Bir Eylem’in Denemesi

Sonbahar yazın kapısını serinliğiyle tıklattı; hava kapalıydı. Yağmur yağacak, bir ağacın teni ıslanacak, toprakta gökyüzünün resminin çizildiği göletler oluşacaktı. Bu hisli düşüncelerinden sonra perdeyi örttü, gözlerini kapattı. İçinde bir güneş göğe yükseldi fakat çok zaman geçmeden güneş tekrardan battı. Birinin hayalini kuruyordu, sevmek eylemi, tabanları yırtılırcasına zıplıyordu göğüs kafesinde; tıpkı uzun zamandır parka gitmemiş bir çoçuk gibi. Kendi içinde diyaloglar kuruyor, içindeki hislere roller veriyor ve sırası gelen dile geliyordu. İçinde bir his duraksadı, masum bir yüz ifadesiyle etrafa bakındı, konuşmak istedi, sustu. Bağırıyordu, pes bir ses kirleniyor ve duyulmuyordu. Televizyon izlemek istedi. Televizyon kumandasına doğru uzandı, eline aldı. Kanal değiştirme tuşlarına bastıkça kumandanın başı aşağı yöneliyordu. Kumandayı daralmışlık hissiyle gevşek tutuyordu, düşmesi olasıydı. Birkaç programa bakındı. Kafasındaki bulutlar dağılır gibi oldu, dağılmadı. Sonra birden sevmek zihninde şiddetlendi. Sevmek eylemi sızım sızım sızlatıyordu. Bir bardak su aradı; mutfağa koştu. Musluğu en tazyikli şekilde açtı; farkında değildi. Bardağı musluk ağzının altında tam hizasına koydu. Topraktan su fışkırıyor gibi bir manzarayla bardağı yarı etti. Diktiği suyu sadece ağzında, yemek borusunda ve midesinde hissetti. Yaramadı.. Hayalinin elinden tutmak gibi serinletmeyeceğini anladı.Yazın sıcak günleri yavaş yavaş etrafları terkediyor; tanışık olduğu yaz rüzgarları ağaçların yapraklarına dokunarak alıp başını gidiyordu. Bu terkedişi teninde hissediyordu. Suratındaki asık belirsizlikler, zihnindeki buğulu fluluklar silkelenerek bir anda tüm atmosferini kaybetti, yok oluverdi. Odasında kendini bir uğraşa verdi; – insanın elinde bir meşgalenin olması huzurlu ve saygınlık duygularını doğuruyordu – televizyondan gelen sesler arada kulağını tırmalıyor, soluksuz uğraşına devam ediyordu. Bir yerden öğrendiği, bu konuda kendini usta derecesinde gördüğü bir uğraşı vardı. Çöp ağaçlardan otantik, minyatür evler inşaa edip kendine bir şeyler katıyordu. Neredeyse bir yarım gün buna odaklandı. İncelik ve titizlik gerektiren bir işti. Çöp ağaç parçalarını belirleyerek önce evin iskeletini oluşturuyo; işin asıl kısmına geldiğinde daha da dikkatli davranıyor ve tüm odağını bu işe veriyordu. O an zihninde sevmek eylemi yoktu. Sokakta biri avaz avaz bu kelimeyi bağırmasa iyiydi. Zira hatrına gelir, bir an bu his onu fevrileştirebilir; elinin tersine geldiğinde uğraşı ve morali bozulabilirdi. Böyle bir durum o an yoktu ve daha sonrasında da olmadı. Kuvvetli, hoş ve samimi bir eylem hayatının bir anını nasıl da mahvedebiliyordu. Ulaşılamayan arzu krize ve ruh bozukluğuna yol açardı. Elleri karıncalanmaya, gözleri seçmemeye başlayınca bugünlük ara verdi. Aklına hoş, marjinal bir mekan geldi; daha önce bir kaç kez oraya gitmişti. Üzerine hafif fakat sıcak tutacak bir kıyafet giymek istedi. Karar verdi, bir çırpıda – çırpınışlarla ruhundan çıkaramadığı giysileri – giydi. Evi kontrol etti; saate baktı ve kapıyı açtı. Kapı kapandığında bedeni sokağın ortasında, gözleri gideceği tarafta ve ruhu göğün kapalı bulutlusundaydı. Gittiği yollar düzgündü; bu düzlükte ayağına sevmek takılmaz, dolaşmazdı. Düşmezdi ya.. O kadar da ayakta durmasını bilir, duygularına hakim olabilirdi. Sevmek eylemini gün içerisinde hayal meyal gerçekleştiriyordu. Alışmıştı, ki böyle yaşamasını, adımlamasını ve ince belli bardaktaki çaydan keyif almasını öğrenmişti. Olmayan şeylere takılmanın lüzümu olmadığını biliyor fakat ciğeri bu havayı solumaya maruz kalıyordu. Yürüdü.. Yürüyordu.. Artık geleceği yer gözlerinin önündeydi. Ağzının tadına layık bir kahve uzuvlarına iyi gelecekti. Ceketindeki serinlik, mekana girdiğinde hissettiği sıcaklıkla son buldu. Köşede bi masaya oturdu. Kahveden önce gün içerisinde ağzında kalan tadları silinmesi ve kahvenin tadının kıvamını damağında noksansız hissetmek için su söyledi. Bir orta şekerli kahveyi de rica etti. Ve bugün ve bir gün ve yarın ve dün ve hayatının bir döneminde yaşantısının hal vaziyeti bu şekilde ilerlemişti. Tanımlayabildiği kadar anlamış, merak ettiği kadar sınırsızlaştırmış ve hayal kurduğu kadar ufuklara uzanabilmişti. Yağmur yağacak, belki sonra gökkuşağı gökyüzünde belirecek ve sonbahar sarımtırak boyalarıyla yazın tüm tuvallerine renklerini boyayacaktı.

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version