26.7 C
İstanbul
Pazartesi, Ağustos 18, 2025

Sabah Oldu

Güneşin doğuşuyla kuşların cıvıltılarıyla,
Sahil ortası bir umutla,
Karanlığın yerini aydınlığa bırakmasıyla,
Yeni bir gün doğduğunu anlattı bana

Seni seherin bereketiyle gören gözlerim,
Sırma saçlarını anlatan sözlerim,
O güzel beninin altındaki veçhin,
Yeni bir gün doğduğunu anlattı bana

Havva kızlarının arasındaki o güzel yerin,
Açtığında görünen zümrüt gözlerin,
Beni halden hale çeviren la’l dudakların,
Yeni bir gün doğduğunu anlattı bana

İyi Ki Doğdun Anadolu Rock’ın Sürmeli Çocuğu: Barış Akarsu

Bu hayattan güzel bir insan daha gelip geçti. Zaten hep güzel ve iyi insanlar aramızdan erken ayrılmıyor mu? Bugün 29 Haziran 2020. Tam 41 yıl önce bugün o güzel insan yani Barış Akarsu dünyaya geldi.

O sımsıcak gülümsemesi ve seslendirdiği şarkılarıyla herkesin gönlüne taht kurmayı başardı. Müziğe olan bu ilgisi aslında çok küçük yaşlarda başlamıştır. Hatta ilkokuldayken eline blok bir flüt alıp sokaklarda dolaştığını kendisi de söylemiştir. Ama asıl tanışmasının Amasra’ya gelen müzisyenler sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. Onlardan etkilenerek gitar, klavye ve mızıka çalmayı öğrenmiştir. Daha sonrasında ATV’de yayınlanan Akademi Türkiye isimli bir yarışmaya katılmış ve bu yarışmadan birincilikle ayrılmıştır.

31 Aralık 2004’te Serdar Öztop’un yapımcılığını üstlendiği Barış Akarsu’nun ilk albümü olan “Islak Islak” piyasaya çıkarılmıştır.  Dilerseniz Barış Akarsu’nun o güzel sesinden bu şarkıyı dinledikten sonra devam edelim. Kısa bir müzik molası.

Müziğin yanı sıra lisedeyken profesyonel olarak yelken sporu ile de ilgilenmiştir. Bunun yanında “Yalancı Yarim” isimli bir dizide de oyunculuk yaptığını biliyoruz. Bu dizinin ardından milyonlarca seveni tarafından “Alfonso Tarık” olarak anılmaya başlanmıştır.

28. doğum gününde yani 29 Haziran 2007 tarihinde bir trafik kazası geçirmiştir. Bu kazanın ardından sadece hayatı beş günü dayanabilmiştir. O güzel kalbi 4 Temmuz 2007’de bu hayata yenik düşmüştür. Barış Akarsu o kadar sevilen biriydi ki sevenleri günlerce kaldığı hastanenin önünde nöbet tutmuş ve iyileşmesi için umutlarını her daim diri tutmuşlardır.

Barış Akarsu’nun anısına yukarıda fotoğrafını görmüş olduğunuz Tankut Öktem tarafından yapılmış olan heykel dikilmiştir. Hatta kaza yaptığı kavşağın ismi değiştirilmiş, kavşağa “Barış Kavşağı” adı verilmiştir.

Barış Akarsu aramızdan ayrılmış olsa da o her daim bizim anılarımızda ve kalbimizde sonsuza kadar yaşayacak. İyi ki doğdun güzel adam. İyi ki doğdun Anadolu Rock’ın sürmeli çocuğu.

Affetmek mi Affedilmek mi?

Hangisi daha ağırdır; hata yapmak mı, kendisine hata yapılan olmak mı? Affetmek mi, affedilmek mi? Belki de bunların bir karşılaştırılması yapılamaz. Hepsi zordur.
Evet,her insan hata yapar, birini kırar, üzer hatta birini öldürebilir de. Bu hata diye nitelendirdiğimiz şeyin nasıl, nerede veya kime yapıldığı değildir önemli olan, yapılan eylemdir. Ve asıl önemli olan; olanların, yapılanların veyahut yaptıklarımızın farkına varabilmek. Aslında farketmek de yetmiyor, belli bir süre sonra olanlar ve yapılanlar için bir şey yapmak lazım. Ama nasıl mümkün olabilir ki bu? Olmuş ile ölmüşe çare var mıdır?

Belki de yapmaya çalıştığımız karşılaştırmada en zor olanı budur; artık olmuş olanlar için bir şey yapmayı istemek. Çünkü kimse paramparça olmuş bir yüreği onaramaz, ölen bir insanı ya da birileri için artık ölmüş olan bir insanı hayata döndüremez, çocukluğu elinden alınmış çocuklara kimse hayatı sevdiremez, evladını kaybetmiş bir annenin gözlerinin içini güldüremez kimse mesela. Savaşların, bombaların, tankın ve tüfeğin içinde doğanlara kimse barışı anlatamaz. O yüzden asıl önemli olan yapılanların farkına varmak da değil , artık dönülmesi imkansız olan bir yola hiç girmemek. Çünkü o yollar gerçekleştirilememiş hayallerden ve yıkılan umutlardan dolayı çok karanlık. Ve ola ki biz o yola girersek göremeyiz önümüzü, yıkılan umutlara ayağımız takılır, kırılan hayaller parçalar bedenimizi…

Kabullenmelerin Gücü Adına!

Sevgili Okura Mesaj:

Güzel İnsan,
Yaşadıklarından dolayı kaybolduğunu hissediyorsan bulunma vaktin gelmiş demektir.

 

Size de oluyor mu durup dururken “Ben bu hayatın neresindeyim?” dediğiniz? Birazdan kendinizden dışarı çıkıp kendinize baktıkça kim olduğunuzu bileceksiniz. Artık kabul edelim! Öğrenme buradan geçiyor. İlk durak, kendimi olduğum gibi kabullenmek.  Öncelikle kendini gerçekleştiren ön kabullerin omuzlarınızda yarattığı ağırlıktan kurtulalım.

Peki ne yapacağız? Önce düşüncelerin ve duyguların yeterince farkına varmak ve bizde ne gibi etkiler oluşturduğunun bilincine varmamız gerekir. Farkındalık kabullenme açısından ilk ve en temel adımımız. Düşüncelerden korkmadan, kaçmadan, onların yalnızca birer düşünce olduğunu ve hatalı ya da çarpık olabileceklerini kabul ederek. Olumsuz duygularımızdan kaçmadan onları yaşamaya fırsat vererek nedenini ve varolan duyguyu kabul ederek. Daha sonra kabullendiğimiz bu düşünce ve duygularla beraber kendimizi öz şefkatle kucaklamamız gerekir.

Başkalarının başına gelen olumsuz olaylarda onlara nasıl yardım ediyor ve şefkat duyuyorsak kendimize de bu inceliği göstermemiz  gerekir. Oysa birçoğumuz daha çok olumsuz yanlarımıza, sağlıksız düşüncelerimize odaklanmaya, kendimizi eleştirmeye eğilimliyiz. Bu noktada özşefkat yanınızda sizinle beraber yürümesi gereken bir duygu olmalıdır.

Zihnimizdeki kendimizle ilgili hatalı çıkarımlar sadece bizim çıkarımlarımızdır ve diğer insanlarla bir ilgisi yoktur. “Hey sen! Küçük şeylere üzülmeyi bırak. Kontrol edemeyeceğin şeyler üzerine duygusal olmayı bırak. Tekrar mutlu olma zamanın geldi. Mutluluğu hak ediyorsun.” Zihnimizden bu cümleyi geçirerek ruhuna güç üretebilirsiniz hem de şu an.

 

  • Kabullenmek, Nasıl Biri Olmamız İstendiğinden Ziyade, Gerçek Kendimizle Barışık Olmamızı Sağlar!

Kabullenmek, bir davranış veya duruma mutlaka katıldığınız anlamına gelmez ki. Bu duruş, bazı durumları olduğu gibi kabullenmeniz anlamına gelir. İnsanı yıpratan şey: Fazla güven, fazla alçakgönüllü olması, hayır diyememesi, derin düşünceleri ve peşin hükümler vermesiydi hep. Birilerinin bizim için seçtiği seçenekleri kullanarak hayatımızı geçiriyoruz. Yıpratıyoruz ömürleri, hayalleri… Seçtiklerine değil, seçemediklerine bak ve onları bul… Çünkü kaçırdığın hayat tam da orada… Kendin orada… Bir kahraman destan sayfa sayfa…

 

  • Kabullenmek, Problemleri Daha Kolay Çözmemize Yol Açar!

Gerçekleri kabul etmek, hayatınızdaki mevcut problemleri daha kolay kabul etmenizi sağlar. Gerçekleri kabul ettikten sonra seçeneklerinizi değerlendirmelisiniz. Sonuçta gerçekleri reddetmek onları değiştirmez.

  • Kabullenmek, Akıl ve Vücut Sağlığımız İçin De Önemlidir!

Duygusal açıdan aşırı hassasiyet empati kurma becerisini otomatik olarak geliştirirken; geçmişle ilgili problemleri büyütmek ve takılı kalmak, gelecekle ilgili endişelenmek ve başkalarının önemsediği şeylere odaklanmak duygusallığımızın negatif yönüdür. Ve sonrasında bu durum stres, depresyon, anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıkları uygun bir zemin hazırlıyor.

Bazı durumları inkar etmek ve “Bu benim dayanamayacağım” bir şey demek stresi tetikler sadece. Bu durum, sağlığınıza doğrudan ve negatif etki eder. Olayları kabullenmek pozitif enerjinizi korur çünkü duygularınızı bastırmak için ekstra bir çaba sarf etmek zorunda kalmazsınız. Ben:

Mutlu olmayı seçtim çünkü sağlığıma iyi geliyor.

 

Varlığınla kimilerine sevgiyi, şefkati, mutluluğu hissettirirken kimilerine hüsranı, kızgınlığı, umutsuzluğu hatırlatabilirsin. Her ne şekilde olursa olsun, Senin varlığın asla anlamsız değil!”

 

  • Kabullenmek, İç Huzuru Sağlar!

Bazı durumlarda “Ne olduysa oldu” dediğimizde rahatlıyoruz. Bu tarz durumları yargılamaktan vazgeçip, iyi tarafından bakmaya çalışıyoruz ki bu yaklaşım iç huzurumuza büyük katkı sağlıyor. O vakit “Oluruna bırak özgür ol!”

  • Duygularımızı Kabullenmek, Kendimizle Daha Barışık Olmamızı Sağlar!

Duygularımız hem kendimize hem de diğer insanlara bizimle ilgili değerli bilgiler verir. Kendi duygularımızı kabullenmemek, bizi kendimizden uzaklaştırmaya ve kim olduğumuzu sorgulamaya itecektir. Bir başka deyişle, kendimize yabancılaşırız. Ve biz de kendimizi aramıyor muyuz fırtınalı denizlerdeki sabit alabora gemi gibi…

 

  • Kabullenmek, Şükran Duygusunu Besler!

Öyle tecrübeler yaşarız ki, kabullenmekle birlikte kendimize şunu söyleriz; “Bu deneyim için teşekkür ederim. Ondan neler yapabileceğimi öğreneceğim. Çözümün bir parçası olacağım. ”

Kendime kendimden başka kendim yok.

Ayak parmaklarının uçlarından ruhunun derinliklerine kadar sen çok güzel bir insansın.

Bu Dünya’da senden bir tane var ve olduğun halinle mükemmelsin. Çok güzelsin. ?

 

Üç “İ” kuralını hatırla. İstemeli, İnanmalı ve hedefe giden yolda İlerlemelisin. Benim burada dikkat çekmek istediğim; bir hastalık haberi ile yüzleştiğinde, karşı cinsin ayrılma isteği ile karşılaştığında, çok sevdiğiniz veya ihtiyacınız olan bir işten çıkarıldığınızda, emek sarf ettiğiniz üniversite sınavını kazanamadığınızda…

Kabullenmeyip acı çekmek mi?

Kabullenip yeniden savaşmak mı?

Neyi istiyorsun neye inanarak nereye ilerleyip…

Önemli olan mücadele etmek!

İşte bu benim sloganım. Her ihtiyaç duyduğunuzda sessizce tekrarlayabileceğiniz bir mantra geliştirin kendinize. Eğer benim mücadelem biterse; kalem gider, kağıt gider, şiirim biterdi… Sabır ile şükür arasında sonsuz bir mekik dokur, mücadelemizin kahramanınlığını naralarla duyururuz sayfa sayfa şimdi…

Hangi yıllarda doğduğunuzu bilemem ama günümüzde halen kulaklarımızın tanışık olduğu bir ses var:

 

KABULLENMELERİN GÜCÜ ADINA! GÜÇ BENDE ARTIK…

Acaba He Man’ın bu sözünün orijinal hali böyle olabilir miydi? Kabullenmelerimiz kendi gücümüz sayesinde. Sana verilen muhteşem gücü kullanmak için kılıcını havaya kaldırıp şunu söylemen gerekiyor: Kabullenmelerin gücü adına! Güç bende artık… Diyebildikten sonra kainattaki en güçlü kişi gibi hissedeceksin kendini. Kahraman olduğunu kabul ederek fark edeceksin kendini, şimdi.

 

 

Sevgili Okur ve Sevgili kendim;

Bu zamana kadar birçok başarıların oldu.

Başkalarıyla mutluluğunu paylaştın belki ama kendine hiç teşekkür etme fırsatın olmadı.

Teşekkür ederim.

İyi ki varsın..

 

Tarih Sevenler İçin Dizi Önerisi: Rebellion

Tarihsel kurgu dizileri sevenler için çok güzel bir öneri ile karşınızdayız. REBELLION”
İrlanda Cumhuriyeti’nin kanlı özgürlük ayaklanmasını konu alan dizi, 1916 yılında geçmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda Birleşik Krallık için iç sorun haline gelen İrlandalı milliyetçiler Paskalya gecesi büyük bir ayaklanma gerçekleştirir.
24 Nisan 1916’da  gerçekleştirilen bu ayaklanmanın 100. yılı anısına “Rebellion”,  24 Nisan 2016’da gösterime girdi. 2 sezonu yayınlanan dizi 10 bölümden oluşmaktadır.
Rebellion
dizisini sadece Birleşik Krallık ile İrlandalı milliyetçileri konu alan mini bir dizi olarak görmek oldukça yanlış olacaktır. Dizide de kadınların mücadelesinden tutun kiliseler arası görüş ayrılıklarına kadar birçok konu işlenmektedir.
Dizinin yönetmenliğini Aku Louhimies yapmaktadır.

İlk Kalemime Özlem ve Sevgi ile


Herkes doğduğunda boş defter yapraklarından oluşur. İlk kalemimiz annelerimizdir. Onların yazmasıyla şekillenen defterimiz bizleri yansıtır. Ben bu konuda şanslı olanlarımızdanım.

Sekiz sene önce kalemimi kaybettim. Bana o kadar güzel şeyler not almış ki kalemim, diğer kalemlerime nazaran hâlâ daha onun izleri olan sayfalarımla yeni bilgiler öğrenip güzelliklerle bakıyorum hayata. Kalemimi kaybettiğimde cansız olan deftere yazdığı şiirlere rastladım. Dedim ki güzelliği şairliğinden geliyor. Burada bir şiirine yer vermek istiyorum.

“Yarama vururlar neşter
Durmaz kanar içinden.
Görünmeyen yaraya
Sargı bezi neyleye.

Yaram öyle derin ki
Bir sözle deşiliverir
Ben ah! edip yandıkça
Üzerime dökülen su neyleye.”

Görünmeyen yaralarımıza sargı bezi neyleye dostlar.

Kalemimi kaybettiğimde artık benim de bir kalem olduğumu fark ettim. Ben de insanlara yani boş sayfalara artık bir şeyler karalıyor, onları etkiliyordum.  İlk kalemim için bir şiir kaleme aldım ve dedim ki:

Bu, dünyanın düzeni,
Sen seversin üzeni,
Deli gibi gezeni
Gördüm, duruldum anne.

Yemek ol gel de hep piş;
Yesen de doymaz ki diş.
Her gün de yeni bir iş,
Artık yoruldum anne.

Sayarız öğünleri,
Ararız hep dünleri,
Özledim o günleri,
Resme sarıldım anne.

Hayat tam bir bulmaca,
Aşka hasret katmaca
Uçamayan atmaca
Oldum, darıldım anne.”

İlk yazımda ilk kalemime özlem ve sevgi ile güzelliklerin bol olduğu güzel hayallerin güzel hayatlara döndüğü güzel güzel günler dilerim, saygılarımla.

 

Uçamayan ATMACA

Kendi Kendime

Yol boyu yürü.

Hava soğuksa elin cebinde,

Şayet sıcaksa ayaklarında terlikle.

Dünyadan değil de  kendinden bahset

Ama kendine.

Çıktığın merdivenleri say,

Hatta parke taşlarını, çizgilerine basma mümkünse.

Bunlar bildiğin şeyler.

Yürüdüğün yol gibi.

 

 

Gidenler

Ölüm sessiz çığlığıyla yankılanıyor kulağımda,

Gidenler, kalbimin ücra köşesinde kavuşmayı bekliyor,

Şehir sessizce ölümün çığlığına eşlik ederken,

Kuşlar dualarla yükseliyor semaya.

Küçük Kız

Bir yanın geceye yakın, diğer yanında güneş doğarken.

Küçük bir kız çocuğu oynuyor gülüşünün kıyısında.

Sonra, bir bakıyorum gözyaşın gizlenmiş gülüşünün ardına.

Uzaklara dalıyorsun bir ara

Ve denizlere hep uzaktan bakıyorsun.

Sanki boğulmaktan korkarcasına

Korkular biriktiriyorsun küçük kız,

Korkular biriktiriyorsun hep aklının kıyısında.

Sonra gözlerin kapalı karanlıkta yürüyorsun, bakmadan etrafına

Söyle Allah aşkına, söyle gelebilecek miyiz bu çelişkilerin sonuna?

Gülüşünü seviyorum küçük kız, gülüşünü.

Ve gizlemeye çalıştığın o hüznünü,

Bir de saçlarını

Babası tarafından hiç okşanmamışlığın kırıklığı var saçlarında.

Büyümeyen küçük bir kız içinde.

Sevgim üşüyor küçük kız, sevgim üşüyor.

Isıtsana yüreğinin sıcaklığında

Hani diyorum bir de,

Yaşasak bu ömrü birlikte

Ömrümü ömrüne katarcasına

Ömrünü ömrüme katarcasına

Sonsuz Eksi Bir

Sonsuz denen

-Hiç- şey…

Bir sembolden ibaret.

Söz konusu olan şey

Bir düş;

Akılcılaştırılmış!

Kafesin içinde.

Kafes daralmış!

Böylesine güzelken

Bakamadığımız bir gökyüzü var,

Kafese sıkışmış!

Sarmaşık

Hastalıksın ruhumda zuhur eden,

Yalnızca benim toprağımda filizlenen

Bilmem ne zaman zehirli sarmaşıklarını çiçek açtırırsın tamamen,

Kendi toprağına veba, başkasına şifa iken.

Nerede Olmak Vardı Şimdi

Nerede olmak vardı şimdi
Gecenin mehtabında sakin bir kumsalda
Ateşin etrafında toplaşan bir kahkahada
Hep bir ağızdan söylenen eski bir şarkıda
Dalganın kıyaya vuruşundaki kayboluşta

Nerede olmak vardı şimdi
Güneşli bir günde çiçeklerle dolu bir tepede
Yalın ayak izlerinin olduğu dar bir patikada
Tek tek toplanmış bir demet papatyada
Saçlarımızla oynayan hafif bir rüzgarda

Nerede olmak vardı şimdi
Ağaçlarla kaplı uzun ve dar bir yolda
Hafif hızla seyir halindeki bir arabada
Camdan çıkarılan her saç telinin uçuşunda
Varacağın yere yaklaştığındaki o heyecanda

Nerede olmak vardı şimdi
Sıcacık evden gelen tanıdık bir seste
Lezzetli yemeklerle dolu tatlı bir sofrada
Kanepede uzanılmış sıcacık bir kucakta
Ruhunun okşandığı yumuşacık ellerde

Nerede olmak vardı şimdi
Hayallerde, rüyalarda, yarınlarda
Görmek istediğin her yerde
Duymak istediğin her seste
Dokunmak istediğin her bedende
Şimdi sen seç nerede olmak vardı şimdi…

 

Bana, Bize, Size Dair

Beş yüz milyon yıl kendimle savaştım. Kendi kendime iyiyi, kötüyü ayırdım. Bazen de istemeden harmanladım. Takatim kalmayınca insanlardan sıyrıldım. Acılarını hissettim, adeta mıknatıs gibi çektim. Sevinçleri beni görünce hep karşı kaldırıma geçti. Çoğu zaman anladım onları. Kimseyi kimseden ayırmadım. Şimdi mecburi yalnızlığın ortasında tanıdık gelen öz silüetimle kaldım. İmdat naraları atıyorum etrafıma. Uyumda güçlük çekiyorum. Şiirler yazıyorum durmadan. Bazen denizin mavisini gökyüzüyle harmanlayıp önüme ucuz bir tepside sunuyorum. En çok da kendim oluyorum. Sanırım bu yüzden yalnızlaşıyorum. Yirminci yüzyılın altın kuralı olan sahteliğe meydan okuyorum.

 

İhtiyacım Var

Aşkım dayanamıyor,

Taşıyor Ay gözlerimden.

Her güneş gözlerine baktığımda,

Parlıyor, aydınlanıyorum.

İhtiyacım var sana,

Görmem için, görünmem için,

Güneşine ihtiyacım var.

 

Acaba diyorum biter mi bu günler?

Her saati asır, her dakikası sene olan günler.

Sevgi, aşk yaşatıyor beni,

Sev, sev ki erisin zaman,

Gül, gül ki genç kalalım,

İlk günkü gibi bir kördüğüm misali.

 

Nefes alıyorum, anlıyorum nefes sensin.

Uyanıyorum anlıyorum sensiz yaşamak,

Göz kapatıp açmak sadece.

Gülmeye çalışıyorum, konuşmaya,

Anlıyorum sensiz her laf güzaf.

 

Sonra durup,

Acaba diyorum biter mi bu günler?

Kavuşur mu güneşini arayan ay gözlerim?

Pamuğu andıran ellerine kavuşur mu?

 

Yanı başımda çalıyor,

Cahit’in Yedi Güzel Adam’ı,

Yaş olup akıyor,

Sezai’nin Mona Rosa’sı,

Ben ise anlatamıyorum,

Bulamıyorum, elim boş,

Kalem dilsiz, kağıt sessiz,

Affet sevgili kelimeler kifayetsiz.

 

Tükendi kalem, gerisi güzaf,

Kalbime bak bu dizeler yetmezse,

Kaleme sor ne kadar yazmak istediğimi,

Kağıda sor kaç damla yaş döktüğümü.

 

Ay, Güneş’ini bekler her gece gecikmeksizin,

Ben Ay’ım gel artık Güneş’im,

Birbirimize bakıp parlayalım,

Özüm kaldı kavuşalım.

(S)onsuzluk Feneri

Yanaştı bana ızdıraplı günler,

Mecburiyetten bu bayat gülüşler.

İnanır mısın kırık pembe düşler?

Bilirim (s)onsuz, bitirir gidişler.

 

Vurur duygular karaya bak nasıl?

Karanlık, limana basınca asıl…

(S)onsuzluk fenerim sendin kaç asır?

Sabahları yoksun, geceleri sır…

 

Elimde değilsin gönül kıyımda,

(S)onsuzluk fenerim vardı yanımda.

Bizli hangi anı kalır aklımda?

Fenerim sönmüşse uyandığımda.

 

Ruhun ruhumda ve kalbin kalbimde,

Ne ellerimde ne derinlerimde…

Fener denizde ve (k)okun genzimde,

(S)onsuz bir şiir var emanetimde.