17.9 C
İstanbul
Çarşamba, Nisan 24, 2024

“Çelik Yay”dan Komünizm’e Fırlatılan Oklar

Yazar’ın Hayatına Kısa Bir Bakış

Mihail Bulgakov, eserleri gittikçe geniş kesimlere ulaşan, yaşadığında nail olamadığı ilgiye yeni yeni kavuşmaya başlayan Rus edebiyatının önemli yazarlarından biridir. Aslında oldukça üst düzey bir yazar olan Bulgakov’un niçin yaşadığı dönemde hak ettiği ilgiyi göremediğinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Çelik Yay

Bulgakov, tıp eğitimi almış olmasına rağmen doktorluktan pek de hoşlanmayan ve hayatını yazarlıkla idame ettirmeyi yeğlemiş bir edebiyatçıdır. Yazarın edebi çalışmalarına hız verdiği dönemde Sovyetlerde Stalin devlet başkanı olmuştur. Sovyetlerin edebiyata bakışı ise daima “devrim güzellemesi” yapan eserler yazılmasını görmek ve bu tür eserlerin yazılmasını teşvik etmek olmuştur. Kısacası Sovyetlerde edebiyat “güdümlü” olmak zorunda kalmış, ideolojinin emrine girmiştir. Zaten birçok Rus yazarı da ya isteyerek ya da mecburiyetten kalemlerini ideolojinin emrine sunmuşlardır. Tabii neticede rahat bir hayatı da elde etmişlerdir. Ama bazı yazarlar, bu tutumu yanlış bulmuşlar, fikirlerini edebiyatın ve sanatın şerefini düşünerek korkmadan savunmuşlar ve yazmışlardır. İşte Bulgakov, ikinci gruba rahatlıkla dahil edebileceğimiz yazarlardan birisidir. Elbette bu tutum Komünizm gibi baskıcı ve despotik bir ideolojinin şekillendirdiği bir devlet olan SSCB’de hiç de hoş karşılanmamıştır. Bulgakov, hayatı boyunca devletin baskısını ensesinde hissetmiş, Sovyet Yazarlar Birliği tarafından yok sayılmış, yazarların ikiyüzlü tavırlarına maruz kalmış, eserleri sürekli sansüre uğramış bir yazar olmuştur. Bulgakov’un eserleri yer yer kısmi sansüre tabi tutulurken 1929 yılından sonra eserleri tamamen sansürlenmiştir, hiçbir eserini yayımlama imkanı bulamamıştır. Yazara adeta yaşam hakkı tanınmamıştır. Bulgakov, 1930’da ülkeden göç izni istese de bu isteği Stalin tarafından reddedilmiş; kendisine basit bir iş verilerek yatıştırılmaya çalışılmıştır. Ancak Bulgakov, bütün baskılara rağmen zihnini ve kalemini omurgasız kişilerin rahatlıkla yaptığı gibi kiraya vermemiştir. Eserleri hakkında sürekli haksız eleştiriler yapılmasına rağmen kendisini savunmak için hiçbir fırsat tanınmamıştır. Bu kendini savunamama durumu yazarı gerçekten üzmüştür. Hayattayken birçok eserinin yayımlandığını göremeyen yazar, bütün “ölümsüzler” gibi günümüzde büyük bir ilgiyle okunmaktadır. İlerleyen satırlarda incelemesini ve özetini okuyacağınız “Köpek Kalbi” de yazar hayattayken yayımlanamamıştır. 1925 yılında kaleme alınan roman Batı’da 1968 yılında SSCB’de ise ancak 1987 yılında yayımlanabilmiştir.

“İki tanrıya kulluk edilmez.”

Kitaptaki olaylar 1924-1925 yılları Moskava’sında geçiyor. Oldukça etkileyici bir kitap. Bir kere yazıldığı döneme ve yazıldığı ülkeye bakınca yazara cesaretinden dolayı hayranlık duymamak elde değil. Çünkü dönemin Rusya’sı Stalin diktası altında idare ediliyor. Stalin’in ne tür bir mahluk olduğunu anlamak için birkaç örnek yeterli. Türklere yaptığı birkaç zulümden bahsedeyim: Bugün Gürcistan sınırları içinde kalan Ahıska’dan ve Ukrayna sınırları içinde kalan Kırım’dan (Bugün de Rus işgali altında) binlerce Türk’ü zorunlu göçe tabi tutup yurtlarından sürmüştür. Stalin vahşetleriyle ilgili birçok belgesel hazırlanmış, birçok kitap yazılmıştır. Merak edenler bunlara piyasadan rahatlıkla ulaşabilir.

Konumuza dönecek olursak şunları söyleyebilirim: Dikkatinizi çekmek istediğim birinci nokta kitap tam da Komünizm idaresi günlerinde sıcağı sıcağına kaleme alınmış. Yani o günleri yaşayan, gören ve oldukça etkileyici bir üslupla yazıya döken üstün nitelikli bir yazarın elinden çıkmış bir roman. Bizim ülkemizde de halen soyu tükenmekte de olsa devrimcilik oynayan devrimbazlara şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap. Okusunlar ve Komünizm ideolojisinin pratiğe döküldüğünde kendilerini nasıl bir hayatın beklediğini görsünler. Tabii bugün Çin denen terör devletine de bakınca Komünist idarenin altında türlü işkencelerle katledilen, hem kültürel hem de fiziksel soykırıma tabi tutulan 40 milyon Türk’ü görünce de -kalplerine mühür vurulmamışsa, gözleri kör kulakları sağır değilse- Komünizm’in ne mal olduğunu kavrayacaklardır.

Kitabın konusuna gelecek olursak kısaca şunları söyleyebilirim: Kitabı özellikle ilk bölümlerde dikkatli okumak gerekir. Dikkatsiz bir okuyucu kitabı yarıda bırakabilir. Çünkü Köpek Şarik ve yazarın zihni yer yer birbirine karışabiliyor. Hakim anlatıcı olan yazar yer yer kendi zihninden Şarik’in zihnine atlıyor, bu da bir karmaşaya sebep oluyor. Köpek Şarik, aç biilaç yiyecek peşinde dolaşmaktadır. Üstelik taş kalpli biri onu yaralamıştır. Profesör F. F. (Flip Flipoviç) onu önce besler sonra evine götürür. Bir süre evde bakımını yapar, yardımcısı Doktor Bormental’le tedavi eder. F.F. önemli bir buluş üzerinde çalışmaktadır. Hipofizin insanlar üzerindeki gençleştirme etkisi. Bir gün Bormental, henüz ölmüş olan 28 yaşındaki birinin cesedini ameliyathaneye getirir ve F.F. çalışmasını uygulamaya koyar. Şarik’i ameliyata alırlar ve cesetin hipofizini ve er bezlerini Şarik’inkilerle değiştirir. Sonuç beklenen sonuç olmamıştır: Şarik gün geçtikçe insan yapısına bürünür. Bir süre sonra tamamen insan görüntüsüne ulaşır ayrıca konuşmayı da öğrenir. Bundan sonrası Profesör için işkenceli bir hayatın başlangıcıdır. Şarik, bina yöneticisi Yoldaş Şvonder’in telkinleriyle tam bir aptal komüniste dönüşür. Sonuçta Şvonder’in vasıtasıyla iş bile bulur. Sokakları hayvanlardan arındırma birimine şef olur. Kedileri vahşice katleden bir birim. Komünist hümanizması böyle bir şey. Gerçi öldürdükleri milyonlarca insanı görünce pek de şaşılacak bir şey yok. Şarik bir süre sonra F.F.’ye saldırır. Bormental Şarik’i engeller ve onu boğuşma sonucunda öldürür. Şarik’i tekrar ameliyata alırlar ve Şarik artık eski haline dönmüştür.

“Elbette, kedilere neler yaptığını gördük. Adamda köpek kalbi var.
“Yoo yoo hayır!” dedi Filip Flipoviç iyice uzatarak. Çok büyük hata yapıyorsunuz, doktor. Şunu anlayın ki asıl korkunç olan artık köpek kalbi değil insan kalbi taşıması. Hem de doğada var olanlar arasında en rezilini.”

Romanın olay örgüsü böyleydi. İdarenin acayipliğine de şu örneği vereyim: Devlet tarafından apartmanınıza resmi apartman sorumlusu olan bir grup insan atanıyor. Bu yönetim evinize metrekare hesabına göre belirli bir metrekareden sonra zorunlu olarak rastgele başka insanları yerleştiriyor. Evinizin büyüklüğüne bile karışan bir sistem. Hayvan Çiftliği’nde de bu sistemin sembolik anlatımını bulabilirsiniz.

READ  Yavaşla / Kemal SAYAR

Related Articles

CEVAP VER

Bir yorum girin
Adınız

- Advertisement -spot_img

Latest Articles