Acıyı Yaşamak ve Acıya Ortak Olmak

  Bu dünyaya getirildik ve hayatın kollarına bırakıldık. Yaşadığımız süre boyunca hep etrafımızda bir şeyler oldu ve şu an da olmaya devam ediyor -gelecekte de olmaya devam edeceği gibi-. Bu olanlar bizi çeşitli duygulara bürüyüp kendimizle ve çevremizle alakalı tonla düşünceye sevk ediyor. Düşüncelerimiz tercihlerimizi ve tercihlerimiz de bizi oluşturuyor. Ben, kendimizi oluşturma sürecindeki duygu basamağını -özellikle acıyı- ele almak istiyorum. Acıyı; oluşturduğumuz bireysel dünyadaki bir parçanın yerinin değişmesi veya tamamen dünyamızdan çıkması sonucunda dünyamızda gerçekleşen değişikliğe adapte olma sürecinde yaşadığımız yoğun hissiyat olarak tanımlıyorum. Acı, kendimizi oluşturma yolunda olumlu duygulardan çok daha yararlı ve yol gösterici olmasıyla beraber, olumlu duygular yaşayabilmemiz ve olumlu duyguların değerini anlayabilmemiz açısından çok değerlidir. Yaşıyorsak eğer, acı çekmek gereklidir.

  Bizler, hayatta olduğumuz süre boyunca karşılaştığımız olaylarla birlikte kendimize özgü bir dünya ve değerler sistemi oluştururuz. Bu dünya içerisine yerleştirdiğimiz kişiler, nesneler bize özgüdür. Onların ifade ettiği anlam, bizim dışımızdaki kimse tarafından tam olarak anlaşılamaz. Bu nedenle yaşadığımız acılar objektif olarak kimseninkilerle karşılaştırılamaz. Bir kişinin, kendi dünyasını oluştururken çok değerli bir konuma yerleştirdiği nesneyi kaybettiğinde duyduğu acı, başka birinin dünyasında görece önemsiz bir konuma yerleştirdiği bir kişinin kaybından duyduğu acıdan daha az olamaz. Sonuç olarak acıların genel bir hiyerarşik düzeni yoktur.

  Yaşadığımız bir olay karşısında ortaya çıkan acı, bizi yalnızlığa ve düşünmeye iter. Aksi gelişen durumlarda çektiğimiz acıdan ve aslında kendimizden kaçarız. Evet, yüzleşmek kesinlikle zordur fakat kaçtığımız sürece yüzleşemeyeceğimiz acıyı omuzlarımızda taşımak daha mı kolay? Acının geliştirici ve derinleştirici etkisini vurgulamak adına kendimizle baş başa kalıp acının üstüne giderek bize ne söylemek istediğini anlamaya çalıştığımızı varsayalım. Yalnız kalma sürecinden, karşılaşılan olayla alakalı hiçbir yanıt elde edemesek bile olayla ilgili kendimizin ne hissettiğine ve ne düşündüğüne kulak vermiş olarak çıkarız ki bu da hiç değilse kendimizle alakalı bir farkındalığa sahip olmamızı sağlar. Sonuç olarak kendi varoluşumuzda bir kat daha derinleşmiş oluruz. Bu tecrübemiz, kendimizi oluşturma yolunda attığımız bir adım olmakla birlikte hayatımızın geri kalanında karşılaşabileceğimiz benzer olaylarda koruma görevi görür.

  Gerçekleşen olumsuz bir olayın bizi karşı karşıya bıraktığı acı, bizi –olayın büyüklüğüne paralel olarak- sarsacaktır. O anda dünya eskisinden daha karanlık ve biz, kendi gözümüze eskisinden daha güçsüz görünebiliriz fakat bu oldukça normal bir yanılgıdır çünkü etkisinde olduğumuz duygunun yoğunluğu düşüncelerimizi de etkiler. Yaşadığımız olayla ilgili neyi değiştiremeyeceğimizi fark etmek ve bunu kabul etmek, yaşadığımız acıyı anlamanın ve sonrasında damıtıp ondan nihai bir ders çıkarmanın ön koşuludur. Kabullenmeme durumunda ise sağlıklı bir sorgulama yapamayız. Kendimizi mağdur olarak nitelendirip şikayet ederek bir yere varmamız pek mümkün değildir. Oluşan olumsuz durumun kaynağı bizken dışarıda arayabilir, kaynak dışarıdayken boş yere kendimizi hırpalayabiliriz. Böylelikle yaşadığımız acı içerisinde, bir yanıt bulamadan, kısır döngüde savruluruz.

 Gücümüz sonsuz değildir;  her şeyle başa çıkamayabiliriz, acıyla da öyle. Böyle bir durumda çevremizde değer verdiğimiz insanlara yöneliriz, böyle bir insan yoksa ruh sağlığı çalışanları bizim için vardırlar. Şimdi konumumuzu değiştirip acıyla başa çıkmakta zorlanan bir dostumuzun dinleyicisi konumuna geçelim. Karşımızdaki kişiyi değerli hissettirmek, karanlığa bürünmüş dünyasını bir nebze olsun aydınlatmamızı ve onu daha güçlü hissettirmemizi sağlar. Ona verdiğiniz değeri, onun gözlerinin içine bakışımızdan ve onu dinleyişimizden anlayacaktır. Ona verdiğimiz bu izlenim, onun kendisini bize açmasında motivasyon kaynağı olacaktır. Bazen yaşadığı acının kaynağı ‘bize’ çok küçük, değersiz görünebilir fakat ona saygı göstermemiz gerekir. Biliyorum beylik bir laf gibi geliyor fakat karşımızdakinin duyduğu acıya gerçekten saygı göstermezsek onun anlattıklarını tam anlamıyla dinleyemeyiz ve anlayamayız. ‘’Sen bu olay karşısında böyle hissedecek insan mısın yahu, toparlan bakalım!’’ derken aslında onu yüceltmiş değil, aşağılamış oluruz. Karşımızdakini dinlerken yapmamız gereken bir diğer önemli davranış empatidir. Bu noktada empatiyi, ‘’Kendimizi olduğu gibi başkasının yerine koymak değil, onun gözünden yaşanılanlara bakmak.’’ olarak tanımlayabilirim. Empati yaptığımız takdirde karşımızdakinin yaşadıklarını daha fazla içselleştirebileceğimiz için ona daha fazla yardım etme imkanımız olur. Karşımızdakinin içini dökmesi sürecinde bir diğer önemli nokta, ona verdiğimiz dönütlerde alttan alta yaşadığı durumu, bu durumun kaynağını sorgulamasını sağlatmaktır. Sordukça farkına varacak ve farkına vardıkça yeni sorular türeyecektir. Aldığı veya alamadığı yanıtlar ise farkındalıklarını ve yaşantısından çıkardığı anlamlı dersleri oluşturacaktır. Son olarak bahsetmek istediğim konu yargı konusu. Karşımızdakini anladığımızı düşündüğümüz zamanlarda –eğer onun da anlatacakları bitmemişse- kendi kendimize bile olsa bir yargıya varmamamız gerekir çünkü erken yargıya varmak, onu anlamamıza engel olur ve karşıdakinin anlaşılmadığını fark ettiği durumda bize karşı bir duvar örmesi muhtemeldir. Üstelik tuğlaları ona biz vermiş oluruz.

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version