26.7 C
İstanbul
Pazar, Ağustos 3, 2025

Seni Sevmek

Seni sevmek şimdi bir rüzgarda dans etmek gibi,
Öylesine şiddetli,
Öylesine sakin,
Ve sessiz…

Seni sevmek dizlerimin kanadığı bu ormanda,
Beklediğim güneş gibi,
Öylesine sakin,
Ve kimsesiz.

Seni sevmek tüm bu siyah yolların ardında,
Bekleyen bir yüzü görmek gibi,
Omuzlarımı hafifletircesine adeta,
Varlığını gösterir gibi ruhuma,
Öylesine güçlü,
Ve öylesine sessiz.

Seni sevmek yastığıma başımı koyduğumda,
Rüyamda bile yalnız olmadığımı bilmek gibi,
Öylesine sımsıkı,
Ve öylesine hafif.

Seni sevmek okyanusla birleşen,
Kıyısında beni bekleyen bir ev gibi,
Yıkılmaması için ayakta duran kapıların,
Bir hüznü avuçluyor içinde.
Saçları yağmurlu kıza fısıldıyor sanki,
Tüm o bilmesi gereken cümleleri,
İşte o an ruhun açıyor kapılarını ardına kadar,
Geliyorsun.
Öylesine güzel.
Ve öylesine

Seni sevmek bir ormanda çiçeklere rastlamış gibi,
Gülümsetiyor kalemi,
Biliyorum bu ormanın içinde,
Her zaman bir yüz olacağını,
Sen de biliyorsun ki,
Başka bir yüz olamayacağını.
İkimiz birden süsleyebiliriz o düşleri,
Belki de yıldızları,
Ve ellerinde tuttuğum yaprakları.

Seni sevmek sırtımdaki yükleri taşırken,
Yaşamın ellerime verdiği yıldız gibi,
Öylesine parlak,
Ve öylesine

Kendi yağmurunda titreyen bir yaprak için,
Umudu sarmak kolay olur muydu bileğine?
Çaresiz, sessiz ve soğuk.
Öylece durdu bir ağaç köşesinde.
Kuşlar etrafında dönüyordu sanki,
Bir cevabı söylemek istercesine.
Durdu zaman,
Bir sakinlik aldı gitti tüm o çevreyi.
Biliyordu ki zamana çare yoktu,
Yolların sonuna kadar koşacağını söyledi kendine
Ve birleştirdi ellerini,
Parlak yıldızın tanesiyle.

Yoktu artık değmeyen bir kağıda kalem,
Ve bir kelam.
Sevecekti şiirini,
Kendi fırtınasında dans eden bir yaprak gibi,
Gökyüzüne aşık bir şair gibi,
Öylesine sakin,
Ve öylesine

Tramvay Durağı 11. Bölüm

Sarı çizgiyi geçme!

Aldığım kararların kırmızı çizgisi, tramvay durağının sarı çizgisine denk gibi. Geçersem… İhtimalleri sizler düşünmek ister misiniz? Ben istemiyorum. Çünkü isteyerek, istemeyerek ya da öyle gelişine göre; birçok ihtimali yaşıyorum zamanı geldikçe. Aslında bir zamanlar düşünmedim değil ama tam tramvay gelirken çizgiyi geçmeye kalkışmadım hiç. Tramvayın ve çizginin sizin zihninizde neyi temsil ettiğine bağlı olarak değişir bu cümlemin etkisi. Bunu size bırakıyorum.

Şu işe bakın! Tam da kırmızı çizgilerimizden bahsederken turnikeden kıpkırmızı eşarplı bir genç kız geçti. Bir kaplumbağanınki kadar rahat adımlarla banklara doğru ilerlerken mor çerçeveli gözlüğünü hardal sarısı gömleğinin kolağızıyla temizledi. Gözlüğü itina ile yüzüne yerleştirdi.

Tabiri caizse bu pencerelerden (gözlük diyorum) her şeyi, aslında göründüğünden daha farklı görebiliyordu zannımca. Normal şartlarda (gözleriniz bozuksa!) sağanak yağmurda yolun karşısındaki bir kedi nasıl puslu ise, her şeyin doğal hâli de öyle pusludur. Fakat bu pencerelerin özel numaralı mercekleri sayesinde bakışlarınızdan yağmurlar çekiliyor, güneşin ışıklarıyla birlikte puslar dağılıyor ve artık her şeyi, sizin için doğal olmayan ama bir başkası için doğal hatta gerçek olan başka bir iklimden seyrediyorsunuz. Genç kız, bu yeni iklimden memnundu belli ki. Şöyle bir etrafa bakındı, beklemesi ne kadar uzun sürerse sürsün tramvayın muhakkak geleceğinden emin bir şekilde banka oturdu. Şimdi farkettim bankın demirden yapılmış ayakları da kırmızı. (Bu detay neden önemliydi ki şimdi? Bunun düşünmeye değer bir yanı var mı? Her neyse.)

Gözlerim spor ayakkabımın burnuna dokunan sarı çizgiye takıldı. Gereksiz bir şekilde bakışlarımı kaldırıp sarı renkli bir detay aramak üzere etrafıma bakınıyorum. Bu bir oyun gibi, sevdim. Bunu her zaman yapmalıyım belki de. İşte, buldum; gri bariyerlere dayanan şu lacivert montlu ufaklığın elindeki balon! Sarı. Eğer burada koyu galatasaraylı olan biri varsa şu anda muhtemelen bu çocuğu giydiren kişiye demediğini bırakmıyordur ” şuncacık çocuğa sarı-lacivert kıyafet giydirilir mi, hiç mi zevkiniz yok, sarı rengi sadece kırmızı tamamlar ” ya da bunun gibi cümleler geçiriyordur içinden.

Acaba bu çocuğun da farkında olarak veya olmayarak, geçip geçmemek hakkında tereddüt ettiği sarı çizgileri var mı? Hayır, ebeveynlerinin belirlediklerinden söz etmiyorum. Bahsettiğim şey ” Annenden izinsiz arkadaşlarınla oyun oynamaya gidemezsin. Gidersen… ” hayır, bu değil. Gerçekten kendisine ait olan bir sarı çizgisi var mıdır? Her insanın olduğu gibi bu çocuğun da kendisini bekleyen bir tramvayı elbette var ama onun kendi beklediği bir tramvayı var mıdır mesela? Bu yaşta bile, eğer varsa, o sarı çizgiyi geçmeyi hiç düşünmüş müdür? Tramvay henüz gelmeden, tam gelirken, gelip gittikten sonra?.. Ne zaman geçmesi gerektiğini ya da ne zaman geçmek istediğini düşünmüş müdür?

Turnikelerin dışında, elinde sarı bir balonu olmayan eli yüzü kir toz içinde bir sokak çocuğu görüyorum. Dikkatle gözlerine bakmak istiyorum, evet, tam da tahmin ettiğim gibi; bu çocuğun irislerinde kapkara çizgiler var. Kırmızı, sarı veya lacivert değil, sokak lambasız bir gecenin rengi kadar siyah çizgiler… Çizgilerini keşfedip onları geçerse belki şafaktan gün doğar belki gök yıldız açar belki çocuk, bir mahpusun rutubet kokan dehlizine düşer belki önüne geldiği gibi yaşayıp gider hayatı belki… Belki de…

Çizgiler…

Çizgilerimiz var.

Nasıl çizgiler..?

Kime göre neye göre?..

Vâveylâ🥀

  • Ah Vâveylanın sonsuzluğu!
  • Ne denli tutarsa o denli susturur.
  • Aklıma , bilhassa boğazıma dolanan şu denli çığlıklar.
  • Sokaklardan gelen sesler ve serzenişler,
  • Kafayı yemiş bir toplum.
  • Riyakar yüzlerden kaçışıyorum.
  • Haykırmak geliyor içimden binlerce…
  • Yalanlara yenilmiş, bir toplum edasıyla…

Bugünün Yarını – Doğru Müttefiğe Çağrı 3

‘’İlkokulu bitirdiği gün Cumhuriyet şairi
Saçında kurdelası Lozan gibi’’
Cemal Süreya

Yıllar sonra bir Doğu Akdeniz sempozyumunda karşıma tekrar 1878 Berlin Antlaşması’nın çıkacağını tahmin bile edemezdim. Pandemi sürecinde televizyon ekranlarında dinlediğim Cihat Yaycı Hocamızı yakından gördüm ve Gaziantep Türk Ocağı Düşünce Akademisi zoom programında da ilk kez duyduğumuz Mavi Vatan teriminin sadece kafede oturmak değil ötesinde bilgiyle sahil kıyılarının değerini kültürünü sahiplenmemiz gerektiğini tartışmıştık.

Akdeniz’in kıymetini Baharat Yolu’nun yönetim değişiminden bugüne Coğrafi Keşifler sonrası ulaştırılan patates gemileriyle sınırlı olmadığının farkında mıyız? Barbaros dizisinde resmen halk ile alay ediyorsunuz. Batılı ülkelerde Vikingler yayının reklamı dahi ciddiyet unsurunda, kimse alınmasın dizi yapımcıları hayalperesttir. Kostüm, cast, sanat yönetmenliği, Hıdırellez gecesi de dilek niyetine dosya kağıdına gemi çizmesi komiktir. Resmen Kültür Bakanlığı bütçesi çöpe atılıyor. Hikayeyi yazanın bir tarihçiye danışmadığı korsan gemilerde limandan limana kaçak gezinen baharatçı kadın figüründen belli oluyor. Uyutmayın milleti, Akdeniz tarihine safsata bulaştırmanıza müsaade etmem. Hocalarımdan bize emanet bırakılan kültür meşalesini taşımak gayreti büyük yükümlülüktür. Akademide bilimsel kurallar olduğu kadar eşitlik kavramına da nasıl uyulması gerektiğini gözlemliyoruz. Bugünün yarınına temeller atıldıysa malzemeden çalmamak zaruridir. Aynı zamanda hocalarımızın manevi evlatlarıyız vefa hakkı biçilmez.

Şifacı kimlikte iseniz hangi meslek seçerseniz seçin bulunduğunuz grup, topluluk, mekan sükunetle zihni arınmış tavrınızdan etkilenmektedirler. Tefekkür kabiliyeti şu doğru kelimeyi doğru zamanda aktarmak gereksiz sözcüklerden kaçınarak mümkün. Dikkat çekmek arsızlığı strateji barındırmaz. Pişmiş aşa soğuk su dökmeye benzer. Daha önce de yazdıklarımla uyuşan ifadeler aynı cümleler paylaştımsa teyiti oluyor. Edirne’ye gittiğimde Atatürk Köşkü’nün içerisini ziyaret edemedim. Bu kente iki seyahat gerçekleştirdim. Tesadüf oldu, geçen hafta kitapçıda Edirne kültürüne ait belgelere rastladım. Dergilerin yayın senesi 2007-2008, içerisine Atatürk Köşkü tanıtım buroşürü ve 2015 yılından bir gazete kupürü saklamışlar ve seyahat ettiğim sene ise 2017 idi. Ya henüz kim bilmediğim gelecekteki müttefiğimin bağlantısı kişiler bıraktı dergileri ya da gelecekteki müttefiğim kesinlikle Edirne seyahatine gitmiş birisi olabilir.   Şimdi eleştireceğim hususlardan özellikle tartışılmayan belediye başkanının mı, partiliden kimse mi çarşı meydanda Yunanca  pankart asmasına yönelik acaba hukuki sorgulama açılmış mıydı? Hatırlayalım. Kimse sempatiklik yapmasın.

Biliyoruz Yunanca fonetiğinde ‘’s’’ harfi ağırlıktadır ve Eski Grekçe alfabesinden yazılar Yunanların Ortodoks kiliselerinde yazıyor. Emperyalizm cart curt gramer telaffuzu falan filan bunları geç. Televizyona çıkıyorsan, provakatör amaçlı Yunan askerlerinin türbe içerisine çamurlu ayakkabılarıyla girdiği fotoğraf üzerine söyleyecek bir kelimen neden yok. Ama arşivlere gitmen, hangi tamlama nasıl okunuyor saatlerce konuşursun. Bu yeter, halkın vicdani yarasını deşmeyin. Venizelos’tan nefret ediyorum.

Şecere denen olay e-devlet şifresiyle görülüyor. DNA kodlamasında görünmüyor. Mystic sezgilerle de bazı insanların gaddarca şov yaptığını seyrediyoruz. Birilerini düzeltmek haddiniz değil, bilgiyi ne amaçla anlattığınız önemlidir.

Bulgurun hikmetine değinelim. Ömrümde en son yediğim bulgur pilavı efsaneydi, ev yemeği demektir. Bilen bilir ben en çok mantı ve bulgur pilavını severim. Tabağın yanına da havuçlu salata, domates rendeli küçük etçikler ve patates dilimleri çok yakışır. Bana hiç gitmemişim hep buradaymışım duygusunu yaşatıyor. Çayın demlisini, tatlının şerbetlisini, muhabbetin toplumsal hassasiyetini önemsemekteyim. Yunanistan’ın hamurumuzu mayamızı üstlenerek markalaştırmasına müsaade etmem. Kültürümüzün çalınmasına göz yummayın. Yiyorsunuz içiyorsunuz ay sonu kira fatura alışveriş tatil makyaj aşk hayatınız bilmem ne sinirleniyorsunuz ama yediğinizin tadında değilsiniz. Gurmelik de şiir yazmak yeteneği gibi Allah’ın bahşettiği özel bir görgüdür. Nedir bu kadar ekmek ve peynir merakınız! Yoğurt yapanlar bilir sütün kalitesini ölçerken ne meşakkatli testler ardından satışa çıkıyor. Biyografime ilkokul terk, domates sever yazsam doğru olacaktır. Mizahi görgü ataların yemek isimlerinde dahil bazı cahil yaklaşımlarda korku tabularına yön ediyor. Yemek sadece bir yiyecek midir? Besin kaynağı mıdır? Duygusal açlıktan kaçılarak örtülen yemek kıtlık bilincinde dışavurum psikolojisi midir? Her aş pişerken dua ile sofraya hazırlandığı kültürümüz var bizim.

Bir Zamanlar Kıbrıs dizisinin tam da bu dönemlerde hikayeleştirmesi bize tarihi ve siyasi açıdan meşakkatini üstlenmemiz gerektiği vurgulanıyor. Azerbaycan’ın hukuki üstünlüğünü söz yetkisi çerçevesince Kıbrıs’ı tanımasını ‘’Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” anahtarının Rauf Denktaş’tan emanet bırakıldığını bu bağlamda rica edebilir, talep gösterebiliriz. Kanlı Noel’in fotoğraflarını arşivden bulursunuz. Rum mezalimini inceleyiniz. Adalarda gereksiz Yunan silahlandırılmasını takip ediniz. 2011 yılında yayınlanan habere göre baklava Yunan mutfağına aittir iddiasıyla çıkarılan, görüntüsü baklava ama tadı mazot ürünü satışa markalaştırılarak sunuluyormuş. Kutucuklarda İstanbul havası da satılıyor. Yabancı Damat dizisiyle de şirinlik kurmaya uğraştılar. Kusura bakmayın lafımı esirgemeyeceğim baklava bizimdir. Din değiştirmesi Müslüman olması konusuyla bakmayın hadiseye. Şecere dna boyutunun, kan hücresindeki nesile aktarılan ‘’vatanım’’ kodlama şifresinin başka ülke kültürüyle birleşmesi sakıncalıdır. İstiklal Marşı’nda ‘’Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli’’  dizesi bunu yeterince izah etmektedir.  Oysa ‘ben Türk’üm’ savunmasına geçenler yabancı gelin alarak ağzından çıkan kelimeyi bilinçaltı şeklinde inkar eder, reddeder. Örnek; Göktürk Devleti’nin yıkılmasında Çin gelinleri ajan unsuruydu.

Tekrar zamanda yolculuğa çıkalım. Lise mezuniyet yemeğindeyiz. Özgün kendi tasarımdı ve modadan anlarım kırmızı abiyem bir tanıdığımızın ölçüler alarak giydirdiği el emeğiydi. Eminönü’den pullu çanta almıştık. Sıra arkadaşımın tavrı ise ”bu kadar güzel kıyafet giyebilmene şaşırdım” cümleleriydi. Saçı kuaförde aksiliğe uğramış maşada bukle esnasında bir kaza atlatmıştı. Tüm lisedeki arkadaşlarla farklı zamanlarda ilginçtir aynı üniversiteye yerleştik. Kimisinin de bölüm aynı başka üniversitede okumayı sürdürdü. Hande Yener müzikleriyle eğlendik. Grup ile bir müddet daha görüşmeye devam ettik. Aramızda halkla ilişkiler okurken aslında sporcu olmayı isteyen ama hukuk bölümünden bir sevgilisi olan arkadaş, bölümü tarih ama spiker bir sevgilisi olan arkadaş, köyünden kısmeti çıkan ama şehirdeki mahallede de komşusu olan arkadaş, şehir dışında okurken oda arkadaşının tanıştırdığı kişi sevgilisi olan arkadaş ve ben hepimiz liseden sonra kısmeti köyünden çıkan arkadaşın nikahına gittik. Ben o sırada siyasetle ilgileniyorum, çalışıyorum, üniversiteyi bıraktım tekrar sınava girecektim. Bulgurlu’ya gelin mi gidiyorlar, yangından mal mı kaçırılıyor pek anlamadım. Çok güzel asil siyah bir elbise aldık, altın takmak için para topladık, annemin gençliğinden hatıra bir kolyesini asil siyah elbisemle kombinlemiştim, çorabım kaçtı kuaförde saçım tam içime sinmedi neyse arkadaşın nikahına toplanıp telaşla gittik. Bu hanım arkadaşın memleketi Kastamonu ama nikaha gitmeden gelinliğiyle çıkmadan evinde yemek dağıtılmıştı. Kapıda imam nikahı kıyıldı. Düğün şarkıları ise Ankara türküleriydi. Sevgilisi sunucu olan arkadaş düğününü müjdeledi, kendi aralarında sözlendiler, Balkan müzikleri çalacaklarını söylediler sonra Kuşadası’na gittiler ayrıldıklarının haberini aldık. Köyünden kısmeti olan arkadaş ile daha öncesi bir opera konserine toplanmıştık komşusu da olduğundan gizli gizli takip ediyormuş bu hanım arkadaşın da opera dinlemeye gittiğini görünce yanında da biz vardık biraz ısrarla nikahı aceleye getirdiler. Eltisiyle sorunları çıktı, evi var diye evlenmişti, eltisi her gün evine gidiyordu, hayırlı olsun misafirliğine gittik eltisi o gün de gelmişti. Sonra köylerine döndüler. Liseden bir diğer hanım arkadaşımızı birilerinin tanıştırdığı sevgilisi tarafından terk edildi. Sporcu olmayı hayal eden halkla ilişkiler okuyan eski sevgilisi hukukçu olan liseden hanım arkadaşımız bir yardım bağışı spor koşusunda tanıştığı beyle evlendi nikahına çağırmadı. Daha sonra işsiz biriyle takılmaya başlayan bir vakitler oda arkadaşının tanıştırdığı sevgilisi tarafından terk edilen arkadaşın yeni sevgilisi çocuğun işi yok yemeğe çıkıyorlar hesabını çalışıyor diye cömert davranarak anaçlık davranıyor ödüyordu ama ailesi istemiyor, sürekli internetten her saniye saçma kavga ediyorlar bunu görünce iletişimi sonlandırdım. Üniversiteden bir arkadaşım internetten tanıştığı bir beyle konuşuyordu. Bir gün arkadaşa bu bey tek taş almış aynı evde nikahsız yaşadıkları bir dönem oldu, bize onu nişanlısı diye tanıştırmıştı sonrası bu hanım arkadaşımız o beyin aldığı araba taksitlerine de destek oldu.

Hikayeler canlı tanık olduğumdan daha bunun gibi dinlediğim veya gördüğüm toplumsal insan davranış ve yaşam tarzı bakımından örneklendirilir. Yahu seyahat otobüsünde tanışıp evlenen arkadaşlar oldu. Sadece kadınlar için değil erkeğin de namusuna, edebine, sevdiği mesleği icra etmesi ve dünyayı gözlemleyip olgunlaşarak evine sadakatli, çocuğuna baba ve eşine aşkı zamanla gelişiyor. Seçme ve Seçilme Hakkı, Soyadı Kanunu, Tek Eşli nikah imzası Cumhuriyet rejimi vesilesiyle uygulanmaya başlamıştır. Her gün baklava börek olmayabilir, su-aş-çay ve kitaplar bulunan evin penceresi göğe, kapısı nöbete, hürriyeti ebediyete evettir. Allah nasip ederse düğün müziği listemi hazırlarken  kesinlikle Tarkan şarkıları sıralayacağım.

Başlangıç

Daha yeni yeni güneş doğuyor dünyama
Daha çok yeni tanıyorum dünyayı, gökyüzünü kuşları
Daha ilk defa geçen gün duydum kuş cıvıltılarını
Sis bulutlarından sıyrılmanın taze yorgunluğu var üzerimde
Bedenimse büyük yangının küllerinden taze sıyrıldı.

Adım attığım parlak ışık zihnimi ve gözlerimi güneş gibi kamaştırıyor.
Dolu dolu bir nefes çektim içime, geri verirken de küllerimi kattım içine
Yerine temiz nefesler alabilmek için.
Nereye gittiği belli olmayan toprak yoluma
Sürecini belirleyip özenle düzgün taş parkeler dizdim.
Öyle bir dik durup yaslandım ki arkama
Omuzlarımdan döküldü tüm yorgunluğum.

Umutla doldu göz bebeklerim
Hayattan yepyeni bir şans kopardım zihnim derinliklerinde
Yeni doğmuş bir bebeğin heyecanı,
Orta yaşlarını geçmiş bir insanın dinginliği var ruhumda
Pişmanlıklara yer olmayan bir hayata başlıyorum bu gece.

Figan

Evet, ben figanı masum, bahçesi kalabalık, deli kız,
Ruhum hangi dala tutunacaksa orada yeşereceğim, hangi maviye çizileceksem orası benim dümenim…
Evet, ben huysuz feryadıyım dalgasız deryanın,
Şakaklarındaki beyazım derdi selim babamın, hüznünde yayımlanmış tebessümüm yarası derin anamın,
Kahvemi soğutarak içerim hep,
Aklım kaçar semadaki beyazlı mavili puslara, düşünür dururum şekerli mi, şekersiz mi bu pamuklar?
Sonra bir rüzgar eser, perdesi parmaklarıma değer baharın…
Aklıma yarım bıraktığım kitabım gelir, okurum,
Evet bir yudum daha,
Geceleri severim, karanlığa sığınmış bir avuç merhamet, toprağın himayesinde bir küçük selamet,
İçimde bir yerlerdeyse kırmızı felaket…
Sinesine yer etmiş, gözleri mahur, kirpikleri asi küçüğün,
Düşünür dururum, o mu fazla cömert güzellikten, yoksa ben mi güzel görürüm?
Bakmışım ki, kahvem soğumuş…

Cildi eskilerde, yaprakları solmuş emanet defterin,
Eskisi gibi okunmuyor, sararmış sözcükleri, fütursuz…
Lal olmuşlara özgü bir sedasızlık hakim yıllanmış odada…
Öncekinden değil huzuru, kahve kokmuyor rutubetli koltuklar,
Vitrindeki hatıraların yüzü yok, yaşadıklarını anlatmaya,
Akan yaşları edep edinmiş, köşede, sandıktaki gramofon,
Orada, ileride bir tablo uyuyor, kaç yalnıza dalgınlık oldu kim bilir, kaç nazar gezindi ıslak ıslak tuvalinde…
Gümüş işlemeli mücevher kutusunun yansıması var, perdeden sızan güneşte,
Tozlanmış kitaplıkta, berhudar mutluluklar saklı, dokunan olmamış hiç…
Dememişler, gideli hangi asra teşrifleriniz tesadüfen,
Hangi sanatın, hangi edebin dudaklardaki şarkılarısınız siz,
Canlandırmalı yeniden, yeşertmeli tırabzan kenarındaki sessiz orkideleri…
Tekrar tekrar ahu kokmalı abajurun yanık sesi…
Ahh Albay,
Bırak da içelim şu mereti,
Yeni kahvemde soğumuş…

Alternatif Evrenimde Seninle

Sana anlatmak istediğim çok şey var 
Ve anlaman gereken çok şey.
Oysa anlatırsam deli dersin bana,
Çok film izlediğimi söylersin belki de.
Sarkastik tavrına kurban olurum.

Sen henüz anlamazsın beni,
Ben de öyle kolay anlatamam
Hayallerimde olduğu gibi.

Günlüğümün ortasına bir çizgi çektim ben de;
Bir taraf günümün gerçekleriyle,
Diğerinde, yaşıyorum alternatif bir evrende.
Sen ağırlıklı hayaller senteziyle.

İnanıyorum yarı zamanlı, yarattığım evrenime.
Mutluyum yazarken şizofrenimde,
Sen olsan da artık olmasan da
Gerçekler evreninde.

Ötesiz Asır

İnsanlıktan uzak insancıl özlemleri
Tanısı konulmamış zalim gecelere hapsettiler.
Herkes birbirine tanıdık
Oysa herkes kendine yabancı…
Bu karmaşık düzenin mimarları
Yıkıntılar altında kalan vicdanları da ihaleye verdi.
Bize ise açık arttırması yapılmış umutlar kaldı.

Çağ dedim bu nasıl bir çağ?
Halbuki hiçbir annenin gözyaşı kalbinden akmamalıydı.
Karanlığa direnenlerin kavgası biter mi bir gün?
Asrın şahidi içimize yeniden davet eder mi vefayı?

Sahipsiz sokakların bekçisi olmaz,
Üzülme!
Yalnızlığın kalabalık olduğu yerde dur.
Çünkü buralarda yaralayan değil yaralanan suçludur.
Korkma!
Korkmadıkça büyüyebilir adımların,
Unutma!
Korkun kadar esir, cesaretin kadar özgürsün.

Aşikâr

Bir kadın var, bir de ruhu
Bir adam var, bir de gururu
Her akşam can çekişen gürûhu
Gecenin donukluğu, içimin soğukluğu
Bir bakışla can veren toprağım
Bedende yeni uzvum; yeni kalbim
Ellerimin yabancılığından tutuk içim
Acıları pay edip geldi sancılı koyum
Kalem aktı vuruldu, şiirdi demlendi
Bir kalbe yenik düştü mühürlendi
Artık sevsen de bir sevmesen de…

Gençleri Tehdit Eden Öğeler – Doğru Müttefiğe Çağrı 2

Çorap, temel gıda, herhangi bir ihtiyaç hangi tüketim ürünü alınacak ise bunların listesi belirlidir. Bütçe sabittir, alınacak ürünün satıldığı mekanlar pek değişiklik göstermez. Keyfi gezinti ve bütçe aşan harcama yapılmaz. Dolayısıyla çarşıya gidip eve dönüş süresi de zamandan tasarruf edilerek planlanır.

Tam bir saatlik yol güzergahına varıp minibüs/marmaray araçlarında tanık olduğum bir buçuk saatlik yolculuktaki görüntü kirliliği, kalabalığın şehri çöp kutusu patlamasına benzeyecek derecede sığılmayışı, kişi üzerinde strese bırakıyor.

Ne diyordum, şairin bir mısrası ‘’Seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi’’. Asaf Halet Çelebi’yi hayranlıkla tekrar tekrar okuyarak en az Haşim kadar derin ve sahici yazdığına inanırım.

Tanınmak nedir? Hani söylenen biçimi onu nereden tanıyorsun? Yanıtlar çeşitlidir. Soruyu ve cevabını bilmek ise bilinç gerektirir. Yürekle ilgilidir. Hayalimin peşinden sürüklendikçe duygularım, çağladan bademe dönüşen ağaç meyvesince taşlanır oldu.

Kulüp çalışmaları, aktiviteler, mekan keşifleri, güzel düşünceler, lezzetli gastronomi deneyimleri, en çok kahve egzotiğini geliştirmek, duaya sığınmak, yazmak, sergileri takip etmek, fotoğraf hatıraları biriktirmek, izlemek- belgesel okurken dikkatlice dinlemek, yeni hobi edinmek, kültür müdürlüklerini ziyaret, kütüphane-müze tarihçesini öğrenmek, pencereden göğe bakmak, sahile yürüyüşe çıkmak, çingenelerle sohbet, esnafla selamlaşmak, balkona maşrapayla su atmak, saksı çiçekleri yetiştirmek, evcil hayvan beslemek, yolda geçişi önleyen bir unsuru kenara itmek, arkadaşa hatır sormak, vizyondaki film ajandasını haber almak, bilgiyi doğru aktarmak, kaliteli ve istikrarlı bir köşe yazarını-gazeteyi okumak, ekonomiyi düşünmek, karaktere yakıştığı gibi çalışmak, emek sarf ederek vefalı davranmak vesaire… İyi insan olmanın maddeleri eklenebilir. Kolaylaştıran gönül fethedene minnet, değerli kılan özgünlüğü tutarlılıkla gerçekleştirmektir. Sonucu tahmin etmeden doğruluğa inandığın inanç, uğruna mücadele ettiğindir.

Müttefik kelime itibariyle ittifak kurulan antlaşmanın paydaşı demektir. Üleştirdiğin lokmanın diğer yarısı, düşüncenin oluştuğu tahayyülün ilham perisi, kuvvet manasının tanım karşılığıdır. Derler ya ihanet edene ‘’koynumda yılan beslemişim’’, hakikaten sevimsiz hayvanlar insanın kötü huylarına atıfta bulunularak ifadelendirilir, teşbih edilir.

Güç, pil bataryası ya da makine adaptörüne has robot organizma değildir. Kişi, boyun eğmeden hüznünü öğüterek metanet heybesinden güç elde eder taşın başına çıkar. Taş atanlar holigandır, bağra taş basmak telafisi olmaz hicrandır. Yaraya tuz basmak dağlandırır. Tüm edebi kalem sanatları insan hüznünün Yaratıcı’dan dönüşüm mükafatıdır. Divane kuşları da partneri ölünce taş yiyerek intihar ederlermiş. Hep iltifat alan, yapmacık tevazuyla, alkışlanan şu tipler nefsi terbiye sınırını aşıyorlar ve ağlayanlar eksilsin çevremizden. Ağlamak kimse görmeden Allah ile Didem Madak şiirindeki misal bir olmaktır. Ağlamak kimi an müjgan dökmektir. Lakin ağlamak asla ağlak ergin tavırda hazımsızlık değildir. Kötü günler bitti. Düşmanlar çatlayacak. Ne kadar da bayağı, sivrilensiniz ve olmayan yüreksizliğinizi kamufle etmeyi başarı zannediyorsunuz. Ezdirmem sana kendimi!

‘’Perdeleri çek, seni görmemeliyim/ Bir bakışın ölmem için yetecek’’ Sezai Karakoç’un bu ölümsüz eseri, imkansız tek aşkı onun Mevla’ya henüz dünyada iken kavuşmasına vesile olmuştur. Körlük, saplantılık, cahilce kafaya takmak sevgi değil. Şeytani öfke, ifade hürriyetinin sınırlandırılması neticesidir. Bir yabancının uzattığı uyuşturucu, kötü madde ve zehirden başka ürün değildir. Sevmeyen taşa dönüşür. Putperest kavimlerin sonu, lanetlenmesidir. ‘’Gönlümü put sanıp da kıran kim?’’

Üniversiteye yerleşmenin ihtisas öğrenecek mutluluğumun çok kısa sürdüğü vakitlerdi. 1. sınıftaydım, edebiyat bölümünden arkadaşlarla toplandığımız bir dergi yayın kurulunda gönüllü çalışmaya başladım. Aramızda sevgili olan çift, nişanlı bir çift ve diğer ekip arkadaşlarımız var, iki kız sekiz erkek toplamda on kişiyiz. Nişanlı bey arkadaş edebiyatta para yok düşüncesiyle geleceğin finansını babadan kalan dükkanında işletmeye yöneleceğini söylemişti. Sevgili olan çiftten bey arkadaş bu hanımla evlenmeyi düşünüyordu ama hanım arkadaşa göre fazla çocuksu yapısı vardı. Bir gün dergi standında bağış parası üzerine kavga ettiler ve parayı hanım arkadaşın suratına fırlattı. Sonrasında bu hanım arkadaş ailesinin reddettiği başka bir beyle gizlice kaçarak evlenmiş. Üç gün ulaşılamayınca bizim dergiden bir arkadaşa ulaşmışlar. Ekip arkadaşlarımızdan terk edilen bey arkadaşımız fanatik bir takım taraftarıydı daha sonra çalıştığı şirketten yeni biriyle tanıştığını duyduk. Bu grup epey muhafazakardı. Ama bir sorun vardı. Batılı şiir çevirilerini de mütercim bölümünden arkadaşlarla görüşüp yayına kabul ettirmeye uğraşırken koordinede yetkili arkadaş ileri görüşlü olmadığından fesat söylemler ile düzensiz tavırlar sergiliyordu. Batman memleketinden olduğunu Twitter’da Kürtçe provokatör cümleler yazdığını öğrendik. En ilginç olan toplantımızın tarihi 6 Ekim bir cumartesi sabahı, dün gibiydi. 6 Ekim günün önemini sonraki yazılarımda detaylıca aktaracağım. Facebook kullandığım dönemlerdi, derginin sayfa yöneticisiydim. Medya sorumlusuydum. Kapak tasarımında dergi isminin renk ilizyonu ve algoritma görünüm fikri bana aitti. Fizikte kristal avize taşına ışık çarpınca kırılma olur. İlizyon renk geçişi tam olarak manasınca değil ama görsel açıdan bunu canlandırıyordu. Reklam sponsorluğu araştırıyordum. Bir gazete reklam ajansı kapısını suratıma çarptılar. Bazı talihsizliklere rastladım. Dergi fuarlarına da gidiyordum, sergileri de inceliyordum. Toplu hareket ediyor, edebiyat sohbetleri ediyor takıldığımız kafemiz ve çayımız vardı. Çaydan başka bir yiyecek almıyorduk tabiri caizse çaykolik oldum. Gruptan birbirimizle ilgilendiğimiz aramızda karlı dağlar olan arkadaş yüksek lisansa hazırlanıyordu ve aramızda geçen diyaloglar monolog şeklindeydi. Ağzından kelimeyi cımbızla alırdınız. Günde kaç paket sigara içiyor tahmin bile edemezsiniz. Her gün aynı kazağı giyiyordu. Bunalımdaydı. Kafası dumanlıydı. Gizemli bir tılsım hatta üzerine büyü yapılmış da haberi yokmuş gibi muska uyuşukluğu vardı. Gözleri bu duman altında sürmeli görünüyordu. Yazdıklarımı okurdu cevaplamazdı. Muhatap olmak zorunda bırakıldığım koordinatör arkadaş, aramızda karlı dağlar olan dumanlı arkadaş ve ben üçümüz arasında bir kavga gerçekleşti. Dumanlı arkadaş sayfadaki paylaşımlara karşılığını ezbere şiir mısralarıyla yanıtlardı. Facebook’tan şiirle yazdıklarıma gönderme yapardı. Yüksek lisansa hazırlanan dumanlı arkadaş Farsça aşığıydı. Muhatap olduğum koordinatör arkadaş Kürt kökenliydi. Onlar aralarında birbiriyle geçinemezdi. Dergide Farsça ve Kürtçe yayınlara dair tartışırlarken (önceki fanzin dergi ekibinden tanışıyorlarmış) benim de dergiye dahil oluşum tuhaf bir karmaşaya, şeytan üçgenine dönüştü. Üniversitede dumanlı arkadaşın köyünden ailece tanıyorlarmış memleketlisi diye tanıştırdığı bir kız da (beşik kertmesi gibi) nasıl bir tesadüf aynı sınıfta okuduklarından dergi çalışmalarına nadiren katılıyordu. Sayfada en son Cemal Süreya paylaşımı iletmiştim. Bir gecede tüm paylaşım emeklerimi sildiler. Görevimi sonlandırdı. Silmesine yönelik kavga ettiğimiz koordinatöre arkadaşa son söylediğim bana özür dile dedi. Allah’tan başka kimseden özür dilemem yazdım, dergiden uzaklaştırdı. Kendi isteğimle ayrılmadım. Batılı yazarlardan bahsedişim onları baltaladı. Hiçbirinizden Franz Kafka olamaz zaten. Hangi şiirler hangi yazarlarla hangi sayfada yayınlanacak kavgasında isimleri yan yana getirmeyerek çalı olup intikam aldı. Ali Kınık şarkısında da bahseder ‘’adımızı yan yana ağaca kazmışlar’’. Aramızda karlı dağlar olan dumanlı arkadaşa bir sergi kataloğu içerisinde el yazımla hazırladığım, yeni tamamladığım şiiri mektupla hediye ettim. İtiraf etmeliyim o şiiri aslında sana yazmadım. Sonradan hatırlayacağım aniden karşılaştığımda fark etmediğim etkisi süren bir his üzerine yazmıştım. Selçuk İlkan yazdıklarının, paylaşıldığında topluma armağan olduğunu iddia eder.

Dergiden birkaç arkadaş sıyrılıp başka fanzin dergi kurduk. Bize dahil olan radyo bölümü öğrencileri ile toplanıyorduk. Yayıncılığa güncel fikirler üretiyorduk. O vakitlerde tiyatro oyunculuğuna meraklı başka bir şehirde mühendislik okuyan biriyle tanışmıştım. Niyetinin ciddiyetsizliği buluşma kahvaltısı programına uyuduğu için gelmeyişinden anlaşılmadı. Telafi edelim dedik görüştüğümüzde marka ve kredi kartı, araba, oyunculuk kariyerinde popüler olmak, kız arkadaşına cüzdan sohbeti yapan, aile baskısıyla mühendislik okuduğu anlaşıldı. Halüsinasyon algısı kurmaya yatkın psikopat ve şiddete meyleden kelimeleri vardı. Yaralayıcı cümlelerle zarar veriyordu. Sen beni değil ben seni terk ederim inatlaşmasındaydı. Facebook hesabına eklemedi. Ayrılma bahanesi ‘’Facebook’ta annem ekli, kardeşim oyun oynuyor’’ gibi bir saçma yalan uydurmacalarla iletişimi sonlandırdı. Biz bir eğitim programında tanışmıştık. İkamet değişikliğimiz sırasında geçici oturduğumuz ilçede de komşumuz sayılırdı. Arkadaşlarıyla tanıştırdı ve iskender yemeye gittik. Arkadaşlarına tatlı yemekten konuştular ama bana ne yer içersin sormadı. Zorla hepimiz iskender yedik. En son dönüşte de akrabalarım görmesin dedi ve tamamen ayrıldık.

Dergiden görüştüğüm arkadaşlarla bir gün toplu uyarı metin maddeleri oluşturuldu. İlişkilerin rengi değişti. Radyo bölümünden tanıştığımız hanım arkadaşın egosundan geçilmiyordu. Ekipten bey arkadaşım bu metne ‘’sevgilinizin olmasını istemiyorum, kimse kimseye üstünlük taslamayacak’’ maddesi yazdırdı. Ertesi gün, o hanım arkadaş toplu mesajlara şu yanıtı gönderdi  ‘’Çırağan Sarayı’nda evlenmek istiyorum’’. Grup dağıldı, bey arkadaş askerliğini yapmadan yurtdışında bir ülkeye maddi durumu yüksek bir aileye içgüveysi gitti, nakliye şirketinde çalışma kararı aldı. Bosna’dan bize hediye getireceğini söylemişti toplandığımız zamanlarda ama meğer yalan söylüyormuş o hanım arkadaşa da yar olmadı. Çırağan Sarayı lanetli bir yer. Sultan Abdülaziz’in ruhuna bir Fatiha bağışlayalım.

Dergiden hiç kimse ile görüşmüyorum. Yıllar yıllar öncesi art ardına karşılaşılan vicdan yoksunu hikayeler ‘’tecrübe’’ kelimesiyle ifadelendiriliyor. Vatanını kuruşa satan, kalemini terörle bileyen, çocukları sevmeyen nikah dışı ilişkilerle aile parçalayan sapıklardan arınsın yurdum. Hiçbiri yüzüme bakamaz. Baskı ve bencilce gençlerin ömrünü mutsuz ediyorlar. Hele sosyalist zihniyette karşılaştığım bir edebiyatçıya hiç değinmeyeceğim. Onunla görüştüğümüzde  yediğim çorbanın içtiğim kahvenin tadı yoktu, diyaloglar devlet yapılanmasına karşıttı, tez muhabbet tez ayrılık getirdi. Sonra çağrılmadığım bir programda edebiyat alanından bir bayanın da katılıp fotoğraf paylaştığını görünce telefonda kavga ettik. Öfkelenince ‘’seninle evlenmeyi düşünmüyorum mesajıma karşılık o da sana hiçbir vaatte bulunmadım’’ dedi ve mesajla ayrıldık. Telefon aramaları ve görüşmelerimizi sonlandırdık. Macera aramıyordum, kötülük fotokopiyle çoğaltılıyor. Facebook hesabımı iptal ettirmiştim. Yeniden açmayacağım. Rahatsız tipler her yerde. Gençleri tehdit eden öğeler bunlardır. Yabancılarla konuşma, bilmediğin yere gitme, yediklerine dikkat et, arkadaşını doğru seç, seni üzenle görüşme, okuldan eve dönerken ücra kafelerde takılma, zehirli madde kullanma, programın varsa ailene haber ilet, çalışmalarını yarım bırakma. Mükemmel olmak zorunda değilsin, gönlün iyi insan oldukça feraha erecektir.

Zamanı değerlendiren sahici akıldır. Kurtuluş mücadelesinde saltanatın hükmü yoktur. Bazılarının emperyalizmden kurtulma gördüğü şey çarşafa-peçeye  karşı verilen meyhanedeki duble rakıyı savunma mücadelesi değil, cephede vatan toprağına siper edilen ahlakı yaşatma gayesidir. Müttefiğim olacak kişiye sesleniyorum. Geçmişi değiştiremeyiz. Türkiye Cumhuriyeti vardır. Hükümet tanınmıştır. Meclis ve devlet bütünlüğü milletin egemenliğini temsil eder. Doğru bilgiyi araştırmak, belgeleri irdelemek, idrak ederek okumak ve dünyayı gözlemlemek içinde bulunduğumuz küresel sıkıntılara çözümler sunmak, analizlerimizi faydalı dinamiklerle inşa etmek yegane hedefimiz olmalıdır.

Yerli/Yabancı Şarkılar
1-) Aşkımızdı O – Lale Akat   
2-) Senin Olsun – Ercan Turgut
3-) Ben Varım – Ayten Alpman
4-) Sevmek Devlet – Emelce
5-) Sensiz Olmaz – Müslüm Gürses
6-) Yedi Kule – Yeni Türkü
7-) Teşekkür Ederim – Ebru Gündeş
😎 Zeki Müren – Bulamazsın
9-) Savaş Ay – Ey Sevgili şiir yorumu
10-) Ajda Pekkan – Aynen Öyle


1-) Big in Japan – Alphaville
2-) Adagio G Minor – Albinoni
3-) My Way – Frank Sinatra
4-) Rolad Keiser – Joana
5-) La Boheme – Charles Aznavour
6-) Diamond and Rust – Joan Baez
7-) Senza Fiato – Mina Mazzini
😎 Still Loving You – Scorpions
9-) Stand by Me – S.King
10-) Stupid – Robbie Williams

Önerdiğim Filmler

1-) Bridge of Spies
2-) Kelebeğin Rüyası
3-) A Beautiful Mind
4-) Mulan
5-) Goemon
6-) The Godfather
7-) The Allied
😎 Brave Heart
9-) The Ghost
10-) Rocky

Okunacaklar


1-) Erguvan Ağacı – A.j.Cronin
2-) Sana Gül Bahçesi Vadetmedim – Joanne Greenberg
3-) İstiklal Harbinin Esasları
4-) Peyami Safa – Fatih Harbiye
5-) Zeytindağı – Falih Rıfkı Atay
6-) Benim Üniversitelerim – Gorki
7-) İngeborg Bachmann – Şiirler
😎 Fransız Suiti – Irene Nemirovski
9-) Ziya Gökalp – Türkçülüğün Esasları
10-) Seranad – Zülfü Livaneli

Kendine Gel

“…Ey kalbimin asıl sahibi kalbime gel,
Ey kalbimin titreyen atışı kendine gel!”

(Bu satırların devamı olacağını ve kendine getireceğini öğrendim.)

Ne soran var ne de bilen,
Merak edip de birbirinden gizleyen,
Her gece avuçlarında dua misali filizlenen,
Kendi haline çekilmiş kalbime el!
Ey kalbimin hemhali kendine gel!

Neyle dertlendin bir güzel,
Neyiz ki âlemde, senle ben?
Sözlüyüz hatırla elest bezminden.
Saye(n)de kalan yansımalar kalbime el!
Ey kalbimin aynası kendine gel!

Sürüklenirsin ya bu dünya tufana!
Sürükletirsin ya gözleri sana ağlayana!
Biraz sevgiden biraz sevgi-sizden yana…
Bekleyen nefesin sabrı kalbime el!
Ey kalbimin bekletişi kendine gel!

Beşer arar imiş Arz’ın şifasını,
Ben beni arar imiş beraatsız belasını.
Merve, Safadan gayrı bulmuş cefasını…
Kutsayan her kelime kalbime el!
Ey kalbimin kutlusu kendine gel!

Gönülden eğilsin boynumuz icazla,
Sonu gelmez hislerin niyazla.
Hayali(m) de olsa bağlanmış garazla,
Edebi dokunuşlar ki kalbime el!
Ey kalbimin ebedperesti kendine gel!

Sessizlik hep çökmez bazen de yıkılır,
Buna şahit kaldıkça canım, canım sıkılır.
Havf mıdır reca mıdır neyse aklıma takılır?
Ruhum, ruhunda seherlendikçe kalbime el!
Ey kalbimin teslimiyeti kendine gel!

Gülün hikâyesi bülbülün kelimeleri var diye,
Toprağın yangını bulutun yağmuru var diye,
Senin duaların benim aminlerim var diye,
Derin mevzular konuşur kalbime el…

-Ey kalbimin asıl sahibi kalbime gel!-
Ey kalbimin bergüzarı kendine gel!

Şairlerden Edebi Aşk Mektupları

Bazen iş olsun diye bazen meşk olsun diye yazarlar şairler.
Bir mısrasında bin anlam buluruz kimi zaman.
Kimi zaman ‘Hepimiz mi aynı şeyi yaşıyoruz?’ diye düşündürürler uzun uzun.

Fakat onlara has, biricik olan,
Kalplerinin aynası, aşklarının iş döküşleri yazdığı mektuplardır sevdiklerine.

Araya uzun yıllar uzun yollar girmesine rağmen bitmeyen aşklar…
Tüm imkansızlıklarına rağmen umut dolu aşklar…

Seslendirirken gözlerimi dolduran edebi mektuplardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Benim favorim 5. Cemil Meriç’in Lamia Hanım’a yazdığı mektup.

“Yalnız sende yaşamak, yalnız senin için yaşamak… Bütün dostlardan, bütün düşmanlardan, bütün yabancılardan uzak bir dünyada, senin için konuşmak, senin için yazmak, senin için yaratmak. Sen dokunduğunu altına kalbeden büyücü. Krezüs’ün dilsiz oğlu savaşta babasını kurtarmak için birden dile gelir. Sen dilsizleri konuşturacak kadar dilbersin. Yılların levsi iskarpinlerini yalayıp geçmiş, yaşamamışsın ki kirlenesin. Benim gözyaşlarından temiz sevgilim… Sen bir anne sütü kadar temizsin, bir dua kadar temiz. Yalnız seni okumak istiyorum, yalnız seni dinlemek istiyorum. Lamiam benim. Kollarımda yeni doğmuş bir bebek gibi uyuduğunu hatırlıyorum ve yeni doğmuş bir bebek gibi uyanırdın. Baş başa yaşadığımız bu asırlar kadar uzun, bu asırlar kadar dolu ve bir rüya kadar kısa günlerde gecelerde diyecektim dudaklarından bayağıya benzeyen tek hece dökülmedi. Uyurken, uyanıkken, sarhoşken. Yalan söyleyen aynaları kırdım. Sen şimdi o içten gülümseyen, o içten ağlayan tertemiz Lamiamsın. Saat 6.30. Az sonra seni arayacağım. Ve sesin bütün karanlıkları dağıtacak. Hangi karanlıkları? Gönlüm bir ışık tufanı içinde. Mektupların gök kubbem, kelimelerin bir yıldız yağmuru. Bana öyle geliyor ki yalnız mektubunu okurken, yalnız seni düşünürken, yalnız sana yazarken yaşıyorum. Aşkımızın kitaplardakine benzer tarafı yok. Kanunların, mevsimlerin dışında. Neden hislerini gizleyeceksin? Aynı anları yaşamıyor muyuz? Göğüs boşluğumda senin kalbin de çarpıyor. Sen ağlarken ben de ağlıyorum. Perhize gelince, senden başka kadın düşünemeyecek kadar seninle doluyum. (23 Kasım 1966)”


Sizinki hangisi?

1- Ahmed Arif’ten Leyla’sına
2- Nazım Hikmet’ten Piraye’ye
3- Abidin Dino’dan Güzin Hanım’a
4- Cemal Süreya’dan Zuhal Hanım’a
5- Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a

İadesiz Mektup 3

Bu sana son selamım, son merhabam bilinmezim

Çağımızın, yorgunluk denilen çarpık düzenine kalbim yenik düştü. Yazmaya kelimem yetmez, sığ kalır. Duygulara tercüman olmaz biliyorsun. İçimde yaşamana mukayyet olamıyorum. Veda etmeyi zaten beceremem, hiç sevmem de ama bu mağlup kalbim sessizce gitmeyi kabul etmedi.

Hayatın bir yerinden olur da çıkıp gelirsen söylemeye hacet yok evin sol üst köşemde, üç vefalık bir sevgi salonu hazır. Ne yapacaksın? Delidir, ne yapsa yeridir sözünün vücut bulmuş hali olarak karşına gelirim yine gülümserim 🙂 Çünkü ben akıl almaz bir gülüşün resmini içime çizmişim, üstelik tükenmez kalemle. Çizdim, çizdim çizdikçe ben tükendim… Adını umudun resmi koydum, tutunur da bir gün güzel günler atlayıp gelir yanımıza diye.

Gidiyorum diye üzülme, hayatın kanunu bu her güzel şey bitmeye yeminli; sanki biz koymuşuz gibi bu kuralı. Kabul etmek zorunda kalabiliyor insan bazen vedaları. Biri demiş zaten “yere göğe sığdıramadığım beni bir hoşça kala sığdırdı” diye. Merak etme sana hoşça kal demeyeceğim, hoş kalmanı her şeyden çok isterim biliyorsun ama bu gidiş bu bitiş bir sonunun başlangıcı olacak. Neden bu denli emin duruşum oysa ayaklarım yere basmaz iken gökyüzüne yetişemiyorum. Bilmiyorum sadece hissediyorum, hislerimi çok dinlerim keşke biraz sen sus da akıl konuşsun diyebilsem.

Yaralım

Yaralı ceylanın hikayesini bilir misin? Ceylan bir gün bir avcı tarafından yaralanır ama evine dönmek zorundadır eşi bekliyordur çünkü onu, adımları yavaşlar ama pes etmez sonunda ölse de yuvasına dönmelidir. Yuvasına ulaşır ama yuvası dağılmış kimsecikler yok tam üzgün bakışlarla boynunu bükecekken bir de ilerde ağacın arkasında eşinin olduğunu görür ama zor ayakta duruyordur. O da başka bir avcı tarafından yara almıştır ve o da yuvasını yuva yapan ceylanını görmek için direnmiştir. İki yaralı ceylan orada can cana, yan yana vefat eder… Şimdi, bu hikayede olduğu gibi, gönlünü bir kere beklemeye razı ettiysen beklersin ve gönlün bir kere varmaya yemin ettiyse ölse geri durmaz, varır. Tüm bunlar sevgi ve vefa kahramanı olan kalbin marifetidir. Her zorluğu, her yolu o aşar ama bir kez küserse hayata sadece insanlığın gereği olarak yaşar, tabi buna yaşamak denirse. Yani demem o ki beni, kalbimi hayatla barışık tutan senin bilinmez varlığın, içimde iyi ki varsın. Varlığın şükür vesilesi, şimdilik kavuşma vesilesi olan bir şey yok ne yapalım kaderimizdir deriz ama kara kara gecelere de direnişçi umudu teslim etmeyiz.

Son sözlere geçiş vakti. Sonlar hep biten, yiten şeyleri mi karşılar kalbimizde? Hileli yaşam, kuruyor yine bize tuzağını belki ondandır ısrarlı kaçışlarımız. Düşmeyeyim der insan, oysa düştüğünde belki bir el tutacak onu, sonra bunca zamandır kaçışlarını sorgulayacak. Keşke düşmek için bu kadar korkmasaydım diyecek. Ruhun bu düşüşle öyle bir kalkışa şahit olacak ki artık her gününe kıymet vereceksin. Yine başladım karmaşık cümleler silsilesine ama biliyorum ben sussam bile sen beni anlarsın değil mi? Sahi, içime sustuklarımı hiç duydun mu? Bazen piyasası uyguna giden kelimeler karşısında yetersiz kalıyor gönül bakiyem, düşünüyorum düşünürken çoğu kez düşlüyorum; orada düşler içine bir sır gibi saklıyorum seni… Kendime rica minnet edişlerim bitmiyor güzellikle olmuyor, bu sırrı söküp atmak mümkün değil, zorbalık mı yapayım sen söyle? Çağımızın dışında yaşayan ben için çok fazla bu kadarı, kalbim kuş misali… Kalbim ait olmadığı göğe uçmaya niyet etmiş bu yol da telef olsa bile döner mi sandın. Her kuş kaderine uçar konabildiği ancak nasibidir. Benim kuşumun kalbi dermanı kalmayana kadar senin göğüne kanat çırpmaya devam edecek.

Evet gökyüzüne kanat çırptığım maviliğim…

Merhametinin elinden tutup masumiyet kırlarında koşan bilinmezim. Seni Allah’a emanet ettim. Kendine çok iyi bak.

Bir gün görüşebilmek yıldızlı dileğimdir!

Nereden Nereye – Doğru Müttefiğe Çağrı

Hatasız kul olmaz. Hatasının olduğuna itiraz göstermeyen erdemlidir. Azim ve gayret rahman niyeti aksine sorumluluğun kararlı duruşunu sergilemiyorsa oraya (yalancılık) gidilmesi yanlış yöndür.

Yazıyı okurken çayınızı/kahvenizi alın ve Youtube’da MFÖ şarkılarından  ‘’nerede hani-1973’’ açmanızı önereceğim. Okunacak kitaplar, dinlenecek şarkılar ve izlenecek filmler ile ilgili yazımın sonuna öneriler bırakacağım. Baştan söyleyeyim yazıda gerçek bir yaşam öyküsüne tanık olacaksınız. Hiçbir olay uydurmaca değildir. Davos Görüşmelerini izleyenler hani? O akşam havaalanında gece saat 3.00  karşılamaya gelen vatandaşlardan bir amcanın söylediği ‘’soğan ekmek yemeye razıyım başımızda güçlü devlet olsun’’ cümlesini hatırlayın, mümkünse basındaki arkadaşlar da kayıtlardan bulup tekrar izlesin.

Siyasete bulaşmış kişilerin yakasındaki mazisi önüne çıkarılır. Dürüstçe mi ağzınızdan kültürel birikim saçıyorsunuz yoksa on iki yılda düşman strateji mi değiştirdi? Düşman kimdir? Söylediğinde tutarsız, kimliği belirsiz, her an imaj değiştiren, giysileri vücut tipinde yakışıksız duran, çevresinde iltifatlarla şifreli mesaj gönderen (Ayşe tatile çıksın, tencereyi önüme attı, bin dolar borcum var vb.), enerji kaosu ile sözlü eyleminin tenha yerlerde gerçekleştirip ‘öyle demedim ki’ tavrı olan, eğitim hususunda Türkiye’nin önemli üniversitelerinde öğrenimini tamamlayan ya da burs ile Amerika veya batıda vatan hürriyetine yönelik zıt fikirle yetiştirilmiş ama sicil kaydında herhangi bir bağ izine rastlanılmayan, özellikle sosyal medyada bilgisayar oyunlarında çocuk yaştaki kişilerle zehrini akıttığı tahmin edilen, haramdan kaçındığını-onurlu gibi görünen fakat sakin durup başkalarını kışkırtan, çok okuyan okuduklarını istifleyen istiflediği okuduklarını koz tutan, sempozyum vs. ortamlarda ağız arayan samimi görünüp yeni insanlarla tanışma action/aksiyon riski gösteren, zihin yapısı karışık beden dili eli kolu oynayan, gözlerinde pırıltı yoktur. Ten rengi genelde cildi bakımlı görünür. Suratında ifade belirmez. Reçetesiz ilaç aldığı kişilerle muhataplığı vardır. Nereden Nereye gittiği şaibelidir. Yolcudur, hayalinizde aynı evde resmetmez. Yüzlerindeki odaklanamayış hitabetindeki ses tonu nefes alışında tükenmiş soluk niteliğiyle ağzından kelimeye inanmadan söylediği tespit edilir. Cömert gibi davranır, tüm görüşmeleri menfaatine çevirir. En önemlisi düşman niteliğindeki şahısların ortak özelliği birilerini suçlar, gıybet yapar, karamsar ve mutsuz olmalarıdır. Çok konuşur. Aşık olmazlar, genelde diplomatik birlikteliklerine uygun kişiyle ‘acımak’ narsizminde birliktelik kurarlar. Ekonomik çıkarları da kanunsuz şekildedir. Bir resmi topluluğa yönelik fikrin savunucu görüntüsünde maskelidir. Provokatör figüranlardır. İspatlanacak delil verileri ya arabalarındaki gizli ses kayıt cihazlarıdır ya da medya hesaplarından çaldıkları -sırf görüşülüyor algısındaki- selfie fotoğraflardır. Bu bazen de ‘’bana fotoğrafını gönderir misin’’ gibi tuzaklardır.

İnsan ilişkileri hatalardan ders alarak tecrübe etmek, maddeden manaya ilizyondan arınmaya şifalandırıp kurtuluşa yönlendirir. Mystic ifadesi ‘travmatik karma’ düşünce yöntemiyle temizlenir. Cesaret, duygularından korkmayanlara has bir özellik. Ademoğluna bahşedilen en müthiş yetisi düşünme kabiliyetidir. Ne düşündüğüm de kimseyi ilgilendirmez. Devletin şifresini bulduğum yerden bir an olsun uzaklaşmadım. Haberleşme özgürlüğümüzü Mondros Antlaşmasının 12. maddesine dayatanlar bugün de siber alanlarda püskürtüyorlar. Devlet Baba tabiri ciddiyet barındırır, anayasayı uzaktan gözetir ve daima yakındadır. Telefonu, postayı, kimlerle görüştüğünü, yürüdüğü sokakları kuşatır, hatta fikir zihniyetini de hissedendir. Kamu mevkilerinden bahsetmiyorum, sağlam düşünün!

Vatandaşın televizyonda söylediği cümlenin yaşandığı hadiseden iki yıl sonra ne oldu? Rahmetli Mehmet Ali Birand ile tanıştım. Söyleşide kapsül nitelikte paylaşımlar anlatmıştı. Dört yıl sonra ne oldu? Bir vakıf aracılığı ile belediye etkinliğiyle Çanakkale Şehitlik Gezi organizasyonuna katıldım. Bir sene sonra neye tanık olduk? 15 Temmuz’dan 16 Temmuz sabahına saat 7.00 Boğaziçi Köprüsü’nde tankları durduran halkın dirilişine. Bir vakitler arkadaşım olan hanımın da bu tarihe denk getirilip ertelenmeyen nişanına tepkili davranmıştım, esrarengiz kıyafet uyum tartışması tavrıyla da karşılaşınca da nişan törenine gitmemiştim. Nikahına da davetiye gönderdi onun ailesine saygımdan nikahına gittiğim günden çok sonraki zaman diliminde ise telefonda kayınvalidesiyle mutfakta hastalandığı bir günde aralarında geçen ‘’tencere ve pasaport krizi’’ vakasını anlatması ardından bütünüyle iletişimimi sonlandırdım. Fetöcü aileye gelin olduğunu anladığında ise her şey için çok geçti.

Üniversite sınavlarına birlikte hazırlandığımız o dönem süresince üyeliğim sırasındaki teşkilat başkanlığımı yürüttüğüm esnada duygusal beğendiğim (o dönem geçerliydi duygularım, şu an hükümsüzdür) şahsiyetsizin de izdivaç haberini geçtiğimiz haftalarda öğrendim. Güvenmek duygumun çalındığını ilk kez o yıl fark ettim.
Bu Pazartesi günü sahile yürüyüşe çıktığımda bakkaldaki gazeteler içeriğinde bir tanesinin manşetinde şu cümleyi okudum ‘’Güveni yeniden inşa edebilir miyiz’’ o manşet atılan gazeteyi tabi ki almadım, gazete unsurunun tarafsızlığını savunanlardanım. Fikrimi özgürce kendime kefil biçimde paylaşırım o başka bir konu. Herhangi bir siyasi partide artık üyeliğim de yok. Her gazeteyi okumak zorunda değilim. Sinirlendiğim durum ise internet yayınlarına popülist rüşvet (sosyal medyadan takip edeyim yaptıklarımı anlatayım da beni gazetesinde röportaj sayfası hazırlasın) niyetsizliğiyle bana ulaşıp kaleme alacağım yazımda bahsetmeme yönelik hamleler geliştirmeleri. Bu vasıtayla siyaset ortamlarından tanıştığım bir başka hanım arkadaşla da fikir ayrılığı sezinlediğim keyfiyet menfaatindeki particilik düşüncesini yansıttıkları tavra tekrar tekrar rastladığımda nihayet yalnızlığımı anladım. Hayata bakış açımız bir değil, üzgünüm.

Pandemiden önceki sene yemekli plaket törenine katılmıştık. Kudüs seyahati bahsedilmişti ne yazık ki nasıl bir kirli plandır ki ardında gizlenen yer altı olaylarını sezinleyince onlarla da iletişimi bitirmiştim. O şahısların hele kim olduklarını hiç bilmiyorum. Belediyeler ve kurumlar ruh sağlığı açısından tezgah oyunları parkına dönüşmüş.

Pandemi sürecinin bitmesi ardından sadece bir defa görüştüğüm ve tam bir sene boyunca alçakça gözlem yapan, mensubu olduğum resmi bir dil topluluğundan bana ulaşan şahsı aslen tanımadığımı belirteyim. Medyada görüntüsü çağdaş bir Kemalist. Batılı eğitim almış, Amerika’da hukuk ve demokrasi olduğunu savunuyor, liseyi özel bir kolejde tamamlamış, burada herhangi bir üniversiteden kabul görmeyince dört ülkede akademik çalışmalarda bulunuyor. Benim karşıma ise yüksek lisans tezini anlatmak bahanesi ve eğitime yönelik tanıdıklarımın olup olmadığı diyaloğuyla planlanmış biçimde iletişime geçmiş. Kahvemi kendim aldım, gündüz öğleyi geçe vakti açık ve kalabalık bir ortamda görüştük. Saçma sapan karman çorman bilgi hımbılı tarzında susmadan konuştu. En son ise iletişimde olduğu resmiyetsiz bir grup toplantısının gerçekleştirmek için gittikleri Türk Ocağı binasına dair bazı fısıltıları da söyleyerek Ocağa hakaret yöneltti. O şahsı instagramdan sildim. Benzer hakaret içerikli gizli bilgi almaya diye ‘’ben Türk milliyetçisiyim’’ ezberiyle konuşarak tanışan kimliksiz insanlar ile daha önce de karşılaştım. Türk Ocağı Vakıf Yönetim maliyetlerinin gelir kaynaklarını teftiş etmeye geldiğini ima eden cümleleri söylerken henüz katılımcılar gelmediği an rastladığım için çevrede tanık olmadığından bunları yazılı delil sunamıyorum. Nuri Bilge Ceylan filmini izlemek etkinliği vesilesiyle toplanmıştık.

1921 MÜTAREKEDEN İSTİKLALE konulu sempozyumda yeniden akademik buluşma gerçekleşti. Tebliği hazırlayanlar arasında pandemi süresinde zoom seminerine e-mailim ricama ‘’sunumu en kısa zamanda ileteceğim’’ diyerek yanıtlayıp ama sözünü tutmayan hanım hoca da vardı. Yalnızca onun sunumunu yüzüne bakmadan kafamı pencereye dönük dinledim. Ses tonu hitabetsizliği salonda hırçın bir çığlığa dönüştü, hitabetsizliğindeki vurguyu Güldür Güldür karakterinin replikleri edasına benzettim. Sempozyum sonunda ise zaten arşivcilikle sınırlandırılıp ileriye yönelik güncel tartışma niteliği olmadığına dair minik bir uyarı da paylaşıldı. Youtube’da tekrar dinlediğim İsmet Özel’in yorumladığı yazarı A. Kutsi Tecer’e ait olan ‘’Nerdesin?’’ şiirini ruhsuz okuduğu fikrindeyim. Kimse darılmasın Münacaat gibi bir şiir yazan (bazı severlerinin deyimiyle üstadın) Tecer’e ait Nerdesin şiirini hissetmediğine dair vurgusuzluk düz bir okuma ile sınırlı kalmış. Twitter’da şiir yazmayı bıraktığına dair haberler de tartışılmıştı.

Geçen hafta düzenlenen sempozyumun her iki gününde de vardım. Öğle arasında birinci gün Arkeoloji Tarih koridor amfilerinin olduğu koltukta oturup başlamasını beklerken bir kadın telaşla ‘’siz de mi sempozyumu bekliyorsunuz’’ diyerek hızla kendinden bahsetmeye başladı. Doktora tezini Amerika Basını üzerine tamamlamış. Benimle ilgili tanışmaya yönelik teşebbüs hevesini kursağında bıraktım. Türkiye üzerine aleyhine mi lehine mi konuşulmuş sorusunu yönelttim ve ses tonu ile yüz mimiklerini inceledim. Elini saçına doğru tarar havayla kafasını yukarı kaldırarak gözlerini odaklaştırmadan kırparak ‘’aleyhine tabi’’ dedi. Bir üniversitede akademisyen olmadığımı söyledim. Tarihle ile ilgili değil edebiyat yazıları yazdığımı söyledim. Uzaklaşarak kalkınca da peşimden gelmeye çabalayan tavrıyla ‘’sempozyuma mı?’’ gibi bir soru sordu arkadaşlara bakacağım dedim toplantı salonunun mekanına gittim. Ertesi gün de katılmadı zaten. Bu şahsı tanımıyorum. İsimlerini soruyorum bu arada bilgi/kültür ajanlığı formatında sızmış normal görünümlü kadın cinsiyetinde de insanların olduğunu idrak edelim.

Bu Pazar akşamı ise bir piyes gösterimini izlemeye katılmak için Fatih Belediyesi Ali Emiri Kültür Merkezi’ne gittim. Cumartesi günü de fuara gitmiştim. Ve öyle yorgundum ki hazırlanıp sırf önceki yazımda da belirttiğim üzere, değerli sanatçılara Sarıyer’deki piyes sonrası takip edeceğime dair söz verdiğim için programa katıldım. Saat 18.20 gün Pazar, tarih 10 Ekim, salon dışındaki fuaye alanında kapının açılmasını bekliyordum. Bir zihin engelli diğeri ürkek yaşlı iki hanımın oturduğu alana mesafeli biçimde duvar kenarına geçtim. Yine telaşla bir hanım ve kızı (görüntüde duyarlı) programın ne zaman başlayacağını sorarak diyalog başlattı. Maskesini açtı, ismini söyledi (adı belki de gerçek değil) ortamda kimse yok ne güvenlik ne temizlik işçisi yok, bana aynen şunları ağzıyla söyledi ‘’üzülüyorum az katılımcı var neden çok kişi gelmemiş’’, ‘’Ayasofya ziyaretine gittim, telefonumda albüm oluşturdum’’ muhabbetine başlayıp maskesi açık şekilde burnum dibine yanaştı elim herhangi bir temasta bulunmadı, kazağına dokandım samimiyetle davranış tepkisi gösterip yanındaki gencin kitap okuma alışkanlığına yönelik sohbet ettik.  Bu kızın kendisinden olduğunu ima ederek ”o benim kızım zaten” diyerek (belki de çocukları kullanıyorlar neden bana anlatıyorsun) ve yaş büyütmeye yönelik girişte kabul edilmediğine dair kütüphaneye alınmadığını söyledi. Ama bunun numara olduğunu nasıl anlarız? Aşı olmadığını, Biontech aşısının İsrail’e girilemediğinin bağlantısı olduğunu ve fısıltı duyumlarla aşı vakalarını anlatıp ‘’size bir şey olmadı mı?’’ gibi bir densiz yeltenince uzaklaşıp kalkıp uzun boylu, başörtülü temizlik görevlisi hanıma durumu şikayet ettim. HES kodu sorulmadan girdiğini tespit ettim. Bu güvenliğin yüz analizi; sol gözü engelli, gözlüklü, zayıf, esmer ve kollarında kara tüyler vardı. O an güvenliğe bildirmek üzere asansörle aşağıya inen temizlik görevlisi hanımı çıkışta görmedim. Biraz şişman, burnu büyük, iri siyah gözlü kısa boylu elinde yüzüğü olan mavi tişörtlü kat temizlikçisi adama durumu şikayet ettiğimde üzerime sinirlenerek yürüdü. İBB kameralarının izlendiğini HES kodu sorulmadan içeriye kimsenin alınamayacağını yüksek sesle bağırdı. Salona girdik mecburen. Girişte sağdan biraz ileride koltukta oturdum. Güvenlik gelip HES kodunu okutmayan var mı diye bağırdı. Bana aşı olmadığını ağzıyla söyleyip ortamda delilsiz provokatörlük oluşturan kadın ayağa kalktı ve şunları söyledi ‘’Seni üniversite mezunusun diye değerli görüp fikrimi paylaştım. İsrail’e dair bir şey söylemedim, ben Kırım Türk’üyüm Türkoloji mezunuyum haddini bil’’ diye çemkirdi. Piyes başlamadan önce bu gergin hadisede ben de tepkimi söylemeden az önce o an aşağıda yetkili olan güvenlik sesini yükselterek ‘’izleniyoruz’’ dedi ben de ‘’izlendiğimiz belli İsrail, Ayasofya ve aşı yaptırmadığı cümlelerinden‘’ diyerek bu nasıl içeriye giriyor diye bağırdım. Piyesin konusu Gazeteci Hasan Tahsin ile ilgiliydi. Kültür Merkezi’nde seçilmiş provokatör tip iki izleyici; kadın orta yaşlarda sarışındı ve yanındaki siyah saçlı on beş-on altı yaşındaki kızın üzerinde de açık kahverengi mont vardı. Çıkışta üç güvenlik daha oradaydı. Biri kısa boylu başörtülü hanım, diğeri uzun saçlı esmer tişörtlü bir hanım, biri de açık renk gözlü bir gençti. O sarışın provokatör kadın uzun saçlı güvenliğe iltifat ederek binadan ayrıldı.  Belki de kayıtları sildirecek ne biliyoruz görmedik HES kodunun soruşturulduğuna dair? Ayasofya ziyaret ettiğini rol yaparak maskesini açıp dibime yaklaşıp gergin kaos stresi oluşturup aşı olmadığını sonra söylemesi planlı değilse nedir?

Ülkemizde en büyük kötülüğü bilgi toplayanlar ve fısıltı yayanlar yapıyor. Ülkücü Kitap Sahaf ve yayın ekibine de teşekkürlerimi sunuyorum. Bir kitap aldım, ismini zikretmiyorum katkıda bulunmaktan onur duydum, çalışmalarınızda kolaylık dilerim. Söz uçar, yazı kalır. Türkiye Cumhuriyetini sahte akademik çalışmalarınızla yıldıramazsınız ya da kültür merkezlerine izleyici şeklinde sivil tavırlarınızla yıldıramayacaksınız. Ben pandemi yayılmadan önce Hukuk Fakültesi Merkez Kampüs bahçesinde düzenlenen, rektörlükten özel izin e-posta onayı aldığımız, toplamda yüz kişilik diploma takdimi yemin törenine katıldım. Tarihime, dilime, inancıma ve vatanıma hiçbir etki altında kalmadan nefesimin son gramaj milimine kadar bağlı ve sadık kalacağımı şerefim onurum ve namusum üzerine ant içtiğimi yeniden bildiriyorum. Önemle vurgulamakta gerekli buluyorum; eski-yeni/ birinci-ikinci-yedinci adam kargaşalarının meydanlarda dillendirildiği yorumlara bir fikrim var. Onlar eski-yeni konuşurken ben ‘tek’ kavramının kutsiyetine vâkıf olalım diyerek durduğum yerden (kapı önü) buraya (gönül bağına) gitmek üzere şuradaki attığım imzam (marş) nokta olsun. Ayasofya bizim, Akdeniz bizim, Tarih bizim!
Okunacaklar Listesi/Dinlenilebilir Şarkılar/İzlenecek Filmler üzerine yeni yazımda devam edeceğim.

Etme…

Daha yeni vuslata erdik
Gitmemelisin.
Daha yeni hasretle vedalaştık
Az bekle bizi özlesin.
Gurbet bitti, aşk başladı.
Özlem geçsede özüm kaldı.

Nefis muzahir, iblis muvazzaf
Yol naldöken, çiçekleri diken.
Geçeceğiz birlikte
Dağla ellerimi ellerinle
Birleştir gönlümü gönlünle.
Geri dönme, yalnız koyma
Daha yeni hasretle vedalaştık.

Etme sevdam,
Sevmek her şeyin temeli değil mi?
Etme canan,
Canım, canına can değil mi?
Etme gönlüm,
Gönlüm, gönlüne pervane değil mi?

Bu yol en çok seninle güzel.
Ben en çok seninle güzelim.
Gönüllerimiz beraber ritimsiz.
Gözlerimiz beraberken görüyor.
Etme sevdam,
Güzel günleri bu yolda yürüyenler görüyor.