Devrim Niteliğinde Bir Şiir: Kitabei Sengi Mezar

Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’ın “Garip” isimli kitabı çoğu kimse tarafından bilinir. İlk olarak 1941’de yayınlanmıştır ve Orhan Veli’nin “Kitabe-i Sengi Mezar” isimli şiiri de bu kitabın içindedir. Kitap zaten fazlasıyla ilgi ve tepki çekmiştir ancak tartışmaların odağı daha çok bu şiirdir. Şiirin başkarakteri günlük yaşamın sıradan akışında kolayca rastalayabileceğimiz herhangi bir Süleyman Efendi’dir. Esas yenilik de buradadır. Zira o zamana kadar şiir hep yüksek zümrelere, elitislere hitap etmiştir; başkarakterler sıradan vatandaşın yaşam tarzından uzak karakterlerdir. Ayrıca şiirde ölçü, uyak, redif gibi unsurlar önemsenmemiştir. Bu durum gelenekçi şairler tarafından hiç hoş karşılanmayıp sert ve acımasız eleştirileri beraberinde getirmiş olsa da, artık şiirin herkese hitap ettiğini savunup bu akımı destekleyen bir kesim de oluşmuştur.

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.

II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

III

Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."

İlk bölümde sıradan karakterimiz Süleyman Efendi’nin zor yaşam standartlarını görüyoruz.

“Hatta çirkin yaratıldığından bile o kadar müteessir değildi” Süleyman Efendi’nin dış görünüşünden şikayet edebilmesi için, önce temel gereksinimlerini karşılaması gerekir.

“Kundurası vurmadığı zamanlarda anmazdı ama Allah’ın adını, günahkâr da sayılmazdı” Süleyman Efendi’nin isyanının ve çaresizliğinin dilinde bir küfre dönüştüğü açıktır.

İkinci bölüme gelelim:

“Mesele falan değildi öyle, to be or not to be kendisi için” Süleyman Efendi’nin varoluş sancısı çekip “olmak ya da olmamak” diye felsefî düşünebilmesi için önce karnını doyurması gerekmektedir. Bu aynı zamanda daha önce hep bu tarz konuların işlenmesine karşı bir tepkidir.

“Bir akşam uyudu; uyanmayıverdi.” İşte bu kadar basit. Süleyman Efendi’nin ölümü hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Çünkü Süleyman Efendi zaten herkestir.

Üçüncü bölümde duygusal bir final yapıyor şair.

“Artık ne torbasında ekmek kırıntısı, ne matarasında dudaklarının izi; öyle bir ruzigar ki, kendi gitti, ismi bile kalmadı yadigâr”

1 COMMENT

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version