27.7 C
İstanbul
Pazartesi, Ağustos 11, 2025

Geceye Notlar

 

Kuş bakışıyla baktığım gecemden birkaç not getirdim sizlere;

Hasret çekmek vuslat zamanı belli olunca daha bir anlamlı geliyormuş.

Hayattaki her şeyin bir vakti varmış. Acele etmek gönlü yormaktan başka bir işe yaramıyormuş.

Vedalar birlikteliklere daha çok anlam katıyormuş.

Korkular ile ilgili hala net bir bilgiye sahip değilim. Ansızın gelen kasvet havasına ilişkin duygularım da pek farklı değil. Fakat ümit hiçbir zaman yok olmuyormuş.

Hayat her an yeni bir başlangıca gebe olabiliyormuş.

Uzun süredir tanınan bir yüz ansızın bilinmeyen bir surete dönüşürken, hiç tanınmayan bir yüz sanki yıllardır biliniyor gibi hissedilebiliyormuş.

Ertelemek içeride bir yerleri öldürüyormuş. Bekletmek heves kaçırıyormuş sadece. Bir hediyeyi, sevgiyi ansızın sahibine vermek gönle güneşler açtırıyormuş. Bir çift gözü insanın cenneti yapıyormuş.

Sevmeyi insanlar yerine kedilerden öğrenmek gerekiyormuş. Sebepsiz, şartsız, özgür bırakarak sevmeler ve sevilmelermiş en güzeli. Daha iyi, daha güzel olmak için çabalamak, gözlerindeki ufak bir ışıltıyı, mutluluğu görmek için heyecandan uykusuz kalmak sevginin doğasından geliyormuş.

Yavru kediler lazım bize, evimize, boynumuza, yolumuza, ömrümüze…

Bilinmeyene Mektuplar VII

Omuzların neden düştü sevgili Lusin? Bir ağaç altında gülümserdin, şimdi neden koşturuyorsun tüm o yolları? Neler oluyor o küçük hayatında? Ve neden hâlâ gülümsüyorsun gökyüzüne doğru? Büyüyorsun, değil mi? Büyüyorsun işte. Bunu gördüm. Koştururken gökyüzüne bakmaktı hayat. Ayakların yorulunca bir nefesti gökyüzü, senin için. Sana ve bize… Bir sessizlikti o ellerinde avuçladığın, bir merhaba idi o mutluluğa ulaştığın. Öyle basit yaşıyorsun ki…

Sevgili Lusin, gözlerini kapat. Çünkü ben de tüm aklındaki odaları kapatacağım. Senin yaşaman için elimden gelen her şeyi yapacağım, yollarındaki taşları kaldıracağım. İncinmemesi için her bir kanadının, tüm insanları hayatından koparacağım. Solan yapraklar düşmeye mahkumdur çünkü. Onlar düşmek için var, sen ise açmak için. Şimdi anlıyor musun? Sevgili Lusin, kanatların o kadar ince ki, bir gökyüzü sarsa benliğini yine de kapatamaz yağmurun gelişini. Fakat şiddetini azaltabilir. Ben de senin gökyüzün olacağım. Yağmurlardan koruyacağım yaprağını. Tek bir damlası bile yakmayacak canını. Senin için yaşayacağım. Sende hayat bulacağım. Bu çemberde, sadece sen ve ben olacağız. Bir şairin ellerine kazıyacağım ismini, dillerde olmasa da kalplerde olacak. Bir yüreğe dokunacak o süslü cümlelerin, rüzgar gibi geçeceksin yüreklerinden. Sen de bunu biliyorsun. Yavaş yaşayacağız bu çemberi, sadece gökyüzü için. Bir maviye hasret olduğun için, keşke görebilseydi o gözler, bir şairin hayatı nasıl gördüğünü. Mavi gökyüzünün üstündeki hayal kırıntılarını bir görseydi insanlar, nasıl hissederlerdi? Belki de bir yalnızlığı avuçlardı hayalinde. Şair olmak biraz yalnız olmaktır çünkü. Ve o yalnızlıkla bütünleşmek, onu kelimelerle bağlamaktır. İşte sende bunu gördüm. Bir şairdi bunları yapan. Sadece kötü olanda hayat bulan. Bir yalnızlıktı sana hayat veren, kelimelere götüren. Ben de seni orada buldum işte, o kelime dağarcığında. Nefes almak için çabalarken geldim sana. Seni yaşatacağım dedim. Bileğine bir umudu bağladım, gülümsemen için. Birlikte koşalım diye.

Biliyorsun, senin bir göğe bakma durağın olduğunu. O durakta şairlerle buluştuğunu ve seni anlayan için olduğunu. İşte bunun için varsın, sevgili Lusin. Ve en önemlisi, iyi ki varsın.
Sende hayat bulan birçok yüreğe koş, bunu yapmadan ölmek istemediğini biliyorum sevgili Lusin. Korkma yollarındaki taşlardan, ben seni koruyor olacağım. Bir damla gözyaşın idi seni bu yola getiren, biliyorum. Bir yıldıza baktın ve dedin ki, “Gözyaşımın içinden bir yol çizeceğim kendime.” Başın dik ve gururluydun. Oysaki ben biliyordum sakladığın o hüzün kırıntılarını, yok etmek istedim hepsini. Vurmasın, dağıtmasın istedim o güzel benliğini. Hayat bundan ibaretti. Dağıtan, benliğini parçalayan parçalarla güzel bir resmi tamamlamaktı. Kim başarabilirdi ki bunu? İşte bir ruhun tamamlanma parçaları idi o acılar. Gelecek olan gelecek, gidenler gidecekti. Geriye kalan, aynaya baktığın o benlik, sana sarılacaktı. Biliyorsun, Lusin. Oynamak istemediğin bir oyunun parçası olmak zor.

Biliyorsun Lusin, görmek istediğin yıldızların gökyüzün var. Uzat o kurduğun güzel düşleri, yaşamak diye fısılda kağıdına. İşte yaşamak. Varsın ama yoksun. Biliyorsun, Lusin. Sen bir rüyasın. Bir taraftan gerçeksin de. Sen kimsin? Zamanın kancasına takılmış küçük bir ruhsun. Peşinde koşacaksın katilinin, sürükleneceksin bu hayatta. Saniyeler birbirleriyle savaşacak, kaçmak isteyeceksin. Sonra bir durağa geleceksin, kağıda fısıldamak, kağıtta yaşamak isteyeceksin. Benliğe doğru gittiğin yol olacak bu. İnan ki ben de bilmiyorum, kısa bir hayata kaçıncı yazışımız bu. Ve yine biliyorum ki, bitmeyecek bu kağıtlar. Senle birlikte zamanı anlamaya çalışacağız, gökyüzüne dalıp şiirler yazacaksın. Yolun sonunda ise bana koşacaksın, sen ve ben süslüyor olacağız o düşleri. Hayal dünyanda koşuyor olacaksın.
Sadece nefes al Lusin. Geliyor ve geçiyor. İşte bunun için varsın, ama yoksun da.

Geçmek için geliyor.

Nefes al Lusin, çünkü bir şair geçmek için geliyor.

 

Var Mısın? Güçlü Bir Yaşam İçin Öneriler

KENDİNİ KEŞFETMEYE ZORLUKLARLA BAŞA ÇIKMAYA VAR MISIN?

Her zaman olduğu gibi yine sorular sorarak başlıyoruz kitabımızı anlatmaya. Sorulardan rahatsız olan yahut soru sormayı reddeden beyinler lütfen dinlenme odasına 🙂

GÜÇLÜ BİR YAŞAM İÇİN ÖNERİLER

Kitabımızı anlatmaya başlamadan önce hatırı sayılır bir değere sahiptir kendileri. Yokluğu henüz kapının eşiğinden içeri girmemişken bu hatırlatma dokunduğu onca hayata bir teşekkür olsun isteriz. Okurken çokça tebessüm, duygu yoğunluğu ve yağmur niyetine farkındalıklar ile karşılaşacağınızı temin ederiz.

Kiminin Doğan ağabeyi, kiminin hocası ve bir çoğunun başucu kitabı. Doğan CÜCELOĞLU…

Doğan Cüceloğlu Kimdir?

Mehmet Doğan CÜCELOĞLU 9 Şubat 1938 Silifke/MERSİN de dünyaya gelmiş. 16 Şubat 2021 Beşiktaş/İSTANBUL da aramızdan ayrılmıştır. Türk psikolog ve akademisyendir. Birçok kişisel gelişim kitabı yazmış, aynı zamanda televizyon programı ile tanınmıştır. 1980/1996 yılları arası ABD’nin Kaliforniya (FULLERTON) Eyalet Üniversitesinde görev yapmıştır. Kırktan fazla bilimsel makale yayınlamış ve 1990’dan itibaren Türk insanının, duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları ile inceleyen Türkçe kitaplar yayımlamıştır. Bu süreçte 3 çocuğunun annesi olan Emily ile evlenmiştir. 11 yıl süren evliliğini sonlandırdıktan sonra, ikinci evliliğini Türkiye’de Yıldız HACIEVLİYAGİL (CÜCELOĞLU) ile yapmıştır.

Sevgi Ölümü Yok Eder…

Türkiye’ye döndükten sonra üniversite öğrencilerine, eğitimcilere, ebeveynlere ve iş adamlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları yapmıştır. Birden fazla kitap yazmıştır. Tüm kitaplarını şiddetle tavsiye etsek de kaleme alacağımız bu kitap diğerlerinden apayrı bir yere sahip fikrimizce. Çünkü bu kitap Doğan Ağabeyimiz ile son sohbetimiz. Deniz BAYRAMOĞLU’ nun arkasına sandalyemizi çektik ve Doğan CÜCELOĞLU’nun GÜÇLÜ BİR YAŞAM İÇİN ÖNERİLER’ini dinlemeye hazırız. Bu söyleşinin her satırı altı çizilesi konuşmalar. Okuyanlar şimdi, okuyacaklar sonra hak verecektir.

Yaşamın hangi döneminde olursak olalım tesadüflere yer yok diyebiliyoruz bazen. Kimse öylesine girmez hayatımıza ya da hiçbir veda hafıza kaybı yaşatmaz insana. Mutlak hayatımızın bir noktasında karşımıza çıkacak olan tecrübeler bunların yazılısı galiba. Bu yüzden öğretmenlere verilen değerin tekrar altı çizilmeli. İlk öğretmen olan ebeveynlere Doğan CÜCELOĞLU şu cümleyi armağan ediyor.

MÜKEMMEL DEĞİL, İYİ İNSAN YETİŞTİRMEYİ HEDEFLEYİN!’’ 

Tüm büyük ayak izlerinin ve sahiplerinin de gösterdiği gibi, eğitime ailelerden başlanması gerektiğinin ve geleceğe olan yatırımı çocuklara yapmanın önemini her konuşmasında vurgulayan Doğan CÜCELOĞLU, yaşadığı zorlu ve inişli çıkışlı dönemleri, en önemlisi çocukluğundan kalan izleri paylaşıyor bizlerle. Hayatını anlamlı kılan ve onca insana öğretmenlik yapan CÜCELOĞLU, her dönemi başarıyla atlatmış ve topladığı ders notlarını ne mutlu ki bizlere de aktarmaya çalışmış. Kendisinin de dediği gibi ona acı kazanımlar getiren yaşamı, umarız ki bize öngörü ve farkındalık kazandırır. Bu kitapta nelere değinildi? Birey olmak, ekip olmak, sorumluluk almak ve yaşamın anlamını inşa etmek.

Hayatımızda büründüğümüz karakterler bizi hangi yaşanmışlığa götürüyor. Neden kötüyüz bazen, neden tepkisiz çoğu zaman. Ya da neden bu kadar bencil ve umarsızız varoluş nedenimizi hiç hatırlamadan. Ne için yaşar insan? Neden ebeveyn olmak ister? Her yaşam sütliman mıdır gerçekten? Aile olmak en önemlisi insan olmak neyi gerektirir? Bu sorulara cevaplar ararken CÜCELOĞLU geçiyor karşımıza ve her bireyin yokluğunu hissettiği sohbet eksikliğini fazlasıyla gideriyor bu söyleşide. Yine CÜCELOĞLU’nun dediği gibi

İNSAN DOĞDUK, OLABİLECEĞİMİZ EN İYİ İNSAN OLMAYI İSTEMEK VE BU YOLDA EMEK VERMEK GEREK.’’

Bizim sormak isteyip de soramadığımız tüm soruları sevgili Deniz BAYRAMOĞLU en güzel şekilde sormuş ve bu muazzam söyleşiyi bizlere sunmuş. Başta Deniz BAYRAMOĞLU olmak üzere, kitapta emeği geçen herkese, Doğan CÜCELOĞLU ağzından okurları olarak bir teşekkürü de biz borç bildik. Yine CÜCELOĞLU ağzından, torunları Sibel ve Ayla’ya sevgiler. Bizi bu sevgi dolu cümle karşılıyor ilk sayfalarda.

Bu kitapta hangi soruya değinirsek, diğeri eksik kalacak. Daha fazla okurlarını meraklandırmadan genel bakışımızı sunup, iyi okumalar dileyeceğiz…

Bölüm 1: HAYATIN ANLAMI NEDİR?

Bölüm 2: İNSAN KENDİNİ NASIL GELİŞTİRİR?

Bölüm 3: UMUTSUZLUĞU NASIL AŞARIZ?

Bölüm 4: İÇİMİZDEKİ ‘’ÖZ’’Ü NASIL BULURUZ?

Bölüm 5: ÇEVREMİZ BİZİ NASIL ETKİLER?

Bölüm 6: KİME AKIL DANIŞILIR?

Bölüm 7: YAŞAM NELERİ ÖDÜLLENDDİRİR?

Bölüm 8: NASIL EŞ SEÇİLİR?

Bölüm 9: ZİHNİMİZ NASIL İŞLER?

Bölüm 10: NASIL MESLEK SEÇİLİR?

Bölüm 11: NASIL BİZ OLURUZ ?

Bölüm 12: TOPLUM NASIL DÖNÜŞÜR ?

Bölüm 13: NASIL OKUMALI, GEZMELİ VE NE DİNLEMELİYİZ ?

Bölüm 14: NELERİ OKUMALI, DİNLEMELİ VE SEYRETMELİYİZ ?

Bölüm başlıkları, aradığımız neredeyse tüm soruların cevabını devamında saklıyor. Deniz BAYRAMOĞLU’nun da dediği gibi, ”EMİN OLUN, BİRKAÇ SAYFA SONRA ÖMÜRLÜK BİR MACERA SİZİ BEKLİYOR. ”

Her sayfasında derin nefes aldıran, gerçekte ölümün aslında ne kadar yakın görünen ve bir o kadar uzak bilinen yıldızlara benzediğini kanıtlayan… Yaşamın ve insan olmanın değerini her satırda hatırlatan bir ders kitabını okuduk. İyi ki geçtin bu dünyadan dediğimiz bir değeri daha saygı ve özlemle anıyoruz. Sonsuz teşekkürlerimizi bu son satırlar ile sunuyoruz.

YARATICININ ”SEN APAÇIK HAKİKAT ÜZERESİN (27\79).’’ DEDİĞİ MUTLAK HAKİKAT…

”GERÇEK OTORİTENİN EN NİHAYETİNDE HAKİKAT OLDUĞUNUN FARKINDA OLMALIYIZ. HAKİKAT ”BİZ’’ İN TEMELİDİR. O HAKİKAT NEYSE BİZ DE OYUZ. DOĞAN CÜCELOĞLU

 

SİL

SİL

SİL

Sil

Birkaç ‘Kim’

 

 

Kimsesizlikte birkaçı
Kim sessizlikte?
Kim bağırıyor acısını?
Kim ki o yırtıyor bağrını

Kim seviyor ki yürekten
Kim geçiyor ki ezmeden
Kim gökyüzüne bürünüyor?
Kim mavinin tonunu her haliyle seviyor

Kim dostça?
Kin var çokça
Kim huzur veriyor?
Kim ki o kan dökmeye fırsat arıyor

Kimdir ölmekten gelen?
Kimi var ölüm ölüm diye direten
Kimi de yaşamak için direnen
Kim dirayetli?
Kimdir asıl sevinen?

Kimin gülü solmuyor ki
Kimin dikenine katlanılıyor ki
Kim insanlara acı çektiriyor?
Kim kimsesizliğinin elinden tutuyor ki

Kim sancılı? Belli!
Ki manasız sanrılı
Kim ki o? Nedir ki adı?
Kim biliyor?
Kimse! Ne adını ne de sanını..

 

 

 

 

Yalnızlığın Gölgesi

Yalnızlık… Ne sihirli bir sözcük değil mi? Bir yanı ıssız bir yanı suskun harflerin akranlığı gibi. Su gibi aziz, eşsiz, yalın…

Herkesin içinde yarım bıraktığı bir yalnızlığı vardır, tamamlandığı ne görülmüş ne duyulmuştur. Çünkü içinde, kalbinde taşırsın tıpkı kalp denen biricik varlığının tek olması gibi yerine koyabileceğin bir yedeği yoktur. Onsuz nefes alman mümkün mü? Tüm vücuduna hayatı gönderen ana merkez kalbin gibidir yalnızlığın.

İçinde adresini şaşırmış gurbetçi duygular, hisler, düşünceler bir tek yalnızlık durağında buluşur orada sakinler durulur. Anlatılanlar kadar kötü değil yaşayanlar kadar gerçektir. İnsan olduğunu aynaya bakınca değil yalnızlığına bakınca anlayabilirsin. Bu dünyaya tek başına geldin ve giderken de “Allah’a ısmarladık” bile diyemeyeceğin pek çok anıyı geride bırakarak, sadece ruhunla gideceksin. Çünkü gittiğin yerde buradaki her şeyin sana fazlalık gelecek. Bırakırken için acımayacak, yalnızlığının koluna girip çekip gideceksin. O yüzden yalnızlığının kıymetini bil, onu sev ve onunla yaşamayı da öğren!

Gökyüzüne bakınca güneşin, ayın yalnızlığını görüp “Mutlular mı?” diye düşünür insan. Çünkü yalnızlığın mutsuzluk getirdiğine inanılır. Yalnız olunca hep hüzünlü ve acıklı şarkılar mı eşlik eder hayatına? Evet, hüzün yalnızlığın kardeşidir ayrılmaz ama hüznünde açan küçük bir tebessümdür o anı tatlı kılan. İnsan neden yalnızken hayatını sorgular ve hayaller kurar? Çünkü bir tek özünden kendi olabileceği yer yalnızlığıdır, kendi olabildiğinde hayaller kurar, bırakır tüm yüklerini yalnızlığının gölgesine.

Yalnızlığın edebiyatla da arası bir hayli iyidir, çok işler yaparlar birlikte. Hayatın yaşamsal doğası gereği tutunacak bir dal aramak gayet insancıl bir istek. Elbette sarılacağın, sığınacağın, nefesini tazeleyeceğin, hayat yolcuğunda sadık bir elin baş ucunda olması çok kıymetlidir. İzahını yapmaya çalıştığımız şey “bağlanmamak” ne bu dünyaya ne bu dünyaya dair nimetlere. Bu bir insan bile olsa… Zira yarının da yanında yansız duracak olan yalnızlığındır onu unutma, onu yabana atma, şikayetçi olup da üvey evlat muamelesi yapma. Senin içinden sana ait özünün özüdür yalnızlığın.

Yeryüzündeki her şey emrine amade olan en değerli varlık insan, ne olur yalnızlığına sahip çık. Çünkü nereye gidersen git eninde sonunda seni peşinden takip edip arkanda duracak olan tek dayanağın yalnızlığının gölgesidir.

Sevde AKTAŞ

Mayıs 2022

Mahzuf Şiirin Vedası

Mahzuf Şiirin Vedası - Sümeyye Acar

“Sandıkların içini göstersem sana çizdiğim resmin yalnızlığın geyik gözlü köşesinde bir rafa koyabilsen olup biteni”

Gözlerindeki anlam nehrinde boğma beni. Ellerinin itticâhı saçlarımı okşamak niyetiyle olsun. Gönül bahçemi şerha şerha ettiğin seher yeli… Kurduğum sofrada aşkın eksik, gözlerindeki alev olmadan nâkıs ocağım. Yağmur sinemi ıslatmıyor, bendim yalnızlık yorganıyla uyurken her gece, bu yağmur kâfi değil ıslatmaya. Güneş rotası yoluma gitmeyen binek misali doğuyor her sabah. Oysa ben gözlerimi ondan alamayacağım elmas gibi görmek isterim. İntizârın pek bir lezzetli. Ben ise içinde sen olana dâima açım.

Hâcetim sana, sensizliğe… Seninle yoğurduğum aşım. Sen, sen olarak kaldın bende. Ben sadece bendim yine bende. Benim bu günlerle olan cengimin zaferi asılı semalarda. Gözlerinin odağı olabilmek ân için, âlemin titremesine kâfi gelecektir. Bahçelerim sen kokar, âleme senin için nazar ederim. Gündüzde aradığım geceden umduğum sensin. Hasret değil bu, gönlün gönlüme değmedi göremedim. Kalabalığız. Bende emânetin zamansız yaşlarım bir torbada tren garında akşam üzeri. Hava üşütmüyor, bedenim morg ahvâline meyilli. Dudağım titrek, sayıklar. Kalabalığız, yüküm ağır. Fâni âlemin fenâları ne cıvıldaşır ?  Sağından gelen bir sıcaklık zuhûr eder bedenimde. Meğer hazır edilmiş beyaz elbisem evvelden. Mahzunum elbisemin cebi yok diye. Senin ilmeğinle ördüğüm gecelerim, kime miras şimdi? Cebindeki mendil olmayı dilediğim, güzel parmaklarının naif dokunuşlarına mazhar olmuş her bir uzvu dilediğim oldu elbet. Saçlarını okşayan tarak râyihasında gömün beni. Gönlüme atanmış aziz muallim. Ben şiirlerimi suya yazmışım zirâ öyle olmasaydı birini okurdun değil mi? Nedir bu memleketin Nil nehri hasedi? Nasibe bel bağladığım kısır kaderim razı, olmayışlara. Olmayışlar da nasibin üvey evlatları. Bazı ânlar düğüne metruk bırakıldı. Ansızın gelecek olan davetiye ile şenlenecek ortalık. Vedadan evvel emaneti teslim edebilsem ne âlâ.

Vakti değilse o da kabulüm. Bu veda, kabul zindanlarına da âdeta. Sarmaşığıma, en güzel sardunyama… Onun mâbedi fenalarla hakim bu fani âleme. Kervan saati kurmuş yola çıkmak ister. Bir selam edemedim mahzuf haneme. Zerre toz tanesi bırakabildiysem ardımda, her gecemi hîbe saymak kârdır bana. Toprak anaya tohumlarımı saçmak, gül bahçelerinde seni koklamaktan evlâ geldi. Umulur ki, gün olur da ektiğim güller râyihasında raksa kaldırır seni…

El-veda…

Sümeyye Acar

İşini İyi Yapmak

Sevgili Günlük,

Uzun zamandır sana yazmayı düşünüyorum; içimdekileri sana aktarmak istiyorum. Ancak her gün bir erteleme ile geçiyor, yazma konusunda bir türlü adım atamıyorum. Erteledikçe, söylemek istediklerim içimde büyüyor, biriktiği için bir türlü dışa vuramıyorum. Ama nihayetinde, kağıt ve kalemi elime aldım ve aklımı, ruhumu sakince dinlemeye başladım. Bugün sana biraz işini iyi yapma meselesinden bahsedeceğim.

İyi iş yapmak nedir?
Bu soruyu sana sorsam, cevabını bilemem. Ama ben şöyle tanımlarım: İşini iyi yapmak, bir işin gerekliliklerini eksiksiz yerine getirerek, hem o işin özüne sadık kalmak hem de karşılıklı sorumluluk duygusuyla hareket etmektir. Örneğin bir öğrenci, derslere zamanında katılmalı, ödevlerini düzenli şekilde yapmalı ve dersleri takip etmelidir. Bir öğretmen, derslerini zamanında ve verimli şekilde sunmalı, öğrencilere faydalı olacak çalışmalar yapmalı, adaletli ve dürüst olmalıdır. Bu gereklilikleri en iyi şekilde yerine getirdiğimizde, o zaman gerçekten işimizi iyi yapmış sayılırız.

Bu düşünceyi, kendi yaşamımda somutlaştırmak istiyorum. Üniversite yıllarında, işini her zaman en iyi şekilde yapmayı hedeflemiş bir hocam vardı. Bir gün, aramızda geçen şu diyalog benim için çok anlamlıydı:

  • Bir gün birisi sana “Ali öğretmen ne öğretti?” diye sorarsa, şu cevabı verebiliyorsan, amacımı başarmışım demektir Şeyma.

  • Nedir o cevap Ali hocam?

  • Ali hoca, işini iyi yapmayı öğretti.

Bu cevabı duyduğumda oldukça şaşırmıştım. Çünkü alan derslerimin çoğuna giren hocam, meslek hayatına dair bir öğretim açıklaması yapmasını beklerken, kişisel bir değer yargısını öğretmeye yönelik bir bakış açısı sunuyordu. Sonradan düşündüm ki, aslında işini iyi yapmak, meslek hayatından çok daha geniş bir alanda etkisini gösteren bir olgudur. Hayatın her alanına dair bir yaklaşım biçimidir. Hangi rolü üstlenirsek üstlenelim, hayatta karşılaştığımız her işte “işimizi iyi yapma” ilkesine sadık kaldığımızda hem kişisel tatmin yaşarız hem de bu, hayat doyumumuzu doğrudan etkiler.

Peki, çevremizde gerçekten işini iyi yapan insanlar var mı?
Şahsen, çevremde bu tür insan sayısının oldukça sınırlı olduğunu düşünüyorum. İnsanlar genellikle işleri en kolay, en az çabayla yapmayı hedefliyor. “İşini iyi yapma” olgusu çoğu zaman yalnızca sonuca yönelik bir kavram haline gelmişken, aslında işin süreci, o işin içindeki insanlık değerlerini taşıyan yönüdür. Çoğu zaman, karşılıklı sorumluluk ve saygı anlayışını terk etmiş olanlar var. Birçok kişi, yalnızca kendi çıkarını gözeterek hareket ediyor ve bu da işlerin verimli yapılmasını engelliyor. Ancak burada, belirttiğim gibi, iki taraflı sorumluluk, işin gerçekten “iyi” yapılabilmesi için vazgeçilmez bir anlayıştır.

Sonuç olarak, işini iyi yapma prensibi, hayatın anlamlı ve tatmin edici bir şekilde yaşanabilmesinin temelidir. Nerede olursak olalım, ne iş yaparsak yapalım, işimizi en iyi şekilde yapmak, kişisel gelişimimizin ve hayat doyumumuzun önünü açar. Bu prensipe sadık kaldığımızda, hem kendimize hem de çevremize değer katmış oluruz. Eğer bir gün insanlar bana, “İşini en iyi şekilde yapan bir insandı” diye hatırlarsa, o zaman amacımı yerine getirmişim demektir.

“Kimse görmese de, işini iyi yap. Kimse bilmese de, işini iyi yap. Çünkü işini iyi yapmak, kazancının karşılığı değil, karakterinin yansımasıdır.”

Mümin Sekman

Dünyadan Aykırı Zihinler

Dünyadan Aykırı Zihinler - Uyumsuzluğa Bürünsek - Ayşegül Erkan

 

Mutluluk şiirleri istiyorlar bayım.

Kalabalıkların yorgunluğundan kaçamadan,

Umuda varamadan,

Yaşamadığım düşleri istiyorlar.

Sahi sen biliyorsan öğretsene?

Nasıldır yaşamak?

Sürekli gülerken zihnindekileri uyuşturmak.

Özlediğim yerlere gidemeden,

Odamda sakladığım ruhum ve seninle gitsem.

Hayallerimin çığlıklarını susturamadan,

Seninle geldiğimiz denizlere bıraksak.

Nefes olsa havaya ve suya.

Şükretsek gökyüzüne haykırırcasına.

Sonra saatlerce sussak.

Bilirsin yaralı yürekler konuşmadan da anlaşır.

Ve geçsek dünyadan,

Umuda, çocuklara, Allah’a ulaşsak.

Nefessizce kaçsak dolu dizgin,

Ütopik düşüncelerden bağımsız.

Dünyadan aykırı zihinlerin olduğu yönü seçsek.

Uyumu yaşarken bulamadıysak

Uyumsuzluğa bürünsek düşlerimizi.

Sessizce boğulduğumuz zamandan

Hızlıca ve kimsessizce kaçsak…

 

 

 

 

 

 

 

 

Görmezden Gelinen Yorulmalar

Yılları devirdikten sonra dünyanın sırtında, insanın yaşanmamış bir hayatın faturasıyla yüzleşmesi kolay olmaz. Gezilmemiş şehirler, okunmamış kitaplar, sadece uzaktan izlenmiş parklar, izlenmemiş filmler, gerçek olamamış hayallerle uzayıp giden bir yaşamak kalır bazı insanların elinde. Dünyaya gelir ve nedenini bilmediği bir şeylerin diyetini yaşamıyla öder, sonra da göçer.

Bazı insanlar dünyaya yaşamamak için geliyor sanki. Kalabalık caddelerde kaybolarak yürüyen, attığı her adım dünya tarafından hemen unutulan, mütemadiyen ışıklı sahnelerin karanlık noktasında kalan insanlar onlar. İlla bir isim ile anılacaksa Pinhan diyelim onlara.

Pinhan.. Yani sır gibi olan.. Yani gizlenen..

Kalbi kırılmış bir çocuk, kimsenin korkudan yaklaşamadığı sert bir duvar olan ama en çok kendi içinde kendini yıkan bir baba, şefkatli kucağıyla çocuğunun yaralarını saramamış bir anne, dünyaya susuşuyla nam salmış münzevi bir adam, mektupları bin yıldır cevapsız kalmış bir kadın.. Hepsi sırlarla dolu, hepsi Pinhan. Hepimizin ruhunda yaralar var, pinhanın biraz daha fazla.

Dünyadayız, sızılarımız dinmeyecek ama hayat devam edecektir. Bazen merhemler fayda etmeyecek, insan çareyi açık kalan yarayı saklamak da bulacak. Biri dokunup da yeniden kanatmasın diye bazı yaralar ve anılar, insanın kalbindeki dağın arkasına kaldırılacak. İnanıyorum ki, kalbimizi o dağın altında kalmaktan koruyabildiğimiz sürece, yaralanmamıza rağmen yaralamamak bizi insan kılacak.

Âsudem, dünya düşlediğim o yer değil. Estiği yeri yağmalanmış bir şehre çevirecek kadar sert rüzgarlar var burada. Kulağına değdiğinde insanı kendi içine doğru dünyanın en uzun yolculuğuna çıkartan türküler var. Göğe bakılamayan bir durakta ziyan olmuş umutlar var. Tüm veda cümlelerinin söylendiği hikayelerde hala, uğurlanamayanlar var.

Ormangülüm, çıkmaz bir sokağın asfaltında eskittim ayaklarımı. Hatırlat bana, nasıl çıkılırdı yeni bir yola? Geçmişten bir el her an omzuna dokunacakmış gibi hissederken geleceğe doğru yürümek mümkün olabilir miydi insan için? Yalın ayak arşınlasam yolları, taşlar ve dikenler şefkat gösterip çekilir miydi kenara? Biliyorum dünyadayız, engeller bitmeyecek ama yollar uzayıp gidecektir. Ama sen yine de hatırlat bana, dikenler ve taşlar ayaklarımı yaraladığında gövdene yaslanıp gölgende dinlenmek nasıldı?

 

Hem Enfes, Hem En Kolay Kısır Tarifi!

En Kolay Kısır Tarifi

Kısır Anadolu mutfağının ve çay sofralarının şüphesiz vazgeçilmez yiyeceği. Peki en güzel kısır nasıl yapılır? En kolay kısır tarifi nedir? Kısır tarifi için püf noktalar nelerdir?

Bulgur salatası yani bilinen adıyla kısır; ana bileşeni bulgur, salça, domates, soğan, yeşillikler, maydanoz ve sarımsak olan, kimi yörelerde (örneğin Antakya gibi) nar ekşisi de eklenerek yapılan Türk mutfağında tüketilen oldukça lezzetli ve özellikle çay sofralarının vazgeçilmezi bir soğuk yemek veya meze türüdür.

Kısır Nedir? En Kolay Kısır Tarifi!

Arap mutfağındaki Tabule salatası ve Akdeniz usulü kuskus salatalarına benzeyen kısır, genellikle soğan (kuru ve/veya yeşil), domates salçası, domates, maydanoz, salatalık, kıvırcık gibi sebzelerle hazırlanır. Kısırda pilavlık bulgurun yerine köftelik ince bulgur kullanılır. Sos olarak genellikle limon ve zeytinyağı tercih edilirken bazı yörelerde limon yerine nar ekşisi de kullanılabilir. Kısır Türk kültüründe özellikle çayla beraber servis edilir.

Osmaniye, Adana, Mersin, Antalya, Karaman, Konya, Gaziantep, Kilis ve Antakya,
Kahramanmaraş’ta çok sık tüketilen bir yiyecektir. Şanlıurfa’da kısır farklı şekilde yapılıp daha çok kadın günü veya altın günü gibi günlerde servis edilir.

Bugün sizlerle kısır nedir? En kolay kısır tarifi nedir? En güzel kısır nasıl yapılır? Kısır için gerekli malzemeler, en kolay kısır yapılışı gibi konulara göz atacağız.

Türkiye’de hemen hemen her evde kısır yemek mümkün. Bu basit ve lezzetli tarifi bilmeyen yok. Özellikle çay saatlerinin vazgeçilmezlerinden olan kısır, her yöre tarafından farklı şekilde hazırlamaktadır. Hazırlanışı oldukça kolay ve yiyenin bir daha isteyeceği kısır tarifimizi mutlaka denemelisiniz asla pişman olmayacaksınız! 

İşte evde çok pratik bir şekilde hazırlayabileceğiniz kısır yapımı.

Kısır Tarifi İçin Malzemeler

  • 2 su bardağı ince bulgur
  • 2 su bardağı sıcak su
  • 1 yemek kaşığı domates salçası
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 1 çay bardağı zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 silme tatlı kaşığı karabiber
  • 1 tatlı kaşığı pul biber
  • 1 çay kaşığı kimyon
  • 2 adet limon suyu
  • ½ çay bardağı nar ekşisi
  • 10 dal ince kıyılmış taze soğan
  • ½ demet ince kıyılmış maydanoz
  • 3 diş sarımsak
  • 1 su bardağı minik minik doğranmış turşu
  • 5-6 yaprak ince doğranmış kıvırcık salata

Kısır Tarifinin Yapılışı

İlk olarak genişçe bir kap içerisine iki su bardağı ince bulgur ve üzerine yaklaşık 2 su bardağı kadar kaynatılmış su ekleyip üzerini bir tencere kapağı ile kapatıyoruz. Bulgurlar güzelce şiştikten sonra bulgurların üzerine bir çorba kaşığı domates salçası, bir çorba kaşığı biber salçası, yarım çay bardağı zeytinyağı, yarım çay bardağı nar ekşisi ve 1 adet limon suyu ekleyip bir güzel yoğuruyoruz. Daha sonra baharat tüm baharatlarımızı ve sarımsağımızı ekleyip yoğurmaya devam ediyoruz. Tüm malzemeler iyice yoğurduktan sonra yeşilliklerimizi ve turşumuzu da ekleyip yeşillklerin ölmemesi adına kaşık yardımı ile karıştırıyoruz. Son olarakta tekrar limon suyumuzu ve zeytinyağımızı ekliyoruz. Artık servise hazır. Afiyet Olsun!

En Kolay Kısır Tarifi
En Kolay Kısır Tarifi

Kısırın Püf Noktaları Nelerdir?

  • Bulgurunuza ekleyeceğiniz suyun miktarını iyi ayarlamalısınız. Eğer az gelirse bulgurlarınız yumuşamayabilir.
  • Kısıra ekleyeceğiniz tüm yeşillikleri yıkadıktan sonra iyice kurutun yoksa kısırınız lapa olur.
  • Tüm baharatları ve salçayı ekledikten sonra iyice yoğurduktan sonra yeşillikleri eklemek kısırınızın tüm baharatlarının homojen şekilde dağılmasını sağlayacaktır.

Kısır Sunumları

  • Kısırınızı kaselere koyup ters çevirerek şık şekilde servis edebilirsiniz.
  • Pasta kalıbınızın tabanına streç sererek kısırınızı üzerine bastırıp ters çevirerek ksırınızı kalıbınızdan daha kolay çıkartabilirsiniz.
  • Domatesin içine güzelce oyarak kısırı içine koyup o şekilde servis edebilirsiniz.En Kolay Kısır Tarifi

Kısır Kaç Kalori ve Kilo Aldırır Mı?

Orta büyüklükteki 1 kase kısır yaklaşık olarak 180 kaloridir. Kalori hesabı yapanlar, kısırı hazırlarken nar ekşisi, sıvı yağ, tuz gibi malzemeler biraz daha az kullanarak tüketirse kısırın kalorisi daha da düşecektir. Porsiyon kontrolü ile tüketilen kısır kilo aldırmaz.

1 çay kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı sumak
1 tatlı kaşığı nane

Kısır Nasıl Yapılır?

  • Taze soğanları incecik kıyın. Bol suda yıkayıp, suyunu süzdürdüğünüz kıvırcık marul ve maydanozları doğrayın.
  • Kabuğunu soyduğunuz salatalıkları küçük küpler halinde kesin.
  • İnce bulguru oval bir tencereye alın. Biber ve domates salçasını sıcak su ile karıştırın.
  • Bulguru salçalı sıcak su ile ıslattıktan sonra kapağını kapattığınız tencerede şişmesi için 15 dakika kadar bekletin.
  • Kısırın sosu için; limon suyu, zeytinyağı, tuz, nane ve sumağı küçük bir kapta karıştırın.
  • Doğradığınız yeşillik ve salatalıkları, suyunu çeken ince bulgur ile harmanlayın.
  • Hazırladığınız sosu ekleyin, karıştırdıktan sonra bekletmeden servis edin. Sevdiklerinizle paylaşın.

Afiyet Olsun!

Sizin için özel olarak 24Okur mutfağında deneyerek hazırladığımız kısır tarifimiz. Diğer Lora’s Ways Of Cookings tariflerini incelemek isterseniz 24Okur profilimize göz atabilirsiniz.
Link: https://www.24okur.com/author/loraswaysofcooking/

Birbirinden güzel tarifler ve videolar için tıklayın!
Sosyal medya hesaplarımı da takip ederek birçok lezzetli tarife ve içeriğe ulaşabilirsiniz.
Instagram: @loraswaysofcooking
Facebook: @loraswaysofcooking
TikTok: @loraswaysofcooking

En Kolay Kısır Tarifi İçin Videoma Göz Atabilirsiniz!

 

Mücrim

Sağıma ve soluma birer melek kondu,
Sağ kendini unuttu, sol mübeyyiz oldu.
Gözler kalbin aynasıydı bozuldu,
Ciğer yüze yansırmış soldu,
Gençlik hissetmekmiş benden geçmiş.

Evvelinde laklakıyat ile geçti ömür bilemedim
Sonrasında lal oldum sadece işittim.
Müdena eyledim sana mücrim olarak
Mücella gözlerine bir lahza daha bakarak
Miskalle af aradım tükenmiş aşkından.

Lagar düştüm, çaresiz ve bitkin
Gözlerim uykusuz ve sevgisiz
Gökyüzünde kuşlar mevsimsiz
Ne bahar var ne de cemre düşmez oldu gönlüme.
Senin en kötü kışın bahardan güzel.

Araya araya bihal oldum
Çareler tükendi, dualar kifayetsiz
Parıltılı gökyüzü ışıksız
Aşk ile dolu gönül sevgilisiz
Çare beklemek mi bilmiyorum
Sabur oldum bekliyorum
Aşkım olmuş bir sakırga…

Cahit Sıtkı Ve Ayna

Cahit Sıtkı Ve Ayna

PSİKANALİTİK KURAM VE METAFORLARI

Bu çalışmada öncellikle psikanalitik kuramdan ve bu kuramın edebiyata yansımasından bahsedilecektir. Diğer başlıklarda ise Türk edebiyatında bu kuramdan etkilenen şairlerin hangi metaforları neden seçtikleriyle ilgilenilecektir. Çalışmanın merkezi Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yalnızlık” şiirini ele alsa da bunu destekleyecek örneklere de yer verilecektir. Çalışmanın diğer kısımlarında ise kimler ayna metaforunu kullanır, ayna metaforu hangi ruhsal problemin sebebidir gibi konulara da değinilecektir. Sonuç bölümüne gelindiğinde ise bu metaforun o insanların şiirlerini nerelere getirdiği, şiirlerinin boyutundan nasıl etkilendiğine değinilecektir. Ve bu şairlerin neden bu kuramdan yararlandıkları da sonuç bölümünde olacaktır. Cahit Sıtkı gibi “ayna” metaforunu kullanan şairlere de değinilecektir. Bu metaforu kullanan şairlerin hayatında ayna nasıl bir yer kaplıyor, bu da makalede önemli bir yer tutacaktır.

Cahit Sıtkı Tarancı

Cahit Sıtkı Tarancı gibi birçok şairimizde psikanalitik kuramın etkisini görmek mümkün. Bu kuram hangi metaforları beraberinde getirdi, ayna metaforunu kimler kullandı soruları detaylıca işlenecektir. Makalenin maksadı ise bu kuramı kullanan kişilerde görülen ruh halinin şiirine yansıması ve sıkça kullanılan “ayna” metaforunun kullanım çeşitlerini görmektir. Asıl mesele ise her birinin farklı ruh haliyle, farklı anlam yüklediklerini görmektir. Cahit Sıtkı Tarancı dairesinde bazı şairlerin de “ayna” metaforunu kullanım şekillerinin çeşidi incelenecektir. Ayna metaforu, edebiyatımızda oldukça yer kaplayan bir unsurdur.

Psikanalitik Kuram ve Edebiyat

Psikanaliz, ruh bilimi olarak literatürde geçer. İnsanların ruh durumunu çözümlemeyi amaçlar. “Psikolojik bozuklukları ele alarak tedavi yöntemleri bulmaya çalışan bir ilimdir. Psikanalitik edebiyat kuramı, sanatçının özellikle bilinçdışı ve bilinçaltı yönlerini açığa çıkarmaya çalışan bir kuramdır. Psikanalitik eleştiri, edebi eseri genel olarak sanatçının psikolojik yapısı ve bilinçaltı unsurları açısından inceler. ” Buradan da anlaşılacağı üzere yazarın psikolojisi hakkında birçok unsuru görmemizi mümkün kılar. Yazar buhranlarını psikanalitik kuram sayesinde açığa vurur ve bunları da metaforlar ekseninde yapar. Bu metaforların başında gelen aynadır.
“Edebiyat ile psikoloji bilimleri arasında birçok ortak nokta bulunur. Her iki bilimin konusu insandır. Edebiyat ile psikolojinin ortak kesişme noktalarından meydana gelen edebiyat psikolojisi, metnin yazarının, kişilerinin psikolojik yapısını ve okur üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlar. Psikanalitik yöntem, edebi eserden yola çıkarak sanatçının iç dünyasını ortaya çıkarır. Kişinin bastırılan, bilinçaltına itilen, açığa çıkarılamayan cinsel, duygusal, psikolojik isteklerin açığa çıkması olağandır.”

Cahit Sıtkı ve Yalnızlık Şiirinin Psikanalitik Boyutu

Psikanalitik kuramın arkasında yer alan ilim psikoloji olduğundan mütevellit bu kuramı kullanan şairlerin psikolojisine eğilmek şarttır. Söz konusu şair ise Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Tarancı, çocukluğundan bu yana kendini hep yalnız hissetmiş aynı zamanda da çirkin. “Cahit Sıtkı’nın şiirlerine tesir eden en önemli husus, şairin dış görünüşüdür. Çirkin bir yaratılışa sahip olduğunu düşünen şair, aynadaki görüntüsünden hoşnut değildir. Bedensel görüntülerinden memnun olmayan kişiler sağlıklı bir ruhsal gelişim gösteremezler; özel hayatlarında ve sosyal ilişkilerinde sağlıklı iletişim içinde olamazlar. Yaratılışını çirkin bulur, bunu çevresi ve şiirleri ortaya koyar. Yalnızlık şiirine bakacak olursak, yalnızlığı tanımlama biçimi dahi buhranda olduğunun bir belirtisidir. “Geniş, siyah gölgesi hayatımı kaplayan, tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık.”

“Yaşamı boyunca yalnızlıktan bir şikâyet içerisinde olan Cahit Sıtkı, her ne kadar ailesi ve arkadaşları tarafından sevilse de içindeki yalnızlığından kurtulamamıştır. “Cahit Sıtkı’nın yalnızlığı, daha anne karnından çıkıp dünyaya gözlerini açtığı zaman başlamıştır. […] Bir çocuğun büyüyüp anne şefkatinden uzaklaşması da yalnızlığa düşmesidir. 2 Nisan 1931 tarihli Servet-i Fünun’da yayımlanan ‘Anne Ne Yaptın?’ adlı şiirde, yavrusunu koynundan atan anneye sitem vardır” (Okur 1993: 276). Nihale yazdığı bir mektupta da bu şiiri için şiirinde ifade ettiği duygularının yoğunluğunu hâlâ yaşadığını ve kendisi gibi hiç doğmamayı ya da büyümemeyi tercih edenlerin çokluğundan bahsetmiştir (Enginün 2016: 59). Şair, âdeta anne karnına dönüş özlemi içindedir. “Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı? Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim? Senden istemiyordum ne tacı ne sarayı; Karnında yaşıyordum, kâfiydi saadetim. ”mısralarıyla sitemkâr tavır takınmıştır.”

YALNIZLIK ŞİİRİ VE AYNA METAFORU

Yalnızlık şiirinde ayna metaforu kullanılmıştır, “Bir ayna parçasından başka beni kim anlar, bir mum gibi erirken bu bitmeyen düğünde? Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar; aynalar da olmasa ne işim var yeryüzünde?” Kendisinin de dile getirdiği gibi aynalarla dostluk kurmuş, kendiyle barışmayı amaçlamıştır. Bunu ne kadar yapabilmiş bilinmez fakat kalabalıkta yalnız hissedip aynalara sarıldığı da aşikârdır. Aynalar, aslında yalnızlık ve kendiyle içten barışın simgesidir. Tarancı’ya göre ayna,
“Şiirlerinde ayna imgesine sıkça yer veren Tarancı’nın aynaya günlük hayatında da büyük önem verdiğini yakın arkadaşı Ziya Osman Saba şu cümlelerle anlatır: “Ben de bugün Türk şiirinin, aynalardan en çok, dikkati çekecek kadar çok bahsetmiş şairinin, aynalarla bir türlü alıp veremeyişinin sebebini daha o zamanlardan anlamış oluyordum. Aynı ruh kompleksi içinde yaşadığını işittiğim Ahmet Haşim gibi Cahit Sıtkı da fizik yapısından, kendi deyimiyle, dar kalıbından memnun görünmüyor; sabah, tıraş olurken aynada seyrettiği yüzünden sonra, bu yüzden, ancak küçük kızların, “hayatında ilk erkek”i olabileceğine inanıyor; akşam demlendiği meyhanenin duvarlarında belki aynalar da bulunuyor, bu aynalardaki hayaline gözü ilişince, belki bu yüzden de birkaç kadeh daha atmış oluyordu. Birkaç kadeh daha içmesine sebep olan aynalar, belki birkaç şiir daha yazmasına ve bu şiirleri kendisine ve hayata olan tepkisi ile doldurmasına da yol açacaktır.

Yakın arkadaşı Ziya Osman Saba da “ayna” ile ilgili tutumunu ele almıştır.

Türk Edebiyatı ve Ayna Metaforu

Ayna metaforunu kullanan birçok şairimiz vardır. Bunlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek’tir. Şiirlerinde mistisizmi ön plana çıkaran bir şair olduğu için bu olağan bir durum olarak karşılanır. Ama Tarancı’dan farklı olarak psikanalitik boyuttan bakacak olursak, aynayı kendiyle yüzleşme olarak görmektedir. Şiirlerinde kullandığı üslup bunu düşünmeye iter bizleri. Yaptıklarının hesabını sanki aynaya vermektedir. Bu mısradan da de anlaşılacağı üzere, “Aynalar bakmayın yüzüme dik dik, işte yakalandık, kelepçelendik!

Ahmet Hamdi Tanpınar ise aynaları maziye benzetir. Aslında onun için umuttur aynalar. Bazen de hayallerini gizlediği yer. Ama onun şiirinde de tutarsızlık hâkimdir. Sonraki mısrada ise çukur, zindan olarak görür. “Bir hayal ufkudur, kalplerimize aynalar. Aynalar ki sessiz anlatır bize mazileri.”
Ahmet Muhip Dıranas ise Cahit Sıtkı gibi aynalarda gençliğini arayan bir yazarımızdır. Şu dizelerden de anlaşılacağı üzere “Gençliğimi kaybettim, birtakım odalarda. Kaybettiğim gençliğimi aradım.”

Sonuç

Makalenin amacı yalnızlık şiiri nezdinde diğer ayna metaforlarına eğilmektir. Her birinin farklı duygular içinde yazıldığı da apaçıktır. Biri hesap verdiği bir merci olarak görür diğeri kendini çirkin gösteren bir yansıma. Makalenin diğer bir amacı ise psikanalitik boyutlarıyla incelemektir. O da gençliklerine inerek yapılmış oldu. Türk edebiyatındaki önemi de vurgulandı. Sonuç olarak ayna metaforu psikanalitik kuramla iç içedir. Aksi düşünülemez. Her şairde manası farklıdır ve kendi hayatı çerçevesinde anlam kazanır. Hayatlarında aynanın somut bir değeri olmasa da ruhları için önemlidir. Türk edebiyatında ayna metaforunun önemli olduğu da bir diğer sonuçtur. Ve çalışmanın merkezindeki yalnızlık şiirinden çıkarılan bir diğer sonuç, “Tarancı’nın şiirleri bütünüyle dikkate alındığında psikanalitik çözümlemeler için birçok yönden veriler barındırdığı görülür. Şiirlerinde çokça tekrarladığı ayna imgesi de şairin ruh dünyasından kesitler sunar ve sanatçının ruhsal yaşantısının edebiyat metnine yansımasına örnek oluşturur.” Hayatlarının getirdikleriyle bu metaforu seçmişlerdir. Ruh hâlleri de bu durumu perçinleştirmiştir.

 

Kaynakça
Karabulut, Mustafa, “Psikanalitik Edebiyat Kuramı Bağlamında Edip Cansever’ in Şiirleri üzerine Bir İnceleme” Araştırma Tezi, Adıyaman Üniversitesi Araştırma Tezi, yayınlanmış, Kuramları Özel Sayısı, 2019
Şenkök, Yağmur, “Cahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirinde Ayna Motifi”, İstanbul Kültür Ün. Yüksek Lisans Tezi. Ocak 2015

Gut, Emine, “Şiire Adanmış Bir Yaşam: Cahit Sıtkı Tarancı’ nın Şiirlerinde Otobiyografik İzler”, Uluslararası Hakemli Kültür – Sanat- Mimarlık Dergisi, 2018

Tiken, Servet, “Cahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirlerinde ki ‘Ayna İmgesine Psikanalitik Bir Yaklaşım”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 41 Erzurum 2009

Sevgi

sevgi nedir? tutku ve heyecan, korku

Sevgi her şeydi. Mutluluktu, güvendi, emin olmaktı, sevinç, heyecan, tutku, değer, kıymet, huzur belki de sonu olmayan bir hazineydi. Evet hazine, çünkü paylaştıkça çoğalıyordu ta ki cimrileşene kadar.

 Neden sevmekten korkar ki insan?

Sevmek hayatı güzelleştirir. Güzel bakmaya sebeptir sevgi. Sevmekten korkarsa insan yaşamaktan da korkar, hep bir diken üstünde başına bir felaket gelecekmiş gibi tedirginlikten kendini alıkoyamaz. Asıl korkulacak şey sevgisizliktir. Sevgi olmayınca insan sadece et ve kemikten ibarettir, nasıl yaşayacağını bilmez, bilemez. Sevmek ise tutkudur, hayata sımsıkı sarılmayı öğretir, güçtür, ayakta kalabilmeyi öğretir. Sevgi aynı zaman da bize bu yolda rehberdir, yol gösterir.

Bir anne düşünün yeni doğmuş bebeğini sarıp sarmalayan, koruyan, koklayan, tebessümle bakıp şükreden ve sevgiyle büyüten bir anne…

Çocuğuna sevgi aşılıyor sürekli. Sevgi saygıyı, merhameti, vicdanı, sabrı, ahlakı getiriyor ardından. Bu bebek sevgiyle büyüyüp sevgi dağıtıyor insanlara, bitkilere, hayvanlara canlı cansız her varlığa. Yerdeki karıncayı incitmiyor, ağacın dalını kırmıyor, susuz kalmış kedinin halinden anlıyor, yaralı bir kuşu sarıyor, arkadaşına karşı kötü kelam etmiyor vs…

Bir de sevgiden yoksun, sevilmeyi, sevmeyi bilmeyen bir birey düşünün ve belki de zincirleme devam edecek olan insan topluluğu… Sevilmeyen, sevgiden yoksun hatta sevgiyi bilmeyen bir birey sevmeyi bilebilir mi? Bazımız belki bu soruya ‘evet’ dedi bazımız belki de ‘hayır’ diye cevap verdi. Peki bir düşünelim, yeni doğan bebeğini terk eden anne bebeğini terk etti diye bu bebek sevgiden yoksun mu büyüyecek? Tabi ki o bebeğe kol kanat geren sahiplenen ister devlet olsun ister halktan kendini bu bebeğe adayan biri olsun elbet sevgi verecektir. Fakat bu çocuk kendi biyolojik annesinin sevgisinden mahrum kalmış bir birey olacaktır. Aynı zamanda cahil cühela kesim tarafından da belki de itilip kakılan birey olacaktır. Sevgi ve sevgisizlik arasında kalmış ne yapacağını bilmeyen, nereye savrulacağını bilmeyen bir birey olacak kim bilir?

Sevelim yeni doğan güneşi, yeni doğmak için batan güneşi, karanlıkta parlayan yıldızları, kameri, yeryüzünde denizi, toprakta biten bitkileri…

Sevmek varken neden sevgisizlikten can çekişelim?

ZEYNEP İNAN