Sevdiğin adamın gözlerine bakar gibi, aşık olduğun kadının saçlarını okşar gibi, ananın ellerini tutar gibi, bir çocuğun kahkahasını duyar gibi insana betimlemesi zor duyguları anımsatan bir şarkı. Konuşmadan da anlaşabilmenin, sözsüz de iletişim kurabilmenin en yalın hali sadece piyanonun tuşlarında. Unutmayın, bazen bir şarkıyla değişir her şey. Ve konuşarak iletişim kuramayanların dünyasında şifa gibi gelir bazı şarkılar. İşte onlardan biri. İyi dinlemeler.
Didem Madak’tan Aşk Üzerine Çarpıcı Bir Şiir: Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım
Didem Madak, yeni nesil şairlerin en etkileyicilerindendir. 41 yaşında sona eren hayatının ardından sonsuza dek unutulmayacak şiirler bırakan bir isim. Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım ise okuyanların boğazını düğümleyen şiirlerinden sadece bir tanesi. Aşktan canı yanmış, belki de aşka inanmayanlar için…
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum…
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım…
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin allahını bilirim bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Didem Madak

Mapusluk Aşka Engel Değil: Piraye’ye Mektuplar
Nazım Hikmet… Gelmiş geçmiş en büyük Türk şairlerinden. Kalemi kadar, yaşamı, aşkları da güçlü olan mavi gözlü bir dev. 1933 yılında ceza evine girdiğinde elini tutan Piraye’ye, 1950 yılında ceza evinden çıkana kadar yazmış olduğu mektupların bulunduğu, benim baş ucu kitaplarımdan biridir ‘Piraye’ye Mektuplar’. Hem şairin mapushane şartlarında yaşadığı zorlukları, hem aşkın kaleme düşmüş halini, hem de Nazım’ı anlayabileceğiniz bu kitaptan kalbime dokunan alıntıları sizlerle paylaşıyorum.

- Şiir yazmak istiyorum: İçli, ağır hapishane şiirleri. Fakat sen aklıma geliyorsun hazin sevgi-ayrılık şiirleri doğuyor içimden. Halbuki bilirsin ben sana ait şiirleri yazmak değil yalnız sana söylemek isterim. Onlar benim öyle mahrem hislerimdir ki bir sen bir de benden başka kimseler bilmemeli, okumamalı, duymamalıdır.
- Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım. Yıldızlara, dost yüzlerine, güzel günlere beraber, yan yana bakacağız. Seni düşünürken ben gençleşiyorum, bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol! Kuvvetli ol!
- Güzel günler göreceğiz. Edison, her şeye rağmen havasız camın içinde ateşin yanacağına nasıl inanmışsa, öyle inanmışım.
- Hayat çetin şey cicim! Hislerini kaybetmeden onu bir balta gibi yarıp geçenlere ne mutlu.
- Ben hiç bir şey olmayabilirim. Hatta şairliğim bile bir yıldız parıltısı olabilir. Fakat muhakkak ki bir şeyim, aşığım karıcığım.
- Sevgilim, birtanem. Hep rüyalarımda, aklımda, fikrimdesin. Dünyanın en güzel kitabını okur gibi seni düşünüyorum. Seni düşünerek geçen vakit, yer yüzünün en güzel musikisini dinlerken geçen vakte benziyor. Seni düşünmek, senin sesini, şeklini gözümün önüne getirmek en büyük saadetimdir.
- O kadar hiç, o kadar boş, manasız, öyle haksız yere senden uzağım…
- Senin dertlerin, asabiyetlerin, senin her şeyin benimdir.
- Elbette saçlarınız kırmızıdır. Gözleriniz bazan yeşil, bazan bal rengi…

Mel Gibson Ve Sean Penn’den Yeni Film: Deli ve Dahi
Okul sıralarındayken hepimizin elinden muhakkak geçmiş olan İngilizce sözlüğü Oxford’un ortaya çıkış sürecinin gerçek hikayesini anlatan, baş rollerini Mel Gibson, Sean Penn, Natalie Dormer gibi ödüllü oyuncuların paylaştığı Deli ve Dahi son yıllarda izlediğim en etkileyici filmlerden. Oxford sözlüğünün ilk basımı için on bin kelimeyi bulması gereken ve bu uğurda ailesinin ve kendisinin hayatını değiştirerek yeni bir yere taşınan Profesör James Murray, tüm ülkeye sözcük yardımı çağrısında bulunur. Artık süre daralmıştır ve profesör zor durumdadır. İşte bu anda ona on bin kelimelik yardım bir akıl hastanesinde yatmakta olan Dr. W.C. Minor’den gelir. Böylelikle yolları kesişen ikili, hem dost olur hem de beraber büyük işler başarır.

Dr. W.C. Minor’ın akıl hastanesindeki heyecan verici hikayesini izlerken çok etkileneceksiniz. Aşk, gerilim, dram ve biyografi türlerini bir arada bulabileceğiniz bu film, soğuk bir sonbahar günü için çok iyi bir tercih. İyi seyirler.

Koşmana Gerek Yok! Kanatlarını Hatırla
Güzel düşünmek, güzel yaşamak, güzel hissetmek hepimizin hakkı demiştik daha önce. Ama yine tekrarlayalım. İnsan bir sürü şeyi biliyor da, uygulamak zor olan değil mi zaten? Bilinen bir gerçek var ki, bir şeyleri tekrar ettikçe rutine dönüyor. O zaman gelin kendimizi motive edecek cümleleri, yeniden tekrar edelim. Senin günlük motton hangisi?
- Zafer, kendi benliği tarafından mağlup edilmiş bir kişi tarafından kazanılamaz. Kendine güvenmelisin.

- Hayatımızdaki en küçük bir değişiklik bile zincirleme bir tepki doğurur. Değişimden korkma!

- Konduğun dalın inceliğinden düşecekmiş gibi olan, ama yine de kanatları olduğunu bilerek şarkı söyleyen bir kuş gibi ol.

- Bir çatlak var her şeyde. Işık işte böyle girer içeriye.

- Hiç bir sözü, kafanın ve yüreğinin denetiminden geçirmeden söyleme.

Etnik Müziğin Duyguyla Harmanlanmış Hali: Weeping Eyes
Bir şarkı kaç duyguyu barındırır içinde? Kaç anıyı canlandırır, kaç hayale gebedir melodiler? Hangi coğrafyaya, hangi etnik kökene ait olursanız olun, dinlediğinizde müziğin evrenselliğine tekrar inanacak, ve çok uzaklara dalacaksınız. Yolda, ders çalışırken, spor yaparken, ya da gökyüzünü izlemek istediğiniz bir vakitte size eşlik edecek bir şarkı: ‘Weeping Eyes’.
Yazarı Belli Olmayan En Bilindik Şiir: Palyaço
Turgut Uyar’a ait olduğu iddia edilse de, şairin oğlu Hayri Uyar’ın da babama ait değil dediği anlamı derin, ve çok severek okuduğum bu şiiri sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
Kaç kilo çekerdi yalnızlık
Kaç kere ezildim altında
Yaz yağmurlarının
Belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
Her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
Hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
Kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi
Bunu palyaço söyledi,
Palyaço söyledi ben yazdım
Yazdım, yazmasam ağlayacaktım
Herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
Sırf bu yüzden mi ağladım
Alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
Biraz birazdım her şeyden
Dün biraz sinirlenmiştim mesela
Yarın bir kadını seveceğim biraz
Biraz biraz kör oldum bugünlerde
Ama rakı kadehlerini boşaltmayın
Eksilmesin hiçbir şey
Hiç bir şeyden dahi olsa
Kalsın biraz
Umursamıyorum yılgınlığımı filan
Çünkü sessizce yaşanmalı her şey
Bir devrim sessizce olmalı mesela
Ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
Bir palyaço neden yalan söylesin ki
Ben palyaço olsaydım söylemezdim
Marangoz olsaydım da söylemezdim
Ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
Hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
Kaç kilo çeker ki bir palyaço
Hem neden yüzüme vuruyorsunuz
Bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
Gocunmam ki ben, ben gocunmam
Bir palyaço ne kara gocunmazsa
O kadar, o kadar gocunmam işte
Rakı doldurun! eksilmesin
Bitmedi, yazacağım daha
Yazmazsam ağlayacağım çünkü
Alçakça olacak biraz
Hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
Her sokakta biraz daha eksilirdik
Bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
Bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
Sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
Sokaklar daha bir puslu
Palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
Ve ben daha bir alçak olurdum
Ağlardım biraz
Hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
Hatta kuyruğuma basma diyorum
Acıyor, tırmalarım,-
Diyorum
Kahrol, kahrol!
diyorum
Geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
Korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
Ben bazen bağırırım biraz
”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
Ben bazen eksilirim biraz
Aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
Bunu sonradan öğrendim
Ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
Herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
Bunu da sonradan öğrendim
Örneğin;
Geçen gün bir kadınla seviştim
Biraz değil çok seviştim
Ya işte öyle palyaço
Diyorum ki,
Bunu da yeni öğrendim
Sevişmek de eksilmekmiş biraz
Kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
Dedi
Bunu palyaço söyledi
Palyaço söyledi, ben yazdım
Yazmasam, alçak olacaktım
Hem ben roman da yazdım biraz
Bazen diyorum ki, palyaço,
Sen olmasan ben ne yaparım
Alçakça eksilirim belki biraz
Her yağmur yağışında yerin dibine girerim
Hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
Ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
Biraz biraz anlıyorum ki,
Yüzler eller, o terli vücutlar filan
Her şey plastikmiş biraz
Haydi sirtaki yapalım palyaço
Rakı doldur, yine eksildik biraz
Bekle Beni: Ahmet Telli
Ayağı kayan bir çocuk kadar şaşkınım, bilemedim düz yolda yürümenin imlâsını. Kanayan dizlerime bakıp da ağlamayı öğrenemediğim gibi…
Ruhumuzu terk eden ölü çocuğun şairi: Ahmet Telli. Bugün, onun dizlerinde can bulacağız, seveceğiz, çokça seveceğiz! Var olan bütün duyguları bir kaleme sığdırıp, yitirdiğimiz dünyayı yeniden inşa edeceğiz.

I
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
bekle beni.
Bahar geldiğinde
kırlara çıkacaksın
dizboyu otlar üstünde
koş koşabildiğince
ve sakın yitirme neşeyi.
Kırların sessizliğinde
yüreğinin sesini dinle
ve orada benim için
küçücük bir yer ayır
ve bekle beni küçüğüm.
Doğa pervasızdır biraz
bakarsın en olmaz yerde
masmavi bir su fışkırır
ve suyun ışıldayan göğsünde
sevincin nilüferleri.
Bahar şaşırtmasın seni
sırtüstü uzan bir gölgeye
suların, kuşların sesini dinle
ve bekle beni orada
döneceğim küçüğüm…
II
Mapusane türküleri
hüzünlüdür biraz
belki her dinleyişinde
yüreğin burkulmakta
için sızlamaktadır.
Ama acılara alışılmaz
bir şeyler var değişecek
bir şeyler var
değiştirmemiz gereken
önce acılardan başlanacak.
Beş on yıl dediğin
pek kolay geçmeyebilir
üstelik bu savaş
bu kahredici kıyım
bitmeyebilir daha uzun süre.
Ama sen sahip çıkarak
yaşama ve sevince
bekle beni küçüğüm
acılar bitecek bir gün
sevgiler çiçek açacak.
Mapusane türküleri
hüzünlüyse de biraz
yüreğin burkulmasın
için sızlamasın sakın
ve bekle beni küçüğüm…
III
Kış kıyamet bir gün
bakarsın çıkıp gelmişim
varsın azgınlaşsın tipi
ve uğuldayadursun
dışardaki rüzgâr.
Sakın şaşırma küçüğüm
üşümüş bir serçe gibi
titremesin ellerin
apansız çıkıp geleceğim
kış kıyamet de olsa bir gün.
Uğuldayan bu rüzgâr
bu delice yağan kar
ürkütmesin seni
direnmektir artık
bekleyişin öbür adı.
Sen türküler söyle
ve gülümse küçüğüm
çünkü sesinin
ırmağıyla yeşerecek
hasretin bozkırları.
Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
bekle beni küçüğüm…
Temiz Zihin, Parlak Yaşam
- Yaşamın tazeliği ve temizliği, tamamen zihninizin temizliğine bağlıdır.

- Ne olacağımı bilmeden önce, ne olduğumu bilmem daha önemlidir.

- Çiçekler gelir ve gider. Dikenler gelir ve gider. Mutsuzluk gelir ve gider. Bunu bilen kişinin yaşamı, evrenin sonsuz değişimi kanunlarının tüm sınırından kurtulur.

- Başkalarının nasıl olmasını istiyorsanız siz de öyle olun. Diğer insanları değiştirebilmeniz için önce kendinizi değiştirmeniz gerekir.
Cehaletin Aşağılık Yüzü: Soraya’yı Taşlamak
Olmayın riyakârlık edenlerden
bir yanda yüksek sesle
Kuran’ı dillendirirken
öte yanda ahlaksızlığını
sakladığını zannedenlerden… (Hafız-ı Şirazi)
Film, İranlı şair Hafız Şirazi’nin, açık bir mesaj niteliğindeki bu çarpıcı dizeleriyle başlıyor. Filmi izlemeyenlerin birçoğu, İslam dinine yönelik bir karalama kampanyası olduğunu düşünebilir fakat sanıldığının aksine karalama ve nefret içeren bir film değildir. İzlemeye başladığınızda bu önyargı silsilesini kafanızdan tamamen silebilirsiniz.
2008 yılı ABD yapımı film, yaşanmış bir hikâyeyi konu alıyor. Senaryo, Fransız gazeteci Freidoune Sahebjam’ın, 1994 yılında yayımlanan aynı adlı romanından uyarlanmıştır. 13 yaşındaki Soraya, serseri, hovarda ve birçok küçük suçtan sabıkası olan 20 yaşındaki Ali ile evlendirilir. 23 yıl süren evliliğinin sonunda Ali, karısını genç kadınlarla aldatmaya başlar. Bu nedenle Soraya’dan boşanıp genç sevgilisiyle evlenmek ister. Önündeki tek engel nafakadır. Bu basit sebepten kurtulmak için karısını sadakatsizlikle suçlar ve iftira atar.

Humeyni’nin getirdiği şeriat kanunlarının hükümüne göre, sadakatsizliğin tek bir cezası vardır. O korkunç bedel ise, recmdir! Bir erkek, bir kadını iffetsizlikle suçladığında, kadının masumiyetini ispatlaması gerekir. Şayet kadının elinde bir delil yoksa, toplum tarafındandan taşlanarak acımasızca öldürülür. Erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü, dogma kanunların uygulandığı İran topraklarında yaşanan bu trajik hikayenin sonunun, pek de iç açıcı olduğunu söyleyemem. Kadınların evvelden beri çileler ve ölümlerle sonuçlanan elemli akıbetleri… “Ah ne yazık” dedirtip, sizi kendi iç dünyanızda derin düşüncelere itecek bir yapıt.
Ölmekten korkmuyorum, taşlanarak ölmekten korkuyorum. Acı birşey olsa gerek..
Doğu’nun Kalbi: Semerkant
Kitaplarda yer almış bir öyküdür. Üç arkadaştan söz eder. Derler ki: Binli yılların başlarında çağı etkilemiş üç İranlı vardır: Dünyayı gözlemlemiş olan Ömer Hayyam, dünyaya hükmetmiş olan Nizamülmülk ve dünyayı titretmiş olan Hasan Sabbah.
Amin Maalouf, ‘Afrikalı Leo’dan sonra bu defa Doğu’ya sihirli bir dokunuş yapıyor. İran’ın önde gelen isimlerinden Ömer Hayyam’ın ve Rubaiyat’ının çevresinde dönen, büyülü ve mistik bir dünyanın kapılarını aralıyor…
1072 yılında, Hayyam’ın Semerkant’a gitmesiyle başlayan ve 1912’de Atlantik okyanusunda son bulan uzunca bir serüven.
Maalouf, Doğu’nun ve Batı’nın kültürlerini en özgün şekliyle karakterlerde harmanlayıp, sizleri mistik bir yolculuğa çıkaracak. Okurken her satırda birbirinden ilginç bilgiler edineceksiniz. Bunun yanı sıra, Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi hakkında bilinmeyen birçok bilgiye de sahip olacaksınız…

Hiç, bildikleri hiçtir, bilmek istedikleri hiç,
Bak da gör şu cahilleri, kurulmuşlar tepesine dünyanın,
Onlardan değilsen şayet sana kâfir derler adama
Boş ver onları Hayyam, sen bak kendi yoluna.
İyi okumalar…
Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Filmlerden, Ağır Roman
Bir film düşünün ki, oyuncu kadrosundan senaryosuna, yapımcısından yönetmenine, repliklerinden müziklerine kadar izleyenlerin kalbini titretiyor. Edebi yanı çok ağır basan, hikayesiyle duygusu nakış nakış işlenmiş, 1997 yılında vizyona giren ‘Ağır Roman’ filminin unutulmaz repliklerini sizler için topladım.

-Kolyeni bende unutmuşsun, akşam gel al.
-Yangında düşürdüm sanıyordum.
-Yangın sayılır.

Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye;
Zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın.
Raksederken mahallenin maşallahı, eyvallahı
Güzelleş be oğlum, şimdilik ölümüne kadar hayattasın.

Zarlar düşeş gelseydi, belki de her şey başka türlü gerçekleşecekti.

On bin tılsımlı anın çarşafından ağır ağır geçirirken hayatını
Bilemezdi üç tekerlekli bisikletin karanlığa takla atacağını

-Bu kim?
-Bu mu? Bu Brütüs.
-Yakışıklı adammış doğrusu.
-Sahte delikanlı.
-Yani?
-Yanlış yapmış.
-Kime?
-Sezar’a. İmparator! Güzel bir abimizdi.

Habersiz kuşlar geçer, geceler zehir zıkkım.
Türk Sinemasının Duayenlerinden, Tuncel Kurtiz
Unutulmaz filmlerin hafızalara iz bırakmış kahramanıdır. Dinleyen herkesin, kime ait olduğunu bilecek kadar etkileyici bir ses tonu vardır. Yaşadığı dönemin boy gösteren olaylarına sessiz kalmayacak kadar duyarlıdır. Sanat camiasından tanışık olduğu herkesin övgüyle bahsettiği, bizlerin ise hayranlıkla seyrettiği bir ustayı, Tuncel Kurtiz’i aramızdan ayrılışının 6. yılında sevgi ve özlemle anııyoruz.

Oysa herkes öldürür sevdiğini
Kulak verin bu dediklerime
Kimi bir bakışıyla yapar bunu
Kimi dalkavukça sözlerle
Korkaklar öpücükle öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimi yaşlıyken
Şehvetli ellerle boğar kimi
Kimi altından elleri
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur
Kimi yeterince sevmez
Kimi fazla sever
Kimi satar kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken
Kimi kılı kıpırdamadan
Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama
Herkes öldürdü diye
Ölmez…
Yeni nesil Tuncel Kurtiz’i Oscar Wilde’ın bu şiiriyle hafızalarına nakşetti. Öyle etkileyici bir ses tonuydu ki bu, şiirin anlamıyla birleştiğinde ortaya çıkan bu efsane yorum, ustayı son yıllarının en ses getiren isimlerimden biri yaptı. Oysa ki Tuncel Kurtiz, Ramiz Dayı’dan çok daha fazlasıydı bilenler için.
1970 yılında izleyenlerle buluşan, yoksulluktan kurtulmaya çalışan bir arabacının yaşadıklarını konu edinen ve bir Yılmaz Güney filmi olan “Umut” ile beyaz perdede dikkat çeken Tuncel Kurtiz için uzun bir serüven başlamış oldu. Çok yakın dostu olan Yılmaz Güney’e olan özlemini ise yıllar sonra “Bir gün ölürsem eğer, Yılmaz Güney’i göresim gelmiştir” şeklinde ifade etmişti.

1978 yılında “Sürü”, 1983 yılında “Duvar”, 1994 yılında “Aşk Ölümden Soğuktur”, 1996 yılında “Tabutta Rövaşata”, yakın tarihte ise “Güz Sancısı”, “Asi”, “Ezel” ve “Mutheşem Yüzyıl” dizilerinde rol alan usta sanatçı, seslendirdiği şiirlerle de sanatseverlere unutulmaz bir dinleti sefası yaşatmıştır. Can Yücel’le olan samimiyeti herkesten tarafından bilinen Kurtiz “lüzumsuz bir şekilde erkenden öldü, Can Baba. Olacak iş değil” derdi, usta şair için. En sevdiği şiirinin ise “Sevgi Duvarı” olduğunu belirtirdi. İşte Usta oyuncunun sesinden, en sevdiği Can Baba şiiri.
Yurt içi ve yurt dışında çeşitli filmler ve tiyatro oyunlarında yer alan Kurtiz’in almış olduğu Ödülleri ise şu şekildedir:
2008 – 15. Altın Koza Film Festivali, Usta Oyunucu Ödülü,
2008 – İtalya Taormina Film Festivali, Sanat Ödülü,
2008 – Yeşilçam Ödülleri, Yaşamın Kıyısında filmi ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü,
1986 – Berlin Film Festivali, Gümüş Ayı ödülü,
1981 – Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Senaryo Ödülü”nü Nurettin Sezer ile “Gül Hasan” filminin senaryosuyla kazandı
1994 – Altın Portakal Festivali, Bir Aşk Uğruna filmi ile en iyi yardımcı erkek oyuncu,
2002 – Sadri Alışık Ödülleri, Şellale filmiyle en iyi yardımcı erkek oyuncu.
2011 – 48. Altın Portakal Film Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı ödülüdür.

“Dön bak arkana yeğen.Gitmez dediğin kaç kişi şimdi yanında” dediği gibi Ramiz Dayının, hayat hep birilerini alıyor yanımızdan. Fakat bazı isimler var ki yıllar da geçse ne ismi, ne yaptıkları tarihten ve hafızalardan silinmiyor. Bu isimlerden biri olan usta sanatçı Tuncel Kurtiz’i ölümünün 6. yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.
Sevgi Duvarı
Kuşkusuz, Türk şiirinin en samimi ve en özgün şairlerinin başında gelir Can YÜCEL. ‘Sevgi Duvarı’ isimli şiir kitabının yine aynı isimli şiiri, şairin yalnızlığına seslenişidir.

Sevgi Duvarı
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat-sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Değişime Hazır Mısın?
Güneş yine doğdu. Ve bizler bu sabaha yine uyanabilmiş olan hayatın şanslı işçileriyiz. Odamızın penceresini açıp temiz havayı ciğerlerimize doldurmuş olduğumuzu umuyorum. Şehrin gürültü telaşından buna fırsat bulamayacak olanlarımız, hemen şimdi benim için bu yazıyı her nerede okuyorsa, camı açıp derin bir nefes çekebilir mi lütfen? Evet, tazelendiysek işlerin, derslerin, projelerin bizleri beklediği koşuşturmalı bir haftaya hazırız demektir. İşte bu hafta bize yol arkadaşlığı edecek 5 motto:
- Dikkatinizi güzel şeyler üzerinde toplayın. Bakış açınızı olumsuzdan olumluya taşıyın. Bir soruna ne kadar zaman ayırırsanız, sorun kafanızda o kadar büyür. Aklınızı olumlu düşüncelerle doldurun. Böylece olumsuza yer kalmaz.

- Rüzgarın nasıl estiği fark etmez. Fark eden yelkeninizi nasıl açtığınızdır.

- Yeni çözümler konusunda harekete geçmek için en uygun zaman şimdidir.( 1 Ocak değil.)

- Dış dünyanın değişmesini bekleme. Problem varsa iç dünyanı değiştir.

- Yaşamının sorumluluğunu başkasına verdiğin sürece, onlar senin kaderine hakim olur.

Hepinize iyi haftalar diliyorum.