Hasat Vakti

Esip gürlerim bazen, içimden, sessizce, üzüntüm başkasına ayak bağı olmasın diye gayret sarf ederim.
Gayret içinde bir gayret, bazılarımız seyir halinde, bazılarımız halen dağ uçlarında şehre ayak basmamış.
Üzüntüler, kıskançlıklar, hissettiklerimiz bu günler için var.
İnsan ayak basması için kendi evine, insan bazen de varmak için vardır.
Susayıp giden ömrüm, kırlangıçların şahadetine kadar yol alıp giderken
şöyle sakin yerlerde yalnızlığın tadını çıkarsak diye hayaller kurarız.
Güllerin, bağların, bahçelerin, taze meyvelerin lezzeti çok kolay kandırabilir hepimizi.
Eğer halen kandıramamışsa sadece namlu ucunda değilizdir, hedef şaşar ama hedefsizlik de şaşırtır.
Hedef olmayı beklemek, bağ bahçe hayalleri kurmaktan başka bir şey değildir.
Tarla tapan işlerinden yorgun argın çıkmış, kan ter içinde çeşmeye vararak kana kana su içip şükrün doruğuna varmak.
Şehrin insanı için büyük lakin kayıp bir hayal.
O şimdi düşünüyor ki bir sallıkda, hamak üstüne yayılmış, çayı yanında köyün havasıyla ciğerlerine bayram ettirecek.
Bunun yanında ekmek elden su gölden yaşayıp son ömrünü de orada geçirecek.
Kaçamak hayatımızın kaçamak hayali.
Yüzümden mutluluğun tablosu düşmezken, bir anda susarak düşkün olan ruhuma ne iyi gelecek diye duvarlara şikayetimi arz ediyorum…
Bu iğneleyici ve kahredici dünya sevgisi her defasında benden en büyük payı alıyor.
Defterlerimin hesabı görülmüş olduğu halde onca şeyden sonra helallik ve selamlığa dahi gelemeden dolmuş, yıpranmış, yırtılmış, eskimiş, en alt rafta gözlerini dikmiş bekliyor.
Garibim köy havası alacak, köyün halinden anlamaz ama köy havasının iyi olduğunu bilir.
Köylünün işinden, gücünden, sıkıntısından anlamaz ve ilgilenmez ama tereyağını yer, sütünden de lıkır lıkır bir güzel içer, üstüne de ‘’oooohhhh’’ demeyi unutmaz.
Şehir bizi yutup şehrin insanı olduğumuz vakit köylülerin gözünde Avrupalılardan farksızızdır.
Çünkü Avrupalı akranlarımız da buraya gelmeseler de sağ olsunlar unutmadıkları vakit bayramlarda konuşur sıkıntılarımızdan bahseder bir şekilde giderirdik.
Küçükken Şerife teyzenin bazlamasını, Hasan amcanın sütünü, ninemizin meyvesini, köyün de güzelim havasını bir güzel çekmişiz ki içimize emekliliğe kadar orası bizim için bekleyebilir.
Yazın köye vardığımız vakit tarla tapana yanaşmayız, neden? Çünkü cepte para, göğüste gurur, eller narin, turistlik yerlerini gezeceğiz eriğini yiyeceğiz.
Şöyle soğuk pınarından da suyumuzu içtik mi tamam! Bir dahaki yaza belki geliriz belki gelemeyiz, şehir işte işi çok…
Köylüyken şehirli olduk, şehirli iken köylü olamıyoruz! Köylü olmak ne zamandır yadırganır halde anlamış değilim.
Belki de ciğerlerimizi bozan fabrikaların dumanı, belki zihnimizi böylesine körelten o melet şey paradır.
Öze dönmek kendimizden uzaklaşmaksa eğer kaçımız kaçabilmiş ki halen kendinden.
Kaçımız reddedebiliyor ki halen, ayaklarımızı yakan bu asfalttan kaçıp toprağa yanaşmayı.
Kireçli sularla nehrin suyunu unuttuk, şehrin kalabalığı arasında da tahammülümüzü kaybettik.
Çamurlu yollarda koşuşturup temiz olmaya davet ettik, belki de en önemlisi ademoğlu olmaya çalışırken ademoğulları aramaya kalkıştık.
Ne savaştan önce savaşmayı ne de savaşırken hakkıyla ölmeyi bildik.
İçe ve dışa dönük olan bu yolculuğumuzda aç kalmayı, susamayı, görüp işitmeyi, sezip gitmeyi, alıp götürmeyi, öylesine insan olmayı özlemişiz ki.
Öylesine yara almış ki insan bu koca koca binaların altına gözü kapalı dinamitler yerleştirmeye hazır.
Para öyle bir şeydir ki ana ile baba arasına girer, evleri, aileleri, aşıkları yollarından eder.
Yetinmeyi ve kanaat getirmeyi bilmeyen birisi para için yapamayacağı son şeyi içtenlikle yerine getirir.
Çünkü temizliği öğrenmeden elleri çoktan kirletmiştik!
Gözler kalpte olanı görmedikçe cepte olanı görür, diller hakikati tatmadıkça haksızlıkta yürür.
Arkadaki çocuğu üzmüşler, kimsesiz bırakmışlar, örselemişler kimsecikler yok.
Kimseler uğramıyor, kimse yüzüne bakmıyor ta ki ağrıyana kadar, ta ki birisi kırına kadar.
Kapı çalınmasa, zaman amansız gelmese, kendine aynada bakamadan, bir avuç toprağa varamadan göçüp gidecek.
Zaten hep öyle olmuyor mu? Bu aç gözlülüğümüz, bu yüzsüzlüğümüz bizi ele vermiyor mu?
Varken varın değeri, yokken de yokun sabrından uzak yaşamıyor muyuz?!
Bu uzaklık bize çağın doyumsuz lezzetinden küçük bir lokma veriyor sonra bul bulabilirsen garibim köylüyü.
Atların üstünde bulduğumuz o aidiyet duygusunu cebimizin hırsızı olan arabalarda arıyoruz.
Gözlerimizi küle çeviren o ufuk çizgisini dar sokakların çıkmazlarına sürüklüyoruz.
Sonra kaybolup bulunmak için aranıyoruz, çaresiz ilk tosladığımız tatminkâr şeyde sürüklenip gidiyoruz!
Beyazlara bürünen bir tren garına ancak varabildim, yolda kalmış bu garibin imdadına koşan zaman elime tutuşturduğu işte o bilet:
Yarısı siyah yarısı beyaz, ortasına çekilmiş uzun ince yeşil bir çizgi, koltuk numarası 34, sayı numarası 38 Kayseri/Develi…

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version