Benim İç Dünyam

Burayı anlatmaktan hiç vazgeçmedim. Yaşamanın, tadına, zevkine, hüznüne, sevincine burada anlam verdim. Bu yolun sonunda belki başka şeyler olacak ama bundan ne olursa olsun vazgeçemedim. Ben adımı buraya yazdım. Burada öğrendim, burada yeniden doğdum ben. Bir parça yağmurdan sonra açan gökkuşağına burada arkadaş oldum. Hayvan seslerini ilk defa burada büyük hevesle dinledim. Dağın etrafından dolaşan sis bulutlarına hayatımı anlattım.

Karadeniz’in yağmurlarına, Ankara’nın ayazına, Erzurum’un dondurucu soğuğuna, hayatın Descartes oluşuna, ardından gelen rüzgâra bu mekânda hayran oldum. Diyorum ki hissetmek önemli bir eylemdir. Denemekten korkmamak da öyle… “Ben” denemekten korkmuyorum. Çünkü hata yapmazsam uzun ve yorucu bir yolculuğa çıkıp korkumu yenmezsem, sonrasında gelecek bir fırtına da nasıl ayakta kalırım? Hep anlatıyorum, birkaç kelimeyi denkleştirip anlatıyorum. Ama ne zaman dediğimi unutuyorum. Neydi ki acaba diye düşünürken, çevreme sormuş buluyorum. En son ne dedim ben?

Çekmecenin içinde ufkumu açacak birkaç nesne olmalı diyorum kendimce. Göz ucuyla kahve kutusuna denk geliyorum. Sıcacık yapıp içsem mi? Yağmurun verdiği serinlik karşısında… Dağ evleri her zaman en güzel evlerdir. Kimsecikler yoktur. Yalan üzerine, riya üzerine, duyacağın hiçbir şey yok etrafta. Bu çok güzel nefes olur ormanlara… Islanmış odun parçalarını sobada yakmaya çalışmak, şömine karşısında kurumak… Yaşamın kendisidir.

Ey güzel insan! Öğren nasıl cevap vereceğini…

Cevap vermek, ormanların sularıyla akıp gider. Yalnız dağın içinden çıkan cevapların, enerjisi daha mükemmeldir. Nefes almak için geldiysen bu dağ evine boşuna uğraşma. İnsan önce kendi beynine nefes aldıracak. Yoksa yaşamış yaşamamış neye yarar? Öyle değil mi?

Yaprakların üzerinde duran minik böcekleri kaç kişi görüyordu dersin? Ben görüyorum. Çünkü doğa ile el ele yürümek, koşmakla başkalaşım yaşadığımı anlar gibiyim. Yine de emin olmak güç bir durum. Doğa insanın kafasını çok karıştırır. Adım attığın yerde bir şey daha öğrenirsin. Bir daha bastığında yeni bir bilgi daha…

Hisset yeşili ve maviyi! Kapılıp git bu serinliğin deliklerine…

Bazı bölgelerde yeşilin, maviye özlemi vardır. Hatta bazı sular bile birbirine karışmaz. İşte doğa böylesine leziz bir yemeği andırır. Yedikçe bir daha istersin. İki durumda zor bir iştir. Yemek yemek mi? Yaşamak mı? Nefes almak mı? Düşünmenin üzerine bile çok tartışılır. Parmakların çamura dediği zaman temizlemek bir hayli pişmanlığı hatırlatır. Keşke buraya gelmeseydim. Sonrasında ne oldu? Unuttun gitti…

Vazgeçmedim! Çünkü bu benim Mostar’ımdı. Öğrenmek istersen eğer, Nevetra’yı hatırlat bana! Beklediğim sensin diyecek kadar vazgeçmedim bu hayalimden. Sen olsan da, olmasan da bu el bana uzanıyor ve tebessüm ediyordu. Kafamda tasarladıklarımı bildiğini sanıyorum. Beyaz ve ince parşömen kâğıdına papatyaları sarıyorum. Yoksa nasıl güzelleşir bu akşamüstleri…

Özetle;

Sonu olmayan bir yoldayız. Dik yokuşu çıkmak zor. Koca bir dünya, dar sokaklar, köşe başında bir şiir başlıyor. Dinleyelim! Bu çıkılmayan yolun şiirini…

Dar sokakların amansız bir mızıkacısı, amansız şiir yazanı vardır. Derdi Erciyes’i aşmış, çeşmede sayıklayıp durur… Ben derim ki, vazgeçme yaşamaktan, vazgeçme hayallerinden, vazgeçme fidan büyütmekten, vazgeçme şiir dinlemekten…

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version