktaydı.
Her yanı işgal altında Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun Her yanı işgal altında
Cepheye giden erkeklerin eşlerine seslendiği bu şarkı direnişin dalga dalga İtalya’ya yayılmasında en önemli etken olmuştur.
Sen ey partizan beni de götür Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav Beni de götür dağlarınıza
Savaşın simgesi haline gelen şarkı bir İtalyan halk şarkısı olmaktan çıkıp dünya çapında sosyalist devletler tarafından benimsendi. Şarkı SSCB tarafından Kızıl Ordu marşı haline getirildi. Şarkı 23 yabancı dile çevrilmiştir.
Dayanamam tutsaklığa Beni de götür dağlarınıza Dayanamam tutsaklığa
Şarkının son zamanlarda tekrar gündeme gelmesinde tabi ki de La Casa De Papel dizisinin etkisi büyüktür. Şarkı popüler kültürün de etkisiyle çeşitli versiyonlarla karşımıza gelmektedir.
Eğer ölürsem ben partizanca Çav bella, çav bella, çav bella, çav, çav, çav Sen gömmelisin ellerinle beni
Çav Bella bir sokak şarkısıdır. Nasıl ki bir çiçek dalında güzelse Çav Bella da sokakta güzel. Çav Bella özgür ruhların şarkısıdır onu belli bir kalıba sokamazsınız. Zaten özgürlük savaşının simgesini prangalamak ne kadar doğru olur?
Ellerinle toprağına Sen gömmelisin ellerinle beni Ellerinle toprağına…
Bulunduğumuz duruma isyan ediyoruz, sefaletin derecelerini düşünmeden. Sıkılmamız, elde ettiklerimizle yaşamak zorunda kalıyor olmamızdan. Bu oluş, insanın terbiye edilmemiş doğası gereği olandan fazlasına ulaşabilme arzusunu tetikliyor.
Arzularına ulaşamama gerçekliği, arzulama isteğinizi çoğaltıyor. Arzularındaki çoğalma şiddeti isyana dönüşüyor ve bu durum seni ulaştıklarından daha çok uzaklaştırıyor. İşte o an akıl senin en büyük düşmanın; çünkü sadece arzuların için savaşacak. Gergin, gözünü kan bürümüş, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir cahil gibi…
Önerim şu ki;
Aklını tut, tutarken de mantığından yardım al. Mantığın arzularına yenik düşmez. Çünkü mantık başkaları olur; doğruyu bulana dek gezer durur…