Sarayın Şairi Muhibbi

Osmanlı padişahlarının sanat dallarıyla ilgilendiğini biliriz. Fakat edebiyat dairesinde en
göze çarpan ve bu konuda ilerlemiş olanın da Kanuni Sultan Süleyman olduğunu söylemeden geçemeyiz. Hatta bazı düşünceler Osmanlı’nın bir cihan devleti olmasının altında padişahların her konuda kendini geliştirmiş olduğu düşüncesidir. Muhibbi şahsında konuşursak şiirlerin de neden etkilendiği, devlet yönetimine dair şiirler oluşturup oluşturmadığı gündemimiz olabilir.

Muhibbi denilince akla ilk gelen mısra aşikârdır. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet
gibi olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Yoruma açık bir dize olduğu da
görülmektedir. Lakin çıkarılanlarda ortak olan, devletin halk için hayati önem taşıdığı ve
sağlığın dünyevi nesnelerden çok daha mühim olduğudur. Şiirlerinden ve yukarıdaki şiiri esas alarak diyebiliriz ki; Muhibbi devlet adamlığı vazifesini fazlasıyla ciddiye almış ve bunu da tahta en uzun kalan padişah olarak da kanıtlamıştır. Muhibbinin elbette şiirlerinin konusu
siyaset, devlet, halk değildir. Dillere destan güzelliğiyle her yere nam salan karısı Hürrem’e
kaleme aldığı düşünülen aşk muhtevalı şiirlerdir. Yani Kanuni tek tip şiir yazan bir şair değil,
hayatta dair her türlü duyguyu işlemiştir.

Kanuni’nin şiirlerinde dikkat çeken bir diğer unsur ustaca kullandığı Arapça ve Farsçadır.
Hatta bununla yetinmeyip biri Farsça olmak üzere dört tane de divanı vardır. Fakat o dönemki şairler onu Muhibbi olarak değil de Kanuni olarak tanımak istemişlerdir. Muhibbi o dönemde şairlik konusunda özelliklede gazel türünde etkilendiği kişi ise Sadi Şirazi’dir. Çelebioğlu’na göre “Kanuni padişah olmasaydı bile şair olarak edebiyat tarihimiz içinde yer alması gereken isimlerden biri olduğudur. Kanuni mısralarından birinde der ki “ Saltanat dedikleri ancak cihan kaygısıdır.”

İşin özü Avrupalıların deyişiyle “Muhteşem Süleyman” dünyevi şeylerden sıyrılmaya çalışıp, dünya içinde yeterli gayreti gösterip, şiirlerinde de bunu muhteva edinmiştir. Ancak biz onu devlet adamlığıyla çokça ansak da o, divan edebiyatına adını altın harflerle yazdırmış bir “Divan Şairidir.” Ancak onun dehası ve siyaset stratejileri de onu Kanuni yapan hususlardır. İki kimliğini de yok saymamak onu şair bir padişah olarak bütünleştirmek gerekir. Ancak muhibbi Arapça ve Farsçayı bilmesine rağmen halkın eserlere ilgisi için daha çok Osmanlıcayı kullanmıştır. Kanuni sanat toplum içindir anlayışını da kısmen benimsemiştir. Osmanlı padişahlarının bu denli sanatkâr olmasının altında küçük yaşta verilen ilmi eğitimlere borçlu oldukları da yadsınamaz bir gerçektir.

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version