Bir Savaş Günlüğü

Coğrafya kaderdir! (İbn-i Haldun)

Birazdan okuyacaklarınız sizi ürkütmesin. Bu yazı tamamen bir genç kızın örselenmiş duygularını, günden güne bir ölüye dönüşen bedenini, yaşama olan umutsuz penceresini anlatıyor. Bu defa masum bir genç kız anlatıyor, bizler ise büyük sükunetle onu dinliyoruz. Ortadoğu’nun üzerinde dolaşan kara bulutların ve kanatlı silahların yıktığı bir hayat hikayesi. Savaşların sebep olduğu binlerce parçalanmış hayat arasından yalnızca bir tanesi…

Nedir bizi diğer insanlardan ayrı kılan? Bunu nefes aldığım ilk andan itibaren sorgulamaya başladığımı düşünüyorum. Bence benim kaderime mahkûm edilmiş herkesin sorgulaması gereken bir soru bu…

Üç kardeşim vardı, eniştem ve ablam da bizimle yaşıyorlardı. Mutluyduk; tıpkı bu kanlı dünyada gülümsemeyi başarabilen diğer insanlar gibi… Tenime iğne battığında tıpkı diğer insanlar gibi acımı apaçık belli ediyordum. Bilebilir miydim, iğne acısına hasret kalacağım günlerin önümde olduğunu? Bilsem gözyaşı harcar mıydım, o an ki küçük iğne acısına…

Hayalim vardı. Ah, o karanlığın orta yerine yuva kurmuş, kaderimin hiçbir zaman bana reva görmediği imkânsız hayal. “İnsanlar yaşadıkça alışır acılara, Allah kimseye taşıyacağından ağır yük vermezmiş” derlerdi büyüklerimiz. Evet, hâlâ nefes aldığıma göre alıştım demek ki. Ama taşıyamıyorum, omuzlarım ağrıyor, yürüyemiyorum. Mesela geceleri uyuyamıyorum, kâbuslardan dolayı değil; kulağımı delip geçen kanlı gürültüler yüzünden!

Hemen yanımda bulunan çadırda bir kadın yaşıyor. Daha önce görmedim, tanımıyorum. Ama her gece onun sessiz hıçkırıklarına şahit oluyor, ellerimle sımsıkı ağzımı kapatıyorum; benim kirli hıçkırıklarım onu ürkütmesin diye…

Hayatım boyunca bir yatağa sahip olmadım. Annem ve ablamın elleriyle yaptığı bir döşeğim vardı. Yumuşacıktı, huzurla kapatırdım gözlerimi, rüyalar görürdüm süslü ve beyaz…

Kim olduğumu merak ediyor olmalısın. Kimliksiz, isimsiz bir yabancıyım ben. Bir hiçten ibaret, belki de karşılaşsak yüzüme dahi bakmayacağın bir hayalet… Boş ver, bilme kimliğimi. Ruhumu şerha şerha yakan bir kimliğin ne önemi var?

Her şey, uyuduğum o andan itibaren başlamıştı. Benim kanlı hikayemin yaşandığı o gece; babam, eniştem ve 13 yaşındaki erkek kardeşimi koparmışlardı bizden. Babam olmadan nasıl yaşayacaktık? Eniştem olmadan ablam tutunabilecek miydi hayata? Annem dayanabilir miydi, kardeşim ne yapacaktı ben olmadan? Eline tutuşturulan silahla kimleri vuracaktı böyle…

Kardeşim karanlıktan çok korkardı, nasıl sığınacaktı şimdi gecenin zifiri ve kanlı karanlığına? Köyümüzdeki tüm erkekleri toplamış, savaş dedikleri bir batağa sürüklemişlerdi. Bizi kimden koruyorlardı böyle, hiçbir şey bilmiyorduk!

Bir gece hayatım değişti… Benim kıyametimin başladığı ve ömrümün sonuna kadar devam edeceği o gece gelmişti en nihayetinde. Pek bir şey bırakmadım hafızamda; silik silik çığlıklar, boylu boyunca uzanan acıların film şeridi kaldı geriye.

Simsiyah giyinen, ellerinde kocaman tüfekleri olan bir grup zebani bastı köyümüzü. Evlerimizi tarayıp, bizi tek tek kopardılar yuvamızdan. En son, yerde yarı baygın bir şekilde burnumun feci bir halde sızladığını hatırlıyorum. O his, o koku, o hava hâlâ zihnimde ve anlattıkça hissediyorum; yeniden yaşıyorum sanki…

Bacaklarımı hissetmiyordum, sanırım acıdan uyuşmuş haldelerdi. Boğazımda öyle bir acı vardı ki yutkunmakta inanılmaz güçlük çekiyordum. Tükürüğümde kan tadı vardı, kan yutuyordum sanki. Sol gözüm kapalıydı ve açılmıyordu. Açamıyordum ağrıdan… Sonrası müthiş bir acı ve dudağımdan sessizce dökülen bir ‘ah…’

Hayatım aniden cehenneme döndü. Ailem yoktu artık, yapayalnız bir mahşerin en orta yerinde unutulmuş gibiydim. Artık hiçbir anlamı kalmamıştı yaşamanın, cesaret denen kudret bende de olsaydı şu an huzurla uyuyor olacaktım…

Masumiyetim, gençliğim, ailem, yurdum ve kimliğim… Hiçbir şey kalmamıştı elimde, bilmediğim bir yurdun bizler için ayrılmış soğuk ve ailemden uzak zemininde yaşama tutunmaktan ibaretti hayatım. Yabancıydım; kendime bile. Ağlamak mı? O ne kutsal bir mucizedir Allah’ın kullarına bahşettiği. Benim dökecek gözyaşım bile yoktu, onu da hak etmiyordum artık.

“Yemekler geldi!”

Benim hayatım bu sesten ibaretti. Bu sesin getirdiği ekmek ve su sayesinde nefes alıyor, sessiz ve zararsız bir şekilde ölümün gelip elimden tutmasını bekliyordum…

“Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” (Aliya İzzetbegoviç)

Genç kız sayısız kez tecavüze uğramış fakat bunu dile getirememişti. Sustuk o an; dünya sustu, alem sustu… İnsan hayatının ne denli değersiz olduğunu, bir cana kıymanın yalnızca birkaç saniye olduğunu, hayvanların ve savunmasız insanların bu dünyada yeri olmadığını tekrar edip durdu. Bir insanın hayatını elinden almak bu kadar basit miyidi?

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version