Aşka Hiç İnanmazken, Aşk Şairi Olmuştum

Dalgaların yükselerek ayağıma çarptığı bir yaz akşamı, tüm sahil kasabasının sadece edebiyat sever tayfası bir masanın etrafında doluşmuştuk. Herkes en sevdiği dizeleri sıralıyor, ve neden bu dizeleri çok sevdiğinin hikayesini anlatıyordu.

Hüsnü Bey, masanın en büyüğü ve kasabanın en eskisiydi. İlk söz hakkını elbette ona vermiştik. Her bir şişesini kendi elleriyle temizlediği şaraplarından birini kafasına dikti ve şu mısraları okudu: “Bir ben kaldım, ortasında kavganın. Bir de karanfil yürekli çocuklar.”
– Ahmed Arif! diye çıkıverdi ağzımdan, bu mısraların sahibi Ahmed Arif.
– Bildin güzelim, dedi Hüsnü Bey ve ekledi: “Arkası kesilmiyordu hanımla kavgalarımızın. Her yeni gün bir kavga çıkarmaya yemin etmiş gibiydi. Sustum olmadı, konuştum olmadı. ‘Bak bebeler üzülüyor, bağırma’ dedim anlatamadım. Bedeni evin içindeydi, ama ruhu yoktu. Zaten bir şubat sabahı uyandığımda onu göremeyince çok da şaşırmadım. Belliydi gideceği. 3 çocukla ben kalakaldık ortasında kavganın. Ana olmak da zordu baba olmak da. İşte ondandır bu mısraları sevişim”.

Bütün kadehler, Hüsnü Bey’in onu terk eden hanımının şerefine kalkmıştı. İkinci söz hakkı ise Madam Rita’nındı. Bembeyaz ve upuzun saçlarını örmüş, üzerinde keten elbisesi ve mavi gözlerindeki hüzünle kendime çok yakın hissetiğim bu kadınla Hüsnü Bey’i bir anda yakıştırmıştım. İçimde engel olamadığım bir çöp çatanlıkla “Ben bu işe bir el atsam” diye düşündüm. Ve hemen ardından gelen utanma duygusuyla Madam Rita’ya odaklandım.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan seni seviyorum
.

Bu mısraları okuyuşu yaklaşık olarak 3 dakikayı aldı. Durdu, düşündü, başladı, sustu ve yine başladı.

“Atilla İlhan!” diye bağırmadım bu sefer. Bu sefer, hikayeyi daha çok merak ediyordum.
– 21 yasimdaydim ilk askimi tanidigim de. Öldüğünde ise 22. Yari türkcemle anlasiyorduk. Gözleri daha çok sey anlatiyordu dilinden. Meğer hastaymis. Adi batsin veremmiş. ‘Rita ismi de çok güzel ama, ben sana Aysel diyeceğim’ dedi ve bu şiirin yazdığı sayfaları elime tutuşturdu. 4 gün sonra, bir daha gelmedi. İnsanın sevdiği adami toprağın altina koymasi ne kadar zor anlatamam. Ama çok yıllar geçti. Geçti işte, dedi.

O an, Madam Rita’nın gözlerindeki hüznün sebebini öğrenmiş olmakla birlikte, Türk erkeklerinin gördükleri her kadında bir şeyi değiştirmeye çalışması üzerinde düşündüm kısa bir süre. Rita’yı, Ayselleştirme çabası bir nebze hoşuma gitmese de, kadehlerimizi bu kez rahmetlinin ruhuna kaldırmıştık.

Gülser Teyze, kasabanın bence en şahsına münhasır kişisiydi. Sıra ona gelsin diye sabahtan beri can atıyordu. Acaba ne okuyacak diye düşünmeye kalmadan bağırarak okumaya başladı:

Evlerinin Önü Mersin,
Ah Sular İçmem Gadınım Tersin Tersin,
Mevlam Seni Bana Versin.
Al Hançeri Kadınım Vur Ben Öleyim,
Ah Kapınızda Bi Danem, Kul Ben Olayım.

Isparta yöresine ait bu türkü Gülser Teyze’nin şiveli dudaklarından öyle bir aktı ki, 1 duble rakıyı, 1 dikişte bitirdim. “Ah be Gülser Teyze! Ne yaptın sen böyle!” dedim tutamayarak kendimi.
– Deme ya! Güzel mi söyledim?
-Sen söylen de güzel olmaz mı gadınım? diye cevap verdi Nevzat Enişte.
– Gocam, düğünümüzde bu türküyü okuyuvermişti de, ondan bu sözler çıkıverdi ağzımdan. Şiirden sayılmaz da, kabul ediverin gari!

Masadaki herkesin “Tanrım, sonu güzel olan hikayeler de var demek ki” diye düşündüğünden eminim. Olanca mutlulukla kalktı bu sefer kadehler, bu sefer iyiliğe, güzelliğe, emeğe, vefaya, sevgi ve saygıya…

Geldi mi sıra bana? Aklımdan geçen onlarca şiir, yüzlerce mısra. Hangisini en çok sevdiğimi ayıklamaya çalışırken kafam açılacak diye telaşlanmaya başladım. Telefonumun notlar kısmına yazdığım şiirlerden birini okumayı da kendime yediremedim.
– Gendi şiirlerinden birini okusana gızım, amma düşündün dedi Gülser Teyze ben rakımı kan akışımı hızlandırsın diye boğazımdan mideme doğru gönderirken.
Kadın sustu. Sarıldılar. Bir kitap düştü yere. Kapandı bir pencere. Ayrıldılar. diye okudum mısraları sanıyorum ki sesim titriyordu.
– Sen mi yazdın bu şiiri? diye sordu Madam Rita.
– Nazım Hikmet, dedim. Nazım Hikmet Ran.

Herkes hikayesini anlatmamı bekliyordu haliyle. Böyle olmalıydı devamı.
“Siz bana bakmayın” dedim. Ben aşkın her halinin şiirini, romanını okuyan ve yazan, gözlerinde ve bakışlarında aşkı yaşıyor gibi yapan, ama aşkı hiç yaşamamış bir kadınım. Bir şeyleri yazmak için yaşamak gerekmediğinin en yakınınızdaki kanıtıyım belki de. Ben hiç aşık olmadım. Bana da hiç aşık olmadılar. Biz, yeni nesil, sizler gibi değiliz. Beraber zaman geçirmeyi sevdiğimiz insanlara en fazla bir kaç ay ayırıp, sonra adlarını bile hatırlamadan yola devam ediyoruz. Bakmayın siz benim böyle büyük sözler söylediğime aşka dair. Ben aşkı hiç yaşamadım. Ve aşkı yaşayacağıma inancım hiç yok. Ben iyiyim böyle, sizin ve roman kahramanlarının hikayelerini dinlerken…

Bu sefer kadehler, her bakışında, sözünde, davranışında duygu olduğuna inandıkları benim, bu denli duygusuzluğuma kalktı. Bence hayatlarını hep şeffaf yaşamış bu insanlar, ‘aşırı duygusal’ diye nitelendirdikleri benim, bu denli hissizliğimle biraz da olsa ayılmışlardı.
Ben mi?
Ben çoktan sarhoştum zaten.

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Bir yorum girin
Adınız

Exit mobile version