Cihan Şümûl Bir Devlet

Başlığına “şümûl” ibâresini koymamızdan anlaşılıyor ki, mevzu bahîs Devlet-i Âli Osmân.
Bir devlet olmanın yanı sıra; teb‘asında muhtevî, yetmiş yedi millet ile altına girildiğinde
serinleten, kültür şelalesi olmasıdır.
Mevzumuza, bir kıssa ve kıssa üzerinden topoğrafyaya saygı hakikatini muhtelif muvâcehe
sûreti ile Firavun’un veziri, Hamân kılıklara buradan top atışı yapalım.


Hz.Mûsâ (a.s.m) Allah’ın varlığı ve birliğine dâir mu‘cizeler gerçekleştiriyordu. Mevcûdât’ın
yegâne sâhibinin ve hâkiminin cenâb-ı hak olduğunu iddia edip ispatlıyordu. Bundan gâyet
derecede rahatsız olan Firavun, “Ey Hamân!” dedi, “Bana yüksek bir kule inşa et; belki bazı
yollara, göklerin yollarına ulaşırım da bu sayede Mûsâ’nın ilâhını görebilirim! Doğrusu onun
bir yalancı olduğunu düşünüyorum.” dedi.

Babil Kulesi - Vikipedi
Babilkulesini, Haman’ın inşa ettiğine dair rivayetler mevcud.


Hamân ise bu emir üzerine yüksek bir kule inşâ’ etti. Ama bütün çabaları boşaydı. Zîrâ inşâ’
için pey edilen paralar israf olmuş kule yapma çabaları boşa gitmişti. Ezcümle, günümüz
Hamân kılığına girmiş simsarlar, toprağa zarar vermenin ötesine geçemiyorlar. Milyarlarca
liralar harcayıp, konutlar dikiyorlar. Neticesinde yaptıkları binâlar, bir deprem ile tuzla buz
oluyor. Doğa ile sınırlı kalmayıp şahsi para ve itibar kaybına uğruyorlar. Mes’elenin hakikat kısmına Devlet- Âli
Osmanlı da ki topoğrafyaya saygı ile giriş yapalım.
Osmanlılar şehirlerini inşâ’ ederken yokuşları, tümsekleri veya eğilimleri törpülememiş,
topoğrafya nasılsa ona mutâbık binâlar inşâ’ etmişlerdir. Veya günümüzde olduğu gibi
eğimden istifade edip fazladan kat elde etme yoluna gitmemişlerdir. Ağaçlarla ve yeşil örtü
ile binâlar birbirine her zaman uyumlu olmuştur. Ağaçlar, mimâri şaheserlerin görünümünü
engelleyen unsurlar olarak görülmemiş, tam aksine ağaçlarla eserler birbirlerini tamamlayıcı
unsurlar olarak görülmüşlerdir.

Yeşillikler içerisinde doğanın bir parçası gibi duruşu……


Bu târihî hakikati anlayabilmek için Haydarpaşa’dan veya Harem’den Topkapı Sarayı
tarafına bir nazar gezdirmek yeterli olacaktır.
Bu saadet asırlarında inşâ’ edilen evler günümüzdeki evler gibi sonradan yere konulmuş
gibi durmuyordu. Sanki birer ağaç misâli, yerden çıkmış gibi duran bu evler iki katı
geçmiyordu.
Her evin girişi ayrı ve bir kapıdan sadece bir âile giriyordu. Geniş, uzun, dümdüz cadde ve
sokaklar yerine, topoğrafya nasılsa ona uygun ve ihtiyaca göre inşâ’ edilen intizamlı ve
kıvrımlı bir sokak üslûbu benimsenmişti. İstanbul’un meydanları da günümüze nazaren
daha küçük ve insânî ölçüleri hâizdi. Bir mescid, çeşme ve çınarın etrafında gelişen ve
temâyüz eden meydanlar aynı zamanda üç dört sokağın birleşerek oluşturduğu mahallelerin
merkezi konumundaydı. Ayrıca Osmanlı mimarisine tekrar dönüp baktığımızda aşırı
yükseklik ve büyüklükten kaçınıldığı bir gerçektir.

Süleymaniye külliyesi……

Misâlen: Süleymâniye Camii daha büyük
ve yüksek olarak düz bir alana inşa’ edilmek yerine daha küçük ölçeklerde İstanbul’un
üçüncü tepesine inşâ’ edilmiş ve İstanbul’un siluetinin değişmez baş yapıtlarından biri
olmuştur. Buna karşılık Süleymaniyenin etrafındaki evlerin pencereleri daha küçük yapılmıştır.
Buna sebep ise bakıldığında azametî şaşalı görünmesidir. Bu sayede arza, yâni Cenâb-ı
Hakk’ın koymuş olduğu topografya nizâmına bir saygısızlık yapılmadan, gereken görünüm
sağlanmış oluyordu.
Hulâsaten, ecdâd-ı muazzam dolu mâzimiz, dünyanın temel umdeleri ile oynayıp, şâşâlı
görünmek yerine; insanoğlunun psikolojisini çözümleyip nabza göre şerbet vermiştir….

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version