23.4 C
İstanbul
Pazartesi, Haziran 16, 2025

Affetmek mi Affedilmek mi?

Hangisi daha ağırdır; hata yapmak mı, kendisine hata yapılan olmak mı? Affetmek mi, affedilmek mi? Belki de bunların bir karşılaştırılması yapılamaz. Hepsi zordur.
Evet,her insan hata yapar, birini kırar, üzer hatta birini öldürebilir de. Bu hata diye nitelendirdiğimiz şeyin nasıl, nerede veya kime yapıldığı değildir önemli olan, yapılan eylemdir. Ve asıl önemli olan; olanların, yapılanların veyahut yaptıklarımızın farkına varabilmek. Aslında farketmek de yetmiyor, belli bir süre sonra olanlar ve yapılanlar için bir şey yapmak lazım. Ama nasıl mümkün olabilir ki bu? Olmuş ile ölmüşe çare var mıdır?

Belki de yapmaya çalıştığımız karşılaştırmada en zor olanı budur; artık olmuş olanlar için bir şey yapmayı istemek. Çünkü kimse paramparça olmuş bir yüreği onaramaz, ölen bir insanı ya da birileri için artık ölmüş olan bir insanı hayata döndüremez, çocukluğu elinden alınmış çocuklara kimse hayatı sevdiremez, evladını kaybetmiş bir annenin gözlerinin içini güldüremez kimse mesela. Savaşların, bombaların, tankın ve tüfeğin içinde doğanlara kimse barışı anlatamaz. O yüzden asıl önemli olan yapılanların farkına varmak da değil , artık dönülmesi imkansız olan bir yola hiç girmemek. Çünkü o yollar gerçekleştirilememiş hayallerden ve yıkılan umutlardan dolayı çok karanlık. Ve ola ki biz o yola girersek göremeyiz önümüzü, yıkılan umutlara ayağımız takılır, kırılan hayaller parçalar bedenimizi…

Kabullenmelerin Gücü Adına!

Sevgili Okura Mesaj:

Güzel İnsan,
Yaşadıklarından dolayı kaybolduğunu hissediyorsan bulunma vaktin gelmiş demektir.

 

Size de oluyor mu durup dururken “Ben bu hayatın neresindeyim?” dediğiniz? Birazdan kendinizden dışarı çıkıp kendinize baktıkça kim olduğunuzu bileceksiniz. Artık kabul edelim! Öğrenme buradan geçiyor. İlk durak, kendimi olduğum gibi kabullenmek.  Öncelikle kendini gerçekleştiren ön kabullerin omuzlarınızda yarattığı ağırlıktan kurtulalım.

Peki ne yapacağız? Önce düşüncelerin ve duyguların yeterince farkına varmak ve bizde ne gibi etkiler oluşturduğunun bilincine varmamız gerekir. Farkındalık kabullenme açısından ilk ve en temel adımımız. Düşüncelerden korkmadan, kaçmadan, onların yalnızca birer düşünce olduğunu ve hatalı ya da çarpık olabileceklerini kabul ederek. Olumsuz duygularımızdan kaçmadan onları yaşamaya fırsat vererek nedenini ve varolan duyguyu kabul ederek. Daha sonra kabullendiğimiz bu düşünce ve duygularla beraber kendimizi öz şefkatle kucaklamamız gerekir.

Başkalarının başına gelen olumsuz olaylarda onlara nasıl yardım ediyor ve şefkat duyuyorsak kendimize de bu inceliği göstermemiz  gerekir. Oysa birçoğumuz daha çok olumsuz yanlarımıza, sağlıksız düşüncelerimize odaklanmaya, kendimizi eleştirmeye eğilimliyiz. Bu noktada özşefkat yanınızda sizinle beraber yürümesi gereken bir duygu olmalıdır.

Zihnimizdeki kendimizle ilgili hatalı çıkarımlar sadece bizim çıkarımlarımızdır ve diğer insanlarla bir ilgisi yoktur. “Hey sen! Küçük şeylere üzülmeyi bırak. Kontrol edemeyeceğin şeyler üzerine duygusal olmayı bırak. Tekrar mutlu olma zamanın geldi. Mutluluğu hak ediyorsun.” Zihnimizden bu cümleyi geçirerek ruhuna güç üretebilirsiniz hem de şu an.

 

  • Kabullenmek, Nasıl Biri Olmamız İstendiğinden Ziyade, Gerçek Kendimizle Barışık Olmamızı Sağlar!

Kabullenmek, bir davranış veya duruma mutlaka katıldığınız anlamına gelmez ki. Bu duruş, bazı durumları olduğu gibi kabullenmeniz anlamına gelir. İnsanı yıpratan şey: Fazla güven, fazla alçakgönüllü olması, hayır diyememesi, derin düşünceleri ve peşin hükümler vermesiydi hep. Birilerinin bizim için seçtiği seçenekleri kullanarak hayatımızı geçiriyoruz. Yıpratıyoruz ömürleri, hayalleri… Seçtiklerine değil, seçemediklerine bak ve onları bul… Çünkü kaçırdığın hayat tam da orada… Kendin orada… Bir kahraman destan sayfa sayfa…

 

  • Kabullenmek, Problemleri Daha Kolay Çözmemize Yol Açar!

Gerçekleri kabul etmek, hayatınızdaki mevcut problemleri daha kolay kabul etmenizi sağlar. Gerçekleri kabul ettikten sonra seçeneklerinizi değerlendirmelisiniz. Sonuçta gerçekleri reddetmek onları değiştirmez.

  • Kabullenmek, Akıl ve Vücut Sağlığımız İçin De Önemlidir!

Duygusal açıdan aşırı hassasiyet empati kurma becerisini otomatik olarak geliştirirken; geçmişle ilgili problemleri büyütmek ve takılı kalmak, gelecekle ilgili endişelenmek ve başkalarının önemsediği şeylere odaklanmak duygusallığımızın negatif yönüdür. Ve sonrasında bu durum stres, depresyon, anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıkları uygun bir zemin hazırlıyor.

Bazı durumları inkar etmek ve “Bu benim dayanamayacağım” bir şey demek stresi tetikler sadece. Bu durum, sağlığınıza doğrudan ve negatif etki eder. Olayları kabullenmek pozitif enerjinizi korur çünkü duygularınızı bastırmak için ekstra bir çaba sarf etmek zorunda kalmazsınız. Ben:

Mutlu olmayı seçtim çünkü sağlığıma iyi geliyor.

 

Varlığınla kimilerine sevgiyi, şefkati, mutluluğu hissettirirken kimilerine hüsranı, kızgınlığı, umutsuzluğu hatırlatabilirsin. Her ne şekilde olursa olsun, Senin varlığın asla anlamsız değil!”

 

  • Kabullenmek, İç Huzuru Sağlar!

Bazı durumlarda “Ne olduysa oldu” dediğimizde rahatlıyoruz. Bu tarz durumları yargılamaktan vazgeçip, iyi tarafından bakmaya çalışıyoruz ki bu yaklaşım iç huzurumuza büyük katkı sağlıyor. O vakit “Oluruna bırak özgür ol!”

  • Duygularımızı Kabullenmek, Kendimizle Daha Barışık Olmamızı Sağlar!

Duygularımız hem kendimize hem de diğer insanlara bizimle ilgili değerli bilgiler verir. Kendi duygularımızı kabullenmemek, bizi kendimizden uzaklaştırmaya ve kim olduğumuzu sorgulamaya itecektir. Bir başka deyişle, kendimize yabancılaşırız. Ve biz de kendimizi aramıyor muyuz fırtınalı denizlerdeki sabit alabora gemi gibi…

 

  • Kabullenmek, Şükran Duygusunu Besler!

Öyle tecrübeler yaşarız ki, kabullenmekle birlikte kendimize şunu söyleriz; “Bu deneyim için teşekkür ederim. Ondan neler yapabileceğimi öğreneceğim. Çözümün bir parçası olacağım. ”

Kendime kendimden başka kendim yok.

Ayak parmaklarının uçlarından ruhunun derinliklerine kadar sen çok güzel bir insansın.

Bu Dünya’da senden bir tane var ve olduğun halinle mükemmelsin. Çok güzelsin. ?

 

Üç “İ” kuralını hatırla. İstemeli, İnanmalı ve hedefe giden yolda İlerlemelisin. Benim burada dikkat çekmek istediğim; bir hastalık haberi ile yüzleştiğinde, karşı cinsin ayrılma isteği ile karşılaştığında, çok sevdiğiniz veya ihtiyacınız olan bir işten çıkarıldığınızda, emek sarf ettiğiniz üniversite sınavını kazanamadığınızda…

Kabullenmeyip acı çekmek mi?

Kabullenip yeniden savaşmak mı?

Neyi istiyorsun neye inanarak nereye ilerleyip…

Önemli olan mücadele etmek!

İşte bu benim sloganım. Her ihtiyaç duyduğunuzda sessizce tekrarlayabileceğiniz bir mantra geliştirin kendinize. Eğer benim mücadelem biterse; kalem gider, kağıt gider, şiirim biterdi… Sabır ile şükür arasında sonsuz bir mekik dokur, mücadelemizin kahramanınlığını naralarla duyururuz sayfa sayfa şimdi…

Hangi yıllarda doğduğunuzu bilemem ama günümüzde halen kulaklarımızın tanışık olduğu bir ses var:

 

KABULLENMELERİN GÜCÜ ADINA! GÜÇ BENDE ARTIK…

Acaba He Man’ın bu sözünün orijinal hali böyle olabilir miydi? Kabullenmelerimiz kendi gücümüz sayesinde. Sana verilen muhteşem gücü kullanmak için kılıcını havaya kaldırıp şunu söylemen gerekiyor: Kabullenmelerin gücü adına! Güç bende artık… Diyebildikten sonra kainattaki en güçlü kişi gibi hissedeceksin kendini. Kahraman olduğunu kabul ederek fark edeceksin kendini, şimdi.

 

 

Sevgili Okur ve Sevgili kendim;

Bu zamana kadar birçok başarıların oldu.

Başkalarıyla mutluluğunu paylaştın belki ama kendine hiç teşekkür etme fırsatın olmadı.

Teşekkür ederim.

İyi ki varsın..

 

Tarih Sevenler İçin Dizi Önerisi: Rebellion

Tarihsel kurgu dizileri sevenler için çok güzel bir öneri ile karşınızdayız. REBELLION”
İrlanda Cumhuriyeti’nin kanlı özgürlük ayaklanmasını konu alan dizi, 1916 yılında geçmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda Birleşik Krallık için iç sorun haline gelen İrlandalı milliyetçiler Paskalya gecesi büyük bir ayaklanma gerçekleştirir.
24 Nisan 1916’da  gerçekleştirilen bu ayaklanmanın 100. yılı anısına “Rebellion”,  24 Nisan 2016’da gösterime girdi. 2 sezonu yayınlanan dizi 10 bölümden oluşmaktadır.
Rebellion
dizisini sadece Birleşik Krallık ile İrlandalı milliyetçileri konu alan mini bir dizi olarak görmek oldukça yanlış olacaktır. Dizide de kadınların mücadelesinden tutun kiliseler arası görüş ayrılıklarına kadar birçok konu işlenmektedir.
Dizinin yönetmenliğini Aku Louhimies yapmaktadır.

İlk Kalemime Özlem ve Sevgi ile


Herkes doğduğunda boş defter yapraklarından oluşur. İlk kalemimiz annelerimizdir. Onların yazmasıyla şekillenen defterimiz bizleri yansıtır. Ben bu konuda şanslı olanlarımızdanım.

Sekiz sene önce kalemimi kaybettim. Bana o kadar güzel şeyler not almış ki kalemim, diğer kalemlerime nazaran hâlâ daha onun izleri olan sayfalarımla yeni bilgiler öğrenip güzelliklerle bakıyorum hayata. Kalemimi kaybettiğimde cansız olan deftere yazdığı şiirlere rastladım. Dedim ki güzelliği şairliğinden geliyor. Burada bir şiirine yer vermek istiyorum.

“Yarama vururlar neşter
Durmaz kanar içinden.
Görünmeyen yaraya
Sargı bezi neyleye.

Yaram öyle derin ki
Bir sözle deşiliverir
Ben ah! edip yandıkça
Üzerime dökülen su neyleye.”

Görünmeyen yaralarımıza sargı bezi neyleye dostlar.

Kalemimi kaybettiğimde artık benim de bir kalem olduğumu fark ettim. Ben de insanlara yani boş sayfalara artık bir şeyler karalıyor, onları etkiliyordum.  İlk kalemim için bir şiir kaleme aldım ve dedim ki:

Bu, dünyanın düzeni,
Sen seversin üzeni,
Deli gibi gezeni
Gördüm, duruldum anne.

Yemek ol gel de hep piş;
Yesen de doymaz ki diş.
Her gün de yeni bir iş,
Artık yoruldum anne.

Sayarız öğünleri,
Ararız hep dünleri,
Özledim o günleri,
Resme sarıldım anne.

Hayat tam bir bulmaca,
Aşka hasret katmaca
Uçamayan atmaca
Oldum, darıldım anne.”

İlk yazımda ilk kalemime özlem ve sevgi ile güzelliklerin bol olduğu güzel hayallerin güzel hayatlara döndüğü güzel güzel günler dilerim, saygılarımla.

 

Uçamayan ATMACA

Kendi Kendime

Yol boyu yürü.

Hava soğuksa elin cebinde,

Şayet sıcaksa ayaklarında terlikle.

Dünyadan değil de  kendinden bahset

Ama kendine.

Çıktığın merdivenleri say,

Hatta parke taşlarını, çizgilerine basma mümkünse.

Bunlar bildiğin şeyler.

Yürüdüğün yol gibi.

 

 

Gidenler

Ölüm sessiz çığlığıyla yankılanıyor kulağımda,

Gidenler, kalbimin ücra köşesinde kavuşmayı bekliyor,

Şehir sessizce ölümün çığlığına eşlik ederken,

Kuşlar dualarla yükseliyor semaya.

Küçük Kız

Bir yanın geceye yakın, diğer yanında güneş doğarken.

Küçük bir kız çocuğu oynuyor gülüşünün kıyısında.

Sonra, bir bakıyorum gözyaşın gizlenmiş gülüşünün ardına.

Uzaklara dalıyorsun bir ara

Ve denizlere hep uzaktan bakıyorsun.

Sanki boğulmaktan korkarcasına

Korkular biriktiriyorsun küçük kız,

Korkular biriktiriyorsun hep aklının kıyısında.

Sonra gözlerin kapalı karanlıkta yürüyorsun, bakmadan etrafına

Söyle Allah aşkına, söyle gelebilecek miyiz bu çelişkilerin sonuna?

Gülüşünü seviyorum küçük kız, gülüşünü.

Ve gizlemeye çalıştığın o hüznünü,

Bir de saçlarını

Babası tarafından hiç okşanmamışlığın kırıklığı var saçlarında.

Büyümeyen küçük bir kız içinde.

Sevgim üşüyor küçük kız, sevgim üşüyor.

Isıtsana yüreğinin sıcaklığında

Hani diyorum bir de,

Yaşasak bu ömrü birlikte

Ömrümü ömrüne katarcasına

Ömrünü ömrüme katarcasına

Sonsuz Eksi Bir

Sonsuz denen

-Hiç- şey…

Bir sembolden ibaret.

Söz konusu olan şey

Bir düş;

Akılcılaştırılmış!

Kafesin içinde.

Kafes daralmış!

Böylesine güzelken

Bakamadığımız bir gökyüzü var,

Kafese sıkışmış!

Sarmaşık

Hastalıksın ruhumda zuhur eden,

Yalnızca benim toprağımda filizlenen

Bilmem ne zaman zehirli sarmaşıklarını çiçek açtırırsın tamamen,

Kendi toprağına veba, başkasına şifa iken.

Nerede Olmak Vardı Şimdi

Nerede olmak vardı şimdi
Gecenin mehtabında sakin bir kumsalda
Ateşin etrafında toplaşan bir kahkahada
Hep bir ağızdan söylenen eski bir şarkıda
Dalganın kıyaya vuruşundaki kayboluşta

Nerede olmak vardı şimdi
Güneşli bir günde çiçeklerle dolu bir tepede
Yalın ayak izlerinin olduğu dar bir patikada
Tek tek toplanmış bir demet papatyada
Saçlarımızla oynayan hafif bir rüzgarda

Nerede olmak vardı şimdi
Ağaçlarla kaplı uzun ve dar bir yolda
Hafif hızla seyir halindeki bir arabada
Camdan çıkarılan her saç telinin uçuşunda
Varacağın yere yaklaştığındaki o heyecanda

Nerede olmak vardı şimdi
Sıcacık evden gelen tanıdık bir seste
Lezzetli yemeklerle dolu tatlı bir sofrada
Kanepede uzanılmış sıcacık bir kucakta
Ruhunun okşandığı yumuşacık ellerde

Nerede olmak vardı şimdi
Hayallerde, rüyalarda, yarınlarda
Görmek istediğin her yerde
Duymak istediğin her seste
Dokunmak istediğin her bedende
Şimdi sen seç nerede olmak vardı şimdi…

 

Bana, Bize, Size Dair

Beş yüz milyon yıl kendimle savaştım. Kendi kendime iyiyi, kötüyü ayırdım. Bazen de istemeden harmanladım. Takatim kalmayınca insanlardan sıyrıldım. Acılarını hissettim, adeta mıknatıs gibi çektim. Sevinçleri beni görünce hep karşı kaldırıma geçti. Çoğu zaman anladım onları. Kimseyi kimseden ayırmadım. Şimdi mecburi yalnızlığın ortasında tanıdık gelen öz silüetimle kaldım. İmdat naraları atıyorum etrafıma. Uyumda güçlük çekiyorum. Şiirler yazıyorum durmadan. Bazen denizin mavisini gökyüzüyle harmanlayıp önüme ucuz bir tepside sunuyorum. En çok da kendim oluyorum. Sanırım bu yüzden yalnızlaşıyorum. Yirminci yüzyılın altın kuralı olan sahteliğe meydan okuyorum.

 

İhtiyacım Var

Aşkım dayanamıyor,

Taşıyor Ay gözlerimden.

Her güneş gözlerine baktığımda,

Parlıyor, aydınlanıyorum.

İhtiyacım var sana,

Görmem için, görünmem için,

Güneşine ihtiyacım var.

 

Acaba diyorum biter mi bu günler?

Her saati asır, her dakikası sene olan günler.

Sevgi, aşk yaşatıyor beni,

Sev, sev ki erisin zaman,

Gül, gül ki genç kalalım,

İlk günkü gibi bir kördüğüm misali.

 

Nefes alıyorum, anlıyorum nefes sensin.

Uyanıyorum anlıyorum sensiz yaşamak,

Göz kapatıp açmak sadece.

Gülmeye çalışıyorum, konuşmaya,

Anlıyorum sensiz her laf güzaf.

 

Sonra durup,

Acaba diyorum biter mi bu günler?

Kavuşur mu güneşini arayan ay gözlerim?

Pamuğu andıran ellerine kavuşur mu?

 

Yanı başımda çalıyor,

Cahit’in Yedi Güzel Adam’ı,

Yaş olup akıyor,

Sezai’nin Mona Rosa’sı,

Ben ise anlatamıyorum,

Bulamıyorum, elim boş,

Kalem dilsiz, kağıt sessiz,

Affet sevgili kelimeler kifayetsiz.

 

Tükendi kalem, gerisi güzaf,

Kalbime bak bu dizeler yetmezse,

Kaleme sor ne kadar yazmak istediğimi,

Kağıda sor kaç damla yaş döktüğümü.

 

Ay, Güneş’ini bekler her gece gecikmeksizin,

Ben Ay’ım gel artık Güneş’im,

Birbirimize bakıp parlayalım,

Özüm kaldı kavuşalım.

(S)onsuzluk Feneri

Yanaştı bana ızdıraplı günler,

Mecburiyetten bu bayat gülüşler.

İnanır mısın kırık pembe düşler?

Bilirim (s)onsuz, bitirir gidişler.

 

Vurur duygular karaya bak nasıl?

Karanlık, limana basınca asıl…

(S)onsuzluk fenerim sendin kaç asır?

Sabahları yoksun, geceleri sır…

 

Elimde değilsin gönül kıyımda,

(S)onsuzluk fenerim vardı yanımda.

Bizli hangi anı kalır aklımda?

Fenerim sönmüşse uyandığımda.

 

Ruhun ruhumda ve kalbin kalbimde,

Ne ellerimde ne derinlerimde…

Fener denizde ve (k)okun genzimde,

(S)onsuz bir şiir var emanetimde.

 

En Kötüsü

Hani en kötüsü ümitlenenlerdi,

Ümit ve umut kırılmaya mahkum,

Ve ben çaresizlik içinde hapis,

Hayaller suya âşık.

İnsanlar, değer vermeyle değerlenmeyen insanlar,

Ve insanlar, bir elmas gibi değerli olup fark edilmeyen insanlar.

 

Hani en kötüsü sevenlerdi,

Aşk ve sevda imkansıza mahkum,

Ve ben çaresizlik içinde zindandayım,

Sevgili; ölümsüzlük suyuyla büyüyen bir kaktüs,

Ve hayat, hayaller için çok acı, katı ve gerçek.

 

 

Şeker Portakalı

Yazıda “Jose Mauro De Vasconcelos- Şeker Portakalı“ hakkında bilgiler, eserin konusu, ana fikri, kahramanları, “Jose Mauro De Vasconcelos- Şeker Portakalı” nın olay örgüsü, romanın yazarının hayatı, şahıs kadrosu ve yazarın diğer eserleri, eserden alıntılar yer alır. Eser hakkında yorumlar, “Jose Mauro De Vasconcelos- Şeker Portakalı“ anlatım tekniği, yazarın bakış açısı, romanın tekniği, çevrildiği diller, eserin basım yılı, basım hikâyesi, yazar ve eseri arasındaki ilişki ile eserle yazarın biyografisi arasındaki alakalar incelenmiştir.

ŞEKER PORTAKALI BASIM VE YAZIM ÖYKÜSÜ HAKKINDA BİLGİLER

Şeker Portakalı özgün adı ile My Sweet Orange Tree, Brezilyazlı yazar Jose Mauro De Vasconcelos tarafından 1968 yılında yazılmış olan bir romandır. Brezilya’nın Minas Gerais bölgesinde yaşayan fakir bir ailenin beş yaşındaki oğlu olan ve çok geniş bir hayal gücüne sahip olan Zeze adlı bir çocuğun izlenimlerini, hayallerini, çocukluk yıllarını konu edinen roman aslında yazarın kendi biyografisinden kesitler sunmaktadır. Yazar eserinin arka kapağında romanın yazılış süresi, zamanı ve içeriği hakkında şöyle bir bilgi vermiştir; “ Bu kitabı yirmi yıl yüreğimde sakladım ama 12 günde yazdım “. [1]

Çok yoksul bir ailenin çocuğu olan yazar, Natal kasabasındaki amcasının yanında yetişmiş, Potengi Irmağında yüzmeyi öğrenmiş ve günün birinde yüzme şampiyonu olmak hayaliyle yaşamışken liseyi de Natal’de bitirmiştir. İki yıl tıp öğrenimi gören yazar öğrenimini yarıda bırkarak Rio de Janeiro’ da hafif sıklet boks antrenörlüğü yapmış, ondan sonra da hayatı boyunca çeşitli işlerde çalışmıştır.

Yazarlık hayatında birçok roman yazan yazarın en tanınmış romanı ise Şeker Portakalı’dır. Orijinali Portekizce olan eser, ilk kez Brezilya’da basılmış, gördüğü ilgi üzerine toplam 16 dile çevrilmiş, pek çok ülkede basılmış, pek çok ülkede yüksek satış rakamları elde etmiştir. Şeker Portakalı dışında yazarın Güneşi Uyandıralım adlı eseri de ülkemizde çok sevilmiştir ( Güneşi Uyandıralım Hakkında ve Özeti J.Mauro De Vasconcelos Hayatı ).

Bu roman Vasconcelos’un çocukluğunun özeti olmasının yanısıra çocukluk yıllarındaki duygular ve hayal dünyasından da derin izler taşımaktadır. Şeker Portakalında, fakir bir aile çocuğu olan “günün birinde acıyı keşfeden küçük…” Zeze’nin çevresindeki insanların hayatlarını algılamaya çalışması, onun hüzünlü dünyasını ve hayatın acılarını yaşayarak öğrenişi dile getirilmiştir. Eser, işlediği dostluk, yoksulluk, fakirlik, yitiklik ve siliklik temaları ile de dikkati çekmektedir. Yazarın Güneşi Uyandıralım ve Delifişek adlı romanları bir ölçüde Şeker Portakalı adlı romanının devamı niteliğindedir. Şeker Portakalı ile çocukluk yıllarını anlatan yazar, “Güneşi Uyandıralım” ve “Delifişek” adlı romanları ile gençlik yılları ve olgunluk dönemini anlatan üç kitaplık bir seri oluşturmuştur. Üç kitaptan oluşan bu serinin ilki ise Şeker Portakalı’dır.

Ülkemizde de çok sevilen bu eser; yönetmenliğini Marcos Bernstein’in yaptığı, senaryosunu Marcos Bernstein ve Melanie Dimantas’ın hazırladığı ve başrollerini José De Abreu , João Guilherme Ávila , Caco Ciocler , Eduardo Dascar ve Ricardo Bravo’nun paylaştığı bir film haline de getirilmiştir. ( 2012 ) [2]

ROMANIN KONUSU

Roman yazarının ifadesi ile “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü”dür. Ailesinden baskı gören ve istediği sevgiyi görmeyen Zeze, aradığı sevgiyi diğer insanlarda ve varlıklarda bulmaya başlar. Hayaller dünyasında yaşayan Zeze; yaramaz, haylaz ama zeki ve duygusal bir çocuktur. Ailesinde bulamadığı sevgiyi başka şeylerde aramaya ve bulmaya başlamıştır. Yine de her zaman eksik bir şeyleri vardır.

ANA FİKİR

Her çocuk sevgiye ve ilgiye muhtaçtır. Ne sebeple olursa olsun aradığı sevgiyi bulamayan çocuk bu sevgiyi ailesinde göremez ise başak yerde arayıp bulacaktır. Fakat bu şekilde büyüyen çocuklar, ileriki yıllarda da çevresi ile uyumsuz olacak, insani ilişkilerde de zorluklar çekecektir.

ŞAHISLARI:
• Zeze: Baş kahraman, yoksul bir ailenin küçük çocuklarından biridir.
• Totoca: Zeze’nin ağabeyidir. Bencilce ve tutarsız davranışlar sergiler.
• Edmundo Dayı: Yaşlı bir akrabadır. Ona ailesinden çok daha iyi davranır.
• Jandira: Zeze’nin ablasıdır. Zamanını roman okumak ve sevgililerini düşünmekle geçirir.
• Gloria: Zeze’nin ablasıdır. Onu ailede en çok seven ve koruyan kişidir.
• Bay Arivaldo: Bir sokak şarkıcısıdır. Zeze ile aralarında sessiz bir dostluk gelişmiştir.
• Lala: Zeze’nin diğer ablasıdır. Son zamanlara kadar Zeze ile ilgilenmiş ama sonraları ya bıkmış ya da sevgilisiyle olmayı tercih etmiştir.
• Luis: Zeze’nin küçük kardeşi, kardeşlerden en küçüğüdür. Ailede herkes tarafından sevilir.
• Luciano: Luciano adındaki yarasa, Zeze’nin isim takıp konuştuğu çok sevdiği arkadaşlarından biridir.
• Minguinho (Xururuguinho): Bir şeker portakalı ağacıdır. Zeze, Luciano gibi onunla da konuşur. Hatta onların da konuştuklarını düşünür.
• Bay Paulo (Baba): İş bulamadığı için psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Bu yüzden çocuklarına karşı yeterince sevecen ve sabırlı olamaz.
• Anne: Ailenin geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır. Çocuklarıyla ilgilenemez. Bu yüzden romanda arka planda kalır.
• Manuel Valadares (Portuga): Zeze’ye sevgiyi, yaşamın sevilebilecek yanlarını öğreten insandır. Onun iyi ve mutlu bir çocuk olabilmesi elinden gelen her şeyi yapar.
• Cecilia Paim (Öğretmen): Yaptığı bütün haylazlıklara rağmen onun mükemmel bir çocuk olduğunu düşünen duygulu ve anlayışlı biridir. [3] •
ROMANIN ÖZETİ:

Zeze, çok çocuklu yoksul bir ailenin en küçüklerinden biridir. Babası işsizlik yüzünden bunalıma düşmüş, abisi ise kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenmiştir. Luis henüz olayları algılayamayacak kadar küçüktür. Anne ise ailenin geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olan ve çocuklarına ayıracak vakti hiç olmayan silik bir kadındır.

Zeze’nin yaptığı şakalar ve yaramazlıklar, yaşadığı yalnızlık duygusundan kaynaklanmaktadır ama insanlar ona “şeytanın vaftiz oğlu” demekte ve Zeze’da buna inanmaktadır. Yüreğindeki sevgiyi kapatmak için hayali arkadaşlar edinmiştir. Bunlardan birisi de bir yarasadır. Diğeri ise hiç kimsenin beğenmediği bir şeker portakalıdır. Zeze, onlara birer isim takmış ve onlarla konuşmaktadır.
Zeze’nin en sevdiği şey; hayal gücüyle baş başa kalıp yeni hikâyeler üretmektir. Yeni taşındıkları evde olan portakal ağacı sığınabileceği tek varlıktır. Zorlukları aşabilmenin tek yolu portakal ağacının dallarının altıdır.
Ailesi dışında Zeze’yle ilgilenen Edmundo Dayı ile Zeze’nin öğretmenidir. Edmundo Dayı ona ara sıra para verip bir şeyler öğretmektedir. Öğretmeni ise söylenenlerin aksine Zeze’nin mükemmel bir çocuk olduğunu söylemektedir.
Zeze bir süre sonra bir sokak şarkıcısı ile tanışır. Sokak sokak dolaşıp şarkı söylemeye başlar. Zeze bu işten çok hoşlanmıştır. Ama o şarkıcı açık saçık şarkılar söylediği için babası onunla arkadaşlık etmesini istememektedir. Zeze ise bunu anlayamaz. Çünkü söylediği şarkıların anlamını bilmemektedir. Bir gün babasını mutlu etmek için bu şarkılardan birini söyleyince babasından dayak yer. Bu olaya en çok Gloria üzülmüş ve aile fertlerinin onu dövmesini yasaklamıştır.
Zeze, bir yaramazlık sonucu çok tehlikeli bir oyun öğrenmiştir. Bu oyun, giden arabaların arkasına yapışarak rüzgârı ve hızı hissetmek yani yarasa olmak oyunudur.
Portekizli Manuel Valadares ‘in çok fiyakalı olan arabasında bu oyunu denemeyi düşünür. Bu işi yaparken de yakalanır. Portekizli, poposuna vurarak onu herkese rezil eder. Bu olaydan sonra Zeze, ondan nefret etmeye başlar. Sonraları ise o adamı yakından tanıma fırsatı bulmuş ve en sevdiği insan o Portekizli olmuştur.
Babasından yediği dayaktan sonra intihar etmeyi düşünmüş ama Portekizlinin desteğiyle vazgeçmiştir. Daha sonra ondan kendisini evlat edinmesini ister. Ama Portekizli fazla yaşamamış ve bir trafik kazası geçirip ölmüştür. Portekizlinin ölümü Zeze’yi hayattan koparmıştır.
Zeze acıları öğrenmeye hayatın farkına varmaya başlamıştır. Portekizli adam öldükten sonra hastalanmıştır. Hastalığı esnasında şeker portakalının çiçek açtığını öğrenmiştir. Ama artık ne yarasa ne de çiçek açan şeker portakallarının önemi yoktur. Yaşadığı acılar Zeze’yi hayata hazırlamıştır.

Jose Mauro de Vasconcelos

Brezilyalı ünlü yazar Jose Mauro de Vasconcelos, 1920′de Rio de Janeiro yakınlarında Bangu’da doğdu. Çok yoksul olan ailesi, onu Natal kasabasındaki amcasının yanına yolladı. Orada dokuz yaşındayken Potengi Irmağında yüzmeyi öğrendi ve hep günün birinde yüzme şampiyonu olmanın hayalini kurdu. Liseyi Natal’de bitirdikten sonra iki yıl tıp öğrenimi gördü. Öğrenimini yarıda bırakıp yeni hayaller peşinde Rio de Janeiro’ya döndü. İlk işi, hafif siklet boks antrenörlüğü oldu. Yaşamı boyunca ressam ve heykeltıraşlara modellik, muz plantasyonlarında hamallık, gece kulüplerinde garsonluğa[4] kadar çeşitli işlerde çalıştı. Bu deneyimleri ise onun yazarlığına büyük katkılar sağlamıştı.

İlk kitabı ‘Yaban Muzu’ 1940′ta yayımlandı. 1945′te yayımlanan ‘Beyaz Toprak’ adlı romanı çok beğenildi. Daha sonra ‘Evden Uzakta’ (1949) , ‘Sular Çekilince’ (1931) , ‘Kırmızı Araba’ (1953) ve ‘Ateş Çizgisi’ (1955) romanlarını yazdı. ‘Kayığım Rosinha’ (1961) ile ününün doruğuna çıktı. En ünlü kitabı ‘Şeker Portakalı’ (1968) on iki günde yazılmıştı. ‘Ama onu yirmi yıldan fazla yüreğimde taşıdım‘ der yazar. Bu kitaptaki küçük Zeze’nin serüvenleri ‘Güneşi Uyandıralım’ (1974) ve ‘Delifışek’ (1963) adlı romanlarında sürer. Bu ünlü yazar 1988′de öldü.[5]


[1] Jose Mauro De Vasconcelos, Şeker Portakalı , Çeviren: Aydın Emeç;, Can Yayınları ,İstanbul , 2011 ( Arka kapak
[2] https://www.sinemalar.com/film/62348/meu-pe-de-laranja-lima
[3] https://karlitorosdaglari.blogcu.com/seker-portakali-kitap-ozeti-roman-ozeti/1230387
[4] https://www.idefix.com/kitap/seker-portakali-jose-mauro-de-vasconcelos/tanim.asp?sid
[5] Jose Mauro De Vasconcelos, Şeker Portakalı , Çeviren: Aydın Emeç;, Can Yayınları ,İstanbul , 2011 ( Arka kapak)