Lal-ü Ekbem

“Anladım ki susmak bir cüsse işi…
Derin denizlerin işi…
Serin sular en hafif rüzgârları bile coşturabiliyor
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar…”

Bir hüzün makamında erişiriz sükutun müthiş kudretine. Çağın vebalı gürültüsünden kaçarak nefsimizin pespaye isteklerini kulak ardı edip, ruhumuza fırsat verelim o hüzün makamında…

“Eğer kendini bilir ve içindeki meluna sahip olursan, putları yakıp, kırarsın.”

O melun, bazen zehir akıtan dilimizin ta kendisi, bazen ise aciz kibrimizin ayrılmaz gölgesidir. Dilimizde beslediğimiz zehir günden güne bizi de bitap düşürüyor. Öyle ki, temaşa ettiğimiz güzellikleri öldürüyoruz farkında olmadan.

Derin denizlerin sükutu büyüler beni
İçimi bir heybet hissi kaplar
Benliğimi hasret duyguları istila eder
Kalbim ürperlerle dolar
Dalgalı denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana
Göklerin suskunlugu da öyle
Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düşünmüşümdür hep
Sükut her zaman daha manalı, daha derindir…”

“Ya dilinden bal akıt meclis şenlensin, ya da sükut et edebinle, dostun huzura erişsin.” der bir Abdal.

En son ne zaman içten bir tebessüm ettiğimizi hatırlıyor musunuz? Civarın görmek istediği gibi değil de, ruhumuzun rahat ettiği gibi göründük mü? Sahi ya, tatlı bir kelam ve içten bir tebessüm dilimize ne kadar yakışırdı kim bilir…

Ayırdılar bizi bizden. Ne anlayabildik birbirimizi, ne de anlaşabildik bu debdebeli kalabalığın arasında. Her gün biraz daha kayboluyoruz, biraz daha eksiliyoruz. Benliğimiz; gurbetin derin sularında çırpınıyor bizden habersiz.

Velhasıl ziyan olduk, ziyan ettik. Ne hüzün makamına eriştik, ne de sahip olduk içimizdeki meluna…

1 COMMENT

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version