33.3 C
İstanbul
Cumartesi, Temmuz 26, 2025

Ölü’m

Günlerden Cuma Güneş acıtmadan yakıyor,

Rüzgar acıtmadan esiyor usulca,

Çok güzel bir gün mezardakiler için,

Ölmek böyle bir günde olmalı,

Ölüm böyle bir günde kapımı çalmalı.

.

Zaman ve mekân kavramı,

 Önemli değil mi ölüm ve ölecek için?

Bilemezsin nerede, saat kaçta,

Kefenimin kumaşı bilsem hangi terzide,

Bastığım hangi toprak mezarım olacak.

.

Ölüm, perde arkası dirilmenin,

Allah, kötülüğünü ister mi kulun?

Resul dedi temenni etme ölümü,

Kur’an buyurdu hatırlayın ölümü,

İrkildi ruhum hazır mıydı ölüme?

.

Gece gösterdi mezarın karanlığını,

Kabristanlar, kurtuluşun ev sahibi,

Dirilmek, ezeli dirilmek işin sonucu,

Uyku gösterdi ölümün rahatlığını,

Ve güneş gösterdi cehennem sıcağını,

Allah buyurdu altından ırmaklar geçen yurdunu.

Korkuluk

İnsanların öylece yanından geçtiği, o

Beni korkuttu bir gündüz vaktiydi.

Gözlerinin içi boş,

Bedeninin içi dolu, ama ne ile?

Bir varoluş amacı var hiç değilse.

Onun değil, çoğunun ona benzediğini görünce,

Yalnızlığa kaçtım yanlarından delice.

Tanrı’nın yaptığı insanın,

İnsanın yaptığı korkuluktan alt olması…

Oluyormuş, görüyorum.

Korkuluk ya da Ben

Ölmeye yatmış bir kentin ortasında

Her şeyi görmezden körleşmiş kimsesiz bir korkuluk..

Toprağın şekline göre biçimlenmiş gölgesiyle

Yüz yüze geldiği kişi kendisiydi!

Zihnimde ansızın ağırlaşan kelimelerle

Vardığım geçmiş kendine sığamazken

Bu kargaşa içerisinde

Ya korkuluk kaybolmuştu

Ya da ben!

Eksik

Eksik bir şeyler var
Tadım tuzum eksik mesela
Doğan güneşim, yarınlarım eksik

Uykularım, derinlere daldığım düşlerim
Dilimin ucundaki iki basit söz eksik

Bir tatlı huzur, içten bir tebessüm
Gülüşümdeki gamzem eksik

Karanlık gecemdeki ayın ışığı
Yarama deva olan merhemim eksik

Yüzümdeki nur, kalbimdeki sevinç
Halimden anlayan eşim, dostum eksik

Kendimde bulduğum güç
Zorluklara meydan okuyan cesaretim eksik

Bir türlü bulamadığım benliğim
Aynada akseden yüzüm eksik

Damarlarımda dolaşan kan
Nefesim, soluğum eksik

Eksik bir şeyler var işte
Yarınlara inancım, umudum eksik
Ve en kötüsü de
Her şeyi değiştirmeye şu aciz ömrüm eksik

Yol Uzun

Yol uzun

Ayakların yürümekten ağrıyıncaya dek yürüyeceksin

Yol uzun

Çeşmeye varıp susuzluğunu gidermek için yürüyeceksin

Yol uzun

Sevdiklerine daha sıkı sarılmak için yürüyeceksin

Yol uzun 

Geride bıraktığın hüzünleri unutmak ve mutluluğa daha yakın olmak için yürüyeceksin

Yol uzun 

Kurduğun hayalleri gerçekleştirmek için yürüyeceksin 

Yol uzun ama ;

Hayat kısa, yolun uzunluğuyla hayatın kısalığını karıştırmadan yürüyeceksin. Bin adım attıysan eğer bin birinci adımı düşünmeden yürüyeceksin. 

Olaki gün olur yürüyemezsin,

İşte , o gün için ardında sana doğru yürüyecek insanlar bırakacaksın 

Kırmadan, yormadan, üzmeden…

Yani aslında kendin için yürümeyeceksin.

Bir Hiçim

Karanlıkta ışıktır yarasalar için,

Yaramı sarsalar da kanar için için,

Akan kan akan yaş,

Gönlümü anlatır gözümdeki yaş.

.

Efkârını efkârım ,

Gülüşünü aşkım, nefesini hayatım yaptım,

Ama bir baktım ki,

Gözün başkasında yaşı bende,

Gülüşün başkasın da kalmış aşkın bende.

.

Senin için yanar, gözünün yaşına kanardım,

Ben senin için bir hiçmişim,

Ama sen benim için her şeydin,

Aşık olmak bir hiçse,

Ben bir hiçim,

Her şeyim.

Kavuşma Hayalim

Beklemektir özlemek,

Beklersin, beklenirsin,

Özlersin, özlenirsin,

Ama şunu unutma ki tek bekleyen de sen değilsin,

Sevdiğin kadar özler kavuşmak istediğin kadar beklersin.

.

Senin beklediğini bekleyen de vardır,

Özlediğinin yolunu tutan da,

Gözünün gülüşünü özleyen de vardır,

Eline kavuşmaya çalışanda…

.

Güneşin batıp Ay’ın çıkmasını beklersin,

Yıldızlara bakıp en güzelini seçersin,

Ama ona ne kavuşursun ne de onu unutursun,

Sen hayal kurduğun kadar aşıksın.

Hayat Tabi Bana Güzel

Herkes “hayat sana güzel” diyor bana, ben de evet diyorum, tabi bana güzel. Size mi güzel olacak?. Herkesi kıran siz, üzen siz. Sevgiye yer yok kalbinizde, hiç umut yeşertmiyorsunuz, güzellik desen zaten yok.

Ben herkesi sevmeye çalışıyorum tabi hayat bana güzel olacak, sevgi güzellik getirdi her zaman hayatıma, hiç zararını görmedim. Tabi siz gibi yapmıyor, sevdiklerimi ben olarak seviyorum. Haddimi biliyorum, aşmıyorum. Sınırlarımı güzel koyuyorum ki kimsenin beni üzmesine müsaade etmiş olmayayım. Her güne güzel başlıyorum belki onun için öyle diyorlar. Şunu da biliyorum insan kendini üzme konusunda oldukça başarılı ve hep olumsuzu düşünür. Ben bunu yapmıyorum olumsuza yer yok hayatımda, öyle olup bana olumsuzluklarını püskürten insanlardan sınırlarımla kurtuluyorum. 

Mesela bu zamanlarda, çalıştığım iş yerinde tezgâhtarlık yapıyorum, sabahın köründe işlerine giden insanların yüzlerinde tebessüm oluşturmak beni mutlu ediyor, onlara kibar bir şekilde hitap ediyor ve giderken gününüz güzel olsun diyorum, hayat tabii ki bana güzel..

Siz de biraz olsun güzellik yayın etrafınıza, inanın böyle yaşamak çok güzel. Gününüz güzel olsun ve yüreğiniz sevgi dolsun. Vicdanınızı yaşatın sizler de güzel yaşayın, saygı ve sevgilerimle.

Öğretmen Zeynep

Öğretmen olmak isterdi hep
Çok severdi çocukları Zeynep
Köy okulunda başlamıştı ilk
Gencecik yaşta büyük heyecanla

Kapısı yoktu belki okulun
Penceresi çoktan eskimiş
Duvarların boyası gelmiş
Ama yinede herkes mutlu okulda

Annesini özlerdi öğretmen zeynep
Çok uzaktaydı doğduğu yerden
Geceleri uyku tutmazdı bazen
Aklına gelirdi çocuklar gülerdi hemen

Boynundan çıkarmazdı yeşil fularını
Çok severdi bu köyün surlarını
İzlerdi penceresinden papatyaları
Dinlerdi gün ağırınca kuşların türkülerini

Gün geldi ayrılık vakti geldi
Gözünden bir damla yaş süzüldü
Son kez baktı arkasına
Hüzünle, özlemle, sevgiyle…

Sesimi Duyan Var mı?

Bir gün düşünün güneş açmış, çiçekler boy gösteriyor, her yer cıvıl cıvıl. Bugüne uyandık, bu harika yaz gününe… Fakat ne acı ki bazılarımız bugün defnedildi, bazılarımız nasıl kurtulacağını düşünüyor hatta yürek el vermez ama bazılarımız çocuk olduğunu bile unuttu. Ayırt edildik! Rengin siyah, cinsiyetin kadın, sen benim dinime mensup değilsin, sen benim milletimden de değilsin. Kimsin ki sen?Bana benzemiyorsun ancak benim gibi olduğunda seni ciddiye alırım. Aksi takdirde sen bir objesin. Seni kullanırım ve senin bedenin hakkında söz sahibiyim(!) Dayak yedik! Dur durak bilmeden kalplerimize değil mini eteğimize bakılarak, insaniyetimize değil rengimize bakılarak belki içimizde bir gram dahi kötülük yokken, öldürülürcesine dayak yedik. Hatta bunu yapanlar yetişkin, çocuk, bebek, hayvan demeden bunu yapmakta diretti. Sus dediler, sen kadınsın, okuyamazsın, gezip tozamazsın, gecenin bir vakti orada ne işin var, o eteği giyersen her şeyi hakedersin, sus! Ve sustuk ne yazık ki kendini ifade edemeyen, duygularını anlatamayan sokak hayvanları bile şiddete ve tecavüze maruz kaldı! Sorun sesimizde mi? Yeterince duyulmuyor mu çığlıklarımız? Bizim çığlığımız ancak bizim kulaklarımızda yankılanıyor. Bizim çığlıklarımız ancak bizi sağır ediyor.

Seviyor öldürülüyoruz, sevmiyoruz öldürülüyoruz, susmuyor öldürülüyoruz, susuyor daha çok öldürülüyoruz, bazen konuşmayı bile öğrenmemişken öldürülüyoruz.

Yaratılış gereği üstümüze bırakılmış bu ağır yükün altında eziliyoruz. Narin miyiz, güçsüz müyüz, kırılgan mı? Hayır! Zannettiğinizin aksine bir kadın, hatta küçük bir çocuk dahi şiddete eğilimli pislik zihniyetlerden kat kat daha güçlü. Korkuyor muyuz? Hayır, siz korkuyorsunuz. Yaptıklarımızdan ve yapabileceklerimizden. Keyfinizin bozulup rahatsızlık duyacağınız konuma gelmekten korkuyorsunuz. Gelişmemizden, istediğimizi yapabilmemizden, bu pislik zihniyeti yok edebileceğimiz gücümüzden titreye titreye korkuyorsunuz.

Bu fikriyatlarımı dile getirirken “biz” dili kullanıyorum çünkü bugün bu dünyada kendi egosunda boğulan, tek çözümü yumruklarını konuşturmak olan yaratıklarla, bir çiçeğin dalında bile zarifçe dokunup incitmemeye çalışan, kaldırımdaki hayvanlar korkup kaçmasın diye yol değiştiren insanlık apayrı türlerdir. Eğer bu dünyada yapılacak tek bir ayrım varsa o da bu iki türün arasındaki ayrımdır. Umuyorum ki bu ülkede bir kadın, bir çocuk, bir hayvan daha katledilip tecavüze uğramadan failleri kahrolur. Ve umuyorum ki kimse susmayıp başına gelenleri anlatmaktan çekinmez. Gönüllerimiz birdir, buna maruz kalmasak dahi kalmayacağımız anlamına gelmez. Bugün bu dünyada herhangi zararsız bir varlığa kaldırılan el hepimize kalkmıştır. Ve konuşup bunları anlatmak boynumuzun borcudur. Lütfen susmayın, lütfen boyun eğmeyin. Bundan sonra indireceğimiz tek yumruk şiddetin üzerine inen darbe olsun. Huzurla kalın!

Gidersin Kendinden


Kalem kağıda döker içini,
Kim bilir şairlerin içinden geçeni?
Sözler yetmez tarif etmeye kendini,
Susarsın, susmak istemeden sayfalarca.

Anlatmak istersin kendini,
Kabul ettiremezsin fikrini.
Anlarsın duraklama döneminin geldiğini,
Kaçarsın, kovalanmak yalanmış onlarca.

Bilmezler senin kaderini,
Haberin olmadan kurmuşlardır geleceğini.
Hayatın monotonluğunda kaybedersin benliğini,
Tanımazsın, tanıdığın yüzlere baksan da yıllarca.

Kaybetme azizim yine de ümidini,
Bırakırsan eğer o tükenmez kalemini.
Ne için varsan o’na ada her şeyini,
Gidersin, yaşa(ma)yıp gidenler milyonlarca.

Voynich El Yazmasının Gizemi

Voynich el yazması, nam-ı diğer okunamayan kitap. Bulunduğu zamandan bu yana gizemi hala çözülemeyen Voynich el yazması kitabı efsane avcıları ve kitap meraklılarının ilgi odağı olmaya devam ediyor.

Wilfrid Voynich, kendini eskiye dair her şeye adamış, antikacılık ve sahaflıkla yaşamını sürdüren bir Polonyalı devrimcidir. Hayatı boyunca birçok işe imza atmış olsa da tüm Dünya onu bir tek işi ile tanıyor. Bu iş aslında Voynich’in rastlantı sonucu bulduğu bir kitap. Tarih boyunca birçok kere el değiştiren bu kitap Polonyalı sahafın eline geçtiğinde artık onun ismi ile anılmaya başlanır. Voynich elyazması…

Okunamayan Kitap

Wilfrid Voynich kitabı bulduğunu 1912 yılında halka açıklamıştır. Yazıldığı dil anlaşılmayan ve içindeki çizimlerle merak uyandıran kitap dönemin şartlarında birçok efsanenin türemesine sebep olmuştur. Voynich’in el yazmasının yaşı karbon testleriyle anlaşılmış ve 1404-1438 yılları arasında yazıldığı düşünülmektedir.

Bugüne kadar kitap üstünde çok farklı alanlarda araştırmalar yapan uzmanlar çalışmıştır. 240 sayfadan oluşan yazında bazı sayfaların eksik olduğu düşünülüyor. Resimlerle harmanlanmış kodlarla dolu kitap 23.5 cm x 16.5 cm x 5 cm boyutlarında, 18 tabakadan hazırlanmış vellum (parşömen) sayfalardan oluşuyor. Kitabın bazı sayfaları katlamalı tipte bulunuyor ancak çoğu araştırmacıya göre bu sayfalar tarih içerisinde ya değiştirilmiş ya da sonradan eklenmiş.

Voynich yazını 170.000’den fazla karakterden oluşuyor. Yapılan inceleme ve eşleştirmelerden elde edilen sonuçlar kitabın 35.000 kelimeden oluştuğunu ortaya koyuyor.

Bilinen tüm dillerden farklı özellikler gösteren kitabın diline Voynichese denmiş ve ayrı bir alfabeye sahip olduğu kabul edilmiştir. Yapılan istatistik çalışmaları ve benzerlik için kurulan korelasyon bağları bazı yakınlıklar gösterse de kitabın dili hiçbir dile tam olarak benzemiyor.

İllüstrasyonlar

Kitabın okunamayan dili kadar ilgi çeken bir diğer yanı ise hemen hemen her sayfasında bulunan ilginç çizimleridir. Dili çözülemeyen yazın bu çizimler vasıtasıyla 6 bölüme ayrılmıştır.

  • Bitkiler Bölümü: 112 sayfadan oluştuğu tahmin edilen bu bölüm o dönemin Avrupası’na özgü birkaç bitki türü ile bunlarla ilişkili olduğu düşünülen paragraflara sahiptir.
  • Astronomi Bölümü: 21 sayfadan oluşan bu bölümde uzay bilimlerini çağrıştıran görseller bulunmaktadır. Güneş, ay, yıldız figürlü dairesel diyagramlar bunlara örnektir.
  • Balneolojik Bölüm: Toprak, su ve iklim kaynaklı terapi bilimi olan balneoloji bu kitabın bölümlerinden birini oluşturmaktadır. Bu bölümde farklı figürlerin suyun içinde tasvir edildiği görülmektedir.
  • Kozmolojik Bölüm: Evrenin oluşumu ile ilgili tasvirlerden oluşan bu bölümde bazı figürlerin yanardağ olduğu düşünülmektedir.
  • Farmasötik Bölüm: Bitkilerden yapılan ilaçların tasvir edildiği bölümdür.
  • Tarifler Bölümü: Birçok kısa paragrafın yıldızla işaretlenerek ayrıldığı bölümdür.

Voynich El Yazmasının Gizemi Çözüldü Mü?

1912’den beri üstünden ilginin eksik olmadığı yazın defalarca deşifre edildi haberlerine konu oldu. Kimi araştırmacıların Arapça lehçelerine, kimilerinin İbranice lehçelerine hatta Türk halk diline dahi benzetilerek çözdüğünü iddia ettiği Voynich el yazması maalesef hala tam olarak çözülebilmiş değil.

Sık sık çıkan deşifre haberleri akademik çevrelerce çürütülüyor ve efsanelerin somut algılara yönlendirilmemesi için yayından kaldırılıyor. Voynich el yazmasının isim babası Wilfrid Voynich 1930’da ölünce el yazması uzun yıllar araştırmacıların himayesinde kaldı. 1969’da Yale Üniversitesi’ne bağışlanan kitap o günden beri üniversitede korunmaktadır.

Hala el yazmasının gizemini çözmek için uğraşan birçok akademisyen ve araştırmacı bulunuyor. Teknik dil bilgisinin ve kriptoloji algoritmalarına gelişen teknolojinin de eklenmesi belki bir gün gerçek manada kitabı okuyabilmemizi sağlar. Ancak hala ne yapay zekâ algoritmaları ne de oluşturulan özel alfabeler bu gizemi gerçek manada çözmeye yetmedi.

Bu gizemli kitabın geri kalan sayfalarını merak edenler buraya ve Yale Üniversitesindeki arşivi merak edenler de buraya tıklayabilirler.

Yusuf Hep Mutsuzdu

Yusuf hep mutsuzdu
Umutsuzdu yorgundu
Hep eksik hissetmişti kendini
Hayatı boş ve sorgusuzdu

Olmak istediği biri vardı kafasında
Hayalini kurduğu kişi olamamıştı asla
Sonra tak etti canına
Bir ip bir sandalye sonra…
Yusuf hep mutsuzdu.

Bir Delinin Defterinden ‘Dörtlükler’

Bir tepeciğin buğulu izdüşümü,
Ve nüfuz ediyor kalbe son gülüşü
Ölümün telaşsız ve ıssız yalnızlığında
Apansız pençesindeyim o ilk öpüşün…

*

Ah, bu kaçıncı devinim,
Bendimi yakıp kavuran
Bu kaçıncı hazandır;
Seni benden alıkoyan…

*

Bir ışık hüzmesi ki;
ince ince serpilir,
fırtınalı son arzum
gül yüzüne serilir…

*

Ben ki bir garip seyyah
firari bir hastayım,
ellerinde can bulan
şarabın ayyaşıyım…

*

Cahil almış diline hakk’ı;
gönlü gaflet softası,

önü küfür sofrası,
sorsan, irfan irşadı

sorsan, ilim üstadı
yoktur hiçbir izahı…

*

Her gün göğe bakan suret,
Aç, tüm perdeleri ve seyret!
Gözlerinde var bir zulmet,
Sen misin ürkek metanet?

*

Kasvet yerleşti yârin bağrına,
Kan doldu toprağıma varıma
Kaldırdı dik başını aşk uğruna
Doladı ak urganı kara boynuna…

*

Dökülsün kini nefreti nemli toprağa
Yükselsin bu gece yüce şahikaya!
Yıkılsın gururun aşılmaz duvarı,
Yârin ümidiyle vursun her umara!

*

El değmemiş duru şiirler bulmalı,
Gönül sofrana oturup sunmalı
Sevgilim, bahar kıskanır zarafetini
Zülüflerine inciler güller dolamalı…

*

Bu fırtına kanımı sömüren bir buhran,
acı suretinde asılı duran bir yakarış,
sessiz limanlara sürükleyen bir poyraz
belki de aşkın sefaletini taşıyacak…

*

Bir buğday sapına asılı kader denilen,
Buğday kurudukça gücünü belli eden
Melal öldüren öpüşler esnasında,
Bir gelincik kurumaktan kurtulur…

Hayır Delirmedim, Takvim Konuştu.

Her koparılan yaprakta biraz daha eskimiş ve biraz daha eksilmiş.

Ben: Kimsiniz nesiniz?
Takvim: ‘Anı’ dediğiniz bütün iyi ve kötü zamanları somutlaştıran, o günü hatırlanır kılan bir aracım. Hatırlatmaya, o tarihi görünce durup düşünmenize yararım.

Ben: Hatırlatmaya yararım dediniz. Peki unutmak mümkün mü?
Takvim: Unutmak değil ama hatırlamamak mümkün.. Diye duymuştum bir yerlerden.

Ben: Arzuhalinizi sorsam?
Takvim: Her koparılan yaprakta biraz daha eskimiş ve biraz daha eksilmiş.

Ben: Kopan her  yaprakta eksilmek fakat asla bitmemek, neden?
Takvim: Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Ben: Tarihe tanık olmak, hatta tarihin ta kendisi olmak nasıl bir his?
Takvim: Haşa, tarihin ta kendisi olamam. Tanıklık ise nasıl ifade ederim bilemiyorum bazı anlar, bazı günler bayram gibi keşke hiç bitmesin istedim. Fakat bazı günlere ise o kadar kırgınım ki keşke yapraklarımdan çıkartıp atabilsem diyorum o günleri.

Ben: Nerede o eski zamanlar?
Takvim: Günler aylar yıllar..  Acımasızca geçiyor kıymetini bilmeden. Farkına varınca da bu cümle dökülüyor insanın ağzından. Eskittik pervasızca o güzel günleri. Dönüp dönüp düşünürüz artık.

Ben: Peki beklerken geçmeyen günler hakkında ne söylemek istersiniz?
Takvim: Kıymetini bilmek lazım o günlerin. Öyle bir an gelir ki bekleyecek bir şeyi kalmaz insanın. Asıl o zaman geçmez günler.

Ben: Bu çağ hakkında ne düşünüyorsunuz?
Takvim: Bu çağ beni ürkütüyor. O kadar hızlı tükeniyor ki her şey. Korkuyorum çünkü korkmuyorlar. Geçen zamandan biten günlerden. Yaşamadan, farkına varmadan bitiyor her gün. Hatta öyle bir şey ki yaprağımı değişmeyi unutuyorlar. Ben takılıp kalıyorum bir güne onlar yaşandığının farkına bile varmıyorken. Sonra anıların acısını benden çıkartırcasına çekip alıyorlar yapraklarımı. Kopartınca yok olacakmış gibi.

Ben: Gelenlere ve gidenlere şahit oldunuz. Ne oldu sonra?
Takvim: Hiçbir şey aynı kalmadı o andan sonra. Gidebilmeyi başaran hep kalandan bir parçayı yanında götürdü. Kalan eksildi, giden o parçayla ne yapacağını bilemedi. Anlayacağın ne gidebildiler ne de kalmayı başardılar.

Ben: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Takvim: Takvimden koparılan hiçbir günü geri getiremezsiniz. Bunu unutmadan yaşayın. Yollar bir yere gitmiyor olabilir ama günler gidiyor.