Yoksulluğun İçindekileri

Bilindiği üzere yoksulluk, yeterli olamama durumu, sefillik, verimsizlik olarak ifade edilse de aslında içinden geleni yapamamaktır. Varlığının elifi elinde tutamamasıdır. Niyaz ettiğinle çocuklar gibi olamamaktır. Sarmaşık gibi sarar bedeni sefillik. Evinde dört duvara sahip çıkmak ağır gelir. Sayılara, harflere, müziklere gücün yetmez. Her gün ufak bir sarsıntı gibi gelir bana. Gördüklerimiz bir süre sonra içini denize döker. Ardından bedeni kocaman bir yalnızlık etrafında dolaşır. Yoldan geçerken çobanın çaldığı kaval, hayatından gidenlerin yok olduğunu hatırlatır. Zamanla Allah ile arasındaki bağı sorgulamaya başlayanlar artar. Tam burada lale çiçeğine bağlanmak gerekir. Anlatamadıklarımız bizim kapımızı her zaman çalar. Hayatımızdan çalınanları, elde edemediklerimizi dönüştürmemiz gerekir. Mesela, aynaya baktığımda içimdeki şeytan konuşsa da şehirlerin gücüne tutunurum. Kaç, kaç diye seslenirim kendime. Fail uzakta değil. Hastayım. Ne yalnızlık ne de hüzün. Yalıçapkınının üstünü örtüyorum. Skandallar bitmiyor. Plaklar bozulana kadar çalıyor.  Tutukla beni komiser. Yağmur yağıyor sanıyorum. Nasıl bir hikâyedir bu. Niye yoksun bugün. Anlamadığın şiirler mi var? Belki dünya halidir ne dersin? Satırlar kıyıya vurmuş bir gemi gibi paramparça oluyor.  

Ben geldim. Yeniden duyur adını beyaz gülün dibinde. Dağılmadan, saçılmadan biriktir eski dostluğumuzu. Şimdiki zaman, geçmiş zamana hatta hikâyesine nispet yapıyor. Tabi bölüm sonu değil.  Eski roman sayfalarını andırıyor masa örtüsü.   Aman allahım! Ölmüş… Dur telaş yapma. Sadece taklitten ibaret bir tiyatro oyunu; küçük bir insan tipiydi. Berrak bir Ay. Posta kutusuna pulu koydum. Gökyüzündeki Ay parçasını bana gönder. Dolunay kahveyle, yağmur çayla güzel gidiyor vesselam…

Süt

Ağzım yandığında yoğurdun içinde bulduğum ırmak.

Kalem

Yüzümün kırışıklığını açtığım alet.

Günlerden Okumaksa…

Yeni bir yazara ve kitabına başladım. Okuduklarım vurgulu, kravatlı, acılı ve ekmek arası samimiyetten ibarettendi. Her düşündüğüm kahraman kapının arkasında yakalanmayı bekliyordu. Günler kayboldu.  Artık üşüyormuş diyorlar. Mavi geceler kendini anlatmaya zorlanıyordu. Yapılan ince hesaplar tutmuyor, gülüşleri eksik kalıyordu. Tutuklu kaldığım Paris vilayetinde on beş gün. Ekmek sırası kadar uzadı yol. Tükendim. Gözlerim kolumdaki saatte. Kıskançlık sen beriye gel. Yanımdaki sende öteye git biraz.  Ay ışığı altında yapılan küçük serenatları mırıldanıyorum. Yepyeni bir hikâye bu sivri kayalıkların kurşun kaleme benzemesi gibi muhteşem bir duygu içeriyor. Yıkık dökük şeylerin efsanevi müziğiyim. Yoksulluk, kim olduğunu bilmeyen bir insan gibi ayakta kaldı.

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version